YAFTASINI YAPIŞTIRMIŞ HAYAT
Çocukken bütün mevsimler doyasıya yaşanır ve hiç bitmez gibi gelirdi. İçimizde; kin, nefret, küskünlükler ve kızgınlıklar biriktirmezdik. Sokak aralarında gönül soframızı açar, sevinçlerimizi, gözyaşlarımızı birleştirir; hayatın içinde gök kuşağı olurduk. Yaralarımız olurdu ama onlar kabuk tutacak kadar derin acılar değildi. Sokaklarda yara almazdık. Gözyaşlarımızın ertesi diye bir kavramı olmazdı. Ailelerimizin çocuk halleri olurduk. Hepimiz sanki tek bedende yaşayan kişilerdik. Annelerimizin karnında büyürken tekil olmadan çoğul olmanın bütünlüğünde var olmuştuk. Dünyaya gelmek sancılı bir süreç olsa da artık üç kişilik çocuktuk. Ebeveynlerimizin çocuk yanlarıyla kendi öz benliğimizi bulana kadar üç kişilik bir maceranın içerisinde top peşinde koşturup, bez bebeklerimizle oynardık. Adımlarken kendimizi içimizde köklerimizi büyütürdük. Yüreğimiz bahar olur, esen yele nefesimizin değdiği kadar beyaz umutlarla koşardık. Hayat, çocukluk yıllarımızda mutlu olmanın yollarını bilinçsizce de olsak farkındalıklarımızla cömertçe önümüze sermekteydi. Nasıl olurdu bilmezdik ama kulaklarımız gözlerimiz kadar keskin görürdü. Dilimiz yerine gözlerimiz konuşurdu. Kulaklarımızın duymak istemediğini dilimizde söze gelirdi. Şimdi geriye dönüp bakıyorum. Gözlerim buğulanmış, o anları düşündüğümde, yeniden buğulanmalarına engel olamıyorum. Heyecandan, hasretten, hüzünden ve belki biraz da öfkeden bıçak sırtında kalan bir yanımızın kendi ocağımız olduğunu unuttuk ya da unutturdular. O çocukluk anları meğerse ömrümüzün en güzel anı olarak benliğimize işlenip kalacakmış. Yaşamda her şey çürümekte, hiçbir anı hasarsız kalmıyor. Anılar adanmışlıklar içerisinde inancını ve sadakatini ispat etmek istercesine an içerisinde unutulsalar da hep köşe başlarında beklemiş. Bir adım önümüzde ışığın en göz alıcı yerinde bizi bekleyecek kadar vefakâr davranmışlar. Yaftasını yapıştırmış hayat… Her birimiz farkında olmadan bölündük ve savrulduk. Biz ise maksadı incitmek olan bu nitelemeyi iyi bir şeymiş gibi benimsemiştik. Ya da benimsetmişlerdi. İlk aşk ve ilk yumruk havada uçuştuğunda ya da bizden olmayan bir düşünceyi benimsemediğimizde yapı taşlarımızdan birini bilinçsizce yerinden oynatmaktan çekinmeyecektik. Nitekim de öyle yaptık. Can yoldaşımıza, hayat arkadaşımıza, çocukluğumuza insafsızca dudaklarımızın arasında çıkacak olan etiketi hiç düşünmeden “pis …” deyip kendimize yaftamızı yapıştırdık. İşte o gün ilk yumruğu kendimize atan bizdik. İlk yaftayı çocukluk arkadaşımıza değil, hayat arkadaşımıza değil, kendimize yapıştırmış olduğumuzu uzun yıllar sonra fark edecektik. Bir daha kimseye benzemeyen ve hiçbir zaman biz olamayan yanımızla tanıştığımızda, çevreye uyumsuz olan biz ve bizim gibi olanlar olacaktır. Hayatımıza ait o koca bir mahallerden geriye küçük daracık belirsizlikler içerisinde yaftası konulmuş sınarlar kalacak. Yaftalarımız gibi bakışlarımız hal ve davranışlarımız dilimizin rengi veya gerçek varsayımsal aidiyetlerimiz her şeyimiz değişmiş olacak. Kendimize ve sustuklarımıza yabancılaşacağız. Aynı mahallede sürgün edilmiş insanlar olacağız. Göğüs kafesimizin içinde yaşayanları göğüs tahtamızın üzerine çıkarttığımızda orada yatanın kendimiz olduğunu