- 267 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BABA6
Cenabı Allah iki adamı denemeye aldı der bir efsane ırmakların yaylalardan uykusuzca geçtiği bir benzetmede;
Bunlara ayrı ayrı tam bin kapı gösterdi.
Bin adette anahtar verdi.
Bu bin kapıdan birisi hazineye açılıyordu.
İçinde her türlü ziynet eşyası vardı ki ömürlerince harcasalar bitiremezlerdi.
Kapıyı açan hazineye ulaşacaktı.
İkincisi tek tek kapıları inceledi.
Kilitleri yakından, anahtarları da daha yakından inceledi.
Birinci adam anahtarları sürekli denedi, ikinci adam geçip bir kenara oturdu.
Günler günleri kovaladı, birinci adam anahtarları yoklamaktan yorgun düşüp uzun bir uykuya daldı.
İkinci adam bekledi, bekledi ve zaman artık geldi diyerek bir anahtar seçti ve kapılardan birine yöneldi.
Anahtar deliğe zorlamadan girdi ve adam şaşkınlıkla hazineyi boşalttı.
Atlara yükledi, kapıyı kilitleyip anahtarıda yerine bırakıp çekip gitti.
Birinci adam uykudan uyandı, yanındaki ikinci adamı göremedi.
“ Herhalde hazineyi bana bıraktı” diye düşündü.
Tekrar anahtarları denemeye başladı.
Uzun bir aradan sonra anahtarlardan birisi kilide uydu.
Adam sevindi ve anahtarı çevirdi.
Kapı açıldığında baktı ki hazinenin yerinde yeller esiyor.
Akıllı ve erdemli insan nerede ne yapacağını bilir ve zamanın içeri girmesini bekler.
Zamanın kendisine uygun olmadığını anlar ve boşuna çaba sarf etmez.
Zamanın tamda uygun olduğunu anladığında ise fırsatları ne teper nede kaçırır çünkü tam harman vaktidir.
Demek ki vakit bilinçte horozlanan bir temenniyken harekete geçmek zamanı uyutmakla aynı anlama gelir.
Akılsız yere verilen boşuna çabalarsa zaman kaybından başka bir işe yaramaz vede gereksiz yere çaba sarf edilmiş olur.
Kaçtı denilen fırsatlar vardır.
Halbuki bu kişinin durgunluğa gidiş istikametine bakışına bağlıdır.
Balıktan hızlı boğadan şaşkın olamaz insanoğlu.
Bir açıdan bakıldığında kaçtı sanılan fırsatların bir başka açıdan bakıldığında henüz zamanının gelmediği anlaşılır.
Kaçtığı sanılan fırsatlar yerine yeni fırsatlar doğurur.
Her şey bir zaman içinde kendi yörüngesinde döner durur.
Birde kişinin zaman kavramı dışına çıkması vardır ki orada fırsatlar kaçmaz.
Başlanılan her iş yenidir.
Başarılan her iş bir fırsattır.
Başarılamayanlar ise fırsat kaçtı olarak değerlendirilmez o işe öncesinden farklı olarak yeniden başlanır.
Kötü bir iş bile bir zaman diliminde biter.
O biter bir yenisi başlar.
Geçen zamanı önceki kuşak fırsat kaçıklığı olarak değerlendirirken gelecek kuşaklar onu kendilerine hazırlanmış iyi bir fırsat olarak değerlendirir.
Demek ki fırsatlarda, olanaklarda, varlıkta yoklukta zamandan, zamana nesilden nesile değişebiliyor.
Peki, burada önemli olan ne o zaman?
Önemli olan kişinin zamana hiç bitmeyecekmiş gibi bakıp günlük yapabileceği işlerini yapmasıdır.
Sürekli dönen bir çemberin bir yerinden içeri giriyorum ve o çemberle dönmeye başlıyorum.
Bir dönem sonra o çemberin dışına çıkıyorum ama çember yine dönmeye devam ediyor.
Zaman benim için o arada geçen hayat dilimi.
Çemberin içine girdiğimde zamanla tanışıyorum, dışına çıkınca zaman kavramı yok oluyor.
