- 383 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Uçuş UA951
Küçük, şekilli burnu en dikkat çekici özelliğiydi. Belki topuz yaptığı saçlarını açıp salsa gözlerimiz oraya takılacaktı ama üniformasını tamamlayacak şekilde saçları da göremediğim bir tokanın kontrolü altındaydılar. Boynuna bağladığı mavi eşarbı siyah üniformasına biraz renk vermişti ama sadece biraz.
‘Bir önceki üniformaları daha iç açıcıydı.’
Rıza haklı olabilirdi lakin ben eski üniformalarını hatırlamıyordum. Her zaman aynı havayoluyla uçmadığım için bu tip detaylar da aklımda kalmıyordu. Yine de daha önceki üniformalar, eğer kahverengi değillerdiyse, bundan daha kötü olamazdı. Hemen diz üzerinde biten etek boyu 60 lı yıllarınki gibi cesur değilse de 80 ler gibi babaanne uzunluğunda da değildi.
‘Artık çoğu pantolon giyiyor’ diye ekledi Rıza, zihnimi okurcasına.
‘Rıza, sen benim nereye baktığımı nereden biliyorsun?’
‘Sana baktığım yok. Sadece aynı hızda düşünüyoruz.’
İtiraz etmedim. Rıza da benimle aynı konumdaydı. Uçak 216 nolu kapıya yanaşmış ve hemen hemen tüm yolcular inmişti. Hemen hemen diyorum çünkü Rıza ile ben hala uçağın içindeydik. Ekonomi denen üçüncü sınıf yolcu bölümünde ayak bekliyorduk. Birbirimize bakmaktansa az ilerimizde, bizim gibi ayakta bekleyen hostesi seyrediyorduk. Hostesin bakışlarımızdan rahatsız olduğunu düşünmüyordum çünkü o da başka birine bakıyordu. Eğer Eleanor isimli hostesin bakışlarını takip edersek koltuklardan birine yayılmış bir başka genç kadına denk geliyorduk.
Eleanor’un tersine bu genç kadının saçları açıktı. Doğal olmadığı belli olan kına rengiydiler. Teninin rengi saçlarından daha koyuydu.
‘Sanki sen farklısın’ diye fısıldadı zihnimi okuduğuna emin olduğum Rıza.
‘Benimki gri saç; yaştan dolayı’ dedim.
‘Ha, sen beyaza gri diyorsun. Tamam, peki...’
Saçlarım griydi, beyaz değil. Ellili yıllara ayak basan biri olarak gayet doğal bir durumdu. Yine de kırklarını tamamlamak üzere olan Rıza’nın siyah ve kıvırcık saçlarına bakınca belki de benim durumum çok doğal değildi.
Koltukta yayılan zenci kadının dudakları hafif aralık ama gözleri kapalıydı. Başında bir erkek dikiliyordu. Onun yanında bir başka, onun da yanında bir üçüncü kişi. Eğer hostesi seyretmeyi bırakıp da zenci kadının başında dikilenleri sayarsanız beş kişi ediyordu. Beşi de ya aynı modayı takip ediyordu, ya da aynı kulübe üye idiler çünkü hepsi de turuncu tulumlar giymişti. Gözleri Eleanor hostes yerine koltuktaki kadındaydılar.
Kadının hostes gibi yaka kartı olmadığından adını bilemiyordum. Tanışmamıştık. Hatta inene kadar onun uçakta olduğundan haberim bile yoktu. Ama bir şekilde yollarımız kesişmişti. Kadının kaderi benimkine dolanmış, ikimizi de olduğumuz yere çivilemişti.
‘Bağlantı uçuşumuza ne kadar var?’ diye Rıza’ya sordum.
‘En azından üç buçuk saat. Haydi haydi yetişiriz. Zaten o uçuş da gecikecek gibi.’
‘Nereden çıkardın ki bunu?’
‘Baksana pencerelerden: Havaalanı kar altında!’
Eleanor’un sırtı hizasına denk gelen camdan bembeyaz iniş pistini ve inatla yağmağa devam eden karı gördüm.
‘Şahane! Kar yağmasa olmazdı zaten.’
‘Abi, dedik sana Faşington’da kar fırtınası var; bağlantı uçağı kalkmayabilir diye. He he dedin, geçiştirdin.’
Geçiştirmeyeyim de ne yapayım? Neyse başımıza düşen çekeceğiz. Ama kardan öncelikli olan şu zenci kadındı.
Kadın hala başında beş ilk yardım görevlisi, koltuğunda bayılıp kalmıştı. Biz ise kalabalığın az ilerisinde, onlar gibi ayakta kadını bekliyorduk. İki grubun arasında ama bizden çok onlara yakın hostes Eleanor vardı.
Sonunda göz göze gelebildik. Gözleri kahverengiydi. Hafif kemikli bir burnu, kalınca bıyığının üzerinde gayet heybetli duruyordu. ‘Sizinki ne iş?’ gibisinden bir mimik yaptı ilk yardım görevlisi. Baygın zenci kadının üzerindeki kompartmanı işaret ettim. Kompartmanda benim mavi kabin içi bavulum tek başına duruyordu. Tam altına denk düşen yolcu inerken fenalaşıp bayılmış, durum böyle olunca da hostes ve ilk yardım görevlileri bizi oraya yaklaştırmamıştı. Bütün uçak indiği halde bir biz kalmıştık, bir kadın, bir de bavulumuz. Muhakkak ki kadının da bir bavulu vardı ama neredeydi, bilinmez.
İlkyardım görevlisi ikinci bir yardım yaparak bavulumuza uzandı ve alıp elimize tutuşturdu. ‘Hadi ikileyin’ dedi bakışları. ‘Peki ya Eleanor?’ diye sordu bakışlarım. Kafasını çoktan zenci kadına çevirmiş ilkyardım görevlisinin bu sefer ensesi lafa karıştı: ‘Sana iki beden büyük gelir.’
Doğru söze ne denir?
YORUMLAR
Yazılarınizı özlemişim. Uzun aradan sonra keyifle okudum.
Devamını bekliyorum
Tebrikler...
İlhan Kemal
canandemirel
Sevgiler