- 243 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Renkli Düşler Dükkânı 6. Bölüm
6
Renkli Düşler Dükkânı
Aralık ayının son pazartesi günüydü. Bu sene yılbaşı ve yarıyıl tatili ilk defa birleştirilmişti. Yedikavak Lisesindeki tüm öğrenciler yarıyıl tatilini iple çekiyordu. Umut yeni yüzüyle bu iple çekilen okul serüveninin dışındaydı. Şu an için bir mucize yaşıyordu. Okuldaki herkes onun estetik ameliyatla yüzündeki lekeyi aldırdığı dedikodusu yapıyordu.
Umut’un anne ve babasına göre ise bir çeşit cilt hastalığı vardı. Doktora Akın ise psikolojik etki sonucu vücudu be lekeyi yok etmişti diye tahmin ediyordu. Umut’a göreyse Renkli Düşler Dükkânından aldığı kuklanın bir mucizesiydi.
Tatil psikolojisi derslerin uzadıkça uzamasına sebep olmaktan başka bir işe yaramıyordu. Son ders zili özgürlüğe açılan kapı gibi geliyordu. Umut daha zili duyar duymaz gerilmiş bir ok gibi sırasından fırladı. Okuldaki arka kapıya yöneldi ve hızlıca caddeye indi. Heyecanlıydı. Kalp atışlarını hissediyordu. Bugün yapması gereken çok önemli bir şey vardı. Çok güzel bir iş! Artık vakti gelmişti. Tüm gün okulda bu anı düşünmüştü. Bay Baki Kalır’ın istediği iyiliği yapma günü gelmişti.
Ana cadde üzerinde hızlıca ilerledi. Sonra Harman Sokağına yöneldi. İşte Müslim Yener’in evi tam karşısındaydı.
Bundan sonra daha dikkatli olması gerektiğini biliyordu. Ömer Yener’in dedesine ait olan ev sessizdi. Kapıda kimsenin içeride olup olmadığını gösteren en küçük bir belirti yoktu. Her şey uygun gibi görünüyordu.
Umut evin ön tarafında bulunan kapısına doğru yürümeye başladı. Evde biri olursa ne diyeceğini düşünüyordu. Zeynep Yenge evde olursa annesinin onu bir şey alması için gönderdiğini söyleyecekti. Ne isteneceği konusunu düşünmüyordu. Eğer Zeynep Yengeyle karşılaşırsa onu hemencecik bir şeyler uydurabilirdi. Onu asıl düşündüren Ömer’di. Onun için iyi bir bahane üretemiyordu. Bu durum onun sinirlerinin gerilmesine ve heyecanının artmasına sebep oluyordu. Her adımı heyecanını ateşliyordu. Soluk alış verişleri hızlanıyordu. Heyecandan şuracıkta ölebilirdi. Ama Bay Baki Kalır ondan küçük bir iyilik istemişti. Kuklayı alırken ona verdiği zarfı tam bir hafta sabırsızlıkla bekledikten sonra açmıştı.
Neredeyse kapıya varmıştı. Ara sıra birilerinin onu görüp görmediğini kontrol etmek için çevresine bakınıyordu. Kimse yoktu. Heyecanına karşı koyarak evde kimsenin olmadığından emin olmak için zile bastı. Her şey için hazırlıklıydı. Ömer hariç her şey...
Zile tekrar bastı.
Her şey istediği gibiydi.
Hemen arka tarafa yöneldi. Şu haliyle çok sinsi birinin yaptığı planın ilk aşamalarını yapıyor gibiydi. Yapacağı şeyi düşündükçe heyecanlanıyordu. Kalbi daha şiddetli atıyordu. Korkmaması gerekiyordu ama bunu bir türlü yapamıyordu. ‘Bunu yapmak zorunda mıyım?’ diye geçirdi içinden. Oradan hemen geldiği gibi ayrılıp eve gidebilir. Sevdiği bir çizgi filmi açabilir ya da başka sevdiği şeylerle örneğin kuklasıyla vakit geçirebilirdi.