Çember bütün olarak döndükçe zaman diye bir şey yok benim için.
Ben onu kıskıvrak yakalayıp rakama döküyorum ve saymaya başlıyorum.
Bu kez çemberin neresinden nereye girdiğimi bilemiyorum çünkü bir maddenin atmosfere girerken yandığı gibi yaşıyorum her anı.
Öylesi bir sürede ise benim belleğim yok olup yeni bir başlangıca aydın gözle girebiliyorum.
Bu sefer değişiklik olarak tek yaptığım maddi değerlere bir göz atıp mesafeyi manevi ihtiyaçlarda kurup tıpkı uzunluğa kıssadan meditasyon yaparcasına büyük bir temenniyle yaşlanıyorum.
Tenha bir odaya serpilmiş bir güvercinin telekleri gibi anımsıyorum yeşeren düşünceleri.
Yine yazıp yine okuyorum ve yine çalışıyorum.
Bir öncesinde düşman olarak gördüğüm insanlar içerisine gelmiş isem bu kez hem onlarla kardeş oluyorum hemde o eski düşmanla şimdi dost olan ülkeyi kalkındırıyorum.
Bu kezde aklın asaletini ülkenin başparmağının dileklerine harcıyorum.
Mademki ben insansam insan olarak çemberin bir içinde bir dışında olabiliyorsam, çemberin hangi diliminden nereye gireceğime kendim karar veremiyorsam, benim karar mekanizmalarına katkıda bulunmam ancak ve ancak çemberin içinde mümkün oluyorsa, o zaman ben oturur düşünürüm.
İnsanlık adına har vurup harman savurmak kolay olmasa gerek.
Kadı çemeni yiyene islamın nirvanası görselliğiyle bakmak gerekli ki Allah´ta nitekim yüce kitabında bize beden ve ruhsal birliği en iyi nasıl kullanacağımızı öğretmekte.
O zaman bir şey daha çıkıyor ortaya.
Bir dul vardı, iki evlatla yaşayan.
Akıllı bir terzi olduğunu sanır gece gündüz elini temizce yıkardı kuşkudan arınmak için.
Kocasıyla güzel bir evlilik yapmış olsada yinede akşam olunca verdiği evlilik yeminine sadık kalmadığı için hayıflanırdı.
Eşinin kaçamaklardan haberi varmıydı bilmiyordu.
Ama o artık rahmetin kucağında diyerek eski bir arkadaşıyla cinsel sorunlarını çözmekteydi.
Ílk oğlu üniversiteye gidiyordu, ikinciyse liseye.
Bir gün ikinci evlat merakla annesinin kimle birlikte olduğunu izledi ve bir profesör olduğunu gördü.
Bir yıl sonra profesör öldü çünkü annesiyle bitirmişti.
Polis ikinci evladı tutukladı ve hiç sorgu sual sormadan kadına eş seçiminde dikkatli olmasını öğütlediler.
Günler geçti aradan ve ilk oğlanın öğretmenin cenaze masraflarını üstlenmesi anneyi şüphe içinde bıraktı.
Meğer profesör ilk oğulunda eşcinsel arkadaşıydı.
Anne onun öldürdüğünü çözüp ikinci evladı hapisten kurtarmak isteyince kor tenden akan terler rahatsız etti kendisini.
-Neden bana söylemedin eş cinsel birisiyle olduğunu.
-Sanki umurunuzda!
-Ben senin annenim bugüne bugün elbette umurumda.
-Kadınlara güvenmeyi çoktan kestim ben.
-Oğlum ben sana ne yaptım? Neden beni bu kadar zalimce yargılıyorsun üzdün sen.
-Rica ederim karışmayın öz kararlarıma.
-Oğluma eşcinsel dedirtmem
-O zaman kocana sadık kalsaydın.
Kocanız olarak size beni kimseyle aldatmayın demedim mi?
İntikam almaya geldim işte
-Ne diyorsunuz siz delimisiniz?
-Ben sizin kocanızdım ve günlerce arkamdan kendimin aldatıldığını düşünüp intikam planlarıyla yaşadım.
Gelmedim mi geriye?
