- 468 Okunma
- 8 Yorum
- 5 Beğeni
Bir Köy Çocuğunun Sinema Dünyası
TRT2’de şubat ayının son cumartesi gecesi saat 22.00’da Beyaz Sayfa adlı bir Polonya filmi izledim. Film, bir lisede yavaş yavaş görme duygusunu kaybeden tarih öğretmeninin dramını işleyen hoş bir filmdi. 2015’yılı yapımı film özellikle okulla, öğretmenlikle ilgili olduğu benim için ayrıca özeldi. Farklı ülkelerin okulculuk çalışmaları izlemek bu camiada saçlarını aklaştırmış birisine merak konusu olması doğaldır elbette.
İzlediğim filmdeki bir görüntü tanımsız biçimde canımı sıktı. Kısa bir süre gözlerimi kapatıp can sıkıntımı gidermek için derin düşüncelere daldım. Bu süre içinde sinema ile tanışma serüvenim bir film şeridi gibi hafızamda canlandı. İzlediğim film ilginç gelişmelerle sürse bile özgünlüğü hayli azaldı... Filmi izlerken hafızamda sinema ile duygularım hayli baskın çıkıyordu…
Doğduğum köyde çarıktan kara lastiğe geçildiğini hayal meyal anımsarım. Hafızamı hayli zorladığımda 3 ya da 4 yaşımda; annemin mini mini ayaklarıma çarklarımı geçirir, bağlarını bağlardı. Daha sonra yerli malı Trabzon kara lastikleri çıktı. İlkokul, ortaokul yıllarımda bütün arkadaşlarım gibi benim de Trabzon kara lastiği biricik ayakkabımdı.
Köyümüz, ilçenin beş sınıflı okulu olan büyük köylerinden bir köydür. İlçeye ortalama iki saatte varırdık yürümekle. Ve ilçeyi ilkokul yıllarında iki ya da üç kez gördüm. Babam bir günün gecesi ilçede kalıp ertesi günü köye dönmüştü. O gece sinemaya gittiğini anlattı. Sinema neydi? Üst üste sorular sordum babama. Anlattıkları hiçte doyurucu gelmedi.
Beşinci sınıfta okuyorduk. Okula sinema geldi diye haber yayıldı. Yabancı amcalar, öğretmenlerimiz telaşlı koşuşturma içinde çalışırlarken bizleri dışarda beklettiler. Arkadaşlar arasında sözün ona sinema hakkında bilgisi olanlar bilgiççe konuşuyorlardı. Nihayet okulun salonuna alındık.
Tarih kitabında resimlerini gördüğümüz yeni çeri kıyafetli askerlerin görüldüğü bir tarihi bir film izledik. Öğretmenimiz sinema ve filmin konusu hakkında açıklamalar yaptı. Büyük köylere ilçedeki sinemacının bazı günlerde sinema makinesiyle ziyaretler yaptığını da öğrenmiş olduk.
Ortaokul yıllarım başladı. 60’lı yıllar. İlçemizde bir adet sinema vardı. O yıllarda haftanın altı günü ders yapılırdı. Buna karşılık çarşamba ve cumartesi günleri ders süresi yarım gündü. Ve 50 kuruş bulduğumuz zaman Çarşamba öğleden sonra sinema kuyruğuna girerdik.
Nasıl anlatayım! İlk izlediğim filmlerde işlenen konuyu yetesiye anladım diyemem. Ortaokul iki, tam Robinson dönemimiz. Haftanın filmlerini izleyemediğimizde izleyen arkadaşlara “Film de dövüş var mıydı?” sorusu olurdu. Ayhan Işık, Eşref kolçak, Yılmaz Güney, Orhan Günşiray… Filmlerinde dövüş sahneleriyle ilk gençliğe ayak attığımız yıllarda damarlarımızda akan kanın coşkusuna daha da hızlandırırdı.
Öğretmenlerimiz o yılların revaçtaki sevi romanları yazarları; Kerime nadir, Esat Mahmut Karakurt, Muazzez Tahsin Berkant… kitaplarını okumamamızı önerirlerdi. Yasak olana ilgi artar doğallıkla. Önerilmeyen yazarların kitaplarını okuyorduk çoğunlukla. Ve o romanlardan uyarlanan Ediz Hun, Hülya Koçyiğit gibi artistlerin oynadıkları melodramları bir farklı ve heyecanla coşkuyla izliyorduk.
