- 435 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Konudan Konuya
Daldan Dala başlığıyla yazdığım son deneme yazımda corona nedeniyle özgürlüğümün kısıtlandığından yakındım. Eskiyen kimlik kartım evde kalması zorunlu olan yurttaşlar grubunu işaret ediyordu çünkü. Kitap değiş tokuşu için sadece kütüphaneyi ziyaret edip, çalışanlarla kısa sohbetler edebildiğimi de aynı yazımda belirtmiştim.
Geçen gün yine kütüphanedeydim. Elimdeki kitapları değiştirecektim. Emekli olan kütüphane müdürünün yerine genç bir kadın arkadaş göreve başlamıştı. Arkadaşa, hoş geldin demek için müdür makamındaki bürosunda ziyaret ettim.
Memnun oldu tanışmamızdan. Diyarbakırlı olduğunu ve Ankara Dil Tarih ve Coğrafya’dan yeni bitirdiğini söyledi. Babasının, kendisine öğrenim yaşamında siyasi olaylardan uzak durması gerektiğini; kendisin de baba sözü dinlediği bir çırpıda anlattı.
Diyarbakır’ın Ziya Gökalp, Cahit Sıtkı gibi daha nice güzel insanlar yetiştirmiş olduğunu söyledim. Ve maalesef yurdumuzun peygamberler diyarı Güneydoğu Bölgemizi görmediğimi de sözlerime ekledim. Türbanlı genç arkadaş, ilinin her semtinin tarih koktuğunu ve görülmesi gereken çok güzel eserlere sahip olduğunu anlatısına ekledi…
Ülkemizde etnik ve mezhepsel farklılıklar iç ve dış güçlerce kaşınmazsa coğrafyamızda ve ülkemizde kalıcı barışını sağlamamızın olanaklı olur. Ve güneydoğumuz iç ve dış turizm açısından daha da cazip hale gelir mihvali üzerine karşılıklı konuşurken… Genç arkadaş, “Hocam, Kur’an’a dönersek her şey daha güzel olacağına inanıyorum.” Diyerek sohbetimizi daha başka bir boyuta taşıdı.
1000’li yıllarda içtihat kapısının kapatılmasıyla İslam hukukunun donduğunu… Ve ortaya çıkan yeni olaylar karşısında hüküm vermenin zorlaştığını anlatmaya çalıştım. Ve bu kadar sohbet yeter diye düşünerek çalışmalarında başarılar dileyip iznini istirham ettim. Genç müdür de ziyaretimden memnun olduğunu, yine görüşelim sözleriyle uğurladı beni!
Sokağa çıktım. Rastlaştığım bir hemşehrim selamlaşmadan hemen sonra ilk sözü derneğimize niçin uğramadığımı sitemi oldu. Sebep coronanın tedirginliği..! Hemşehrim: “Tehlikenin farkındayım lakin arkadaşlarla dernekte buluşuyoruz…” Sözleri ve yüz hatlarıyla eyleminden kendisinin de huzursuz olduğu belliydi.
Derneğimizin okey, iskambil kâğıdı oyunlarıyla klasik kıraathanelerden pek farkı yoktur. Fark, içinde kitaplık bulunan ve gazete okunan küçük bir odasının olmasıdır. Niyetimi bozdum. Derneğe uğramaya karar verdim bir gün. Kısa süreliğine de olsa.
Oyun oynayan arkadaşlarla uzaktan da olsa selamlaştıktan sonra okuma odası diye adlandırdığımız odaya geçtim. Tanımadım bir arkadaş gazetelere dalmıştı. Selamlaştık. İlimize komşu bir ildenmiş. Ulusça sıcakkanlıyız. Kırk yıllık dost gibi sohbete daldık. Arkadaş yakınımızdaki bir lisede Din Kültürü ve Ahlak Dersleri öğretmeni olarak çalıştığını söyledi. Meslek yıllarının ortasında sayılırdı. Özellikle meslektaşlarımla sohbet sarar beni. Hele de arkadaşlarımın kitaplarla arasında mesafe yoksa!
Yeni tanıştığım arkadaşla sohbet ederken karşı tarafı daha fazla dinlemeye dikkat etmeye çalışırım. Fakat meslek hastalığı! Söze hemen dalmadan olmuyor! Karşı tarafta öğretmen olunca aynı durum tahterevalli sürüp gider.
Arkadaş: “Asri saadet yıllarında, bir adam peygamberimize gelip, ‘beni temizle’ diye sözlerini ısrarla tekrar etmiş. Israr nedeni zinaymış. Ve ilk ve son olarak adını anımsayamadığım o adam ve kadın recim edilmiş.” Ve sözlerine devamla, “Hırsızlık yapanın elini kes bakalım, insanlar hırsızlık yapar mı?” Soru cümlesiyle bir ara soluklandı. Ve kısa bir anekdot anlattı:
“Bir kadın öğretmen arkadaşla bir sınavda görevliydik. Arkadaşa ülkemizde uygulanan hukukun kaynağı nedir? Diye sordum. Arkadaş, ‘Roma Hukuku’ diye cevap verdi. Peki, bizler Müslümanız, niçin Kur’an hükümlerini hukuk kaynağı yapmıyoruz? Dedim.”