Aldım intikamımı , öldürdüm arkamdan seviştiğiniz eşinizi.
-Peki ya oğlum? Neden o oturuyor hapiste sizin yerinize?
-Oda benim aklıma yenik düşen bir vezirdi.
Gayet makul bulursunuz ki oda benim ricamla olmayan bir öksüz evlat çıktı.
Baba ben değildim!
-Sizden nefret ediyorum!
-Ben sadece adımı almaya geldim!
Demek ki insansak çemberin dışında nereye gittiğimizi de görebiliyoruz.
Yasaklarla dolaşıldığında çemberi tanıyan sadece inançla ırkını tanıyanlardır.
Bugün Türklüğü yarın İranlıyı oynarken her ikisinde de yaradılışa hükmetmeyi bilmek önemli.
Arı balı etrafında dolaşmak birden fazla yumrukla sonuçlanıyor.
Her şey bir rüya gibide doğal ama yoksun.
Çemberin içine girince birden bire insan olup olguların kanlarını akıtabiliyorum.
Peki, nasıl olupta onlara düşman olabiliyorum?
Yine nasıl oluyorda eften püften işler için can yakabiliyorum?
İşte bu soruların cevabının insan bedeninde gizli olduğuna inanıyorum.
Yani insanoğlu öyle bir bedene sahip ki bu bedeni kontrol etmek kaygan zeminde koşmaya benziyor.
Tuttum dediğimiz anda balık gibi elimizden kayıp gidiyor.
Bu bedeni kontrol etmenin tekniğinin akılda ve erdemde gizli olduğuna inanıyorum.
Bazı insanlar akıllarını en üst sınırlara taşırken diğerleri ahmaklığın pençesinden bir türlü kurtulamıyor.
Neden bazıları kazadan beladan köşe bucak kaçarken başka bazıları adeta kavgadan zevk alırcasına her türlü belaya balıklama dalıyor?
Her ne kadar kişi içinde bulunduğu olumsuz şartlardan etkilense de bunun cevabının da insan bedeninde gizli olduğuna inanıyorum.
Genç yaştaki ölümlerin ki bu ister işlenen cinayetlerle gelsin isterse bir savaşla gelsin o ölen insanların bu dünyada vermeleri gereken sınavın başkaları tarafından zorla ellerinden alınmış birer hak olduğuna inanıyorum.
Üst üste böyle ölümlerle karşılaşan insan bedenlerinin normale dönmesi için o insanların üç beş yaşamlarına mal olduğuna inanıyorum.
Çünkü yaşanılan her yaşam bir önceki yaşamın izlerini taşır.
Kişi ancak karakterini önceki yaşamlarının üzerine bina ederek yükseltir.
Tanrı önünde kimsenin peşin yargıya girmediğini bildiğim için nezaketin elbirliğiyle kulluğa erdem diyeceğine inanıyorum.
Bir katil ölüm cevherini yakınca karşıt olan büyüklüğün acımasız vaadleri olur.
Yani kabahat benim diyen suçu cezayla birleştirendir.
Ölüm fermanlarını yazanlar gerek tek tek şahsi kişilikler gereksede devletler olabilir.
Bütün bunlardan dolayıda ufak tefek anlaşmazlıkları masa başında çözmek yerine cephelere taşıyanları da ahmaktan başka bir şey olarak görmüyorum.
Öldürülen her insan benim yüreğimde iz bırakır.
Onların ölümünü duydukça kalbim sızlar.
Bu ölen insanlar kim olursa olsun, açlıktan ölüyorsa bu insanlığın ayıbı, savaşlarda ölüyorsa yine insanlığın ayıbı derim.
Kendi payıma düşen acıyı alır yüreğime saklarım.
Elimde yapacak bir şeyim yoksa isyan etmem.
Zamanın içeri girmesini sabırla beklerim.
Gerek dini motifler kullanarak gereksede başka gerekçelerle insanları kandırıp yanlış yola sürükleyenlerin neden öyle davrandıklarını bilirim.
Onların arkalarından sürüklenenleri ise anlarım.
Burada iki tarafıda kınamam.