İlçemize Karaoğlan Camoka’ya karşı ve Malkoçoğlu filmleri geldi. İki filmin ilk gösterimde sinemada oturulacak yer yoktu. Böylece Kartal Tibet ve Cüneyt Arkın’ı tanıdık. Cüneyt Arkın’ın hareketlerine hayrandık. Ve Çalıkuşu’nu ancak ortaokul üçte okumak kısmet oldu. O yıllarda son sınıf öğrencileri ders bütün derslerden bitirme sınavına tabi tutulurdu. Mayıs sonunda dersler biter Haziran ayı boyunca sınav devam ederdi.
Ve yazlık sinema uygulamasına geçilirdi ilçemizde de. Köyden ilçeye yağmurlu bir öğleden sonra döndüm. Şemsiye! Adını biliyordum sadece. Elbiselerim hayli ıslanmıştı. Çalıkuşu filmi oynuyordu siyah beyaz. Türkan Şoray ve Kartal Tibet başrolleri paylaşmıştı. Cebimde filme yetecek para da var. Kaçırılır mı? Elbette hayır. Titreyerek iki saatten fazla süren; romanına hayran olduğum Çalıkuşu’nu izledim. Köy çocuğu. Yaz mevsiminde yaylalarda nice yağmurlara, dolulara eyvallah dememişim. Haliyle hasta olmadım.
Trabzon’da yatılı okudum Öğretmen Okulu’nu. Dar gelirli aile çocuklarıydık öğretmen adayları. Cephelerimizde çoğu kere karayel, poyraz, keşişleme hangisini söylense fark etmez rüzgârlar eserdi. Sadece Salı ve Perşembe günleri tam gün ders yapardık. Haftanın beş günü sinemaya gitmek olasıydı. Mütalaa saatlerinde derslerimize yeterince çalışabiliyorduk.
Diğer zamanlar harçlığım varsa tek eğlence sinema salonlarında yerimi alırdım. Benim gibi sinemasever arkadaşlarım da aynı yöntemi uygulardı. Eğer harçlık yoksa okul kütüphanesinden aldığımız kitapları okurdum. Kütüphanemiz hayli zengindi. Bir kadın memur çalışırdı. Silahlara Veda, Çanlar Kimin için Çalıyor, Doktor Jivago, Diriliş, Kumsalda… daha nice romanlar...
Anımsadığım kadarıyla Trabzon’da altı adet sinema salonu vardı. Okulun ilk yıllarında yerli filmlere kaçırmazdık. Bir matinada çift film oynatılırdı. Yerli filmlerde alkış, bağır-çağır eksik olmazdı. Zamanla sanat anlayışımız olgunluğa evrildi. Trabzon’un elit kesiminin, öğretmenlerimizin izlediği birinci sınıf sinema salonlarının müdavimi oldum.
Köy öğretmenliği yıllarımda kentin sosyal olanaklarından uzak yaşamanın dayanılmaz iç sıkıntıları hiç yakamı bırakmadı. Okulun ve İl Halk Kütüphanesi bulutlar kadar uzaktı. Sinemaları da ancak yılda bir elin parmakları kadar ziyaret edebiliyordum.
Yıllar evet yıllar sonra elektrik girdi köylere. Ancak televizyonlarda sinema, film izleme olanağına bulmaya başladım. Dönelim Beyaz sayfa filminin canımı sıkan sahnesine:
Filmin başrol oyuncusu Tarih öğretmenimiz kaybolan görme yetisinin acılarını öğrencilere, okul yönetiminden saklıyor. Bir taraftan da öğretmenlerin müzmin sorunu ekonomik sıkıntılarla savaşım veriyor. Sınıfta çekilen bir sahnede ülkemizi de içine alan siyasi bir harita sınıf duvarında asılıydı.
Polonya devletiyle ülkemizin bildiğim kadarıyla karşılıklı saygıya dayalı iyi ilişkiler var. Harita öyle söylemiyordu. Ülkemizin öncelikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi olmak üzere büyük bir bölümü farklı renkle gösterilmişti. AB’ye henüz giren Polonya AB’nin emperyalist politikalarını nasıl da benimsemişti. Kimlik siyaseti uygulamayıp Yugoslavya’da büyük acılarla 7 devlete bölen AB’nin kirli politikası Polonya okullarında kullanılan bir bayrakta bile sırıtıyordu.
