- 274 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KUDDUSİ, Tarik-ul Kur'an Tefsiri (KÂF) -Tamamı-
KUDDUSİ, Tarik-ul Kur’an Tefsiri
KÂF SÛRESİ
Mekke’de inmiştir. 45 ayettir.
Ona Basikat (الباسقات - üstün olmak, galib gelmek) suresi de denir, el - Avfi ve diğerleri İbn Abbâs’tan onun Mekki olduğunu rivayet etmişlerdir. Hasen, Mücâhid, İkrime, Katâde ve cumhûr da böyle demişlerdir.
İbn Abbâs ile Katâde’den onda bir âyet Medeni olduğu nakledilmiştir, o da: {{...وَلَقَدْ خَلَقْنَاٱلسَّمَـٰوَاتِ وَٱلاْرْضَ}} 38. ayettir.
قال رسول اللّه (صلى اللّه عليه وسلم):
(من قرأ سورة, ق، هوّن اللّه عليه تارات الموت،وسكراته).
Kim kaf suresini okursa;
Allah onun ölümün acılarını ve sarhoşluğunu hafifletir.
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
1-ق وَالْقُرْآنِ الْمَجِيدِ
"Kaf. O şerefli Kur’ân’a yemin olsun."
{ق}, قرأ الجمهور: "بإسكان الفاء". وقرأ أبو عبد الرحمن السلمي، وأبو المتوكل، وأبو رجاء، وأبو الجوزاء، "قاف بنصب الفاء". وقرأ أبو رزين، وقتادة، "قاف برفع الفاء". وقرأ الحسن، وأبو عمران، "قاف بكسر الفاء"
Mukattaa harfleri hakkında Bakara suresinin başında gerekli izahat verilecektir.
Burada ise Kaf kelimesi hakkında özellikle şu görüşler zikredilmiştir.
Abdullah b. Abbas (radiyallahu anh), Kaf, Nun vb. harflerin, Allahü teâlânın isimlerinden olduklarını ve bu isimleriyle yemin ettiğini söylemişlerdir.
Katade ise Kaf kelimesinin, Kur’an’ın isimlerinden biri olduğunu söylemiştir. Diğer bir kısım âlimler ise "Kafin, yeryüzünü kuşatan bir dağ olduğunu söylemişlerdir.
Kur’ân’a Mecîd denilmesi, sân ve şerefi, diğer semavî kitaplardan daha yüksek olmasından dolayıdır. Yahut Mecîd (lutf-u keremi bol) olan Allah’ın kelâmı, olmasından dolayıdır. Yahut Kur’ân’ın mânâlarını anlayıp muhtevasıyla amel eden kimsenin Allah katında da, insanlar yanında da şeref kazanacak olmasındandır.
Diğer bir görüşe göre ise bu kelâmın takdirî şöyledir: Mecîd olan Kur’ân’a yemin olsun ki, hiç şüphesiz sen gerçek bir uyarıcısın, peygambersin. O kâfirler ise, onda şüpheye düştüler; sonra da ondan yüz çevirdiler.
Başka bir görüşe göre de, yani onların îmândan imtina etmelerinin sebebi Kur’ân’ın şanlı ve şerefli bir kitap olmamasından dolayı değil, fakat inkârları, cehalederinden kaynaklanmaktadır.
İmam Gazalî rahimehullah şöyle der: ”Mecîd; zâtı şerefli, işleri güzel, ihsan ve keremi bol demektir. Zâtı şerefli olana bir de iş güzelliği eklenince artık o mecîd adını alır. Buna mâcid de denilir ama mecîd daha çok mübalâğaya işaret eder."
2-بَلْ عَجِبُوا أَن جَاءهُمْ مُنذِرٌ مِّنْهُمْ فَقَالَ الْكَافِرُونَ هَذَا شَيْءٌ عَجِيبٌ
"Bilakis onlar içlerinden kendilerine bir uyarıcı gelmesine şaştılar. Kâfirler: Bu, şaşılacak bir şeydir dediler."
