sadece adı GÜN GÖRDÜ...Roman (otobiyografi)
Üç adet şiir kitabı yayımlanmış olan, dördüncü şiir kitabını yayımlamak yerine, bu ilk belkide tek ve son roman da şiirlerden de yeri ve zamanı geldikçe yararlanılarak , hem şiirlere hayat vermiş, hem de gerçek bir hayat hikayesini şiirlerle desteklemiş olacağız...
. romanımızda makam,mevki sahiplerini üstlendikleri göreve göre(vali,kaymakam,başkan)vs şeklinde isimlendirilirken diğer yer alan kişiler ise yakınlık derecesine göre (abi,abla,dayı,amca)şeklinde isimlendirilmiş olup, ,Olayların geçtiği mekanlar ise mümkün mertebe adıyla,şanıyla.Gümüşhane,Şiran’ıyla birebir verilmeye çalışılacaktır...
Sadece adı GÜN GÖRDÜ adlı romanın, yazılmasına ilham kaynağı olan, adını birazdan bir şiirle öğreneceğimiz, romanımızın baş kahramanı, iki evli bir babanın ikinci eşinden iki kız, kendisi ile dört erkek olmak üzre altı kardeşin en küçükleri olarak, 1970 yılında kimliğe göre kasım kimine göre ise Şubat ayında Gümüşhane’nin şirin ilçesi Şiran’ın Boğazyayla (törnük)köyünde aşağıda okuyacağımız Bir çocuk adlı şiirde anlatıldığı şekilde dünyaya gözlerini açar...
Bir Çocuk
Aylardan şubatmış anne
Evimizin damı akarmış anne
Komşu seni çağırmış anne
Doğduğumda da yurtsuz muşum anne
Çok çelimsiz mişim anne
Yaşamaz ölürmüşüm anne
Nasıl güngörür müşüm anne
Adımı Güngör ondan mı koydun anne
Sırtında götürürmüş sün tarlaya anne
Gerek görmezmişsin sormaya anne
Mucize bu çocuktan adam olmaya anne
Allah kadir değil mi yaşatmaya anne
Gelmişim dört beş yaşına anne
Yürüyemiyor muşum tek başıma anne
Ben olmuşum son şansına anne
Ne yapayım çıkmışım karşına anne
Ben çocuktum anne, ben çocuk
Bende böylemi geçti çocukluk
Sen vardın kucağına sokulurduk
Şimdi sensiz ne yapayım anne
Şiran’ım
Ey beni kendine hasret koyan Şiran’ım
Senden uzaklar da, çok acıyor canım
Güzelliklerle dolu olsa da her yanım
Yine ben seni özlerim Şiran’ım
Ey yiğitlerini tek, tek gurbete salan
Sende değil senden uzakta karnı doyan
Yine de senden başka bir şeyi olmayan
Evim barkım,yerim,yurdum Şiran’ım
Ey beni bir yorganla gönderen Şiran’ım
Kazandım oldu köşküm hem sarayım
Dönüp dedim şu deli gönlüme bir sorayım
Deli gönlüm yandı diye, diye Şiran’ım
Ey Şiran’ım gurbette taş,toprak
Yiğitlerinin işi inşaat yapmak
Yok bizde işten güçten korkmak
Bizi yakar senden uzak kalmak
Senden geldiğimiz gibi alnımız açık
Vatana, millete yapmadık alçaklık
Çektik teleflik,sefillik vede açlık
Adına leke sürmedik Şiran’ım
Hep çamurla betonla uğraştık
Acemilik çekip sonra ustalaştık
Yıllardır gurbet ele de alıştık
Senin için Şiran’ım dürüst çalıştık
Hasretinle benim sana bu şiiri yazan
Bana da ister şair dersin istersen ozan
Benim için şirinsin tüm dünyadan
Şirin kentim canım Şiran’ım
Boğazyayla köyünden Güngör
Seni de her şeyi de güzel görür
İsterdim ki seninle geçsin bir ömür
Senden uzakta da senin leyim Şiranım
Altı kardeşin en küçüğüdür, denildiğine bakmayın sizler, aslında bir çok yeğeninden de, yaşça küçüktü Güngör. Babasının ilk eşinden üç kız bir erkek olmak üzre dört çoğu daha vardı. hatta ,evli olan üç kızından da boy,boy torunları da...
Konuşmaya ve koşmaya başladığında da amca,amca diye ardından seslendiği kişinin annesinin ilk eşinden olan abisi olduğunu, öğrendiği zaman,on değil,kendisi ile tam on bir kardeşin en küçükleri olduğunu bilecek.annesinin ilk eşinden olan abisinin oğlu ile birlikte koşup,oynayıp büyüyecekti. Annesi altı aylık hamile iken ilk eşi ani bir rahatsızlık sonucu vefat eder. Kendisi de çocuk yaşta olan anne,bir çocukla,bir odalı evde bir başına kalakalır. Konu annenin ilk eşinden açılmış iken,onuda bir şiirle yad edelim,ruhunu şad edelim...
Acıklı Bir Hayat Hikayesi
Düşünce Fevzi ana rahmine
Bir hastalıktır gelir babasına
Üç ay kalmıştır ki doğmasına
Yetim olarak göz açtı Dünyasına
Dünyaya gelir de gelmesine
İmkan var mıdır yetimin gülmesine?