AB’nin ülkemiz içinde hayırlı düşüncelerinin olmaması Polonya özelinde bile gözlemlemek ulusların barış içinde yaşama arzusundan ne kadar uzak olduğunu görmek çok acı… Savaşın insanlık için bir yıkım olduğunu Ukrayna-Rusya arasında yaşanan haydi savaş demeyelim adını, arbede de görüyoruz. İnsanlık için güzel günler görmek için makbul çareler var elbette. Tüm dünyada okul müfredatlarına savaşların salgın hastalıklar örneğin korona gibi bir afet olduğu konulu dersler konmalı. Ve müfredatlar dünya halklarının barış içinde yaşamasını önceleyen ders sayılarının artırılması gibi uygulamalara tez elden başlanmalı. İşte zaman barış içinde özgürce sanat yapmak sanat yapıtlarını izlemek olanaklı olur. Ütopik değil görüşüm. Uzayın derinliklerini keşfe çıkan insanlık barış içinde yaşamayı varılacak hedef olarak seçerse savaşsız bir dünya niçin kurulmasın…
YORUMLAR
Siz çok yaşayın emi sevgili İbrahim ağabeyim. Sizin bu ve önceki yazılarınız ile sizin çocukluğunuza şahit olurken bir yandan da kendi çocukluğuna uzanıyor insan...
İlk sinema maceramı hatırlamıyorum. Sizin yaptığınız gibi yapıp gözlerimi kapattım ama ilk defa kaç yaşımda gittim sinemaya hiç hatırlamadım. Bizim kasabamızda 2 sinema vardı. Birisi Soner, diğeri Tekin sineması. Bir de adını hatırlayamadığım yazlık sinema vardı. Ve bu sinemalar film yayınlamak haricinde daha çok düğünler için kullanılırdı.
Bir de milli bayramlarda okullar tarafından düzenlenen tiyatrolar...
İlk defa ne zaman gittim hatırlamıyorum ama bir anımı paylaşmak isterim. Rahmetli babaannem artık yalnız yaşayanadığı için bizim eve yerleşmişti ve bu nedenle her dini bayramda bütün akrabalar (ki babamlar 9 kardeş) bize gelirdi. Eee doğal olarak da öpülecek el çok ve toplanan bayram harçlığı da bir hayli bol olurdu. Bizim kasabada da o zamanlar yaz sezonu değilse denize gidemediğimiz için fazla alternatif olmadığından ya pastaneye giderdik ya sinemaya.
İşte böylesi bir bayramda halamın oğlu Yusuf ağabeyim ile tatil boyunca neredeyse her gün bir sinemadan çıkıp diğerine giderdik. Peş peşe ve belki de aynı filmi aynı gün ikişer kere seyretigimiz olmuştur:))) Şu anda filmlerden biri aklıma geliyor; Levent Çakır'ın başrolde olduğu Zagor:))) belki de sizde seyretmişsinizdir.
Şunu da yazayım ben Ayhan Işık ile daha çok Orhan Günşiray hayranıydım. Şimdi tam bilemiyorum ama çok sayıda filmini seyretmişimdir. Bir yerde denk gelsem hala aynı heyecanla izleyebilirim diye düşünüyorum.
Ve maalesef ki, ne AB ne ABD'nin (ki sizin de üzerine araştırma yaptığınız Fullbright anlaşması bunun örneklerinden birisidir) pek değil hiç umru da değiliz. Hani otobüs ve minibüsler de vardır ya acil durum cam kırma çekici ne yazık ki Türkiye onlar için acil durumlarda cam kırma çekicinden başka bir şey değildir. Ticari pazar konusuna girmiyorum. Uzar...
Şu aşikar ki; dünyanın suyu gittikçe daha da ısınıyor. Savaş olsun, küresel salgınlar ve yine küresel ekonomik krizler olsun, ozon tabakası olsun, yükselen hava sıcaklıkları olsun... En ufak bir sorun bütün dünyada hissedilir boyuta geldi. Ve ivme vahim boyutlara doğru daha da yükseliyor... Maalesef...