Ey Rasûlüm, kavminden müşrik olanların seni yalanlamaları, senin doğru söylediğini ve hak peygamber olduğunu bilmediklerinden değil, kendilerinden olan bir insanın, Allah tarafından uyarıcı olarak gönderilmiş olmasına şaşmalarındandir. Onlar, Allah’ın elçisinin ancak bir melek olacağını zannetmektedirler. Sen onlara peygamber olarak gelince, onlardan kâfir olanlar: "İçimizden bir insanın peygamber olarak gönderilmesi, şaşılacak bir şeydir." dediler.
الماوردي; {فَقَالَ الْكَافِرُونَ هَذَا شَيءٌ عَجِيبٌ } فيه ثلاثة أوجه :
أحدها : أنهم عجبوا أن دعوا إلى إله واحد ، قاله قتادة .
الثاني : عجبوا أن جاءهم منذر منهم ، من قبل اللّه تعالى .
الثالث : أنهم عجبوا من إنذارهم بالبعث والنشور .
"Tek bir Tanrı’ya yalvarmaları gerektiğine şaşırdılar."
"Kendilerinden (kendi cinsinden, kendi nevinden), Cenab-ı Hak tarafından bir uyarıcının gelmesine şaşırdılar."
"Diriliş ve dirilişle ilgili uyarıları karşısında hayrete düşüp şaşırdılar."
3-أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا ذَلِكَ رَجْعٌ بَعِيدٌ
"Biz öldükten ve toprak olduktan sonra mı (diriltileceğiz)?
Bu uzak bir dönüştür."
Onlar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in peygamber oluşuna şaştıklarını ortaya koydukları gibi, söyledikleri şeyleri de akıldan uzak gördüklerini ortaya koymuşlardır. Bu tıpkı Hak teâlâ’nın onlardan naklen, "Dediler ki: قَالُوا مَا هَذَا إِلَّا رَجُلٌ يُرِيدُ أَن يَصُدَّكُمْ عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ آبَاؤُكُمْ وَقَالُوا مَا هَذَا إِلَّا إِفْكٌ مُّفْتَرًى "Bu, atalarımızın tapmak’ta devam ettikleri (putlardan) sizi mütemadiyen vazgeçirmek isteyen bir adamdan başkası değildir. Bu (Kur’ân), düzülüp uydurulmuş bir iftiradan başkası değildir" (Sebe, 43) diye haber vermesi gibidir.
Bu âyeti kerimenin başındaki ”hemze" inkâr içindir. ”Biz döndürülmeyiz, diriltilmeyiz," demektir.
Bu, (ihtimalden) çok uzak bir dönüştür.’ dediler. Buradaki uzaklıktan maksat, vehimden, âdetten, imkândan ve doğruluktan uzak olması olabilir. Yani, bizim toprağımızı diğer topraktan ayırmak mümkün olmadığı için, diriltilme olayı gerçekleşecek değildir, anlamınadır.
4-قَدْ عَلِمْنَا مَا تَنقُصُ الْأَرْضُ مِنْهُمْ وَعِندَنَا كِتَابٌ حَفِيظٌ
"Biz toprağın onlardan neyi eksilttiğini kesinlikle bilmekteyiz. Yanımızda o bilgileri koruyan bir kitap vardır."
"Biz toprağın onlardan neyi eksilttiğini kesinlikle bilmekteyiz."
Bu onların dirilişi uzak görmelerine cevaptır. Çünkü ilmi dakik olan ve yerin ölülerin cesetlerinden neleri eksilttiğini, onların etlerinden ve kemiklerinden neleri yediğini bilen zât, elbette onları oldukları gibi diri olarak geri döndürmeye kâdirdir.