Ama şayet devlet isem yahutta baba olmuşsam bu memlekette önleyici tedbirlerimi de alırım.
Eğer siz babaysanız ne yapacağınızı da bilmelisiniz.
Çünkü size öylesine bir misyon yüklenmiş.
Ne din adına nede kutsal topraklar adına nede tanrı adına en ufak bir cana kıymam.
Öylesi bir teklifle karşılaşsam buyurun kendi işinizi kendiniz yapınız efendimiz derim.
Şunu da derim:
Bana ancak ve ancak bir beden verdiniz, onun sorumluluk ve görevlerini yerine getirirsem yeter bana.
Buyurunuz kutsal olan ne varsa sizin olsun der aç acına sokaklarda sürünür günümü tamamlarım.
Hangi durumda kalırsam kalayım kendi ölümümü kendime biçmem.
Zira kutsal olan benim bedenimdir.
Çünkü orası tanrının insana bağışladığı öz tapınaktır.
Ona büyüklük kazandırmakta marifet ister der insan emeği.
Hürmet her zaman çap harçlığıdır.
Allah´a her ne dersem diyeyim yinede kendi anadilimden yalvarmayı farz bilirim.
Yürekte nitekim özün çemberidir ki anadilini pekiştirmek gayede kusur aramamak demektir.
Ahmet bunları anlattıkça baba geçmişe gidiyor, yaptıklarını tek tek gözden geçiriyor, oradan hızla geleceğe bakıp neler yapması gerektiğini düşünüyordu.
-Baba tez elden kaftan giymek kolay olsada derman arayan kurtlara benzedim yanı başınızda.
Bir öğüdüm daha var sıcağı sıcağına pay olmak isteyen.
Dinlemek fedakârlıksa anlayana da bir miras olur bu fermanlar.
Ruh ve bedenin birleşiminden de bellek doğuyor.
Bugün ekilen buğday yarın beşikte yatan evlatların suali oluyor.
Dostlar yarında dost olsun diyenlerse Isa efendimizin, Yarını sev demesini algılayacaktır.
Çember felsefe dilinde İsanın sıfatıdır çünkü o Budizmi ve antik dinselliği inceleyip tezlerini en iyi tasfir edendi!
Nitekim İncil insanlığa evrenselliğin tarihçesinin hediyesidir Allahın elinden.
Tarih hep çemberin tekrarıdır.
Nesillerden alınan öğütler, Allahın yoluna felsefeyi sokan insanların özlerini araştırmakla mümkündür.
Tekrar tekrar alıntılar yapan üslupsa herkesi bir yudumda içer çünkü Allah, biz insanı kendi merhametimizden yarattık der!
Sefil düşenlerse meleklerin gazabını zaman içersinde derman yapamayanlar olsun.
Şeytansa zamana yutkunandır.
Evrene vizyon yapmak isteyende körkütük sarhoşu oynayandır.
Vizyon tek Allah´a mahsustur der onun inancı.
Onun içinde şeytan cennetten kovulur, cennette vizyon yapmak Allah´ın elini gücendirmek olduğu için sadece yaratıcı güç Allah´ın meleği şeytana aittir.
İnsanoğlu Allah´ın şeytan yanına dokunamaz.
Yani fala bakıpta şeytanı gücendirenler karmada intikama girenler oluyor.
En azından benim incelemelerim bunu gösteriyor.
Nitekim İsa peygamber bir falla aşağı inince onu sınamaya şeytan gelir.
Amacı zaman falının Allah elinden gelmesine özentidir.
Bakar ki Allah adına bir din planlı ve sonsuz bir aşkla İsa görevini yapmaya incelikle yeminli alır onu terkisine ve yazar sitemin sualini.
Şeytan sadece Allah´a yeminlidir.
Arap ülkelerinden birinde vakti zamanında bir çoban yaşardı.
Bu çoban ailenin koyun ve kuzularını otlatır evin geçimine katkıda bulunurdu.
Hastalanan koyunlarını kendisi tedavi eder otların her çeşidini bilirdi.
Onları döver karıştırır ilaç yapardı.
Sonra bu yapılan ilaçlarla koyunlarını tedavi ederdi.