“ 1000’li yıllarda içtihat kapısının kapandığını ve İslam Hukukunun donduğunu ve eski Diyanet İşleri başkanlarından Süleyman ateşin, ‘Bizler 1000’li yıllardaki düzeyde; uhrevi konuları yorumlamada o zamanların ulemasından daha geriyiz’ mealinde sözler dinlediğimi söyledim.” Arkadaş:
“Kesinlikle içtihat kapısının kapanmadı.” Ve bu konuda uzun açıklamalarda bulundu. Eve döndüğümde arama motoruna müracaat ettim. “Gazali içtihat kapısını kapattı.” Mealinde sözler okudum. Ve öğretmenim asri sadet yıllarının güzelliklerini anlatmasını sürdürdü. Huzur içinde yaşamanın tek reçetesi Kur’an’a, İslam’a göre yaşamak olduğunu Roma Hukukuna dayanan hukukumuzun değişmesi gerektiğini uzun uzun anlattı.
“Peygamberimiz Hz. Muhammed’in vefat ettiğinde, Hz. Ali defin işleriyle meşgulken Hz. Ömer’in sert tavrı sonucu ilk halifenin seçildiği anlattım.” Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın halife seçilmesinde sahabeden seçkin kişilerin ittifakıyla halife seçildiklerini, Medine din ulularının seçmesiyle halife seçilen Hz. Ali’yi Muaviye’nin kabul etmemesi sonucu yaşanan acı olayları ve Hakem Olayı üzerinde söz birliğine vardık. Öğretmen arkadaş:
“Hakem Olayı sonunda Muaviye’nin temsilcisi Amr’ın hile ile Hz. Ali’nin temsilcisini Ebu Musa’yı oyuna getirdiği gerçeğini söyledi.” Bu konuda da fikirlerimiz örtüştü. Sözüne devamla arkadaşım:
“İşte o olaydan sonra İslâm’da bölünmeler, ayrılıklar başladı.” Ben de:
“ Medine din büyüklerinin seçtiği Peygamber Efendimizin, “Ben ilmin/hikmetin şehriyim Ali onun kapısıdır.” İltifatına mazhar olan bir büyük din ulusunu Muaviye’nin kabul etmemesini sırf makam hırsına bağlıyorum. Ki Muaviye daha sonra kurduğu Emevi Devlet’inde yerine oğlunu halife ilan ederek yönetimde saltanatı getirmiştir. Muaviye sadık adamı Amr’ı Mısır’a vali atadığını duydunuz mu? diye sorurdum.” Arkadaş bu atamadan haberinin olmadığını açık kalplilikle söyledi.
İslam’da, Emevi ailesinin yönetime el koymasıyla bölünmelere fırkalara ayrıldığı ve Kerbela olayında ise işin şirazesinden çıktığını çeşitli örneklerle pekiştirerek fikir birliğine vardık.
Cumhuriyet kurulduğunda Ceza Kanunumuzun İtalya’dan, Medeni Kanunun ise İsviçre’den alındığı bilinir. Cumhuriyete karşı olanlar kanunlarını aldığımız ülkeler Hristiyan; kanunları da kutsal kitapları İncil’e dayanır tezini ile sürerek biz Müslüman bir ülkeyiz, kanunlarımız niçin Kur’an’a dayanmasın derler.
Bilinmelidir ki, Avrupa dinde reform yaparak yönetim işlerinde papazların etkisini tabir caizse sıfırlamıştır. Ve Avrupa Magna Carta’dan beri halkın egemenliğine dayanan demokrasiye adım attı. Fransız İhtilali ile demokrasiye geçiş hızlandırıldı.
30 ve 100 Yıl Savaşları sonucu aralarındaki mezhep farklılarını nötrleştirip laiklik ilkesini anayasalarına soktular. İnanç işi birey ile Allah arasında bir akittir. Bu bilinçle laikliği içselleştirebilirsek ülkemizde halkımız arasında faal olan mezhep faylarını etkisizleştirmiş oluruz.
Sözün özü Emeviler’le saltanatla yönetilen ve koltuk için İslâm dünyası ne çok badireler atlattı atlatıyor. Atalarımız Cumhuriyeti kurarak egemenliği halka verdi. Çok partili hayata geçerek cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırma sancıları veriyoruz. Halkımızın ekonomik gücü ve eğitim düzeyi arttıkça demokrasimizi daha da geliştireceğiz. Daha iyisi bulunana kadar en iyi yönetim biçimi halkın egemenliğine hakemliğine dayanan yönetim biçimi demokrasidir ağırlıklı sözlerimle sohbeti bitirip yeni tanıştığım arkadaşla dostça vedalaştık. Bu arada dernek lokalinde okey ve iskambil oyunlarına devam ediyordu hemşehrilerim.