Aslında işin sırrı çok basit: Yurtta Barış Dünyada Barış... Bu kadar kolay... Silahlı barış değildir kast edilen. İnsanların da din, dil, ırk gözetmeksizin bir biriyle ve doğayla barışması şart...
Yine tane tane, yine diyar diyar ve her zamanki gibi çok duru anlatımınız ile ufkunuza yeni ufuklar kattınız... Minnettarım.
Sonsuz sevgi ve hürmetle... Sağlık ve huzur diliyorum.. Uğur Arslan...
uykusuzadam tarafından 2.3.2022 03:12:42 zamanında düzenlenmiştir.
İBRAHİM YILMAZ
İlginize teşekkür ederim. geç dönüşüm affola.
Naif yüreğinizin sesini hissettim yorum yazınızı okurken.
Geniş bir aile ve kasabada büyümenin güzelliğini yaşamışsınız.
Bir köy çocuğu olmanın en dayanılmaz zorluklarını yaşadım. köy okulları nisan sonunda yaz tatiline girerdi bilmem farkında mıydınız. Okul çantasını bırakıp değnek alır koyun ya da keçi sürümüzün çobanı olurdum. Ta eylül ortalarında okul açılıncıya kadar.
ve orta ikide kırpanla tanıştım 80'lerin sonuna kadar.
Anne-baba öldü. Feodal ilişkiler ,üretim bitti köyde, köylerde.
Ve ilginçtir bir Atatürk'e dudak bükenler, Montrö'yü görüşebilirz diyenler nasılda çark ettiler.lakin insanlar ölüyor. Savaş tüm pisliği ile alevlendi.
batı savaşı uzatmak adına yangına benzin sıkıyor, silah gönderiyor.
Diler ve umarız İnönü'yü sabah akşam okuyorlardır muktedirler ve Atatürk'ü...
Selam ve saygımla.
Çocukluk yıllarınız köyde ne kadar renklidir kim bilir... Bizim çocukluğumuzda da vardı açık hava sinemaları ve tabi frigo buz denen çikolatalı dondurma unutmak ne mümkün... O yılların yazarları da şimdikilerden çok farklıymış. Seyrettiğiniz filme gelirsek, yabancılar bunları hep yapıyor, algı operasyonları yani, ama it ürüyor kervan da yine yürüyor bir şekilde... Geçmişte Gece Yarısı Ekspresi gibi yurdumuzu kötülemeye çalışan uyduruk filmlerde bunu hep gördük. Kin ve nefret duyguları ile bizim hakkımızda ki ön yargılar onların iliklerine kadar işlemiştir... Değişmeleri zor. Kutlarım içtenlikle değerli Hocam...
İBRAHİM YILMAZ
Doğduğunuz köyün Karadeniz’de olduğunu tahmin ediyorum.
Ben de Karadeniz'iyim. Amcamın Ankara’daki oğlu köye televizyon göndermişti. Köyün bütün çocukları amcamın evinden çıkmaz o tek kanaldan çizgi filimleri beklerdik, nasıl mutluyduk.
Bugün bir sürü kanallar var, televizyona bakmak içimizden dahi gelmiyor. Her kanalda olumsuz haberler içimize, dışımıza mutsuzluk akıtıyorlar,
Dünyanın, doğusunda, batısında kuzeyinde güneyinde; şu kısacık ömrümüzde savaşların olmadığı, eşlerin birbiriyle muhabbetle konuştuğu dünyayı hayal ediyorum.
Saygılarımla.
İBRAHİM YILMAZ
Denize paralel uzanan Karadeniz dağlarının arka yüzünün Gürcistana' a yakın dağların eteklerinde 1500 rakımlı bulutlara komşu bir köyde (Kocabey Köyü-şavşat Artvin) doğdum.
Karadeniz denince bildiğiniz gibi sahilde mavinin en yeşilin koyu tonları ve benim köyümde de yeşilin tanımsız güzel tonları anımsanır. Selam olsun yurdumun dört bucağına, Karadeniz Bölgesine ve insanına elbette özeldir selamım.
Emeğe ve sanata saygı ve selamlarımla esen kalın.
Ümmühan Yıldız
Arkadaşlarım sorar "hangi yöre daha guzel"
Derim ki, Çamlıhemşin vahşi, Şavşat romantik güzeldir. Mutlaka her iki yöreyede uğraryın.