Bu çocuğun çobanlığı süresince bir tek koyun yahutta kuzusu hastalıktan ölmedi.
Bu çocuğun beklenmedik becerisi tanrı´nın dikkatini çekmiş olmalı ki çocuğu izlemeye aldı.
Daha öncede izliyordu ama o zaman sıradan herkesi izliyor gibi izliyordu.
Bu kez başını çocuktan yana çevirdi.
Çocuğun işi gücü ilaç yapmaktı.
Bu işide en üst seviyeye çıkarmaya çalışıyordu.
Zamanla bu çocuk büyüdü, önce adam oldu sonrada yaşlı bir adam oldu, sonrada herkes gibi hakkın rahmetine kavuştu.
Cenabı Allah bu çocukta istikbal var deyip onu hemen geldiği gibi İngiltere´ye yolcu etti.
Orta halli bir ailede dünyaya geldi.
Herkes gibi büyüdü, okula gitti, tıp fakültesini kazandı.
Bu çocuk diğer derslerinden ne kadar zayıfsa laboratuarda da o kadar başarılıydı.
Çocuğun ilaç konusundaki bilgi ve becerisi herkesin dikkatini çekmişti.
Emsalleri gezip tozup eğlenirken o hep ilaçlarıyla uğraşırdı.
Az konuşup kendisini hep derslerine verdiği için toplumla kaynaşamazdı.
Her şeyi yerinde olmasına rağmen mutlu değildi.
Bir şeylerin eksikliğini sezinliyordu ama ne olduğunu bir türlü çıkaramıyordu.
Bu çocuk okulunu bitirip doktor olduğunda da araştırma ve deneylerini aralıksız sürdürdü.
Yeni yeni ilaçlar buldu, ödüller aldı.
Üniversiteye öğretim üyesi oldu, dersler verdi ama bir türlü mutlu olamadı.
Elinin becerisini ve mesleğini en üst seviyelere taşıdı.
Elini üç kuruşluk petrol için kana bulamadı, tüm marifetini insanları öldürmek için değilde yaşatıp onlara hayat vermekte kullandı.
Kendince çok büyük teorileri vardı.
Elini direk veya dolaylı kana bulayan bir insanın ayvayı yiyeceğini, taşımakta olduğu yükün çok ağırlaşacağını düşünürdü.
Onun içinde bu ellere kastedilmiş bir canın kanı bulaşmayacak dedi.
Politikacılar bundan faydalanıp kirli işlerine alet etmek istediler.
Ona kendisine danışılan adam sıfatı vermek istediler, elinin tersiyle itti.
“İngiltere batsa bile bu ellere kan değmeyecek. “ dedi.
Ellerinin önemini kavrayan bu zat mutsuz bir şekilde diğer faniler gibi terki diyar eyledi.
Íngiltere´de mutluluğu yakalayamayan bu zat yeniden bir Arap ülkesinde dünyaya geldi.
Yine büyüdü yine okudu bu kez ünlü bir yazar oldu, ödüller aldı.
Bu sefer mutluydu.
Mutluluğu ödül alışından kaynaklanmıyordu.
Bulunduğu ortamı sevmişti.
“Demek ki benim toprağım bu memleketin toprağıyla yoğrulmuş, ben burada şekillenmişim” dedi.
Bu zat zamana karşı duramadı ve zamanın dışına çıktı.
Bileğinin gücü ve zekasıyla sonsuz hayatı yakalamıştı sonunda.
Şükürler olsun Allahım, üç kuruş etmez adamların azarını işittim, kanı beş para etmeyenlerin acı sözlerini dinledim, hepsini içime attım.
Beni kör ve sersem sandılar, halbuki her şey bugünler içindi, size sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum dedi.
Buna bir göl kenarında harika bir çiftlik verdiler ve mesleğini burada geliştir ne istersen yap dediler.
O artık yüreğiyle vicdanıyla özgür birisiydi.
Ahmet lafını bitirdi, dışarıda bir heyetin beklediğini söylediler babaya.
Baba Ahmet´e teşekkür edip, görüşmek üzere deyip hasretle görüşeceği odaya geçti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.