İYİ SAATTE OLSUNLAR
İyi saatte olsunlar geliyor bazen bana. Epey de kalabalık geliyorlar. Genellikle çok uzun kalmıyorlar ama kaldıkları anı dolu dolu yaşıyoruz birlikte. O kadar hoş sohbetleri var ki zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorum. Spontene gelişen konularda uzun uzun konuşuyoruz. Tek bir kusurları var hiç de ciddi değiller. Çok lakayt, anında gevşeyen, işi dalgaya vuran bir tavırları var. Yalnız içlerinden bir tanesi çok ciddi. Kalabalık geldiklerinde hiç sohbetlere katılmaz sadece dinler ve izler. Ama fırsatını bulunca yalnız gelir. O yalnız geldiğinde ben nedense hep korkarım, endişeli olurum. Bu yüzden o konuşur ben dinlerim. Arada bir emme basma tulumba gibi kafamı öne doğru indirip kaldırarak söylediklerini tasdik eder, hı, evet, öyle gibi kısa cevaplarla geçiştirmeye çalışırım. Onun da buna çok sinir olduğunu fark ediyor bir gün çarpacak diye korkuyorum. O da bu korkumu fark ediyor ama benim bu korkumdan zevk aldığından anın tadını çıkarıyor, konuşmasını uzattıkça uzatıyor. En son geldiğinde yine onu sinirlendirdiğim bir anda adeta burnumdan fitil fitil getirmişti de sesimi bile çıkaramamıştım. Zaten hep o konuşur ben dinlerdim.
Bana en son geldiğinde; “Sen kendini çok yıpratıyorsun, kendinden çok başkalarını düşünüyorsun.” diyerek nasihat çekmeye bile kalkmıştı. Haksız da değildi aslında ama ne yapabilirdim ki? “Ben Allah’ın emir ve buyruklarını yerine getirmeye, İslam’a göre yaşamaya çalışıyordum gücüm oranında. Keşke daha çok bilseydim de daha çok yol gösterseydim, ışık olsaydım insanlara.” dedim ama keşke demez olaydım. Vay sen misin bunu söyleyen? Başladı nutuk çekmeye. Efendim Allah herkese bir beden, bedenin üstünde bir kafa, kafanın içinde de bir beyin vermiş. Herkes kendi bedenini, kafasını, beynini kullanmalı, kendi işini kendi yapmalı, kendi ekmeğini kendi kazanmalıymış. Doğru ama her kul kendi kaderini kendi çizer ve Allah herkesi bir kader üzerine yaratmamış mı? Ayrıca herkes iyi, herkes zengin, herkes sağlıklı, herkes mutlu olursa herkes birbirine her yönüyle eşit olursa nasıl öğreneceğiz birtakım duyguları. Nasıl yaşayacağız yardımlaşma gibi, sevmek, sevilmek gibi bazı güzellikleri. Nasıl kuracağız zengin ile fakir arasındaki bağı, nereden bileceğiz güzel ile çirkini, iyi ile kötüyü? “Hayır.” dedi. Yanlış düşündüğümü kanıtlamak istercesine öylesine ciddi bir duruşu, bakışı ve konuşması vardı ki mecburen ikna oluyorsun. Yoksa uzayıp gidiyordu nasihatler, nutuklar. Çok rahatsız oluyordum bu durumdan. Kurtulmam lazımdı bu başımın belasından ama nasıl?
Hepsinin bir arada geldiği bir gün yine sohbetin curcunaya döndüğü bir anda rahatsızlığımı belirtmek için “Siz neden tek tek gelmiyorsunuz ara sıra şu somurtan arkadaş gibi.” deyiverdim muzipçe sanki ağzımdan kaçırmış gibi. Hepsi birden sustu ve bütün gözler somurtana çevrildi. Sonra bana “Emin misin?” diye sordular. Kızgın oldukları belliydi yüzlerinden. Zaten beyazdılar ama şimdi daha da beyaz, bembeyazdılar. “Evet.” cevabını alınca benden somurtanı da aldılar uzaklaştılar yanımdan. Sonra bir daha ne kalabalık ne de tek, hiç gelmediler.
Galiba yasaktı onlarda birbirinden ayrılmak, ayrı takılmak. İfşa edince birini galiba kaçırdım hepsini. O gün bu gündür yalnızım. Ne gelen var ne de giden.
İyi saatte olsunlar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.