Üç aylıkken bir talipte çıkmaz mı annesine
Birde öksüzlük binmez mi ensesine
Annesi de Fevziyi bırakıp gider
Bir parçacık sabi şimdi nasıl eder
Kalır ortada yoktur bakacak kimseler
Anne tarafından olan dedesi merhamet eder
Alır yanına dedesi Süleyman
Öz oğlundan ayırmaz hiç bir zaman
Hanımına der iyi bakasın aman,aman
O Musa’mın yadigarıdır dayanamam
Çocukluk yılları geçip gelince okul çağına
Dedesi dönüp şöyle der öz oğluna
İkiniz birden katlanmam zor okul masrafına
Ben Fevzi’mi okutayım sen bak koyunlarına
Dedesi okutmaya göndermişti Fevziyi
Oğluna ise sen eker biçersin dedi araziyi
Bir bak Süleyman nasıl tutuyor teraziyi
Çünkü Süleyman ezbere okumuyor eraeytelleziyi
Fevzi gitti okula ama okumayıp döndü geri
Dedesi oğluna doldur dedi, boşalan yeri
Başlamıştı Kemal Aydının okul günleri
Fevzi ise bekliyordu artık askerliği
Gelince askerliği uğurlandı askere
Yakışmaz mı üniforma fidan boylu ere
Dedesi son kez baktı ceylan gözlere
Fevzi döndü köyüne alıp teskere
Tam o anda bir sızı girdi başına
Bakmadı Fevzi’nin gencecik yaşına
O kadar arttı ki imkan yoktu dayanmasına
Yine iş düşmüştü dedesi Süleyman’ına
Neyi var diyerek alıp götürdü Ankara’ya
O ceylan gibi gözler döndü birden karaya
Behçet hastası diye kaydedildi dosyaya
Görerek gidip ama olarak döndü Boğazyaylaya
Yirmi iki yaşında olmuştu ama
Bir bu kalmıştı dedi girmeyen Dünyama
Bir süre ağlandı sızlandı amma
Fevzi öyle bir hayat doluydu ki sorma
Dedesi everdi karıştı çoluğa çocuğa
Göğüs gerdi fakirliğe yoksulluğa
İsyan etmeyip yakışanı yaptı kulluğa
Fevzi beş yıl öncede çıktı son yolculuğa
Kaç kardeş olduğunu öğrenen Güngör. O günden sonra nasıl bir hayatı neler yaşayarak nasıl sürdürmüş, onu kimler ağlatmış kimler güldürmüş hep beraber bakalım...
Sekiz,dokuz yaşlarına kadar anne,baba,analık ve kendisinden iki yaş büyük olan ablası ile birlikte çiftçilikle uğraşan ailesinin yanında kalır,. ilkokula köyünde başlayıp, ancak ilkokul diplomasını köyünden uzakta iki köyde daha eğitimi sürdürerek alır...
Bin dokuz yüz otuz dokuz Erzincan depremine kadar ailesi il genelinde(Gümüşhane’nin)sayılı zenginleri arasındadır.Herkes canının derdine düşmüş iken bazı kimselerin gözü Molla Ali’nin altınında,gümüşünde,parasındadır.Molla Ali hem maddi hem manevi zenginliği ile tanınmış,Güngör’ün babasının babasıdır.Gümüşhane doğu karedeniz bölgesinde yer almakla beraber,Doğu Anadolu bölgesinin, doğa olaylarını birebir yaşamakta,yani Erzurum’da kar yağsa Rize’de üşüyorum diye başlayan Vatanın bölünmez bütünlüğünü vurgulamayı amaçlayan bu güzel sözlerin aksine, Erzincan’a kar yağarsa Güngör ’köyün de, gerçekten üşümekte,.Çünkü Güngör’lerin köyü Erzinca’nın çimen yaylası eteklerine düşmektedir..1939 yılında meydana gelen Erzincan depreminde Boğazyayla (Törnük) köyünden de Molla Ali ile birlikte tam otuz dokuz kişi göçük altında kalarak can verir,içlerinden tek Molla Ali’in cenazesini yıkanıp,kefenlenip ayrı bir mezara,diğer otuz sekiz kişi ise yıkanamadan,kefenlenmeden açılan büyükçe bir mezara topluca konur.Ağır kış şartları bu işlemlerin böyle yapılmasına sebep olur. Deprem sadece aileden bir canı almakla kalmamış,malı,mülkü,itibarı,şanı da almıştı.Molla Ali’nin ilk eşinden bir oğlu,(Mürsel onun ise iki eşinden toplam bir kız iki erkek olmak üzere üç çocuğu vardır. Güngör’ün babasının annesi(babanesi) Şiran’ın Aşağıduruçay(aşağı hozman)dan diğer iki kardeşin anneleri de yine Şiran’a bağlı İncedere(tamara) köyündendir. Mürsel kimine göre tevekkeli kimine göre ise veli bir zattır.Para ile pul ile pek işi olmaz,ona göre yetimi,öksüzü koruyup,kollamak şarttır.Halk tarafından anlatılan pek çok menkıbeleri vardır.En iyisi burada sözü sözün ustasına bırakmak, Güngör’ün kaleminden Mürsel dedeyi tanıtmak
Kurdun hakkını kurda veren adam
Kendi sürülerini otlatır
Herkes tevekkeli sanır
Meğer Mürsel dedeyi
İnsanlar yanlış tanır
Sürüyü vurur meraya
O yönelir mevlaya
Sürüye gelen kurtlar
Onu görünce geçer sıraya
Kurtlarında vardır yaşam hakkı
Mürsel dedeye göre bir koyunda onun hakkı
Kurt sürüye daldı
Sadece bir koyun ald
Mürsel dede hala namazda
Belki sünneti kılıyor belkide farzda
Namazı bitirip verdi selam
Döndü köyüne
Etmeden tek bir kelam
Koyunlara göz gezdirdi babası
Yoktu koyunların içinde en hası
Demedi oğluna topla tarağı.tası
Bir koyun için oda tutmazdı yası
Babası da molladır
Oda aynı yoldadır
Kızacak değildir
Oda ilim ehlidir
Böyle yaşamış dede Mürsel
Birde bizleri gel, gör şimdi sen
Bırak kurda vermek hakkını
Bizler önemsemeyiz kul hakkını
Molla Ali de, hem oğlu hemde torunu gibi iki evlidir,adından erzingeli diye söz ettiren ikinci eşin Mollo Ali’in ölümünün ardından ne kan bağı nede can bağı kalmıştı. altın,gümüş,akçe ne var ise toparlar, Erzincan’ın yolunu tutar.Tabi ki askerden dönen Güngör’ün babasına da sermayeden üç,beş bir şeyler kalır.Elde kalan o sermayeyle babası Celepçilik yapmaya,elinde ki sermayeyi korumaya çalışır,.Ancak nasipten fazlası olmaz hesabı,yada hesapsız kasabın elinde kalır masatı her ne dersek diyelim ,günden güne eldeki sermaye erir.Beş,on altın şurada dursun dese de Tursun(Güngör’ün babasını adıdır)her dara düştükçe bir,iki altın alıp koşunca sarrafa, hazıra dağ dayanmaz misali sermaye suyunu çeker, ailenin gençlerine gurbetin yolu gözükür teker,teker.
Dokuz yaşına kadar ailesi ile birlikte yaşayan Güngör,ailenin o yıllarını iyi gözlemlemiş,ve o yıllar bakın nasıl özetlemiş...
