- 236 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BABA4
NOT: Yıl 2012 Dünya canlı yayından banttan yayına geçti ve yeni vizyonlar sahne almayacak,biz artık eski filmlerin başka bir versiyonunu yaşayacağız.
Bu tünele en erken giren ülke Türkiye olacak ve kaosu yaşayarak kaosu aşmaya çalışacak çünkü Türkiye oyun evidir dedik.
Bu zaman diliminde kafa göz yararak çıkılacak bu süreçten daha sonra sıra diğer ülkelere gelecek diye onlarca yazı yazmıştım.
Nitekim 22 yıl önce yaşadığımız vizyonun başka bir versiyonundayız fakat film aynı film işte bu kitap onun kanıtı.
,,,,,,,,,,,,,
Barni babanın karnını yarıp küçültme işine devam ediyordu.
İki kutu koydu yanına.
Bu kutular öyle özenle yapılmıştı ki içinde mutlaka hassas maddeler taşınmalıydı.
Yarılmış karından bir şeyler kesti biçti, bazılarını kenara attı, bazılarını da kutuya koydu.
Kutuya koyduklarının ne olduğu sorulduğunda bunlar tümör dedi.
Kendi laboratuarımda inceleyip kesin bir yargıya varacağım.
İşi bitenden sonra kalın iple babanın karnını gerisin geriye dikti.
Baba hâlâ baygındı.
Neresinden neler alındı neler kesildi haberi bile yoktu.
Barni babaya bir iğne yapıp az sonra uyanır dedi. Bir zaman sonra baba uyandı.
Hareket edecek hali yoktu.
Bakın uyanır dedim uyandı dedi barni.
Baba istirahata çekildi, Barni´de reçeteleri yazıp ilaçları bırakıp mukavelesini yapıp acele uçağına atlayıp sırada bekleyen diğer babaları ameliyata gitti.
Baba komadan çıktı.
Yanındakilerin de yardımıyla ayağa kalktı.
Bir zaman sonra bahçeye çıkıp çiçeklerin arasında dolaşmaya başladı.
Tam iyi oldum dediği bir anda aksilik bu ya birden bire sol tarafından rahatsızlandı.
Acele muayeneye Barni yetişemezdi.
O diğer babalarla meşguldü.
Baba ve yanındakiler mecbur kalınca kendi doktorlarından en iyisini çağırdılar.
Bu en iyi doktor babanın hemen röntgen filmlerini çekip inceledi, araştırdı ve babaya sordu.: “Ne zamandan buyana tek böbrekle yaşıyorsunuz baba?” deyince babanın kafasının tası attı.
- Ne tek böbreği Allah aşkına! Siz delirdiniz mi?”
-Vallahi baba çekilen röntgen filmlerinde sadece tek böbreğinizi gördüm! Diğeri yok”dediğinde;
Allah belanı versin deyyus Barni!” dedi Baba ve utançla yere baktı!
Söyleyecek tek söz bulamadı.
Zaten oda bir şey söylemedi.
Her şey ortadaydı.
Baba yanında oturanların gözlerini tek tek inceledi.
Heyhat tek göz oldum sanki dedi.
Kimse babaya yan gözle bakamadı.
Babaysa dertli ve yamandı.
Onlarsa üç beş kuruşluk servet için babayı ne hale getirdiklerini anlamışlardı.
Acele Barniyle bağlantı kurup babanın böbreğini geri istediler.
Barninin yanıtı aynen şu oldu.
-Seyyar satıcı gömlek değiştirmez!
Eğer benimle görüşmek yahutta yazışmak isterseniz resmi kanallara başvurun artık.
Aksi halde niyeti zulüm dersiniz! İmza barni.
Barninin bu cevabı karşısında ülke içinde kendilerini bir şey sanıp horozlanan bu beyzadeler dut yemiş bülbüle döndüler.
Kendilerini öyle küçülmüş öyle alçalmış hissettiler ki kimsenin ağzını pıçak açmadı.
Hemen dışişlerini devreye soktular.
Bakanlık yedi kişilik bir heyet oluşturup bir fezleke yazmaya karar verdi.
Heyet yuvarlak masa etrafında toplanıp fezlekeyi tartışmaya başladı.