yıllar sonra fark ettiğimizde, acıyı tenimize ateş diye geçireceğiz. Asıl rengin, dilimiz, gözlerimiz, olduğunu unuttuğumuz anda; kendi dilimize yapışan içten benimsediğimiz o yaftaların bizi de hayatı çürüttüğünü, yarına ortak acılarımızın dillerini rengimiz olduğunu unutup gözlerimizi yumduğumuzda; insana dair, barışa dair, yaşama dair ince bir çizgide yok olacağımızı görmezden gelip yürümek, biz olanı yok etmekten öteye geçmeyecektir. Duygularımızı uçurumlarda büyütmemek gerek. Ismarlama dayatmalarda kimliksiz ölümlere ortak olmamak gerek. Kardeşliğin dille, dinle, ırkla alakası olmadığını gördüğümüzde kendi gökkuşağımızın renklerinden hangilerini tenimizden sıyrılıp gittiğini fark edeceğiz. Kırık su gibi bakışlarımız, sevdiklerimizin gözlerine değdiğinde göğsümüzün tam orta yerine kuyu kazanlar, içimizdeki çocukluğu anılarımızı, kardeşliği, insanlığı öldürmek için yaşam boyu her türlü oyunu sergileyip o çukura insanlığı gömmemizi isteyecektir. İnsanlığı bizden ayıran bu ayrımcılık, yüreğimizin odalarını tek tek gaz odasına çevirdiğinde, bir nehir gibi kendi yatağımızda kuruyacağımızı görmemiz gerekiyor. En güzel yansıma insanın kendi yüreğidir. Hiçbir ayna bizi bir başka insandaki yansımamızı göstermez. Kendini yaftaların içinde var edenler yüreklerindeki gerçeği gördüğünde utanacaktır. Ayrımcılığı ruhumuza işleyen bu zihniyet görmez ki, sessiz bilge ölüm, Kürdü de Laz’ı da Çerkez’i, Rum’u, Müslümanı, Hıristiyan’ı, Yahudi’si vb. hepsini aynı içtenlikle yan yana toprağında yatırır. İster deniz kıyısında, ister yüksek dağın tepesinde yaşa nerede nasıl hangi koşulda yaşarsan yaşa. Kardeşlik adına atılmayan her adım insanlığın sonu olacaktır. Bizler birlikte daha çoğuz. Orada çoğalır ve huzur buluruz. Çocukluğumuzda olduğu gibi birbirimizin rengini giyip, aynı gülüşün dudak kıvrımlarında kozalanır orada demleniriz. Üzerimizden geçip giden günceler birbirimizde büyürdü. En güzel gün çocukluk gözlerimizde doğar ve orada yıldızlar ay parlardı. Gecenin en aydınlık yerinde yakamozlar büyütürdük. Asıl maharet kendi yüreğimizde kendimizden binlerce yaratmamızda yatar. Bende senden binlercesi var. Sende benden binlercesi var. Birlikte varlığımız anlam yüklüdür. Nereye gidersek gidelim birbirimize varırız. Birbirimizin tenini üzerimize çeker orada yaşamı anlamlı kılarız. İnsan denilen canlı dilden, gözden, kulaktan ibaret değildir. Öyle olsaydı görmeyen bir göz, gören insandan daha fazlasını nasıl görürdü. Kulakların her şeyi doğru duyar sanma. Öyle olsaydı Beethoven o müthiş eseri 9. senfoniyi sağır olmasına rağmen besteleyebilir miydi? Kulakları duymadan insanlara barış mesajları verebilir miydi? Kulakları duymuyordu ama kalbi çok iyi duyuyordu. Müzik her yerde bizim de yapmamız gereken onu dinlemek. Yüreğinizin gözlerini, kulaklarını, dilini yok etmeyin. İnsanlığı, barışı, kardeşliği teninizin üzerine giyin. Çelik bir zırh gibi sizi ve bizi sarsın ve yaşamda daimi kalsın. İçinizdeki müziğin nasıl çalınacağını öğrenin ve herkes sizi duysun. Bizim müziğimiz sevgiden, barıştan, kardeşlikten, haktan, hukuktan, adaletten yanadır. Sizde kendi müziğinizi çalın dalga etkisi yaratsın. O dalgalar tüm insanlığı kucaklasın.
S.K
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.