Şavşatan, Ardahan'a, Çıldır gölünden Erzurum'a oradan Gümüşhane'ye ve Trabzon'a.
Memleketimizin her köşesinde sevgi var.
Memleketimi özlediğimi hatırlattınız.
Saygılarımla çok çok selamlar.
merhaba değerli hocam..
yazı başlığınız dikkat çekiciydi...
yarı köy yarı şehirde geçti benim de çocukluğum...
sinemayla tanışmam ise bir hayli ilginç olmuştu.
Elbetteki bunda çok kanallı televizyonların büyük etkisi olsa da
hem okuyup hem çalışma temposu sebebiyle
çok ileri bir yaşımda gittim ben de ilk kez sinemaya...
İstanbul Zeytinburnu'nda öğretmenlik yaptığım dönemde sanırım 2008 yılı gibi
ikinci sınıfı okuttuğum öğrencilerimi götürmüştüm. İlk izlediğim sinema filmi ise
"Mavi Fil" adında bir çizgi filmdi. hiç unutmuyorum... çocuklar heyecanlıydı ben onlardan daha çok heyecanlı.
dinç tutuyor insanı bu minicik yüreklerin heyecanı, yaşam enerjisi...
varlığımızın temsilcileri, geleceğimizin yegane pırıl pırıl parlayan
aydınlık meşaleleri....
dünya onlarla güzelleşip anlam kazanıyor...
savaş yüzü görmeden büyümeliler..
tek dileğim barış olsun...
birlik beraberlik içinde kırmadan üzmeden birbirlerini
tüm devlet ve milletler dostluk üzere el sıkışsınlar.
emek ve özveri dolu kaleminizden çok anlamlı bir yazı okudum.
tebrik ediyorum değerli hocam
saygı ve selamlarımla.
İBRAHİM YILMAZ
Ve barıştan, insan sevgisindenyana sözlerinizle duygularımı bir kez daha coşturdunuz. İnsanlığın barışa olan hasretine vesile olur öğretmen-öğrenci arasında yoğunlaşan sevgi yoğunluğu.
saygılarımla.
Savaş!!! Ne acı bir kelime. Beş harç ama dünyayı yok edecek kadar acımasız bir kelime. Bugün Rusya - Ukrayna arasında yarın bilmem kim arasında. Ortadoğudaki savaşın tarihini bile unuttuk o kadar çok eskiye dayanıyor ki!
Güzel olan öneriler uygulamaya konulur mu bilemiyorum. Sanki güzel olanlardan bir kaçış var dünya genelinde. Bi doyumsuzluk, bi vurdumduymazlık.
Dediğiniz gibi " Savaşsız bir dünya " kurulur umarım.
Değerli bir yazıydı. Emeğinize yüreğinize sağlık.
Saygılarımla....
İBRAHİM YILMAZ
Belirttiğiniz gibi "Savaş!!! Ne acı bir kelime."
Dilerim, dünyanın çeşitli bölgelerinde savaşlar çıkaran dünya jandarmalığına soyunanların mumu söner yakında.
Emeğe ve sanata saygımla esen kalın.
Anılara dayanan güzel anlatımlı yazınızı keyifle okudum.
Ülkeleri yönetenler bencilce emperyalizme hizmet ederken, bir gün o emperyalist güçlerin çıkarı doğrultusunda oklarını kendilerine dönebileceğini düşünmeliler.
Saygılarımla.
İBRAHİM YILMAZ
Diler ve umarım belirttiğiniz gibi bencille emperyalizme hizmet edenler ve de ek olarak derim ki, emperyalistleri nötürleştirecek anlayışa evrilir insanlık.
Emeğe ve sanata saygımla esen kalın.
Farkındalıklı yazılar yazıyorsunuz. Çalıkuşu filmi şimdi yeniden sahneye konsa bin kez izlerim. Tarih öğretmeni yazmışsınız daha bir etkilendim öyle okuyunca. Güzel konulara parmak basmışsınız yine. Tebrikler.
İBRAHİM YILMAZ
Çalıkuşu romanını geçen yaz bir kez daha okudum. Siyah-beyaz çekilmiş filmini You Tube'den izlemek olası.
Sanata ve emeğe saygımla esen kalın.