- 232 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BABA5
Bir zamanlar bir peygamber vardı, yaşı Ademden uslu, dişi ise Hava dan nadide.
Adı Davut, du!
Can kulağı dedi endamına sihir beleyen ayın feleği.
Çok yiğit bir peygamberdi Davut ama sınamak isterdi vardığı kavrulmuş patikaları.
Gözünü budaktan esirgemez kafasına koyduğu her şeyin doğruluğunu içerdi yudum yudum.
Hiç bir güç onu yolundan ayıramazdı, inat bir köşke gelin verseler bile yüzüğünü.
Zaman büyüklük derdi ya yinede savaş arkasından savaşa gitmek vardı yolluğunda.
Biri bitmeden bir diğeri başlardı.
Oda ordunun komutanı vede kralı olduğu için cepheden cepheye koşar dururdu.
Bir gün yine bir savaşa tutuştular, yine kan gövdeyi götürdü.
Savaştan sonra yaralılar ve ölüler toplanmaya başlandığında baktı bir askeri kanlar içinde inliyor.
Yanına vardı, askere baktı.
Askerde ona baktı.
Askerin yanına çöktü asker avucunda bir şey sıkıyor. “O nedir” diye sordu Davut Peygamber.
Asker “Saygıdeğer kralım ben hayatımda tek bir kızı sevdim ki gölgemi bile şaha kaldırdım. Serin bir kalp ağrısı dedim hayatı size hizmette yaşadım.
Yalnız geçen anılardaysa hep o kızı gönlüme gömdüm.
Oysaki o İsrailli bense yahudiydim.
Sadece bir mezhep dedim anama, kan arkası gelmeyen inattır dedi bana!
Yinede istemeye gitti ailem!
Gücenmeyen bir dul olduysa bile aşkım yinede alakam bitmedi gözümün rabbine yansıyan nazlıya.
Ama kızın ailesi olmaz diye karşı çıktı.
Geldim şehit düşeceğim topraklara.
Bu mektubu sevdiğim kıza yazmıştım fakat karşılaşmak nasipte yokmuş.
Sizden talebim bu mektubu o kıza verin, onu sevdiğimi söyleyin ne olur dedi.
Davut peygamber o anda öyle duygulandı ki ağlamamak için kendini zor tuttu.
Beş aslanı birden parçalayabilirdi.
Eğilip kanlar içindeki mektubu aldığında asker çoktan ölmüştü.
Mektubu alıp kızın ailesine gitti.
Neden öyle bir karar vermek zorunda kaldıklarını sordu.
Onlarda “Madem öyle idi siz gelip kendiniz isteseydiniz kral olarak.” dediler.
Aslında Davut peygamber gönül işlerine çoğunlukla gider aracılık yapardı ama nasıl oldu ise o olay gözünden kaçmıştı.
Öylesine büyük bir acıya girmişti ki varını yoğunu bir aşk uğruna feda ederdi.
Öyle güzeldi ki genç olmak.
Bir kadın her yerde ağlayabilirdi.
Sokakta, evde, tarlada, yolda ama bir erkek herkesin gözü önünde bağıra bağıra ağlayamazdı.
Hele bu erkek bir savaşçı ise.
Hele hele kralsa başkalarının huzurunda hiç kirpiklerine yanamazdı.
Bu vesileyle ağlama duvarı inşa edildi.
Davut peygamberse, Kalkıp kendini sarayına attı ve bağıra bağıra ağladı.
Şimdilerde ağlama duvarı var yerusalemde.
Allah´ın gelini ağlamakta belkide! İncilde yaratan hep gelinim der yerusalem topraklarında yaşayanlara.
Nice düğünler oldu orada ve nice gelinler dul oldu uygarlık uğruna.
Çünkü bedelin ağlaması gerekiyordu.
Ancak öyle rahatlayabilirdi.
Hiç bir zamanda halka diş olmadı inancın sürgünü.
Karanfil kadar güzeldi erin gözündeki gelini.
Tıpkı Romeo ve Julia´nın şampanya´da tüttürülen hazin sonları gibi.
Hayat dar geçitlerden çember olana yemin oldu her zaman.
Düşünki bu öyküyü ben kafamdan uydurdum.
Şimdi soruyorum önemli olan misali bir teklifmi yoksa anlatılan mesajmı?
Bir paskalya iftirası olsun!
Ancak öyle rahipleşiyor insan.