Kara öküz
Bir çift öküzümüz vardı
Biri sarı biri kara
Çifte koşardık ara, ara
Anlatacağım sarı değil kara
Pek gelmezdi zora
Zoru görünce kaçardı kıra
İşin yoksa git
kara öküzü ara
Gerçi rahmetli babam
Yükünü vururdu az
Yine de kara öküz
Haylaz mı haylaz
Bir yaz boyu,
Peşinden koşardık
Yine de kara öküz,
Seninle daha mutlu yaşardık
Gaz lambası
Yakardık bir zamanlar gaz lambası
Babam için önemliydi az yanması
Kolay değildi
Kış ortasında, gaz bulması
Babam
Akşamları erken yatalım derdi
Az yansın diye,
lambanın fitilini hep aşağı çekerdi
Anamın ise derdi başka
Çetik dokumak için gelmiş aşka
Böyle durumlarda da,
İdare yakmak bir bambaşka
Analığım
Karışmaz fazla
İşi olmaz
Ne lamba nede gazla
Aslında
Tüm dertler babamındır
Hem tuzu düşünür hem gazı
Bir kış boyu
Rahmetli babam zor getirir yazı
Eskiden
Böyleydi yaşam
Senin gibi kırk ampul
Yakmıyorduk paşam
Özledim...
Babamın omzunda halıdan heybe
O heybede gözü olan on bebe
On canı bakıp büyüten baba
Elinden yediğim aşı özledim
Bir çift öküzü ile birde döveni
Nasıl döndürdün sen koskoca evi
Başaramaz olsa dünyanın devi
Devlere baş tutan başı özledim
Gömleğin çıkmazdı yazın sırtından
Duyulurdu sesin dağlar ardından
Haber veren var mı sana yurdundan
Sesine ses veren arşı özledim
Ellerin nasırlı nurluydu yüzün
Sevinçle karışık yaşardın hüzün
Bir başkaydı senin baharın, güzün
Nur yüzünde hilal kaşı özledim
Celeb!iyem eğme başını eğme
Sana değseler de değene değme
Baban gibi yaşa gülerek öl be
Gözünde kuruyan yaşı özledim
Yıl bin dokuz yüz yetmiş dokuz,anne,baba bir, erkekler içinde en büyükleri olan, Güngör’ün abisi Şiran’nın Babacan köyüne bağlı, Behirge mezrasinda lkokul öğretmenliği yapmakta,hafta sonları Köyüne gelip aileyi ziyaret edip tekrar görev yaptığı köye geri dönmekteydi . Okulların açılmasına az bir süre kala,öğretmen abi yine köyüne ailesinin yanına gelir,ancak bu gelişinin sebebi, ziyaretten öte,kardeşleri içindir.Babasına seslenerek baba der, Güngör ile kız kardeşimi yanıma almayı, yanımda okutmayı düşünüyorum, ne dersiniz.Baba için bu reddedilemez bir teklif,sonradan telafisi mümkün olmayan bir fırsattı.Hem iki boğazdan kurtulacak hem kim bilir, çocukları belki daha iyi bir eğitim alma fırsatı bulacaktı.
Kaç yıl ömrüm kalmıştır ki dedi şurada,kendisinin duyacağı alçak bir sesle.Beş boğazı, yılda üç ay çalışıp dokuz ay besle.Haksız da sayılmazdı hani,evde ki nüfus sayısı üçe düşecek, belki de biraz daha az gazı,tuzu düşünecekti. yinede içten bir ah çekti..Baba içten, içe bunları düşünürken,analığının kucağına doğru hızla koşan Güngör, gitmicem ,banane gitmicem diyerek ağlamaya, analığından destek almaya çalıştı.Analığı ile annesinden daha çok vakit geçirir,analığını da annesi kadar severdi..Analığı dine yavrum (dine analığının ağız alışkanlığı yaptığı her söze başlarken kullandığı ona özgü bir söz)dine yavrum dine yavrum.Ne diyeyim kime yavrum git bir dene yavrum,olmadı köyüne dönersin yine yavrum dedi...
O arada Güngör’ün öz annesinin, sesi duyuldu. Artık herkes bir arada olduğuna göre, bir karara varılmalı,eğer karar babanın düşündüğü doğrultu da çıkarsa da ,okullar açılmadan öğretmen abi ile, öğretmenlik yaptığı mezraya biran önce uğurlanmalı, çocukların okul hazırlıklarına başlanmalıydı . Anne söze girdi,annenin fikride babayla birdi.Öğretmen abi haftaya gelebileceğini, kardeşlerini alabileceğini söyleyip evden hız bir şekilde uzaklaştı. .Güngör dokuz yıl birlikte kaldığı ailesini yazdan,yaza görebilecekti artık...
Bir hafta sanki bir gün gibi gelip geçmiş,Güngör’le, ablasının köyden ayrılacağı gün gelip çatmıştı.Sonbaharın ilk günleriydi,ahlatlar olgunlaşmamış,patatesler sökülmemiş,kuşburnular toplanmamıştı,Ağaçların hafiften sararan yaprakları sonbaharı bahane edip, ağaçları terk etmemişti henüz...
Öğretmen abi cuma günü akşam üzeri gelmiş,onca yolu yürüdüğü ve yorgun olduğu her halinden belliydi,.acele dönmesini gerektirecek bir durum da yoktu zaten.Yarın sabah erkenden çıkarız deyip, yatağına giderken,annesi çoktan hazırlıkları başlamıştı bile.Önce heybeyi doldurdu tıka,basa heybe almayınca malzemeyi (çökelik,kaymak,kuşburnu,yumurta,kete,süzme)vs sonra kumasına seslenerek patates,soğan koydukları filelerin yerini sordu...
Heybede doldu filede doldu .Nihayeti sabahta oldu. Bunca yükle iki çocukla onca yolu yaya yürümek akıl işi değildi.Hiçbir zaman eşlerinin ismin vererek çağırmayan, hatta aracısız iletişim kurmayan babanın sesiyle irkildi Güngör. Babası Güngör’e Şöyle seslendi.Söyle o küçüğüne (yani annene)ahırdan atı getirirken eğerini,gemini,samanını,yemini unutmasın.
Anne söze girdi,bende çocuklarla gider,onları yerleştirir dönerim dedi titrek bir ses tonuyla.Baba yine Güngör’e dönerek söyle o küçüğüne, fazla kalayım demesin.Daha patatesler sökülecek,hedik pişecek(hedik bulgur yapmak için kaynatılan buğday)değirmende un öğütülecek.Zaten söylenenleri duyuyordu annesi.Yine de aracısız olmazdı.