Âyeti kerimede: ”Toprağın onları eksilttiği" değil de, ”toprağın onlardan neyi eksilttiği.." denildi. Çünkü toprak, kuyruk kemiğini çürütmez. O insanların bedenleri için tohum gibidir. Nitekim Peygamber Efendimiz (aleyhi salatü ve sellem) bir haadisi şerifte; كل ابن آدم يبلى إلا عجب الذنب " "insanın her şeyi çürür; yalnız kuyruk kemiği çürümez.
es-Süddî: Buradaki "eksiltmekten kasıt ölümdür. Yüce Allah: Biz, onlardan kimlerin öldüğünü, kimlerin hayatta kaldığını bilimişizdir. Çünkü ölen kimse defnedilir. Sanki bununla yeryüzünden insanlar eksilmiş gibi olmaktadır.
İbn Abbâs’tan da şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Kasıt, müşrikler arasından İslâm’a giren kimselerdir.
"Yanımızda" onların sayılarını ve isimlerini "çok İyi tesbit eden bir kitab da vardır."
Bunun Levh-i Mahfuz olduğu da söylenmiştir. Levh-i Mahfuz da şeytanlardan korunması yahut herşeyin onda korunmuş (tesbit edilmiş) olmasından ötürü bu ismi almıştır.
تفسير الماوردي
قوله عز وجل : { قَدْ عَلمْنَا مَا تَنقُصُ الأَرْضُ مِنْهُم } فيه وجهان :
أحدهما : من يموت منهم ، قاله قتادة .
الثاني : يعني ما تأكله الأرض من لحومهم وتبليه من عظامهم ، قاله الضحاك .
{ وَعِندَنَا كِتَابٌ حَفِيظٌ } يعني اللوح المحفوظ . وفي حفيظ وجهان :
أحدهما : حفيظ لأعمالهم .
الثاني : لما يأكله التراب من لحومهم وأبدانهم وهو الذي تنقصه الأرض منهم .
"Biz toprağın onlardan neyi eksilttiğini kesinlikle bilmekteyiz.
Bunda iki görüş vardır.
1-onlardan kimin öldüğünü,
2-Yerin onların etlerinden neyi yediğini (eksiltiğini) ve kemiklerini nasıl çürüttüğünü biliriz.
"Yanımızda o bilgileri koruyan bir kitap vardır."(Levh-i Mhfuz)"
bunda da iki görüş vardır.
1- Amellerinin kaydedilmesi,
2-Çünkü yer onların etlerinden ve bedenlerinden ne yerse, işte o yerin onlardan eksilttiğidir.
5-بَلْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَاءهُمْ فَهُمْ فِي أَمْرٍ مَّرِيجٍ
"Hayır, onlar, kendilerine hak gelince, onu yalanladılar. Şimdi onlar şaşkın bir haldedirler”
"kendilerine hak gelince, onu yalanladılar."
Bu kelâmda da; bundan önce anlatılan şenaetlerine ilâve olarak şenî ve çirkin bir hareketleri daha beyân edilmektedir ki, bu da, parlak mucizelerle sabit olan peygamberliği yalan saymalarıdır.
Diğer bir görüşe göre ise bu hak, "Kur’ân"dır, yahut "haşr" yani âhiret hayatını haber vermektir ki bunların hepsini tekzip etmişlerdir.
Kısaca hak kendilerine gelince, hiç tetkîk ve tefekkür etmeden atalarının izinden giderek şirkin bataklığında kaybolup gitmişlerdir.
قَتَادَةَ فِي قَوْلِهِ: {فَهُمْ فِي أَمْرٍ مَرِيجٍ} قَالَ: " مَنْ تَرَكَ الْحَقَّ مَرَجَ عَلَيْهِ رَأْيُهُ وَالْتَبَسَ عَلَيْهِ دِينُهُ. "
"Kim hakkı terk ederse, onun görüşü (fikri) tutarsız ve dini ise karışıktır."
Bu sebeple onlar bazan “şair” bazen “sihirbaz” bazen de “kâhindir” derler. Tek bir şey üzerinde kalmazlar.