Berrak bir peygamber yatsısıyla kemikleri sızlatıyor daha sonrada aşıklardan bir türkü veriyorum sevişen pervanelere.
Gerçekle doğallık arasında sadece misafirperver bir akarsu var.
İbranice bir mektubu hiç bir zaman diyalekt yapamıyor Türkçe.
Anadil her zaman gevrekten esen bir yel.
Davut peygamber işte öyle bir erkekti.
Zati âlisi derde yokuştan inen bir efsane.
İbranice dualar sanki bellekte bir Fatiha.
Aynı hisler Allah´ta bir merasim döşeğine ilikle bağlı.
Aşkın yerlisi derdi ya İncil, işte yaşlı haline bile bakmadan hayranlarına evren şakası olan bir felekti şakası miraslarda rollere giren Davut´un!
Dua felsefe aleminde yaşam aşkı demek.
Filizlenen bir musikiyi alıpta yerlilere verirsen mehtap kalkar şaha.
İnsanları kendi haline bırakırsanız inanın israflıktan uzaklaşır pençe yerine eline sarılır.
Ahiret dul bir yavru olsa ne olur evliyaların şaraptan akan dizelerine?
Öyle birde kâindi Davut peygamber imge evine!
İnsan diken üstünde deli olsada olgu yetisini ancak ibadette buluyor.
Yiyip içmek bir yana sevmek var insan tahtında.
Kimseye tevekküllü sarılmadan duanı eşinle yap derim.
Çoluk çocuk bol deyip sokağa atmadan önce verdikleri yeminleri dinle.
Kafa tutan beklentilere girerse evlat tut kafatasından dök şarabın nefsini.
Hızır bile fark etmeden al testiyi ellerinden.
Ülkenin huzuru kaçmadan bir galip var desin millet.
Aslımız yinede merhamet törelerinde.
Uyuklamayalım!
Baba bir gün odasına çekilip duaya yattı.
Bu onun ömründe ilk dua edişiydi.
Tekmil kıvanca korkuyu şahadet getirtmek ona savurgan bir gübre olup bol keseden hüküm vermeyi öğretecekti.
Söz cilve yaparsa engin nehirler kayalara şelale olur.
“Ey uluların ulusu, hanedanların en büyüğü;
Yerlerin göklere kılavuzluk yaptığı günlerin yaradanı.
Allah´ım, ben canımdan arttırıp kardeşliğe göğüs gerdim.
Ne yaptım ki böylesi bir belayı başıma musallat ettiniz?
Etimle kemiğimle yoğrulup onun bunun şaşı bakışlarında deney tahtası oldum.
Göz der yaşın dengi beklenti;
Bağışla namusumu.
Doğru yolun en incisi sizin hatırınızda gizli.
Herkes küflenerek gurbet olur ama şakak ağartan bir sizsiniz.
Merhametin soylusu; bağışlayın kulunuzun hâkimiyetini.
Büyüklük yaptımsa yazgıma sevap demeden öğretin bana mirasımı.
Size sığınıp size camekânımı açtım.
Başka tutunacak dalım kalmadı.
Siz her şeyin başını tanır her övgünün sonunu tartarsınız;
Damarıma kan değil sadakat verin!
Hiç kimseyken her şey tek sizsiniz.
Zamanı taklide uyarlayan bizlerken sakalımızı sıvazlayansınız.
Her ateşin tutkusuyken toprağın bereketi oldunuz.
Cennetin cevheri, cehennemin yargıcı! Bağışlayın yalnızlığımı!
Tek sizsiniz gönlümün varlığı.
Yüceliğinizden mahrum etmeyin beni.
Siz esirgeyen ve takat yolunu açansınız.
Efendimiz, sizinle derman oldu bencilliğim.
Hikmetinizden ayrılmayacağım. Amin! ”
Bu duadan sonra bedeninde rahatlama hissetti. Anadilde yara açmak kızdırmıyor ibret alanı.
Sanki sırtında taşıdığı ağır bir yükten kurtulmuştu.
Gözlerinin önünde bir şimşek çaktı ve bir ses duydu.
Gönül perdesi ayıklandı. “İzlenmeye muhtaçsınız hâlâ!
Gönlümüz tekinleşti duanızdan! ” dedi.
Babanın kulaklarında şefkatli bir aydınlık yankılandı.
Baba bu sesin dışarıdan mı yoksa kafatasından mı geldiğini çözemedi.
Pekâlâda hisleri ona bir oyun oynuyor olabilirdi.