Atın kişneme sesi duyulur, duyulmaz,fileyi babası ,heybeyi ise abisi kaptı. Güngör ile ablası analığına sarılıp elini öptü. Güngör’e bakarak ablası daha sakin bir yapıya sahipti.Kapıyı çekip çıkarlarken analığı dine,yavrum dine yavrum sizleri çok seviyorum diye peşlerinden son bir kez daha seslenmeyi ihmal etmedi.Bir iki dakika kadar da babaları ile görüşüp,koklaşıp yolu çıkıldı...
Zor taşıyordu at,heybe ile fileyi,akılsız kafa yüzünden yine, ayaklar çekiyordu çileyi.Yol boyunca tabana kuvvet,hiç birisi binemedi ata evet.üstüne üstlük annenin elinde taşıdığı bir çanta da vardı..Dereler,tepeler,ormanlar,çaylar geçildi (kelkit çayı),İndören’de(seydibaba köyüne bağlı bir mezra)ında yemekler yenip çaylar içildi. İndören, Seydibaba’ya olduğu kadar Behirgeye’de yakın bir mahalleydi. Arazinin dik ve engebeli olması sebebiyle, katedilecek yolun katedilen yoldan az kalmış, olmasına rağmen, zaman açısından daha çok zamanlarını alacaktı. .Atın teri soğumuş,yemini yemiş,yola devam etme vakti gelmişti.Öğretmen abi her şey için teşekkürler kirve dedi.O gün değil ama bir süre sonra, gerçekten de O misafir olunan evin ev sahibi Güngör’ün gerçekte kirvesi olacaktı.Uzaktan bakıldığında kayanın üzerine konmuş, bir kuş misali bir yapı belirdi.Biraz daha yaklaşınca o yapının mahallenin girişinde, kayaların üzerine inşa edilmiş tek katlı,yanında lojmanı olan ilkokul olduğu anlaşıldı.Attan indirmeden yükleri,toplandı okulun önüne mahallenin büyükleri. Güngör içinden şöyle geçirdi,bu amcaların hiç birinin bıyıkları bizim köydeki amcaların bıyıklarına, benzemiyor. Hem aralarında birbirleri ile konuştukları dili de anlamıyordu..Şöyle bir gelişigüzel bakıldığında, on,on beş kadar ev gözüküyordu, Daha lojmanın kapısından içeriye adım atmaya fırsat bulamadan, mahallede ne kadar kadın,kız,genç var ise etraflarını sardı.ilkokul çağında gözüken pek birisi gözükmüyordu aralarında.O arada içlerinden bir gencin sesi duyuldu..öğretmenim bu sene ilkokul dördüncü sınıf kitaplarımı, parasını versem ilçeye gittiğinizde alabilir misiniz dedi.Tabi alırım dedi Memet.Hem ilkokul dördüncü sınıfa gittiğini hem adının memet olduğunu öğrenen Güngör şaşkınlığını gizleyemedi.Dışarıdan birisi gelip,görse abisinin öğrenci memedin ise öğretmen olduğunu düşünürdü.Tam herkes dağılacaktı ki, gelinlik çağında olabileceği izlenimi veren, adının Suna olduğunu sonradan abisinden öğrendiği,Suna girdi söze, bu sene de, beşinci sınıfları siz mi okutacaksınız öğretmenim.,Benden başka öğretmen mi var dedi, öğretmen abi Suna’ya dönerek. Atı yakında ki bir komşunun ahırına bağlayıp,hep beraber lojmanın kapısından içeri girildi...
Elektrik ilçe ve ilçeye yakın birkaç köyde dışında, henüz hiç bir köyde yoktu.Gaz lambası ışığında bir şeyler atıştırıp, abi odasında ki somyada ,diğerleri de yere serdikleri yün döşeğinde uyuyakaldılar.Sabah günlerden pazar idi.Anneleri onlardan önce, kalkıp çayı demledi.Sonra çay hazır hadi kalkın diye seslendi.Sofrada Güngör’ün o günden önce hiç görmediği,hiç tatmadığı yiyecekler vardı sofrada.(zeytin,helva,salam,sucuk)vs birde annesinin köyden getirdiği süt ürünleri(kaymak,süzme,çöçelik,)vs olunca mükellef bir kahvaltı sofrası kurulmuş oluyordu.Sıra ile ibrikten su dökülerek eller,yüzler yıkandı.Aynı havlu ile tek,tek eller,yüzler kurulandı.Sofraya büyük bir iştahla oturuldu.Pazartesi anne atı da alıp köye dönecek,abi ise ilçeyi gidip kardeşlerinin okul ihtiyaçlarını alacaktı.(önlük,yakalık,kalem,defter)vs Mahalleye pazartesi ve perşembe günleri genelde, Babacan köyünden yolcu minibüsü iner ,yolcuları alır ilçeye(şiran)götürür akşam da yine getirip bırakırdı.Minibüsün sahibi Güngör’ün abisini çok sever,hiç yolcusu olmasa dahi, Güngör’ün abisi için.hiç düşünmeden hiç üşenmeden yine gelirdi.O yıllarda yokluktan mıdır bilinmez araçlarda insanlar gibi, insanın gözüne şirin gözükürdü,Minibüsü gelin gibi süslerdi,Babacanlı Muzaffer dayı.Pazar günü,anneleri bir dakika dur,durak bilmeden evi,barkı sildi,süpürdü.Karanlık çökmeden bütün işlerini bitirdi.Atın yemini,suyunu komşu karşıladı.İki günde iki ayrı ayrılık yaşanmış,artık Güngör ile ablası abiye emanetti...
O yıl abla ilkokul beşinci sınıfa, Güngör ise ilkokul üçüncü sınıfa devam edecek,Her ikisinin sınıf öğretmeni de abileri idi. Abla o yıl ilkokuldan mezun olacak,Güngör ise dördüncü sınıf ile beşinci sınıfı, abisinin tayinini istediği Aşağı Duruçay(hozman)da yine abinin yanında kalarak okuluna devam edecekti. ıBehirge’’de, o güne kadar görmediği itabarı ve iltifatı gören Güngör hayatından pek memnundu.Dillere destan sünnet düğünü yapılmış, .Köyden gelirken uğradıkları indören mezrasından Sadık kirve Güngör’ün kirvesi olmuştu. Sadık kirve geçekten de adı gibi sadık bir insandı.Oğlu,kızı,eşi Güngör’ü çok seviyor yere,göğe sığdıramıyorlardı..Özellikle Kürt ve alevi kökenli yurttaşların kirveye yükledikleri anlam biz türk ve sünni kökenli yurttaşlar gibi değildi.Onlar kirveyi ailenin bir ferdi gibi görür,.kirvesinin sevincini kendi sevinci,derdini kendi derdi gibi görürdü.Yeri gelmişken ilk gün Güngör’ün bu amcaların bıyıkları bizim köydeki amcalarının bıyıklarından neden farklı sorusunun cevabını da vermiş olalım.Sadık kirve gibi dost için canını veren o canlarda Kürt ve alevi kökenli yurttaşlardı..