Fezlekeyi yazmak kolaydı da en zor olanı başlığıydı.
Barniye ne diye hitap edilecekti?
Birisi biz bu herife sayın diyemeyiz dedi.
Diğeri: “O zaman bayda diyemeyiz dedi.
Bir başkası: Sevgili Barni hiç diyemeyiz derken birisi buldum diye bağırdı.
Neymiş diye sordular “ Seyis Barni diye yazarız!” Seyis kelimesi argoyu belli etmeyen tek mühürdü. Barniye aynen şunu yazdılar:
Seyis Barni;
Zaman nispetinde babamızı ameliyat ettiğinizde aldığınız tüm parçaları kullanılmamış olarak merkezine makul biçimde acele ilk uçakla göndermezseniz paranızı ödemeyeceğiz, Ve uluslararası insan hakları mahkemesine organ hırsızlığı yaptı diye şikâyette bulunacağız!
Barni cevap yazıp işi temkinine almayı tercih etti!
- Ben babanızın organlarını sadece işe yaramadığı kanısına varıp sünnetledim dedi.
Heyet bunun altında kalmadı.
Seyis madem işe yaramayacaklara sahip çıktında neden önündeki büyük parçaya yargıç dedin? Dışişleri bastırınca onların emektarları devreye girdi ve babanın iç organları hizmette kusur yok ilkesiyle geriye geldi.
Şimdi Barniyle köprüler atıldığına göre babanın organlarını yerli yerine kim dikecekti?
İşte sorunda buradaydı.
Ahmet üvey evlatlardan birisiydi.
Tabi birde öz babası vardı.
Babanın bırakıp kaçtığı evlatlardan birisiydi.
Babası rolünü Bekir hoca üstlenmişti.
Bekir hoca avlanmayı seven biri olmadığını gösterince Ahmet’te liseyi bitirip tıp fakültesine başladı. Bekir Hoca öğretmenlikten emekli olunca varını yoğunu Ahmet’e yatırdı.
Aşından kesti ekmeğinden kesti.
Pazarlarda seyyar satıcılık yaptı, ekmeğini alın teriyle kazandı ve Ahmet´i okuttu.
Ne yazık ki yetiştirdiği oğlunun gününü görmeden rahmetlik oldu.
Nur içinde yatsın mekânı cennet olsun Ahmet gibi bir doktor kazandırdı soyguncuların, vurguncuların hâkim olduğu böylesi bir ülkeye.
Ahmet mesleğinde uzman bir doktordu.
Çalıştığı hastaneye gelenlerin çoğu hastalık hastasıydı.
Yani hasta olduklarını sanırlardı ama hasta değillerdi.
Hastaneye gelir orada birilerini görür uzun uzun çene çalar Ahmet ede bir muayene olur onun ruh okşayıcı sözlerini dinleyip giderlerdi.
Bu hastanede geçen o kısacık süreleri onlara bir haftalık konuşacak malzeme olurdu.
Eşlerine dostlarına doktora gittiğini hastalığını anlatır.
Ahmet’le konuşmalarını, Ahmedin yazdığı ilaçları, ilaçları nasıl kullandığını anlatıp dururlardı.
Ahmet´te bunların hiç bir şeylerinin olmadığını bildiği için, hiçbir eczane ilede bir anlaşması olmadığı için öyle yüklüce ilaç yazmazdı.
Ama hiç yazmadan da edemezdi.
En azı ile kurtarmaya çalışır gönüllerini kırmazdı.
Hiç bir şey yazmadan geri gönderse biliyordu ki bir dahaki sefere cidden hastalanıp gelecekler.
Bu hastalar ne doktor Ahmet’in dediğini yaparlar nede ona muayene olmadan dururlardı.
Kendi bedenlerine sahip çıkmaz her şeyi bir doktor Ahmet’ten birde ilaçlardan beklerlerdi.
Ahmet hastaları dinleyince insan ruh ve bedeninin nasıl işlediğini öğrendi.
Muziplik olmasa da insanoğluna bırakılan mirasın kalıtım olduğunu çözdü.
İnsanın görünümünü üçe ayırdı.
Ruh imzaydı.