Emin olduğu konuşanın şaheser bir sesten geldiğiydi. “Şükürler olsun yaradanıma! ” dedi.
Artık gönlü pekişecekti.
Rabbin saadetine sığınacaktı.
Bu yaradanın gerek babanın dik başlılığı, astığı astık kestiği kestik tavrını bırakıp mütevazı olmaya yönelmesinden gereksede milyonların çığlıklarına artık dayanamayacak hale gelmiş olmasındandı.
Aslında babanın ömrünü uzatmasıda sağlığına kavuşmasıda kendi ellerindeydi.
Kendi yapması gerekenleri hep başkalarından beklediği için zaten bu hale düşmüştü.
Bundan sonra sergileyeceği tavır onun ve ülkesinin geleceğini belirleyecekti.
Yani her şey babanın ellerindeydi.
Kusur ise sadece şimdiye duyulan şeffaf bir bakışta saklıydı.
İğdiş edilen yakarışlara bağış olmasın dedi ve uyudu!
Zalim sultan artık onu tanıyordu!
Allah ise sevabıyla saltanat ağrılarıyla onu zulmün elinden koruyandı.
Ve evlatlar babayı bir türlü anlayamadılar.
-Sanata kültüre edebiyata vede tarihe önem vermediniz.
Sizin ülkeniz bir kültür hazinesi idi.
Bu ülkenin Mevlana, H. Bektaşi Veli, Yunus Emre, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal vede Babanız gibi güvercinleri vardı.
Bunların her biri bir yol gösterici birer hazineydi.
Siz onları ne anladınız nede tanıdınız!
İşiniz gücünüz perde arkasından, kültürel dağerlere eşkiyalıkla sırt çevirmek oldu.
Para arkasından dolanmaktan başka gerçeklere azim olmadınız.
Peki ya çevik yurttaşlar?
Onlar inledi siz cevap verdiniz.
Yakılan miraslar sanki dilek parmağıydı.
Yargı kara bir lekedir eğer tuzağa düşen nazlı kirvelerse.
Uyuklamayalım
Çember içinde oyun
Bazı işler vardır başlar başlamaz ters gideceği anlaşılır. Fakat arkasından güzel şeyleride beraberinde getirir derler.
Babanın ülkesinde zindan olmasada yinede terslikle mezara giren birçok ilişkiler vardı.
Belkide zaman bir dönüşümün habercisiydi.
Görünüşte bu işin başrol oyuncusu Barni´nin kâtibi gibi görünüyor.
Çünkü o Barni nin arenasında dövüşmüş tek gladyatördür.
Eğer kâtip ayağına gelen kısmeti tepmezse hem kendi açısından hemde ülke açısından büyük işler yapmış olur.
Hiç kimsenin karşısında beceriksiz pozisyona düşmez ise eski kurtlara güzel bir ders verip onları politika sahnesinden silebilir.
Çünkü cenabı Allah birisinin nasibini bitirdiği yerde bir diğerininkini açar.
Eğer ülkede bir dönüşüm safhasına gelmiş ise bu olay kaçınılmazdır.
Halkta eski kurtların soytarılıklarını anlamış ise bu iş tamda kıvamında demektir.
Bugünkü temel sorunların kaynağı halkın çok parçalara bölünüp biri birine cephe almış olmasındadır.
Şayet halk öyle veya böyle aralarındaki temel ayrılıkları giderirse o güzelim ülkenin ayağa kalkması an meselesi olur.
Türban olayını, Kürt sorununu Kıbrıs sorununu çözmek öyle göründüğü kadar zor değildir.
Bugünkü koşullarda İsrail Filistin sorunu vede Kuzey İrlanda sorununun çözüleceğine bir zar atacak kadar makulüz!
Zaman hep kutsallıklar uğruna tanrılar adına savaşmakla geçti.
Zulüm deryalarda kıyaslanan bir aşk sefaleti kaldı dedik Allah omurgasına girince!
Yüceliğin kıymetine sarmaş dolaş olduk ki varımız yoğumuz genç yaşta yerli yaşlanmaya girdi.
Bıraksak ırmaklara inen çakıl taşlarının falınıda kendi yorganımıza göre uzatsak ayaklarımızı.
Hayat kıymete dert yanan bir masal prensi kadar felsefe!
İncilde saklı tutunan arayışlar.
Tarih akıldaki hududa sınır çizmek istemeyen bir aslan.
Ava gitmeye ne hacet öyleyse!
