- 398 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÖYKÜ | CANIM MAKARNA ÇEKTİ ANNEM
Yeni mahalle, yeni bir ev…
Birbiri içine, dışına girmiş ve birbiri üstüne abanmış evlerin sık olduğu karanlık ve küçük evler!!! Gökyüzünü, günü, güneşi görmek mümkün değil!!!
Buralarda ne baharı, ne de yazı beklenmiyor insanlar.
Bahar bayram demek; yaz toprak bereket aş, ekmek, emek demek.
Her şey sevgiyle işlendikçe hayat bulurdu elbet…
Yaşamın ağırlığı büyüdükçe derinleşir.
Yoksulluğun pençesinde kıvranan aç insanlar yaşama tutunmaya çalışırken, yokluk en çok çocukların üzerinden geçer!!!
Kimi tam da bir kırılma noktasının ortasında durarak ha patladı, ha patlayacak!
Birkaç adım ötede, Karun gibi zengin insanların canı çektiği her şeyi tüketirken, bir tarafta iştahla tüketileni reklamlarda seyreden aç ve yoksul çocuklar!!! Onlar reklâm ve vitrinleri seyrederken avuçlarını yalıyorlar ancak!
Sözde yeni mahalle, yeni bir ev…
Birbiri üzerine binmiş, iç içe girmiş gömme evler…
Orada kadınlar yokluk ve çaresizliğin onarılmaz çıkmazından geçer.
Erkekler cinnetin sınırında durur!!!
Çocuklar labirent sokakların kör çıkmazında, aşamadıkları bir şiddetin ortasında kalarak her gün yeniden ölüp ölüp dirilerek büyür!!!
Öte yanda geceye karşı naralar atarak, paldır küldür sokağa giriyor biri. Çok geçmeden acıyla inleyen bir kadın, sesleri duyulur! Geceleri yokluğa kapanan kapılar ardında kalan çocukların gözü önünde, kimin kime girdiği, kime vurduğu belli değil?
Yokluğun yüzlere acıyla çarptığı mahallerde yaşamak, her gün yeni bir kavganın içine düşmek gibi bir şey…
İnsanlar günbegün derinleşen yokluğun pençesinde ve çıldırmanın en uç noktasında durarak, yarım yamalak kurdukları yuvaları her gün yeniden yeniden yıkılır!!!
Ondan mıdır ne? Buralarda küçük harflerle konuşmuyor hiç kimse.
Bir biri içine girmiş, bitişmiş ve yan yana dizilmiş odalarda ne dertler sorunlar varsa hepsi bir biri içinde dışında değil! Ne bir sır saklı kalıyor, ne de sözlerin mahremiyeti var. Ne de bir küfür gitmiyor havaya. Orada sözler ve küfürler boşluğa söylenmiyor hiç!
Öte yanda televizyonlarda sözde çocuklara yönelik, vurucu kırıcı çizgi filimler… Bir tarafta şiddetin fit noktasını tırmandıran bangır bangır kadın programları… Bir yanda da allı pullu reklâmlar, bağır çağır sürüyor. Bilmen neyi çok tüketip, neyi çok harcadıkça; “daha mutlu oluyomuşşş çocuklar!” diyorlar.
Onca kavga ve gümbürtü arasında, nasıl panikatak olamasın insan! Ama şimdi yazacaklarım ne tanıtıcı bir reklâm kaygısı taşıyor, ne TV kadın hikayelerinden alınmış bir masal… Ne de sanal bir hikâye. Düpedüz gerçeğin ta kendisi! Biraz da basit bir suç duyurusu olur diye, yazdığım acılı satırlar…
İşte yeni mahalle, yeni bir ev…
Yandaki karanlık bir evde cinnet her gün alabildiğine sürüyor!
Şu an, şu dakika, şu saniye…
Şiddetin deminde önce bir kadın, sonra bir çocuğun çığlıkları soluksuz kesiliyor!