Beden iklimden göçebe uyuyan bilek kavgası.
Ruh tartışan beden bileyen.
Her ikiside birlikte bir tarla tıpkı Ademoğullarının fısıltısı gibi.
Bellek peki?
İnsanın egosu besbelli!
Bu üçlü arasındaki bağlantıda mezhep kaygısı.
Dengeyi yoklayansa sağlıklı olmaya yeminli kargaşa!
Omurganın yarısıysa cinsellik.
Sağlam bir yapıya sahip olansa direnişi elden bırakmayan kalp ağrısı elbet.
Eğer bir insan içindeki kötümserliği küçültemezse oda kalkınamayan bir uygarlıkla sonuçlanıyor. Anlayış mantık derse inanç bekleyişin tutkusunda akıl oluyor.
Yenik düşmemek kâfi aklın perdesine.
Yoksa kılıbık kılıyor zaman egoya.
Seviye sadakati tanıyan bir merdivense dinamik yaklaşımlar hem ruhu hemde bedeni gerçekten ayrılmadan yargılıyor.
Bellekse utangaç bir hükümdar desek ne olur?
Kötü hislere ve nefse yenik düşen bir insan zamanla kendini unutup acımasızlıkla bir canavara dönüşüyor.
Argo insanı küflü kılar derler.
Dil her zaman önemli bir mazi olsun derse yaralar kanaatin kahrındada bir kan kardeşlik var.
İnsanın gelişmesinde en büyük engel maalesef kin.
Mademki bu ülkede kadınlı erkekli çoluklu, çocuklu , yaşlısı genci herkes üç harflik bir kelimeye beyinlerini ve dillerini tutsak etmişler o zaman bu duruma düşmeyide hak ettik demektir diyordu. Akıl diyordu.
Bu ülkede akıllı çok.
Hemen hemen herkes akıllı ama eksiklik nerede diyor ve aklın karşısına erdemi koyuyordu.
Demek ki akıllı olmak erdemli olmaya yetmiyordu.
Neydi bu memlekette diğerlerinden daha az olan ki ülke bu hale geldi diyor ve aklın karşısına erdemi koyuyordu.
Demek ki bu memlekette erdemli insan sayısı az diyordu.
Allah insanı yarattı ama önünde tuzaklar döşedi.
İlk bir kaç tuzağı atlayamayanlar yolun başında kaldılar ki bizim gibi oldular.
Biraz daha ileri gitmesini becerenlerse arkada kalanların tuzaktan kurtulması için hiç bir çaba sarf etmediler dedi.
O zaman insan yahutta hayvan olarak yaşamışsın ne farkederki deyip insanlığı sorgulamaya başladı. Ahmet konulara hem dinsel açıdan hem de felsefi açıdan yaklaşıp aradaki bağı çözmeye çalışıyordu.
İnsanın yaşayan bir canlı olduğunu, bununda kısa bir zamanda bir yoldan çıkıp başka bir yola giremeyeceğini, yenilendim yahutta yenileştik demekle yenilenemeyeceğini, bunu söyleyenlerse yenilenmediklerini topluma kabul ettirmeye çalışmalarıydı.
Hâlbuki yenilenen değişen bir insan kendi değişimini kendisi fark edemez çünkü ona her yaptığı hareket doğal gelir.
Bunu ancak çevrelerindeki başkaları fark eder vede söyler.
İnsan bedeninin geçmişe bir çırpıda sünger çekemeyeceği onun izlerini taşımak zorunda olduğunu söylüyordu.
İnsanın gerçek anlamda kendisini yenileyip değişime sokması içinse o insanın kendi kendisiyle kesin bir hesaplaşmaya gitmesi gerekir ki bunu her babayiğit yapamaz.
Yolun yarısında ya çıldırır yada serseme döner.
İnsan bedenini değişime uğratmak zorlamayla da olmaz.
O deryaya doğal bir süreç içerisinde kendi mecrasında doğru yolda akmaya kanalize ederek varırlır dedi.
İşte bu doktor Ahmet ağzı büyük kafası küçük bir gazeteci tarafından keşfedildi.
Ahmet doktor kırsal kesimde bulunan şehirlerden birinde sözüm ona şark hizmeti yapıyordu.