6-أَفَلَمْ يَنظُرُوا إِلَى السَّمَاء فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا وَمَا لَهَا مِن فُرُوجٍ
"Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmiş ve nasıl donatmışız onda hiçbir çatlak da yok."
"Üstlerindeki göğe bakmazlar mı?
Öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenler, her an görüp durdukları şeye, yani Allah’ın âlemi yaratmadaki ve yokluktan varlığa çıkarmadaki kudretinin eserine bakmayıp da gafil mi oldular?
Onu (gökyüzünü) nasıl bina ettik, direksiz nasıl yükselttik. Onu yıldızlarla nasıl süsledik.
“Onda hiçbir çatlak da yok” onda hiçbir yarık da yok.
Yani o ayıplardan selimdir. Onda hiçbir yarık hiçbir çatlak ve hiçbir gedik yoktur.
تفسير القشيري
أَوَلَمْ يعتبروا؟ أو لَمْ يَسْتَدِلُّوا بما رفعنا فوقهم من السماء ، رفعنا سَمْكها فَسَوَّيْناها ، وأثبتنا فيها الكواكبَ وبها زَيَّناها ، وأَدَرْنا فيها شَمْسَها وقمرَها؟ أو لم يروا كيف جَنَّسْناعَيْنَها ونَّوعْنا أَثَرَها؟
İbret almadılar mı?
Üzerlerinde semayı (gökyüzünü) yükseltmemizi delil kabul etmediler. (semayı) üstlerinde bir tavan şeklinde düzenledik. Onu yıldızlarla donatıp süsledik. devri daim yapan güneşi ve ayı yerleştirdik. Bütün cinsleri ve türlü eserlerini nasıl yaratığımızı görmediler.
7-وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ
"Yeri de uzattık ve ona sâbit dağlar, attık. Onda her göz alıcı çiftten bitirdik."
"Zevc": Sınıf ve cins,
"behîc” de güzel ve çekici, demektir.
"Yeri de uzattık” döşedik "ve ona sâbit dağlar attık” yüce dağlar koyduk.
"Onda her çiftten bitirdik” yani her türden (cinsten) "göz alıcı” güzel ve çekici sınıflardan.
8-تَبْصِرَةً وَذِكْرَى لِكُلِّ عَبْدٍ مُّنِيبٍ
"(Bütün bunları), taatımıza dönen (içtenlikle Allah’a yönelen) her bir kulun kalb gözünü açmak ve ona ibret vermek için yaptık"
Mücâhid: "Bütün bunlar, içtenlikle Allah’a yönelen her kulun gönül gözünü açmak ve ona öğüt ve ibret vermek içindir’" âyetini açıklarken: "Yani, onu basîret sahibi yapmaktır" demiştir.
Fahrettin Razi, (Tabsıre ve Tezkire)
Ayetteki "(Bütün bunları), taatımıza dönen her bir kulun kalb gözünü açmak ve ona ibret vermek için yaptık" buradaki "tabsire" ve "zikra"nın, daha önce geçen iki şeyle, yani gök ve yer ile ilgili olmaları muhtemeldir. Buna göre, Hak teâlâ, göğü bir tabsira (kalb gözünü açan ), yeri de bir zikrâ (ibret verici şey) olarak yaratmıştır. Bunun böyle oluşunun delili :Göklerin süsü, hep sürüp gitmektedir. Her yıl yeniden süslenmemektedir. O halde gök, zamanın geçmesine rağmen, hep aynı görünen bir şey gibidir. Yere gelince, o, her sene süsünü yeniden takınmaktadır. O halde göklerden bahsetme bir tebsira, yerden bahsetme de bir tezkira (zikrâ) (ibret-hatırlatma) olmuştur.
Zeccâc şöyle demiştir: Bunu yaptık ki, kuvvet ve kudretimizi gösterelim.
Münib de: Allah’a dönen ve kudretini tefekkür eden kimsedir.
