- 386 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Kimsin ? Şüphesiz sen kendi katilinsin.
İnsan kendinin katili olabilir mi ?
Hayır, intihar etmekten bahsetmiyorum.
Bunu hep birlikte biraz düşünelim.
O yaz, buhranlı bir yaz sonuydu. Peder beyin bizi terk edişinin altıncı ayını kutluyor. Ailecek güzel bir akşam yemeği yiyorduk. Ertesi gün, hiç bir şey yokmuş gibi içerideki koltukta yatacağı, anneme ya o, ya ben giderim dediğimde kocam ne yapayım diyeceği ve bir kaç güne kalmaz benim evden ayrılacağım günden bir kaç gün önceydi. Onun güzelliğine merhaba dediğim gün, ben de herkes gibi bir ülkeyi istese tek kurşun atmadan fethedebilecek gülüşüne vurulmuştum.
Çok geçmedi ki, bazı ıvır zıvır şeyler yüzünden evi terk edip onu şehrine yerleştim. İnsan yeni bir şehre ayak basınca sanıyor ki dünya birden tersine dönecek ve güzel şeyler olacak. Ben de öyle sanıyordum, ne yazık...
Günler, bir masalın içinden çıkıp ayağımızın altına serilmiş gibi geçip gitti, bir süre. Sonra ne olduysa, dengi dengine çalmadığını anladı bu güzellik bu iki sevdalı davulun, kendi dengine denk bir davul peşine düştü. Ne yapalım...
Ama konu bu değil, konu aşk değil, aşkı siktir edin.
Sonra ağzına içki koymamış ben içmeye başladım, sonra hayatında hiç küfür etmemiş ben bu hayatın, gelmişinin, geçmişinin, böyle aşkın, ızdırabın amına koymaya başladım. Hep böyle olur, geçer gider değil mi ? Doğru geçti gitti..
Sonra ne zaman bir şeyler iyi olacak sansam, o içime oturmuş kömür karası kötülük sahneye atladı ve tüm o güzelliği dağıtıp aç bir kurt gibi inine çekildi. Ben kaldım ortada..
Aradan yıllar geçti.
Ve bir sokağın başında karşılaştık onunla. Önce öleceğim sandım, sonra baktım ki, çoktan ölmüşüm.. Çoktan öldürmüşüm o eski Barış’ı..
Gülümsedi bana, sanki iki dağ yerinden büyük bir gürültüyle hareket etmişti gözlerimizin önünde ve yanyana gelmişti. Öyle bir şaşkınlıkla;
- Aaa Barış, sen misin ? dedi.
İçimdeki adam oturdu sanki binlerce yıl düşündü orada, sahi ben ben miydim ? On sekiz yaşındaki ben, şimdiki benimle aynı insan mıydı ? Yo, hayır. Onu ben, kendi ellerimle bir gece boğmuş, sonra içimin arka bahçesine ağlaya ağlaya gömmüştüm.
- Karıştırdınız sanırım dedim, sizi tanımıyorum.
Bi kaç adım attım, döndüm ve hanımefendi bakar mısınız diye seslendim.
- Sizin de bir katili tanıdığınızı sanmıyorum.
Sonra eve dönene kadar aynı şey dönüp durdu kafamda, insan kendi katili olabilir mi ? Kendini öldürmüş, gömmüş ve hatta ölen her şeyin ardından olduğu gibi kendini unutmuş olabilir mi ? Kimdim, artık kimim.. Neyse dedim sonra, bi ellilik söyleriz şimdi, kaptan yalan olmayan ama gerçekten uzak ne büyük balıklar tuttuğunu anlatır, vay be derim...
Sonra dönerim eve, aynaya bakarak bi cigara içerim.
Cigaradan çeker her gece sorduğum o soruyu sorarım aynadaki kirli sakallı herife.
Kimsin ? Şüphesiz sen kendi katilinsin.
Çıkarsam cesedimi içimden, ona bir hayat verir misin ?
YORUMLAR
"Ya o ya ben" değil de "ya biz ya o" diye bir tercih sunan babam geldi aklıma ilk. Tabi sonra onu seçip yollara düşmem... Benim hikayemin sonucu şimdilik farklı. Orta halli yani...
Esas yazmak istediğim şey şu; okurken Murphy Kanunları geldi birden aklıma. Adam doğru demiş zamanında dedim.
Ve aslında her yeni darbede, her yeni ihanette, her yeni terk edilişte, içimiz daha da ölüyor. Defalarca cenaze töreni düzenliyoruz kendimize. Kimi rakı masasında, kimi ayna karşısında sigarayla, kimi sekizinci kat balkonunda....
Ama sonra devam ediyor hayat. Kuşlar uçuyor falan filan... İçimiz kabristan oysa....