Tüm bu düşünce hezeyanının içinde Bay Baki Kalırın onu teskin edici sesi belirdi. ‘Ondan küçük bir iyilik isteyeceğim.’ Bay Baki Kalırın sesi ona cesaret vermeye yetmişti. Sonuçta o mucizevî kukla olmasa şimdi eski halinde olabilirdi. Belki Ömer’e yapacağı iyilik de onu daha iyi biri yapabilirdi.
Zeynep Yener’in en yakın arkadaşının oğlu Umut, kayınpederi Müslim Yener’in evinin önünde beklediği sırada, Renkli Düşler Dükkânından içeriye Engin Yıldırım girmişti. İçinden ‘Heh heh he.’ Diye gülüyordu. Cafer buraya onsuz geldiğimi duyarsa bana kızacak. ‘Hadi oradan köftehor… Önce ben geldim buraya. Heh heh he.’
Engin içinden, neyse boş ver şimdi bunları, dedi. Aklına bir atasözü gelmişti. ‘Parayı veren düdüğü çalar.’
Engin Yıldırım antika radyolara bayılırdı. Bu dükkânda eski tip güzel bir radyo olduğunu görmüştü ve olanca yağmura rağmen dükkânın yolunu tutmuştu. Cafer Dikiciyle kendi evlerinin bir odasını şark köşesi tarzında döşemişlerdi. İkili arasında su sızmıyordu ama evlerindeki bu odaların en güzeli, en antika dolu olanının kendilerine ait olması gerekiyordu. Böyle sevecen bir rekabetleri vardı. Şimdi Engin Yıldırım bu rekabeti alacağı antika bir radyoyla kazanacağına inanıyordu.
Engin Yıldırım dükkândan içeri girdiği andan beri ortalarda kimseyi görmedi. Gözü rengârenk ışıklandırılmış rafları geziniyordu. ‘Bu olmaz, I ıh. Bu değil. Bu da. Bu olmaz. Bundan var. Onu geç. Hah buldum. Geçen gün gözüme ilişen radyo bu…’ Son cümlesi neredeyse bir çığlık değerinde ses çıkarmıştı.
Uzaklardan bir yerden ‘Bana sunduğunuz bu derin mutluluk için teşekkürler.’ Konuşan Bay Baki Kalırdı. Lakin henüz kendisi görünmemişti.
Umut, Bay Baki Kalır’ın kendisine verdiği zarfta yazan iyiliğin son aşamasına geldi. Ömer’in rahmetli babasının kaybettiği cep telefonunu uzun bir uğraşla açtığı arka camdan girerek Ömer’in masasına bıraktı ve evden çıktı.
Bay Baki Kalır’ın sesi kafasının içerisindeydi ‘Mükemmel bir iş çıkardın ve bana borcunu ödemiş oldun.’ Adımları kendi sokağına varıncaya kadar hiç durmadı.
Umut eve girdiğinde koşarak annesine sarıldı ve onu yanağından öptü. Bu tip davranışları olmadığı için annesi çok şaşırmıştı.
Umut, kendisine sürekli kötülük yapan Ömer’e bir iyilik yapmıştı. Ömer’in ölen babasının kaybolan telefonunu götürmüştü. Bay Baki Kalır ona verdiği zarfta bu telefonun olduğunu zarfı açınca anlamıştı. Bay Baki Kalır’ın o telefonu nasıl bulduğu konusuna gelince; büyülü bir kukla satan biri pekâlâ kayıp bir telefonu da bulabilirdi. Bay Baki Kalır bir hafta beklemesini istemişti çünkü babasının ölüm yıl dönümünde böyle bir sürprizle karşılaşmasını istemişti. Ömer’in babasıyla çekildiği tüm fotoğraflar ve videolar o telefondaydı. Ömer için bu en büyük hediye olacaktı.
Annesi ona oturduğu odadan ‘Sanırım bugün okulda iyi bir gün geçirdin.’ Diye seslendi.
‘İdare eder anne.’
‘Gel beraber biraz televizyon izleyelim. Baban nerdeyse gelir. Annesi yüzünü ve vücudunu daha yakından incelemek istiyordu. Yüzündeki lekenin yok olduğu günden beri çaktırmadan Umut’u inceliyordu. Bir yara ya da başka bir şey varsa Doktora hemen gitmek oluşabilecek kötü sonuçları önleyebilirdi.