تفسير الماوردي
قوله عز وجل : { تَبْصِرَةً } فيها ثلاثة أوجه :
أحدها : يعني بصيرة للإنسان ، قاله مجاهد .
الثاني : نعماً بصر اللّه بها عباده ، قاله قتادة .
الثالث : يعني دلالة وبرهاناً .
{ وَذِكْرَى لِكُلِّ عَبْدٍ مُنِيبٍ } فيه ثلاثة أوجه
أحدها : أن المنيب المخلص ، قاله السدي .
الثاني : أنه التائب إلى ربه ، قاله قتادة .
الثالث : أنه الراجع المتذكر ، قاله ابن بحر .
وقد عم اللّه بهذه التبصرة والذكرى وإن خص بالخطاب كل عبد منيب لانتفاعه بها واهتدائه إليها .
9-وَنَزَّلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء مُّبَارَكًا فَأَنبَتْنَا بِهِ جَنَّاتٍ وَحَبَّ الْحَصِيدِ
"Gökten de çok bereketli mübarek bir su indirerek onunla bahçeler ve biçilecek ekinler bitirdik."
"Gökten mübarek bir su indirdik de” çok yararlı "onunla bahçeler” ağaçlar ve meyveler "ve hasat edilen hububat bitirdik” ekin tohumu ki, biçilen şeylerdir Meselâ buğday ve arpa gibi.
تفسير البغوي
{ ونزلنا من السماء ماءً مباركاً }، كثير الخير وفيه حياة كل شيء، وهو المطر.
، { فأنبتنا به جنات وحب الحصيد }، يعني البر والشعير وسائر الحبوب التي تحصد، فأضاف الحب إلى الحصيد،
10-وَالنَّخْلَ بَاسِقَاتٍ لَّهَا طَلْعٌ نَّضِيدٌ
"Dizilmiş tomurcukları olan yüksek (uzun boylu) hurma ağaçları (bitirdik)."
“Uzun boylu hurma ağaçları" göğe doğru uzanan, "dizilmiş tomurcukları olan," Tomurcuk, hurma meyvesinde ilk yetişen şeydir. “Küme küme” tomurcukların çokluğundan ve birbiri üzerine sıkışıp biriktiğinden dolayı ya da ondaki meyvenin çokluğundan dolayı bir kısmı diğerinin üzerinde demektir.
تفسير النسفي
{والنخل باسقات} طوالا في السماء
{لها طلع} هو كل ما يطلع من ثمر النخيل
{نضيد} منضود بعضه فوق بعض لكثرة الطلع وتراكمه أو لكثرة ما فيه من الثمر
11-رِزْقًا لِّلْعِبَادِ وَأَحْيَيْنَا بِهِ بَلْدَةً مَّيْتًا كَذَلِكَ الْخُرُوجُ
"Kullar için rızık olarak. Onunla ölü bir beldeye hayat verdik. İşte yeniden diriliş de böyledir."
”Ölü belde"den maksat, asla hiçbir şey bitmeyen kurak arazidir. Biz orasını ürün veren, çeşitli bitkiler ve çiçekler bitiren bir şekle getirmek suretiyle ihya ettik de, donuk, kurak bir halden canlı, hareketli bir hale geldi.
Bütün bunları kullara rızık olsun diye bitirdik.
İşte (kabirden çıkış) da böyledir. Sizin kabirlerden dirilmek suretiyle başlayacak hayatınız, işte bu hayat gibidir. Ona aykırı hiç bir şey yoktur.
Bütün bunlar, Rabbimizin vahdaniyetini ve yeniden yaratmaya kadir olduğunu bilmemiz içindir.
تفسير مقاتل;
"رزقا للعباد وأحيينا . . . . .