Bu gazetecinin büyük şehrin büyük gürültüsünden canı sıkılmış olacak ki varıp gidip değişik bölgelerde bir araştırma yapayım halkın derdini dinleyim bakalım ne gibi dertleri varmış dedi.
Ahmet doktorun çalıştığı vilayetten tam pas geçecekti ki ateşi müthiş derecede yükseldi.
Onu hemen hastaneye kaldırdılar ve doğru Ahmet doktora götürdüler.
Bu ağzı büyük kafası küçük gazetecide babanın sofrasından otlananlardan birisiydi.
Hem gazetedeki köşesinde yazı yazar hemde tv,ye programlar yapardı.
Gazete ve tv,lerin patronları değişir o yine değişmezdi çünkü o değirmen taşı değildi.
Hatırı sayılır dostluklar yaşayan bir mollaydı yüreğinde.
Ahmet doktoru babaya tavsiye edende oydu ve babanın filmine bakıp babanın böbreğinin çalındığını görende Ahmet doktorun ta kendisiydi.
Gazeteci hiç farkında olmadan Ahmet´in babayla tanışmasını sağlayarak memleket hayrına olan en büyük hizmeti böylece yapmış oldu.
İleride olacakları bir bilseydi Ahmet doktoru sarayın dış kapısına bile yaklaştırmazdı.
Ama kaderde ne varsa kişi onu sırtında taşımak zorundaydı.
Ahmet doktor babanın babadan habersiz gezmeye çıkan sonrada yarı yolda yakalanıp getirilen organlarını yerli yerine gerisin geri yerleştirecekti.
Ahmet hem akıllı hemde erdemli bir insandı.
Onun için bu kadar fitnenin arasında kimseye güvenilemeyeceğini anlayıp babanın kaçak organlarını bir güzel inceledi ki bu organlar gerçekten babanın mıydı değil miydi.
Tek tek elden geçirdi, baktı düşüncesinde haklıydı.
Babanın penis bağı yerine sahte bir bağ göndermişlerdi.
Bu bağ babanın çocuk yapmakta kullandığı ara kablo gibi bir şeydi.
Barni babanınkine el koyup yerine işe yaramaz sahtesini göndermişti.
Ahmet her şeyi anladı fakat babaya bir şey söylemedi.
Babanın hakiki organıymış gibi yerine dikti.
Babanın artık ona ihtiyacı yok. Varsın tepe tepe kullansınlar.
Barniyse onu hali vakti yerinde işlenmemiş madenlere sahip olan bir Arap ülkesinin şeyh babasına takacaktı.
Çünkü şeyhinde düşüncesi babanın ilk baştaki düşüncelerine yakındı.
Oralarda çok savaş olduğundan zayiatta çok oluyordu.
Onun için şeyhe asker lazımdı.
Zamanla baba biraz düzeldi, halkta derin olmasa da şöyle yarım derin bir nefes aldı.
Fakat üzerindeki korkuyu silmelerinin imkânı yoktu.
Çünkü baba çok çabuk krize giriyordu.
Buda halkta baba öldü ölecek korkusuna neden oluyordu.
Ahmet doktor babanın koluna giriyor onu bahçede gezdiriyor, çardakta oturup sohbet ediyor derken baba ile aralarında iyi bir ilişki gelişti.
Gelişti gelişmesine de Ahmet doktor babaya hâlâ güvenemiyordu.
Baba yapısı itibarı çok kaypak ve düzenbaz birisi olduğu için Ahmet doktor onunla yürekten samimi bir şekilde konuşamıyordu.
Çünkü baba her an sözünden dönebilirdi.
Buda beraberinde tehlikeli durumları getirebilirdi.
Günler günleri kovaladı, baba biraz daha sağlığına kavuştu.
Halk onun hemen ayağa kalkmasını bekliyordu.
Gereğini ise kimse yerine getirmiyor herkes topu birbirine atıyordu.
Babanın çocuklarından birisi bir gün hayalindeki ülkeye gitti.
Çarşı pazar dolandıktan sonra bir kahvehaneye oturdu.
Bir kahve ve yanında da bir çörek alıp yemeye başladı.
