- 435 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
UTANGAÇLIĞIN GİRDABINDA MASUM GÜNEŞ YÜZLÜ AŞIKLA OLAN SON BULUŞMA
Güneşin ışıklarıyla ışıl ışıl aydınlanan şehrin kayıp sokaklarında kendimi bilinmez ufkun yanı başında buluvermiştim o vakit oysaki. Şehir nedeni bilinmezcesine öylece büyüyordu ki aklımın uçsuz köşesinden kayıp giden düşünceler arasında onu gördüm. Saatin kaç olduğunu bilemeden sokakların dile geldiğini dahi fark edemeden kayıp gitmişti gölgesi uçsuz bucaksızca karanlığına.
Kendimi eski tren garının ardındaki sokakta nefes nefese kalmışçasına koşarken buldum. Yanımdan geçenleri dahi tam olarak anımsayamıyordum. Gözlerin kör, bakışlarımsa durgun bir taş yığını olmuşçasına öylece kalakaldım. Kimseler ne yardım ediyor ne de benimle ilgileniyorlardı. Daha adlarını bile bilmediğim insanlar karanlıklarla donanmış şehrimin sokağında donuk bedenimin üzerinde amansızca geçmekteydiler. Saatler o vakit kör nişancı edasıyla geçip giderken bir ara bir ışık beliriverdi kapalı olan göz kapaklarımın arasından. Her bir dokunuşu yüreğimde çelimsiz bir his bir sıcaklık yaratır gibi olduğu an kulaklarımdan adımla seslenen hoş bir sedalı nefesi işitir oldum. Aniden açılan ufacık kısık gözlerimle karanlık bir çift ışıklı gözle temas etmiştim oysaki.
Birden yerden silkinip utangaç bakışlarımla kalkıp kayboldum derin heyecanın ısıttığı sıcaklığıyla. Çok utangaçtım oysaki. Sokakların tozundan dahi kaçacak kadardım. Ama o kapkaranlık ışıklı bir çift gözdü ruhumda taşıdığım. Sahipsiz yüreğim yine ezilmişti iki değirmen taşı arasında kalmışçasına. Heyecandan onunla konuşmayı dahi unutmuş adını dahi sorma lütfunda bulunamamıştım.
O vakit paltomun cebinde bir kâğıt parçası olduğunu fark ettim. Sahipsiz kalmış suskun bakışlarımla okumaya çalışırken o notta bir adres ve bir çift isim yazılı gibiydi. Hemen yola koyulup şehrin surlarının ardındaki patikadan o adrese ulaşmak için yola çıktım. O kadar uzak bir noktadaydı ki ilk defa geçtiğim sokaklarda kaybolmaktan korkmaktaydım. Akşama yakın adrese ulaştığım vakitse ev orta halli eski bir çiftliği andırır gibiydi. Hemen kapıya yanaşıp soluğumu heyecandan zapt etmeye çalışarak amansızca öylece kapıyı çaldım. Karşıma kapkaranlık yüzlü bir bey ve ufacık külkedisi misali bir bayan karşıladı. Nerden geldiği bile açıklayamadan hemen çiftliğin salonunda gözümü açtım. Çiftlik dışardan bakımsız görünse de içerden antika eşyalar, birbirinden değerli vazolar, yıllanmış halılarla kaplanmıştı. Kendimi neyin içinde olduğumu bile sorgulamaya koyulamadan bir adım sağımda karanlık yüzlü bir çift gözle öylece yapayalnız kalmıştım. Ben daha korkudan konuşmaya bile başlayamadan “Demek sonunda benim sana bıraktığım notu okuyup karşıma çıkma cesaretini toplayıp yanıma geldin!”. İçimden daha kekelememeye çalışırken hemen atılıp kollarıma beni bahçenin ortasındaki tek gözlü odaya çekip sürüklercesine götürdüğünü fark ettim. Bu esrarengiz odada bütün duvarlar bana ait fotoğraflar karelerle kaplanmıştı. Şaşkındım. Bu gizemli kadın dahası benimde ruhumda zamanında aradığım insan neydi, neden bu yolu seçmişte beni böylesi bir yolculukla sınamıştı.
“Adınız nedir, kimsiniz? Diye sorma cesaretini topladığımda ise ,”kısa güneş yüzlü kız “dedi.