Bir ana bir de çocuk…
Her gün darbe üstüne darbeler alarak ölümle yaşam arasında gidip geliyor!!!
Ne var ki şiddet, geceyle sınırlı değil. Şu an, şu dakika önüne gelen acımazıca vuruyor çocuğa!
Oysa her çocuğun yanaklarında sevgi çiçekleri açtırmalı. Yeri geldikçe onları, her an her saniye öpücüklerle bürüyerek büyütmeliydik. Yokluğun en derin çıkmazında bile olursa sevgiyle büyümeliydi çocuk. Sonra bir tutam neşe, bir damla coşkuyla gülümsemelidi çocuklar…
Buralarda çocuk sesi kahırlı, hep ağlamaklı gelir. Can acısı dinince biraz, peltek ve söyleyemeyen diliyle annesine seslenir; “makarna çekti canım anne!” diyordu. Aslında çok şey istemiyordu çocuk. Yalnızca suda haşlanmış kuru bir makarna. Ama bedelini çok ağır ödeyeceği belli!!!
Bu defa sıra annede; “hıh! diyor. Alsana makarna!!! Alll, alll!!! Yetinmiyor bir daha bir daha… Hıh al!!! Al, al sana makarna!!!” diyor. Kadın evladının zayıf ve cılız bedenine acımasızca saldırırken, kendisi gece yediği darbelerin acısını çıkartırcasına vuruyor da vuruyor!!!
Çocuk yediği darbeler üzerine, acı acı inliyor. Sonra ağlamayı keserek yalvarıyor; “anne, anne!” diyebiliyor ancak. Peltek dili, korkuyla daha da kilitleniyor! Acıdan ağlayamıyor bile.
Çocuk konuşmayı çözmeden önce, şiddetin dilini öğreniyor! Oysa konuşmasına izin verselerdi canı çektiği ana-baba sevgisini, canı çektiği makarnayı, ne varsa isterken öğrenebilirdi. Ama bir türlü olmuyor! Kör olası şiddetin sonu gelmiyor hiç. Sevmeyi içselleştiremiyor! Azıcık canı makarna çekse bile, ayrı bir şiddet nedeni oluyor!!!
”Hıh, al sana! Al sana, al!!!” Piçin dölü, geberrr!!!!!! Konuşursun ha! Canın makarna istermiş ha!!! Alll, alll sanaaa alll!!!
Şiddetin başı, sonu nedeni hiç yoktu! Çocuğun varlığı bile başlı başına bir şiddet neden olduğunu anlıyorum!!! Gündüz anne dövüyor nedensiz yere, akşam baba hışımla dalıyor eve! Dayağa önce çocuktan başlıyor. Küt!!! Küt!!! küt!!! Çocuğun sesi, yine ölümle yaşam arsında gidip gidip geliyor.
Anne kayıtsız, sus pus ruhsuz seyrediyor!!! Adama “yapma, vurma” bile diyemiyor. Kadının konuşması ne haddine! Zaten sıra ona da geliyor. Adam aynı saldırganlık ve hışımla kadına yanaşıyor!!! Acımasızca var gücüyle vuruyor, vuruyor!!! Kadın hamile, ağlayamıyor bile!!! Ancak sesi acıyla inlerken bile dışarı çıkaramıyor! İçinde kırılıp kalıyor kadının sesi!
Şiddetin anı yok, saati yok zamanı yoktu! Her gün ayrı bir dramla artarak günlerce, aylarca sürüp gidiyor!!! Adam bir çocuğu, bir kadını dövdükten sonra kızgınlıkla evden ayrılıyor bir süre. Onun gitmesi şiddeti engellemiyor hiç. Bu kez kadın can acısı çocuktan çıkıyor yine. Adam gidip gelip anneyi dövdükçe, anne aynı şiddetle çocuğa yanaşıyor!
”Hıh, al sana! Hıh, hıhhh!!! Hıhhh Al sana, al!!!” Çocuk her bir darbenin ardından ölümün girdabında çırpınarak, dibe vurup vurup çıkıyor!