Ekmek,aşta olan bereket, o yıllarda zaman kavramı için de geçerliydi .Yıllar aylar gibi, aylar haftalar gibi, haftalar günler gibi,ışık hızıyla gelip geçmiyor günler gün gibi haftalar hafta gibi aylar ay gibi yıllarda yıl gibi yaşanıyor, yaşayanlar her anı dolu,dolu yaşayarak yaşlanıyordu.
Eylül ayının ortasında açılan okullar, Mayıs ayının ortası gibi kapanırdı,. Güngör’ün dokuz ay kaldığı behirgede abisinin evinde yattığı geceler parmakların sayısını geçmezdi.Her okul çıkışı bir öğrenci kolundan yapışıp bu akşam bizde kalalım diye ısrar eder,Güngör’de arkadaşlarını kıramaz her akşam bir arkadaşının evinde kalır,sabah birlikte okula gelinirdi .Hangi gün kime gidileceğini günler önceden belirlenirdi. Hafta sonları adres zaten belliydi.Sadık kirveye genelde hep birlikte gidilirdi.Yıl sonu yaklaşmış abisinin tayini,, isteği üzere Şiran’ın Aşağı Dururçay(aşağı hozman) köyüne çıkmıştı .Behirge’de beyler gibi bir yıl geçirmiş,yıl sonunda abisinin elinden aldığı pekiyi,pekiyi dolu karnesini alıp,Eylülde görüşmek üzere deyip, ablası ile birlikte tekrar köyüne ailesinin yanına gitmek üzere köyünün yolunu tutmuştu Güngör...
çalışıldı
Yıl 1980, aylardan Eylül okulların açılmasına birkaç gün vardı. Hem ülkenin hem Güngör’ün hem de tüm ailenin kaderinin sil baştan, değişeceği yıl işte bu yıl olmuştu..12 eylül 1980 askeri darbenin arifesinde, köyden kapı komşuları ve amcazadeleri olan bir kızı alıp kaçmış, nikahı da aynı gün basmıştı öğretmen abi .O nikah işlemlerini sürdürürken, köyde bir velveledir kopar.Kızın babası Almaya’da, yaşamakta olup,kız amcalarının yanında kalmaktadır. Bu olay hem emaneti koruyamadık düşüncesi, hem de kabadayılığın verdiği kabalıkla, babalık rolüne soyunan gençliğinde adını, duyanların ayaklarının titrediği,Dur dan, sustan anlamayan,Durbaba(lakabı yado)ilk günden harekete geçer,İlk hedef olarak da, bir zamanlar kendisini borcundan,feraha eriştirip,sıkıntılarından kurtaran, tek silahı abdest olan efendiler efendisi Güngör’ün babası DURSUN(kimlikte Tursun)efendiyi seçer.Dursun efendi, harmanda alnından akan teri süzülürken ak sakalından.,Yado, bir hışımla yanında belirir.Sakalından tutar tutmaz aynı anda tokatı suratına indirir. O tokat aslında Dursun efendinin suratına değil fıtratına atılmış bir tokattır.Yedi yıl bir fiil sürecek zulmün ilk ateşi yakılmış, zalimler, zulümlerini günden, güne artırarak sürdürmüştü..İlçeye giden araçlar, Yadoların kapının önünde kalkardı.Korkunun ecele bir faydası yoktu.İlk dayağı, Güngör’ün babası yemiş, ikinci sırada ise on yaşında olan Güngör vardı.Mümkün mertebe onlara gözükmeden işler halledilmeye çalışılır,.Onlar ise tam tersine her an her yerde onları gözetlemeye çalışırlardı..Güngör ürkek adımlarla, ilçeye gidecek araca yaklaşmıştı ki,beline inen demir kürekle sarsıldı. .Yado’nun karısı Feriz’a üstlenmişti bu görevi bu kez..bir kürek vurup bırakmadı peşini, beş,altı kürek ardı ardına Güngör’ün sırtına inip kalktı.Yıllar sonra Güngör’den helalık isteyecek, Güngör’de hakkını Yadonun karısına helal edecekti Güngör,de sırasını savmıştı.Acaba şimdi sıra kime gelmişti.Sadece dayakla kalınsaydı keşke, ağaçlar kesiliyor ekili araziler de hayvanlar otlatılıyor,her türlü zarar,ziyan için her türlü yol deneniyordu.Hiç bir Allah’ın kulu da bu yaptığınız ayıptır,günahtır demiyordu.
Okullar açılalı bir haftayı geçmişti bile,olayların biraz yatışmasını bekleyen Güngör, artık gitmek zorunda olduğunu,derslerinden geri kaldığını belirterek, yeni bir köye yeni bir okula yeni bir öğretmene ve ailesine katılmış olan yengesini görecek olmanın verdiği heyecanla, yollara düşmüştü.Aşağı Duruçay (hozman)köyüne yabancı sayılmazdı Güngör.Baba bir olan ablalarından birisi de O köyde evli olduğundan,en azından bir,iki kez gidip,görmüşlüğü var idi.
Aşağı Duruçay köyünün arazisi düz ovada,evleri ise karşılıklı iki yamaca yaslanmış, Şiran’ın büyük köyleri arasında sayabilecek bir köydü.. Kelkit çayı araziye can verirken,elma bahçeleri süslüyordu köyün etrafını.