Baba Ahmet´e sordu:
-Siz şimdiye kadar nerelerde konakladınız? Neden çıt çıkmadı arkanızdan?
-Ben ve benim gibiler hep bu memlekette idik fakat ziyan olmayalım dedik ve size görünemedik.
Hastalığınızda olmasaydı yine göremeyecektiniz.
Köklerinden uzaklaşan bir nar tanesi gibi çoğalıp nergizlere göçebe oldunuz.
Kökeninizden varlıklı olmak uğruna kaftan giydiniz.
Öz evlatların cevhersizliği aramıza kalın bir duvar açınca elit tabakaya gümüş bağıyla vuruldunuz.
O duvarı aşıp bize ulaşmakta hiç çaba göstermediniz.
Bizimse kırlarda koşup onların açtıklrı delikleri yamamaya gücümüz yoktu.
Nitekim bu durum şimdiye kadar devam etti.
Seçkinlerle tapınaklara sığınmak isterdik lakin sizde bizde zaman zarfında farkettikki siz bir politika yolu çizerek bizi seçilmişler vasıtasıyla elit tabakadan uzak tuttunuz.
Masraftan da hiç dünya kârı çıkarmı demeyin, sabırlı olurken hesabı en tutumlu olana kibirle vaat ettiniz.
Paralar dalgalara mahkum olup dünyanın yuvarlaklığıyla erimeye başlayınca da masraftan ziyan oldu elleriniz.
Ahlaksız bir medeniyete sığınmak harç oldu size ki bunuda oyunu çamurla birleştirerek külkedisini tellal yaptınız.
-Eşekten inip katırla dolaşan bir mollaya Nasrettin hoca dedik bu yurtta!
Akıl sertleşen bir musikidir unutmayınız!
-Elbet bir gün vaziyet sadakat dersiniz.
Meydan kime kalacak akıllı zatlar zekadan münasip olursa?
Fikirleri tanıtacak bir yurttaş varken onu nasıl parasal gücü olmadan seçtirebilirsiniz halka?
En güncel akla o bile erse yinede sıradan bir fener gibi parlayacak ama olduğu yerde.
Memlekette açlık dinlenemeyen fedakârlık desem ne der ahali?
Dönen dolaplarda bir halk parmağı varmı?
-Neden sorguya mıknatıs gibi yapıştı erdeminiz?
Yalanmı var asaletimizde?
-Ayağımız kayıyor sanki boş ökçeyle dolaşırken!
Öyle rahatsızım ki peşin hüküm vermeye yasak ilik diyeceğim.
Ínsanlık dışı bir mezhepmi varki ayrıcalıklarda onlardan yeminle geri durmaktayız.
Her zamanda sermaye dedik ya o işte kanatlarımı gergin tutan.
Sadece bana nerede ne halt olduğumu sormayınız! Ben harabe bir sokakta yurt arayan bir insanım!
-Aynadan kendinize en güzeli aramayın o zaman!
Ayran içipte kahveye şaşkın bakan bir milletvekili olmadınız daha.
-Şimdi şu tabloya iyice bakınız, dedi ve bir daire çizdi.
Dairenin ortasına bir nokta koydu.
Noktanın etrafına baktı ve yeni bir daire çizdi, bu defa biraz daha küçüktü.
İçini noktalarla doldurdu.
Dairenin dış çemberine yakın kısımlarıda çepe çevre noktalarla işaretledi. “ Bu daire bizim ülkemizdir!” dedi ve devam etti.
Memleketin elit tabakası şu dairenin dış kısımlarında gösterdiğim noktaları teşkil ediyor.
Bunlar bugün ülke yönetiminde seçilmiş veya seçilmemiş olsun söz sahibi olanlar.
Bunların asıl görevi çemberin dış çizgisini esnetip genişleterek geniş ufuklar açmaktı.
Fakat bunların hiç birininde kapasitesi çemberi esnetmeye yetmedi.
Çemberin dış kısmına kafasını çarpan iç kısımlara doğru geri döndü.
Bunu yapan elit tabaka geniş yığınları merkeze doğru sıkıştırınca Merkeze sıkışan milyonlar nefes almakta zorlandı.
Şayet dışarıya yani çemberin dış kısımlarının biraz alt kısımlarına doğru düzenli, planlı projeli kanallar açıp merkeze sıkışanları biraz havalandırsalardı hem merkezdeki sıkışıklık önlenecek hemde planlı bir dargeçiti yaşanacaktı.