Umut onu kırmadı ve ‘Olur.’ Diye seslendi. Aslında pek televizyon izlemeyi sevmezdi. Hele annesinin izlediği kadın programlarını…
Bay Baki Kalır nereden ve ne zaman geldiği belli olmayan bir anda Engin Yıldırımın yanında biti verdi. ‘Size o radyoyu makul bir fiyata verebilirim. Siz de benim bu günkü şanslı bir diğer müşterimsiniz.’
Engin antika radyo ellerinin yetişeceği kadar alçakta bir yerde olsaydı şimdiye onu almış ve incelemeye başlamış olurdu. Öyleki heyecanlı ve sabırsızdı. Bay Bakı Kalır hızlıca radyoyu aldı ve Engin’in kucağına bıraktı. ‘Aman azizim sıkı tutun bu tür bir radyoyu asla bulamazsınız.’
Engin yıldırım radyoyu kucağına aldığına mı sevinsin yoksa bu kısa adamın o radyoyu nasıl aldığına mı şaşırsın bilemedi.
‘Bu radyoyu almak istiyorsan dediğimi de yapmak zorundasınız.’
‘Sen bu radyoyu bana sat gerisine karışma. Bana sadece fiyatını söyle. Söyleyeceğin şeyi yapma konusu bende. Heh heh he.’ Engin Yıldırım kendisiyle müstesna gülüşünü yine tekrarladı.
‘Kırk TL.’
Engin Yıldırım’ın radyoya sabitlenmiş bakışları bir anda adamın üzerine sabitlendi. ‘Sadece kırk mı? Gülünç.’
Bay Baki Kalır ‘Dediğim gibi sizden bir şey yapmanızı isteyeceğim. Küçük bir iyilik…’
‘Anlaştık.’
‘Ne isteyeceğimi duysaydınız.’
Engin Yıldırım radyoyu o kadar kafasına takmıştı ki Bay Baki Kalır ne isterse istesin yapacaktı.
‘Yaptım billlllll.’ Diye sevecen bir tonda söylendi.
Bay Baki Kalır ‘Ben genç görüne bilirim ama tahmin edemeyeceğin kadar şey gördüm. Beni çocuk yerine koymayın azizim.’
Engin Yıldırım ‘Yo yo hayır… Ben gerçekten ne isterseniz yapacağım. Canımı isteyecek değilsiniz ya!’
‘Anlaşılan beni çocuk sanıyor ya da öyle görüyorsunuz. Ama ben sizin inanamayacağınız kadar yaşlıyım. İsteyeceğim iyiliği yapmazsanız. Durum değişir. O radyoyu geri alırım. Bu defa milyarlar verseniz de size satmam.’
Engin Yıldırım büyülenmiş gibiydi ve Bay Baki Kalır’ın her istediğini yapacaktı. ‘Peki, tamam. Ne derseniz kabulüm. İstediğinizi yapmazsam iade ederim.’
Engin Yıldırım radyoyu ve Bay Baki Kalır’ın bir hafta sonra bakacağına söz verdiği zarfı da alarak oradan ayrıldı. Hızlıca evinin yolunu tuttu. ‘Bir hafta sonra açacaksın.’
‘Tamam. Tamam anladık. Bir Hafta.’ İçinden ‘Heh heh he. Artık bu radyo benim. Işıklı mışıklı hem de. Heh heh he. Şimdi en iyi şark köşesi benim evimde olmuş oldu Cafer Bey. Hadi Bakalım. Heh heh he.’ Bu düşüncellerle evine vardı.
Gözü hemen bir priz aradı. Radyonun çalışıp çalışmadığını kontrol edecekti. Hemen köşedeki prize fişi taktı ve FM tuşunu çevirmeye başladı. Ses seda yoktu. Radyonun tepesine bir iki tane yapıştırdı. Ses gelmeyince Am tuşuyla oynadı. Sağa sola ittirdi. Buradan da ses gelmedi. ‘Pis adam bana bu bozuk radyoyu iteledi.’ Diye düşünüyordu. Morali bozulmuştu. Bir şeyi yanlış yapıyorumdur diye radyoyu tekrar kurcalamaya başladı. Pm diye bir tuşun olduğunu çok sonradan fark etti. ‘Pm nedir?’ diye söylendi. Pm tuşunu ileri sardırmaya başladı.