Anne babanın dövdüğü yetmiyor hiç. Dışarıdan gelen bazı adamlar da gidip gelip çocuğu dövüyor. Yetinmiyor, “yaramazlık yaptıkça, tuttun onu bacaklarından tavana asınnn!!! Sonra gidip gelin vurunnn!!!” diyor.
Yeni mahalle, yeni bir ev…
Her gün her saat… Gece gündüz fark etmiyor hiç. Her gecenin karanlığında, ağlayan bir çocuk sesi parçalıyor geceyi. ”Hıh, al sana! Al sana, al!! Hıhhh Al sana, allll!!!”
Çocuk acımasız ellerin elinde darbe üzerine darbeler alırken, can dayanmıyor! Karanlık yan odada şiddetin dozu arttıkça, ruhumun derinliklerinden kopan kocaman ACI bin bir çığlık büyüyor! Yürekleri sızlatan, şiddete uğrayan çocuğun çığlığını duymuyor hiç kimse! Yâda mahallelinin çoğu şiddeti kanıtsayarak duymazdan geliyor?
“İmdat!!!!! duyan yok mu?” diyorum. Güçlü olan kim varsa çıksın! Kadın ile çocuğa uygulana şiddete bir son versin! Yeter!!! Diye gücümün yettiği yere haykırıyorum içimden! Sonra dayanamıyor çocuğa şiddet uygulayanlara bağırıyorum! Gün oluyor çocuğa şiddet yapan insanlarla yüzgöz oluyorm
“yeter!!! Allah’tan korkun! Vurmayın!!! Kıymayın!!! O daha masum bir çocuk!!! diyorum. Ne haykırışım, ne de uyarı ve öğütlerim bir fayda etmiyor hiç!!!
Öte yanda bir başka evde, müziğin sesi dayak yiyen çocuğun sesini bastırıyor!!! Belki de yokluk ne de yoksulluk fazla dokunmuyor, vız geliyor onlara? Vur patlasın, çal oynasın eğlence sürüyor, gece geç saatlere kadar.
Ah elimden ne gelir? Şu an, şu dakikada yan evdeki karanlık odalarda birileri çalıp oynarken, birileri de cinnetin tam ortasında durarak çocuğa acımasızca alabildiğine şiddet uyguluyor! Bense çaresizce kahroluyorum! Yıllar geçse de, o masum çocuğun çığlıkları beynim ve ruhumun bütün katmanlarında yer ederek, ömrüm boyunca hiç silinmeyecek! Çocuk ölse, mahalleli yine susacaktır biliyorum. Yaşarsa serseri bir mayın olarak aralarında dolaşacağı belli!
Kime ne diyebilirim ki? “herkesin kendi evi, kendi çocuğu” diyor komşuları. Bir anlamda doğru… Ancak çocuğa uygulanan şiddet, yüzüme, yüreğime ve bütün hücrelerimin duvarlarına çarpa çarpa geri dönerek kahrediyor, her gün! Ondan buralardan taşınmak ve yeniden bir ev aramak gerek!!!
Masum bir çocuğun yaşadıklarına kayıtsız olmak, susmak zorunda kalmak acizliğimi, çaresizliğimi örtmez biliyorum. Susuşlarımın nedeni, ayrı bir hikaye olsa da, susan mahallelinin yanında yer almamak için yazıyorum. Dileyen bir suç duyurusu olarak görür, ya da dilediği gibi düşünebilir elbet.
Çünkü buralarda, ne baharı, ne de yazı beklenmiyor insanlar. Bahar, bayram demek; yaz toprak bereket aş, ekmek, emek demek. Her şey sevgiyle işlendikçe hayat bulurdu. Ancak kör çıkmazı yollar bile olsa, her yer eşit bir şekilde aydınlatılması gerek…
15. Haziran. 2011
Hatice Elveren Peköz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.