Köy okulunun tek lojmanı vardı.O lojmanda da okulun hem müdürü hemde o güne kadar köyün tek öğretmeni olan Temel öğretmen oturuyordu.Hem o yıl bir Güngör’ün abisi değil, Çankırı’lı bir öğretmen daha tayin edilmişti.Neyse ki köyde bir boş ev bulunmuş, üç,beş eşya da eve dizilmişti..Hem okulu da pek uzak sayılmazdı tutulan ev. Güngör’ün yengesi de abisi gibi kısa boylu ,yengesi esmer ,abisi ise buğday tenliydi. Yenge dış görünüş olarak birine benzetmek gerekirse, Türk sinemasının Hafize anasına benziyordu.Ancak Hafize ana kadar hoşgörülü olduğu söylenemezdi.Ya yaradılış gereği yada yaşatılan acıların,sancıların dışa vurumu densin,çok sinirli bir insan olduğu gerçeğini değiştirmeyecekti.Biz burada objektif bir gözle kişileri değil, olayları irdelemeye çalışan bir elçiyiz, ne kimselerin uşağı ne kimselere bekçiyiz.Biz sanatı,sanat için değil,yaşanan hayat için yapan birer emekçiyiz. .Güngör ortaokula başlayana kadar gece uykusun da altını ıslatırdı.Yengesinden önce, bundan dolayı, ne kimse ona kızar nede yüzüne vurup utandırırdı.Bazen yattığı yatağa naylon açılır,bazen de geceleri sık,sık uyandırılıp çişinin olup,olmadığı sorulurdu.İlk günlerde bu konuları pek sorun yapmadı yengesi.Gün çektikçe biraz,biraz yükselmeye başladı sesi.Kendisine göre belki de haklıydı.Anası,babası hayatta olan bir çocuğun sidiğini yengesi yıkamak zorunda değil. Güngör için de kuru ekmek ,soğan yemek sorun değildi.Hem Yado’nun korkusu hem Güngör’ün sidik kokusu,yengesi için çekilecek dert değildi doğrusu.Olaylara iyice girmeden önce yengenin uyguladığı şiddetin Güngör’e özel bir durum olmadığını,özbeöz çocuklarına da aynı şekilde davrandığını, bilmeyen bir Allah’ın kulu yoktu. ...
Allah için söylemek gerekirse, şiddeti kadar hizmeti de vardır yengenin Güngör’ üzerinde.Aşağı Duruçay köyü (hozman)şiran’ın büyük köylerinden biri olmasına rağmen, bu köye de henüz elektrik verilmemişti. .Güngör’e banyo yaptırabilmek için, sobayı yakar,suyu ısıtır,teştin (büyükçe bir leğen)sırtını gıcır,gıcır sırtını keseler, keselerken şöyle derdi.Şu kollara bak şu kollara, gören olsa derki, bu çocuğa bunlar ekmek vermiyor mu acaba Aslında içten içe de seviyordu da Güngör’ü sanki...
Güngör yengesini suçlayamıyor,suçlamak için, bir sebep de bulamıyordu.Her hafta olmasa da,her on beş günde bir, annesi köyden yanlarına gelirken,evde ne bulursa, köy ekmeği de içinde olmak üzere peynirinden,süzmesinden,kaymağından,yumurtasından tüm nevaleyi sırtlanıp yengenin evine getiriyor.O yetmiyor kaldığı birkaç gün içinde de Aşağı Duruçay (hozman)ın dağlarından, kışa hazırlık olsun diye sırtında odun taşıyordu.Madem senin getirdiğini yeyip madem senin getirdiğini yakacaktı da bu çocuklar da, o halde ne işleri vardı bu çocukların yengelerinin yanında... ..
Buraya kadar olan bölümler okunup düzenlenmiştir,
Günler haftaları,haftalar ayları,aylar yılları kovalaya dursun,bir daha Behirge’de geçirdiğin o güzel günleri zor bulursun diye geçirdi içinden Güngör.Behirge’de birlikte kaldığı ablası,henüz yanlarına gelmemişti.onunda eli kulağındadır, bugüne ,yarına gelirdi..Gelmesi keyfe keder değil,alnına yazılmış bir kaderdi artık.Çünkü yengeleri ev sahiplerinin halı dokuyan kızlarından halı dokumayı öğrenmiş,öğrenir öğrenmez de,abileri Niksar’ın(Tokat)yolunu tutmuş,halı tezgahını çoktan getirip iki odalı evin bir odasına kurmuştu.Halı (hereke halısı yün)tek bir kişi ile dokunacak değildi.Altı metre kare bir halıya,üç kişi ile günde on sekiz sıra örmek kaydıyla,dört ayda tezgahtan inmekte,bunu bu işlerle uğraşan herkes bilmektedir.Bu yüzden ablanın yanlarına gelmesi şarttı.Aylardan ya Şubat yada Marttı.Aranan kan bulunmuş,gelin,görümce halının başına kurulmuştu.Yengeleri Güngör’e davrandığı gibi,ablaya davranmazdı. Yengesine göre abla uysal,Güngör ise hem şımarık hem yaramazdı. Oysa Güngör’ün tek yaramazlığı birilerinin onun varlığını farkına varması, biraz sevgi biraz şefkat göstermesiydi.Üst kattta ki kirkit sesleri(kirkit halıda atılan sırayı sıkıştırmak için demirden el büyüklüğünde bir alet)alt kattaki kirkit seslerine karışıyor.İki komşu halıya ilmek atma konusunda birbirleri ile yarışıyordu.Üstüne elzem olmayan işlere, neden karışıyordu Güngör. Bir gün bir okul çıkışı, eve döndüğünde,dur dedi şu halıya bir ilmekte ben atayım.O attığı ilmek bitmedi bilmek...