Pm tuşunun yanında gün, ay, yıl yazan üç adet düğme vardı. Engin onları kurcalamaya başladı. Aklında bir tarih belirmeyince gazetelerden hatırladığı 12 Eylül 1980 tarihini çevirmeye koyuldu. Tarihi tam ve doğru yazdığından emin olmak için son bir kontrol yaptı. Fakat yine bir ses gelmemişti. Parmakları tarih tuşlarını gezerken küçücük bir tuşun daha olduğunu gördü. Küçül ‘e’ harfi vardı. Tereddütsüz bastı. Çünkü iyiden iyiye kazıklandığına inanmaya başlamıştı. ‘Heh he keşke alırken bir kontrol etseydim ya hu.’ Dediği esnada radyodan dıt dıt dıt dıt dıttt, diye tekrarlanan bir ses duydu. Hemen ardından radyo çalışmaya başladı.
‘Saat 7:30 TRT haber merkezinin hazırladığı haber bültenini sunuyoruz. Türk Silahı Kuvvetleri emir ve komuta zinciri içinde ülke yönetimine bütünüyle el koydu. Parlamento ve hükümet feshedildi. Saat 5’ten itibaren ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı konuldu. Siyasi parti faaliyetleri yasaklandı.’
Engin Yıldırım’ın cama koşması neredeyse iki saniye sürmüştü. Perdenin altından korkuyla sokağa baktı. Kalbi deliler gibi çarpıyordu. ‘Demek darbe oldu. Vay anasına ya!’ Kısık sesle ve nefes nefese söyleniyordu. Hızlıca geri döndü ve odanın ışığını kapattı. Camın önüne tekrar giderken ayak parmaklarının üzerinde yürüyordu. Bu defa camı açtı. Hala nefes nefeseydi. Sokakta hiçbir hareketlilik yoktu. Az önceki heyecanı e korkusu yavaş yavaş geçiyordu. Kulağını kabarttığında radyodan gelen yayında ‘Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in başkanlığında kara, hava ve deniz kuvvetleri komutanlarıyla, jandarma genel komutanından oluşan Milli Güvenlik Konseyi kuruldu. Televizyon saat 13’ten itibaren yayınına başlayacak. Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunun verdiği Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama görevini Yüce Türk Milleti Adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararı aldı ve ülke yönetimine bütünüyle el koydu.
Engin Yıldırım’ın kafasında bir şimşek çakmıştı resmen. Pm tuşunun geçmiş zamanı dinlemek için konulduğunu düşündü. Yan taraftaki tarih ayar tuşları ve o küçük e tuşu geçmiş tarihli yayınları dinletiyor olmalıydı. ‘Heh heh he iyi para eder.’ Sonra başka bir tarih ayarladı. 30 Nisan 1927 tarihini seçti fakat frekans sesinden başka bir şey duyamadı. Bu defa tarihi ileri aldı ve 6 Mayıs 1927.
‘Alo alo muhterem samiin burası İstanbul Telsiz Telefonu. 1200 metre tuk-u mevç, 250 kilosikl… Şimdi akşam neşriyatımıza başlıyoruz.’
Engin Yıldırım duyduklarına inanamıyordu. Aklına Bay Baki Kalır gelmişti. Onun hareketlerinden şüphelenmişti. Radyoyu ona verirken zaten üzerine basa basa bir şey isteyeceğini söylemişti. Hızlıca ışığı açmaya gitti. Acaba bu ilginç adam benden ne isteyecek diye düşünmeye başladı. Radyoyu ona hiçbir şekilde vermek istemiyordu. Her ne pahasına olursa olsun bu radyoyu alacaktı. Bay Baki Kalır isterse canımı istesin yine de bu radyoyu ona vermem diye düşünüyordu.
O gün sabaha kadar eski radyo yayınlarını kurcaladı. Ara ara eski yabancı radyo yayınlarını bile adlı. Bu denemelerin birinde Adolf Hitlerin ateşli konuşmasını dinlemişti. Hitler olduğunu anlamamıştı ama adamın konuşma ve tonlaması hoşuna gitmişti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.