- 369 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
LAİKLİĞİ ANLAMAK
Tarih boyunca insanlığı-toplumları idare edenlerin en etkili silahları, insanların düşünce yapılarına, insanları korkutarak veya umut vaat ederek etki etmeleri olmuştur. Buna rağmen insanoğlu bilimi keşfedip bugün günlük hayatta kullandığımız her şeyi üretebilecek seviyeye geldiyse bunu aklını kullanabilme yetisini tam anlamıyla kazanmış bir avuç insanına borçludur.
Bu akılcı ve bilimsel düşüncenin gerçek teminatı ise eğitim hayatının ilk yıllarında verilecek olan sorgulama bilincidir ve bu bilinçle doğacak olan gerçekle yaşama azmi, ülkemizi ve bütün insanlığı muasır medeniyet seviyesine ulaştıracak olan tek yoldur. Bu anlamda asıl olanın toplumu yönetmek değil eğitmek olduğunu bilen büyük Atatürk 5 Şubat 1937’de kurtardığı ve kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin yol göstericisi olan laiklik ilkesini anayasaya eklemiştir. O günden beri bugüne kadar yetişen kuşaklara laik eğitim verilebilmiş olsaydı ülkemiz sanatta, sporda, sanayide, eğitim ve bilimde dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri olabilirdi.
Ancak hemen her dönemde çıkarlarını ve dar egemenlik alanlarını kaybetmemek için halkı belirli kamplar içerisine hapseden anlayışlar sayesinde bugün çoğunlukla günlük yaşayan lüks tüketim mallarına sahip olmayı başarı sayan sorgulama yetisini kaybetmiş bir gençlik var. Bu anlayışı kırabildiğimiz oranda ülkemiz ve geleceğimiz için bir şeyler yapabilme imkanına kavuşuruz.
Bizlere altın tepsi içinde sunulan ve devletin kuruluş felsefesi olan laiklik, anayasadan çıkarsa her zaman 15 Temmuz benzeri kaos ve iç savaş planları emperyalizm tarafından devreye konur ve zamanla Suriye’den beter hale geliriz.
Hepimize düşen görev, fikir ve vicdan hürriyetinin sigortası, özgürlük ve demokrasinin temeli olan laikliği öncelikle bireysel hayatımızda, sonra da toplumsal hayatta hakim kılmaktır.