Yine sorumu tekrarladığımda ise belki hatırlarsın Karadeniz’in hırçın çocuğu. Sen bundan birkaç sene önce öğrenciyken tanışmış, benim çalıştığım restoranda her zaman elinde birkaç sayfalık defter ve kaleminle şiir yazarken tanışmıştık. Hala hatırlayamıyordum oysaki. Sanki sis bulutunun ardından kaybolan esrarengiz bir hayat güneşiyle karşı karşıya gibiydim.
Birden zihnimdeki eski sahnelerin mazilerdeki kayıp hatıraların çarpışıyla hatırladım o güneş yüzlü kızı.
Evet bu adı ben ona takmıştım.
“Neden beni bulmaya bu kadar uğraştın sorusunaysa ,”Sen o kadar utangaç mizaçlısın ki her kim bir kız yaklaşsa sana sesin titriyor ve kaçıp uzaklaşırdın”
Bakışlarım öylesine donuk şaşkındı ki hala algılamakta çaresiz kalmıştım. Aradan geçen yedi senede bile hiç bu kadar şaşırmamıştım.
Birden bir tokat ilişti sağ yanağıma. Vuran da güneş yüzlü kızdı tabi. Öylece kaçıp gitti yanımdan ağlayarak.
Ne konuşabiliyor ne de hareket edecek güç bulabiliyordum. Öylece yığılıp kaldım ve ondan sonrasını hiç mi hiç hatırlayamıyorum.
Güneş yüzlü kızın ağlayarak uzaklaşıp kaybolmasıyla bende soluğu Karadeniz’in sahilindeki dar bir kıyıda almıştım. Hala ağlamaktan kıpkırmızı olan suskun gözlerimle kıyının en derin noktasına doğru ilerlemeye başladım. Yavaş yavaş ama emin adımlarla karanlık dalgaların bedenimi hapsedeceği ana doğru ilerlerken bir ses işitmiş ama hala duymayacak kadar kararlı olarak Karadeniz’imle buluşmuş, beni asil koynuna hiç de kızmadan almıştı oysaki.
Yanımdan geçen balıkçıların dahi çığlıkları arasında derinlere derinlere daha da derinlere gömülürken ufacık ve zayıf bir bedenin beni kıyıya doğru sürüklediğini fark ettim. O vakit ne direnecek gücüm ne de yaşam bulgularım vardı ki sahildeki kalabalığın derin çığlıkları arasında ufacık kapkaranlık bir çift gözü göz kapaklarımın arasında beni hayata tutmak için çırpındığını fark ettim.
Zaman ne kadar zalim olsa da geçen süreçte bu kapkaranlık bir çift güneş ışıklı gözle günlerce hastane odasında ölümle savaş arasında mücadele ettim.
Bir hafta sonra gözlerim aralanıp kendime geldiğimde ise o kapkaranlık bir çirt güneş ışıklı gözü aradığımı anladım. Hemşireleri dahi aldırış etmeden hastane koridorunda kolumda yırtılmış serum setiyle çaresizce onu aradım. Ama nafile bir çabaydı. Yoktu artık ve bir daha geri gelmeyecek sefere yolcu etmiştim onu.
Olaydan birkaç hafta sonra yine o eski kıyafetimi giymeye çalışırken bir mektup olduğunu anladım. Üstünde “Karadeniz’in hırçın aşığı” diye yazılıydı. Ama okumadan yırtıp attım şuursuzca.
Bir gün şehirden uzak mezarlıklar arasından geçerken bir hayali görür gibi oldum. Kapkaranlık olan yolun sonunda illüzyon olmuşçasına onu takip ettim, kaçamadı benden.
Bir ara kaybolur gibi de oldu ama başaramadı. Bir mezarla karşılaştım yolun bitişiğinde. Üstünde güneşin kızı yazılıydı. Ama yine anlayamayan boş donuk ama heyecan dolu bakışlarım arasında bir el dokundu hemen omzuma. Korkudan kas katı kesilen bakışlarımla döndüğüm vakit ona güneş yüzlü kapkaranlık bir çift gözdü o. O zaman anladım her şeyi. Beni kurtarırken Karadeniz onu bağrına gömmüştü. Anlamıştım o vakit fani dünyadan göçüp gittiğini.
Gözlerimden akan yaşlarla dokundum toprağına, taşına. Yüz sürdüm mezar taşlarına.
Cebimden çıkardığım tabancayla bir mermi sıktım yüreğime oracıkta. Onsuz yaşanmazdı zaten.Öyle de oldu.
Aşk bu iki beni sonsuzluğunda ebediyen kavuşturdu. Anlaşılan ölüm bu kez galip gelmedi.
Ya sizce öyle mi?...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.