Zamanla eminim genç düşünürler tarihçesine aylak olmadan gireceğiz.
Gelişme dönemi boynumuza takılmış bir medeniyet siması kalsın isteriz.
Fakat geçmişte elit tabakanın bunun tam tersini yaptığını gördük.
Kendisi tabakanın dışarısına çıkamadıkça bastırdı içeriye doğru.
İçerde bulunanlarda dışarı doğru bastırınca orta yerde kuvvetler çatışması meydana geldi.
Merkezden bastıran güçler öyle kuvvetliydi ki dalga dalga merkezin dışına başıbozuk bir şekilde yayıldı.
Bu olay beraberinde büyük şehirlerdeki tıkanıklığı getirdi.
Tıkanan büyük şehirlerde yaşayan elit tabaka bile milyonlar arasında kendilerini kaybettiler ve olay içinden çıkılmaz bir hal aldı.
Maalesef bugünkü tablo kayınbirader tarağıyla ortaya çıktı.
Toprakla haşır neşir olmuş insanlar topraktan koparılınca onları yaşama bağlayan hayat damarlarıda kopukluğa uğradı.
Çile yaşlanan bir telde dul kadınlardan miskin oluyor.
Şimdi onlar büyük şehirlerde yaşamış olsalar bile aslında onlar yarı dizginlenen birer yaydır.
Topraktan kopanların damarı keskin oluyor.
Hayatın bir anlamı varmı diye merak edenlerde yine pişkin uygarlıklar!
Şayet merkezdekiler yerlerinde tutunabilselerdi yeni yetme kuşaklarda dış çemberden merkeze açılacak kanallardan kontrollü bir şekilde dış kısımlara doğru çekilebilirdi. Buda seçkin tabakaya hem kol gücü hemde beyin gücü sağlardı.
Maalesef onlar şimdi ihtiyaçlarını başıbozuk göç eden o kesimden sağlıyor.
O gelenlerinde çoğu eğitimsiz ve meslek sahibi olmadığı için içlerinden ancak kişisel becerisi yüksek olanlar kimlik kazanıyor.
Diğer kuru kalabalıklar ise ayak bağı olmaktan öteye gitmiyor.
Bunlarda olumsuz her türlü işe bulaşıyor oda toplum düzenini etkiliyor.
İşte gece kondu karmaşası, eğitim vede sağlık karmaşasının temelinde yatan anlayış budur.
Yani elit tabakanın çemberi genişletemeyişi ve her yıl artarak süren geniş yığınların göç dalgaları .
Şimdi olan oldu giden gitti.
Bu durumu önlemenin çaresi varsa oda ud ağacından hemen sineyi almak olur.
Bugünkü koşullarda da bunu ne sizin kadronuz nede birliklerin vaatleri becerebilir.
Şaklaban olan bir tercih varsa oda imkânsızlığa boyun eğip tabu olan bazı meseleleri gün üstüne çıkarıp tartışma ortamını yaratmak.
Memleketin geleceği ve itibarı vadilere bakıp venedikte sandalla gezinmemekte koşul!
-Pekâlâ! Demek derdimizin devasıda alelade bir menekşeyi koklamak! Ben ne yapabilirim?
-Artık ellerimiz bağlı diyor efkârım.
Otorite yoksulluğunu çekerken sizden hiç bir şey beklenemez elbet.
Sevgi ve saygının arandığı melike yaşantınızda nasır var diyorlar.
Yapmacık oyunlara giren kumarbazlar evlat yoksunluğu çekenler artık!
Rica ederim varım yoğum damarımdan akan kan kardeşlerim demeyi bir kenara bırakın!
- Peki benim yaşamamın ne anlamı var o zaman?
İnsan yaşamında bir günün bile önemi büyüktür.
Ömrü boyunca tüm kötülüklere bulaşmış bir insan bile son gününde unutulmayacak bir olaya imza atar.
Bu ona biçilen rol ve zamanla iç içedir. Her şey öyle bir zaman dilimi içine girerki son gününde çıkar rolünü oynar.
Sizin daha yaşamanız gerekli demek ki! Bu zamanı böyle geçirmek sizin yazgınız gibi geliyor bana.
Ama o değişikliğe imza atacak zamanıda beklemek zorundasınız.
Çünkü o imzayı sizden başkası atamaz.
Bu zihnin yeniden doğuşu olabilir ama siz hiç bir biçimde kaderden kaçamak yapamazsınız.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.