Yanına bir adam yaklaşıp nereli olduğunu ve o ülkeye neden geldiğini sordu?
Çocukta düşüncelerini açık açık anlatıp iş bulup çalışmak istediğini fakat bu işin tanıdık birileri olmayınca zor olacağını söyledi.
Adam ona: “Gel benimle deyip kahveden ayrıldılar.
Yüksek bir binanın ön merdivenlerinden geçip asansörle bilmem kaçıncı kata çıktıklarında şehir ayakları altında kalmıştı.
Buda gösteriyordu ki çok yüksek bir yere kadar çıkmışlardı.
Adam bir kapıyı açıp bunu bir başkasına teslim etti.
Babanın oğlu karşıdakini hemen tanıdı bu Barni,ydi.
Barni oğlu buyur edip kahve ısmarlayıp hal hatır sorandan sonra işe alındınız dedi.
Oğul şaşkındı sınavsız işe alınması ilginçti.
Olacak şey değil dedi , dedi ama oldu işte.
Keramet oğlun kendinde değildi onu önemli kılan babanın ülkesinden geliyor olmasıydı.
Barni akıllı adamdı adamlarını sokağa salar zorlukla boğuşan ülkelerden gelen azıcık mürekkep yalamış olanları toplar onlara hem iş verir hemde bir güzel eğitenden sonra bir gün lazım olur diye saklardı.
Bunlar az bulunur cinsten tam bir antika değerindeydi.
Verilen eğitim sonrası bunlar Barnı nin tam kendisi olmasada ikinci veya üçüncü dereceden Barni olarak çıkarlardı.
Barni babanın kafa tutsada, yan çizsede bir gün dönüp dolaşıp kendine geleceğini biliyordu.
Babanın seçilmişleri vardı bunları halk seçerdi ki bizi daha iyi yönetsinler diye!
Bu seçilmişlerde hem baba adına hemde halk adına ülkeyi yönetirlerdi.
Kendi kendilerine yasalar çıkarıp düzenlemeler yapar her şeyi kitabına uydururlardı.
Olacak buya bunlar ülkeyi yönetemez hale geldiler ve gemiyi karaya oturtup Barni nin kapısına koştular.
Aman Barni etme tutma geçmişte olanlara bir sünger çekelim bize yardım et.
Gemi karaya oturdu ne yapacağımızı bilemiyoruz dediler.
İşlerin buraya geleceğini çok önceden gören Barni telaşa gerek yok, her şey düzelecek dedi.
Barni her seferinde daha yarı yolda bunların su koy verdiklerini bildiği için bu kez işi sıkı tutmakta kararlıydı.
Barni bunlara ne istiyorsunuz beyler açık açık anlatın dedi.
Hep birlikte, avuç içine yeşillik bağış değil dediler.
Tamam, istediğiniz parayı veriyorum, üste birde kâtip veriyorum dedi Barni.
Kâtibi ne yapacağız bizde kâtip çok dediler.
Olsun fazla mal gözmü çıkarır varsın buda size yardımcı olsun dedi Barni.
Karşılıklı heyetler görüştü konuştu anlaşmalar yapıldı.
Paradan önce kâtibi gönderdi Barni.
Kâtibe tek bir kelime söylemeden yolcu etti.
Kâtip ne yapacağını çok iyi biliyordu, nede olsa Barni nin yanında yıllarını harcamıştı.
Kâtip ülkede şöyle kısa bir araştırma yapıp hemen geri gitti.
Ufak bir araştırma daha yapıp yine gitti.
Durum öyle bir hale geldiki kâtip bir orada bir burada takip etmeye kalkan gazete ve tv, muhabirlerinin başları döndü.
Çoğu mide bulantısından hastaneye düştü.
Kâtip zamanımız yok diye hızlı hareket ediyordu ki yetişene aşk olsun.
Yoldan geçecek diye bekleyen gazeteciler bekleye bekleye uykuya dalarlardı.
Uyandıklarında bakarlardı ki kâtip çoktan geçip gitmiş.
Kâtip idi arada mekik dokuyan fakat paraların geldiği yoktu.
Barni, beyler bu beyzadeye önce güzel bir kaptan elbisesi diktirin sonrada dümenin başına geçirin dedi.
