- 376 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
UMURUNDA MI AZRAİLİN
Sabah oldu mu?
Telefonun sesini algılamaz oldum.
Çağrı seslerine karşı duyarlılığımı yitirmeye başladım. Olabilecek en rahatsız edici seslerle bağıran hastane cihazlarının gürültüsüyle sevimsizleşen tüm anıların birikimiyle, artık çığlıksız bağırıyorum. Daha ne kadar zamanım var? Çürümeleri ne kadar önleyebilirim? Ben ben olabiliyor muyum? Kitapta yazıyordu; onu kurtarmayı biliyor olmalıydım, ölmemeliydi...Kim?.. Daha çok gençti...Dudaklarında sevgilisinin öpüşleri aynı canlılıkla duruyordu hala. Onun nefesi yetmiyordu, öpmeye dudaklarını. Gözlerinin tüm kanlılığı kara perdeler arkasına saklanmıştı. Umurunda mı , Azrail’in? Buzdan kopmuş kristaller gibiydi babasının göz yaşları, yanağını kesiyordu. Yanağından süzülen kan karararak iniyordu çenesine doğru. O kapkara damla,titreyen çenesinde duramıyor; yorgun, isyankar hızla zemine doğru düşüyordu. Yoğun bakım doktoru bilmem kaç kez yere düşmüş kanlı kristalleri toplamaya çalışıyordu.
Tam dönecekken yoğun bakıma, ölen hastanın babasını eli yapışıyor koluma. Beni kendine doğru çekiyor. Bir an tutamıyorum kendimi, ayaklarım yerden kesiliyor. Fakat tutamıyor beni ölen hastanın babasının tüm gücünü yitirmiş kolları...Ansızın savruluyorum havada. Hiç bir yere tutunamıyorum. Marcus Aurelius. ’’Dayanamadığımız şeyler bizi yaşamdan alıp götürürler; henüz sona ermeyen şeylere ise dayanılabilir...’’ derken acaba yoğun bakım hastalarını tanıyor muydu?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.