ANLAMAK VE ANLAŞMAK ÜZERİNE
Bizler bu ülkenin, eğitim öğretim sisteminin son klasik sınavlarına girmiş nesilleriyiz. Klasik 5-10 soruya cevap yazarak not alırdık. Tabi ki bu sınav sadece soruların cevabı değil, kendini ne şekilde ifade edebildiğin ile de alakalıydı. Ben tarih sınavında sorunun cevabını bilmiyorsam, bildiğim bir konu ile ilgili 2 sayfa cevap yazardım. Öğretmenimiz de "bu çocuk bir şeyler biliyor, gayret ediyor" diye düşünüp, puan verirdi.
İnternet yoktu, dönem ödevleri için şehir kütüphanesine gider, birçok kitap ve ansiklopedi karıştırıp, el yazısı ile ödev hazırlardık. Orta okulda iken Türkçe dersinde bir okuma parçasında ilk kez duyduğum “Engizisyon Mahkemesi” adı geçmişti. Öğretmenimize bunun ne demek olduğunu sordum, bana bunu araştırıp bütün sınıfa anlatma ödevi verdi. Eskiden öğretmenler bilmedikleri konuları öğrencilere havale edip hem öğrenmek için zaman kazanır hem de bizim çalışmalarımızdan faydalanırlardı. Önce, Allah kahretsin, nereden sordum diye hayıflandım, sonra da el mahkûm kütüphanenin yolunu tuttum. Kütüphane görevlisi ablamızın (nedense abla derdik kendisine) verdiği kitapların konu ile ilgili sayfasını açtığımda okuduğum ilk cümle beni tek kelimeyle sarstı ve hayatımda bir dönüm noktası oldu. Şöyle yazıyordu: “Engizisyon mahkemeleri insanlık tarihinin yüz karasıdır.” O gün konu ile ilgili bütün kitapların ilgili bölümlerini okudum. 12 yaşımda ilk kez insanlığımdan utandım. Bu yaşıma kadar insanlığımdan utanacağım daha birçok olayı öğreneceğimi veya duyacağımı o zamanlar bilemezdim tabi. Konu hakkında sayfalarca notlar çıkarıp arkadaşlarıma anlatıp zaten iyi olan Türkçe notumu pekiştirmeyi saymazsak, “balığı görürsem derine dalarım” şeklinde özetleyebileceğim yeni bir öğrenme anlayışı edindim bu sayede. Örneğin, Zülfü Livaneli’nin Serenat’ını okuduktan sonra kitapçıya koşup, Struma ve Mavi Alay kitaplarını aramam, bir solukta okumam ve yakın tarihimizde yaşanan bu olaylardan daha önce haberdar olmadığım için kendimi kınamam bundandır. Ya da Atlas Tarih okurken 1908 devrimi ve Hamidiye Alayları hakkında kitaplar almam da bundandır. Bir ara moda olan, “Kürk Mantolu Madonnayı” bir de ben okuyayım deyip, arkasından Sebahattin Ali’nin tüm eserlerini okumam da bundandır. Örnekleri çoğaltmak mümkün ama asıl söylemek istediğim bu değil. Geçenlerde radyoda duydum sanırım, Milli Eğitim Bakanı sınıfta kalmanın geri getirileceği konusunda bir açıklama yapmış. Vay anasını dedim, sınıfta kalma yok muymuş şimdiye kadar. Biz 1-2 dersten yıl sonunda geçer not alamasak ikmale kalır, yine geçemezsek sınıfı tekrar ederdik. Korkardık sınıfta kalmaktan. Utanırdık. Üstelik ben her gün yarım gün okula gidip yarım gün simit satan, hafta sonları pazarda deterjan satan bir çocuk olarak utanırdım sınıfta kalmaktan. Hiç ikmale bile kalmadım bu arada.
Çocuklarım internet çağını yakaladılar. Hani şu mesajlaşmalarda mrb, nss gibi saçma sapan kısaltmaların kullanılmasının moda olduğu zamanlar. Kızlarımla her zaman arkadaş olduğum gibi sosyal medyada da bu arkadaşlığımı sürdürdüm. Arkadaşlarından özenerek yaptığı dilimizi yanlış kullanma girişimlerine derhal engel oldum. Bana arkadaşları tarafından Zeki Müren gibi yazıyorsun diye alay konusu olduğunu söyleyerek serzenişte bulunurlardı. Onlara, “bir yanlışı birçok kişinin yapıyor olması onu doğru yapmaz” diyerek ikna ettim. Bugün girdikleri her ortamda kendilerini en iyi şekilde ifade etmelerinde bu durumun da etkisi vardır sanıyorum.
Birbirimizi anlamak için önce kendimizi doğru anlatmamız gerekir, bunun için de okumak, yazmak ve bilmek gerekir. Bugün kopyala, yapıştır, paylaş şeklinde hiçbir yaratıcılık özelliği bulunmayan bir sosyal medya ortamında duygu ve düşüncelerini kaleme alıp paylaşan dostlarımın olması ne güzel…
YORUMLAR
Sizin de mi burcunuz Başak. Ben de ayrıntıcıyımdır bir yazarın kitabını okuduğumda diğer kitaplarına merak sarıp hepsini okumuş olurum. “balığı görürsem derine dalarım.'' Bu söze bayıldım güzel yazıydı.
VarolT
Hem okumanız hem de yorumlamanız için çok teşekkür ederim. Ben yengeç burcuyum:))
Bir yazarın anlatımı, betimlemeleri beni sarıp sarmaladıysa ben de tüm yazdıklarını okurum. Örneğin Yaşar KEMAL'in Çukurova'daki mevsimlik pamuk işçilerinin hayatını anlattığı romanı okurken, onlar gibi yorulduğumu, susadığımı duyumsadığım çok olmuştur. Tekrar teşekürlerimle...