O günden sonra derslerine odaklanmak yerine, halı dokumaya odaklanır,yatana kadar da halı dokurdu Güngör’.Hem okulunu asmaz ,hem okul çıkışı bir kış boyu asılı halının başından kalkamazdı.Halı tezgahı, akşam üçten sonra üçlenmiş, ,Yaza doğru,Yazgül adında bir kızın gelmesi ile daha da güçlenmişti.Halı dokuyor diye,yengenin Güngör’e karşı olan tavrında herhangi bir değişiklik olmamış,,bilakis sözlü şiddetin yerini yavaştan,yavaştan dayak alıyordu., .Bir sabah altını ıslattı diyerek, bir akşam halıyı mahvetti diyerek dövüyordu yengesi Güngör’ü. Abinin merhameti kadar yengesinin nefreti baş gösteriyordu .Abileri okul çıkışları öğretmenler ve öğrencilerle top yapmaya giderken, Güngör arkalarından hayranlıkla bakar,keşke bende o halıya attığım o ilk ilmeği atmasaydım da,bende onlarla gidip top oynayabilseydim diye kendi,kendine.söylenip dururdu..Bir gün yine o kadar top oynama isteği duydu ki içten içe,bir türlü karşı koyamadı bu isteğe.Her şeyi göze alarak,.Halının kirkitini yengesinden habersiz bir yere saklayarak, .o gün top oynamaya gider.Karanlık çökmek üzeredir.Gelen kirkit sesleri üst kat komşudan değil,Güngör’lerin alt kattan geliyordu.Yıllar sonra yakalanacağı hastalığın habercisi midir bilinmez,Güngör’ün ayakları da elleri titremeye başlamıştı.Kapıyı çaldı,kendisini az geriye aldı.Kapı açıldı hızla,ne abi karşıladı nede karşılaştı evdeki iki kızla.İçeriye adımı atar atmaz kendisini yerde bulmuştu,Bu sefer kafasına ne ile nasıl vurmuştu farkına bile varamamıştı..Yengesi bir boksör gibi hep can alıcı ve can acıtıcı bölgelere çalışırdı,Amacı çok uğraş vermeden işi bitirmek elinde olan işine biran önce geri dönebilmekti. Güngör ilk kez dayaktan bayılmış,abla da ilk kez yengesine ağzına geleni saymıştı. Ne dedi yani öldürecek misin çocuğu,sahipsiz mi sandın,sen onu,sen nasıl bir insansın gibi laflar etti. Güngör yavaş,yavaş ayılıyordu ki,abileri o anda kapıdan içeriye girdi.Yine neler oluyor burada dedi,hesap sorar bir ses tonuyla. Yengeleri gibi her şeye her an öfke patlaması yaşamayan abinin öfkelendiği zamanda, öfkelendirenin, vay haline idi.Olacakların farkındaydı Güngör. abi dedi, birden başım döndü,Kafamı yere vurunca yengemler de halı dokumayı bırakıp bana döndü. yengeleri az bir farkla, bir kez daha yine direkten dönmüş,feci bir dayak yemekten yaramaz dediği Güngör sayesinde kurtarmıştı...
Değişmeyen tek şey değişimdi.Ancak değişen ne yengesinin huyu nede Güngör’ün talihi olmuştu, Aliye nur topu gibi bir kız çocuğu katılmış,birde abinin öğretmenlik yaptığı köyden yine Şiran’ın başka bir köyüne çıkan tayini olmuştu. Güngör her şeye rağmen ilkokul diplomasını pekiyi derece ile almış,yine abisi birlikte ile Seydiba köyünün yolunu tutmuştu. Seydibaba köyü Göngör’lerin köyüne komşu bir köy olup,birçok akrabasıyla birlikte iki ablasının da evli olduğu bir köydür.Köyün köklü tarihi ile beraber, ziyaretçi alan ziyareti(yatırı)hemde görenlerin hayranlığını gizleyemediği kayaların içinden fışkıran,sanki kayadan daha sert kalpli insanlara bir şeyler haykıran bir şelalesi vardı.Yarım kalan halı, okulun iki lojmanından birine getirilip asılmış,kaldığınız yerden devam diyerek zile basılmıştır. Güngör ’ü ortaokulu göndermek için bir düşünce dahi belirmemiş,ilkokuldan sonra iki yıl bir fiil bazen halı dokuyarak bazen yazları ailesinin yanına gidip,gelmekle geçmiş,öğretmen olma hayalleri suya düşmüştü.İki yılın ardından yan lojmanda oturan ve aynı köyde öğretmenlik yapan Mehmet öğretmen bir akşam abisine oturmaya gelir,konu ,konuyu açar,Mehmet öğretmen bu yıl Kelkit’te yatılı bölge okulu sınavı olduğunu,oğlu Hakan’ın sınava girmek için başvurduğunu baş vuların devam ettiğini,isterlerse Güngör’ün de baş vurabileceğini söyledi.ilkokuldan sonra iki yıl ara vermiş bir öğrencinin sınav kazanabilmesi çokta olası bir durum değildi.Yine de aileye bir yük yüklemiyor,Güngör’de zaten kimseden bir şeyler yapmasını beklemiyordu.Beklese de dahi beklentilerinin karşılanmayacağını adı gibi biliyor,oda Hakan’la beraber aynı köyden birçok öğrenciyle birlikte o sınava bir umut diyerek giriyordu. Güngör’ün kazanabileceğini kimse tarafından beklenmiyor,Doğrusu söylemek gerekirse Güngör’ün kendisi dahi beklemiyordu.
Sınav sonuçları açıklanmış,Kazanan çocukların isimleri okulun camına asılmıştı.O güne kadar aferin sende şuna başardın diyen biri olmadığı için Güngör’e ,okulun camındaki listeye bakmaya dahi çekiniyor,kendisini camdan bir adım geriye çekiyordu. Hakan çoktan bakmıştı bile listeye, kendisi ile beraber kendi köylerinden birkaç kişinin sınavı kazanabildiğini,sınavı kazanalar arasında Güngör’ün de olduğunu çoktan yaymıştı etrafa...
Şair Ettiniz
Beni bana hiç mi hiç sormadınız
Her ne yapsam hayra yormadınız
Ahmet,Mehmet hala bak adınız
Zorlayarak beni şair ettiniz
Her neye el atsam olmaz dediniz
Ben sizi gözledim sizler yediniz
Çıksın ya karşıma en efendiniz
Horlayarak beni şair ettiniz
Olmadı düş diyen hadi ardıma
En zengin çağırdı yine yardıma
Bedelsiz askerdim kendi adıma
Sömürerek beni şair ettiniz
Tüm dünya sizindi ben neden vardım
Açıp ellerimi, hakk’a yalvardım
Edeceksen sen et sen bana yardım
Aklayarak beni şair ettiniz
Deli miydim ki ben verdiniz akıl
Bul para dediniz gel bize takıl
Görmediniz layık bana bir çakıl
Kınayarak beni şair ettiniz
Avladın beni çıkmadan ava
Çektiniz her yönden her an sınava
Adem’denim dedim anamdır Havva
Sınayarak beni şair ettiniz
Celeb’iyim çıkar bunları cepten
Medet desin hepsi medet Celep’ten
Yıkılsın dünyası yok olsun hepten
Üzülerek beni,şair ettiniz
Böylelikle 1984 ile 1987 yılları arası üç yıl sürecek olan,Güngör’ün yatılı olarak okuyacağı ortaokullar yılları başlamış oluyor,Üç yılda üç kez dahi ziyaret edilmeden okumaya çalışıyordu.Tüm masrafları okul tarafından karşılanıyor,hafta sonları arkadaşlarının gelen ziyaretçilerini kendi ziyaretçisi gibi karşılıyordu. Seydibaba köyünden gelen ailelerin bir çoğunu Güngör,bir çoğuda Güngör’ü önceden tanıyordu zaten.Belki bir çoğu da yakından olmasa bile uzaktan akrabalık bağı bile vardı.Ortaokul birinci sınıfta iken Güngör’ün babası köyde rahatsızlanmış,baba bir olan ve ailenin erkekler içinde en büyükleri olan abisi köye gelerek babayı alıp,tedavi ettirmek üzre İstanbul’la götürürken,babanın isteği üzerine Kelkit’te okuyan Güngör’ün yanına uğranılmış. Güngör’ün bir daha da göremeyeceği babası göz yaşları içinde İstanbul’a uğurlanmıştı.