Ülkenin en değerli terzisine ölçüleri verip elbiseyi diktirdiler, sonrada dümenin başına geçirdiler.
Bu elbiseler bir nevi zırh gibiydi gelecek olan belalardan koruyacaktı.
Kâtip dümeni eline alıp anahtarı çevirip gaza basıp geri yerine oturdu.
Bu gemiyi yüzdürmemize herkes yardımcı olmalı dedi.
Hoppala odlumu yani hani sen tek başına yüzdürecektin.
Olmaz ben kıç tarafından bu kadar oturduğunu bilmiyordum dedi kâtip.
Bu arada Barni musluğu az gevşetti ve paranın ilk dilimi geldi ülkeye.
Gemide yerinden hareket eder gibi oldu.
Sanki gelen paralarla geminin bir ilgisi vardı, paralar dilimler halinde geldikçe gemide sallanma hızını ona göre ayarlıyordu.
Barni dediki benimle bir anlaşma yapacaksınız ve ekonomideki tüm yetkileri benim kâtibe vereceksiniz.
Bunu duyan seçkin konuklar onurlarının kırıldığını fark ettiler fakat boyun eğmekten başka hiç çareleri yoktu.
İstemeye istemeye anlaşmayı imzaladılar.
Bir zamanlar halkı yönetmek adına meydanları titreten seçkinler artık birer zavallı durumuna düşmüşlerdi.
Kendilerini yönetmekten aciz bu zavallılar artık hiçbir biçimde ülkeyi yönetemezlerdi.
İşte ülkede siyasi bunalım var, siyasi güvensizlik var diyerek aslını halka açık açık anlatmayan beyzadelerin demek istedikleri bundan ibaretti.
Yani halk seçilmişlere olan güvenini kaybetmişti.
Gerisin geriye onlara hiçbir biçimde inanmazlardı.
Bunun içinde kimse elini taşın altına koyup gönüllü olarak destek vermiyordu.
Çünkü oynanan senaryosu önceden yazılmış modası geçmiş bir oyundu.
Bir ülkede ekonominin iplerini ele geçirmek her şey demekti.
Bu ülkede tepeden inme bir kâtip ipleri eline aldığına göre seçilmişlerin fazladan maaş alarak devlete yük olmaktan başka yapacak hiçbir şeyleri yoktu.
O zaman şu sorulmalıydı, arkadaş madem bir işe yaramıyorsun o zaman senin burada işin ne?
Bunuda kimse sormuyordu ama elini vicdanına koyan herkes bunun böyle olduğunu bilir anlardı.
Baba bahçede çiçekler arasında gezip tozarken Ahmet doktorla daha yakından ilgilenmeye başladı.
Ona çeşitli konulardaki fikirlerini soruyor, dinliyor hiçte yabana atılır fikirler değil bunlar diyordu.
Durup dururken sordu Baba.
-Peki doktor ben yanlışı nerede yaptım ki hem ülke hemde ben ikimiz bu hale geldik?
Sorulan soru karşısında doktor şaşkınlığını gizleyemedi, konuşsa bir türlü kendi hayatı söz konusuydu, konuşmasa iki türlü ülkenin geleceği söz konusuydu.
Sonunda neye mal olursa olsun konuşmak gerek babayla dedi.
Baba ruhsal olarak bir bunalımın eşiğindeydi.
Yangına sorguyla varırcasına birisiyle konuşmaya ihtiyaç duyuyordu.
Ahmet gibi anlayışlı bellek tam aradığı zardı.
Düşeş dedi yattı rahmete hikmet dedi yaşarttı gözyaşlarını.
Şans sağanak yağmura tutulmaktaydı.
-Sizi tanımak koşulsuz emek ister, yanıt bol ama yaş yinede efe gömlekte.
Kısa erdemler uzun övgüler gerektirir halk dilinde.
İlik köreltmeyi değil hararetle derlemeyi seçer üslubunda.
Çile yarın olsada düşüne yatmak bugün.
Kıtlık yokya dilimde sizinle sohbette yalamak isterim mürekkebimi.
Korku başlık parası olsada felekten bir cefa bindir yeleli aslana.
Devam edecek.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.