İlkokulda olduğu gibi, ortaokulda da başarılı bir öğrenci olan Güngör, bazı derslerde ise göz dolduruyor(türkçe,sosyal bilgiler,almanca )gibi.Öğretmenlerinin sık,sık övgüsüne mazhar oluyor,şiir yazmak gibi ona özgü bu yetenekle de diğer öğrencilerden ayrılıyordu.
Ortaokul son sınıfa gelinmiş,herkes kendine göre lise eğitimi için planlar yapıyor, almanca öğretmeni Güngör’ün Heybeliada deniz harp okuluna gitmesini çok istiyor,kim bilir askeri üniformanın ona göre,Güngör’e nede çok yakışabileceğini düşünüyordu. ortaokul son sınıfta hem sevinci hem hüznü birlikte yaşayacak,ilkokuldan sonra iki yıl ara verip ortaokulu gitme şansı bulan Güngör, lise ve üniversite okuma şansını ancak otuz yıl sonra yakalayacak,elli yaşında lisan diploması alacaktı.(anadolu üniversitesi açık öğretim fakültesi kamu yönetimi)
Ortaokul son sınıfta 24 Kasım öğretmenler günü münasebetiyle ilçe ve il bazında okullar arası şiir yarışması düzenlenmiş,her bir öğrenciye de bir şiir yazma mecburiyeti getirilmişti.Sınıfta kaç kişi var ise hepsi Güngör’e koşmuş Güngör’de sınıfta ki her öğrenciye bir şiir yazmıştı.Ancak kendi adına şiir yazmamış,bunu da türkçe öğretmenleri Naci Fenerli anında fark etmiş.Bir öğrenci göndererek Güngör’ü öğretmenler odasına çağırtmıştı.Biliyorum ki dedi,bütün sınıfın şiirini sen yazdın.Yazdığın onlarca şiirlerin birinde de bari olsun senin adın.Sana bir saat mühlet,bir saate kadara şiirini yaz ve getirip teslim et.Bir saat bile sürmemiş şiir tamamlanmıştı.
Öğretmenim
Karanlık günlere ışık tutan
Cehaleti,cesaret,ilim,irfanla yutan
Bizlere bilgi verip hayata atan
Benim güzel öğretmenim
Verdiğin bilgilerle daha coşarız
Karanlığı yutar aydınlığa koşarız
Yurt için,millet için,yarın için yaşarız
Sayende ve seninle birlikte öğretmenim
Verdiğin bilgiler herkese yeter
Öğretmensiz bu vatan kül olur tüter
Millet cehalete düşer acılar çeker
Sen bize önder ol gel öğretmenim
Öğretmenlik mesleği en güzel meslek
İlimdir,irfandır ona tek destek
Cehalet vatana,millete köstek
Beraberce aşalım engeli öğretmenim
Güngör sözlerini burda bağladı
İlmi,fennin deryasını boyladı
öğretmensiz yurda herkes ağladı
Sen bizleri güldür gel öğretmenim
Şiirler yarışmaya gönderilmiş,dereceye girenlerde çoktan belli olmuştu bile .Okul idaresi biliyor,ancak öğrencilerin bundan haberi yoktu.Bir sabah okul müdürü Ömer Gül Güngör’ü müdür odasına çağırır,evlat yarın sabah ile (Gümüşhane)ye gideceksin der.Neden hocam demesine izin vermeden,müdür bey söze devam eder.Öğretmen günü için yazmış olduğun şiir ilçe(Kelkit) genelinde birinci, il genelinde ise ikinci seçildi.Ödül törenine katılıp hem şiirini okuyacak,hemde ödülün alacaksın dedi.
O günün gecesi Güngör’ü bir türlü uyku tutmamış,kurduğu türlü,türlü hayaller onu sabaha kadar uyutmamıştı. sabah ezanı ile yatağından kalktı,bir süre etrafına baktı,okulun her yıl verdiği lacivert takım elbisesini giyinip,akşamdan arkadaşına bağlattığı kıravatını taktı, arkadaşları uykuda iken o Gümüşhane’inin yolunu tuttu.Ödül töreni akşam altıda başlıyordu,o saate kadar ne yapmalı diye azcık kafa yordu Güngör
Öncelikle akşam olacak olan ödül töreninin yerini sorup öğrendi.Sonra cadde boyu amaçsız adımlarla yavaş,yavaş yürümeye koyuldu.Dağların avucundaki şehrin cadde ve sokaklarını kısa bir turla bitirmiş .Harşit çayının kenarında bulanan bir çay bahçesine oturup,garsondan bir kuşburnu çayı birde varsa eğer,bir kalem ile bir kağıt istedi.Çayı beraber, ili için yazdığı şiiri de bitmişti.
Gümüşhane’m
Çoğu bilmez adını
Bilen bilir tadını
Erkeği,kadını
Mert Gümüşhane’m
Kelkit,Şiran,Köse’n
En güzelisin sen
Ilık,ılık esen
Rüzgarı hoş Gümüşhane’m
Torul’un,Kürtün’ün
Temizdir sicilin,kütüğün
Olmaz kimseye kötülüğün
İyilik sever dost Gümüşhane’m
Ödül tören saati yaklaşmış,daha önceden sorup öğrendiği adrese doğru yönelmişti GÜNGÖR.Salonun girişinden kalabalık olduğu,anlaşılıyor,salona girebilmek ve oturacak bir yer bulabilmek için herkes hızlı,hızlı koşuşuyordu.Protokolde (il milli eğitim müd,belediye başkanı,vali) ve diğer mülki erkan var idi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.