وجعلنا هذا كله رزقا للعباد . ثم قال وأحيينا به بالماء بلدة ميتا لم
يكن عليها نبت فنبتت الأرض ، ثم قال : "كذلك الخروج" ;
وهكذا تخرجون من القبور بالماء ، كما أخرجت النبت من الأرض بالماء ،
فهذا كله من صنيعه ليعرفوا توحيد الرب وقدرته على البعث .
12-كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَأَصْحَابُ الرَّسِّ وَثَمُودُ
13-وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ وَإِخْوَانُ لُوطٍ
14-وَأَصْحَابُ الْأَيْكَةِ وَقَوْمُ تُبَّعٍ كُلٌّ كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ وَعِيدِ
"Bunlardan önce Nuh kavmi, Ashab-ı Ress, Semud kavmi, Âd kavmi, Firavun, İhvan-ı Lût, Ashab-ı Eyke ve Tubba’ kavmi de yalanlamışlardı. Evet hepsi de peygamberleri yalanlayıp vaadettiğim azabı hak etti."
Burada, uhrevî hayatın gerçek olduğu hususunda ittifak vardır. Dolayısıyla onu inkâr edenlerin azaba uğratılmış olmaları beyân edilmek suretiyle bu hayatın hak olduğu izah edilmektedir.
Allahü teâlâ, Kureyş’ten ve diğer kavimlerden olan kâfir ve müşrikleri, kendileri gibi olan diğer kavimleri helak etmesiyle uyarmakta ve bunları, geçmiş kâfirlerin durumuna düşmemeye davet etmektedir.
Aynı zamanda Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’i teselli etmektedir. yani; ”Kâfirlerin seni yalanlamalarına üzülme, çünkü sen yalanlanan ilk peygamber değilsin. Her millet peygamberini yalanladı. Önceki peygamberlerin sabrettikleri gibi kâfirlerin ezalarına sen de sabret. Böylece onlar murada erdikleri gibi, sen de erersin."
“Ress” taşsız kuyu demektir. Ashâb-ı Ress ise Yemame’de yaşamış bir topluluktur. Bunların ashâbı Uhdud olduğu da söylenmektedir.
Tubba’, Yemen de bir kraldır. Müslüman oldu ve kavmini İslam’a davet etti. Ama onu yalanladılar. Tabilerinin çokluğundan dolayı “Tubba” ismiyle isimlendirildi.
15-أَفَعَيِينَا بِالْخَلْقِ الْأَوَّلِ بَلْ هُمْ فِي لَبْسٍ مِّنْ خَلْقٍ جَدِيدٍ
"Biz, ilk yaratmadan âciz mi kaldık? Hayır, onlar yeniden yaratılmaktan şüphe ediyorlar."
Öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden Kureyş müşrikleri; yaratıkları ilk olarak yaratmaktan âciz mi kaldık ki, onlar yok olduktan sonra onları tekrar yaratmaktan da âciz kalmış olalım. Doğrusu onlar, bizim ilk yaratmadan âciz olduğumuzu sanmıyorlar, fakat onlar, ölüp toprak olduktan sonra kendilerini tekrar yaratacağımıza dair şüphe içindedirler.
تفسير القشيري
أي إنَا لم نعجز عن الخَلْق الأول . . فكيف نعجز عن الخلق الثاني- وهو الإعادة؟ لم يعتص علينا فعلُ شيءٍ ، ولم نتعب من شيء . . فكيف يشق علينا أمر البعث؟ أي ليس كذلك .
تفسير البغوي
{ أفعيينا بالخلق الأول }، يعني أعجزنا حين خلقناهم أولاً [فنعيا] بالإعادة. وهذا تقرير لهم لأنهم اعترفوا بالخلق الأول وأنكروا البعث، ويقال لكل من عجز عن شيء عيي به. { بل هم في لبس }، أي في شك، { من خلق جديد }، وهو البعث.
16-وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ
"Andolsun, insanı Biz yarattık. Nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu da biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız".
Hak teâlâ, "Andolsun insanı Biz yarattık. Nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu da biliriz." Bu, Allahü teâlâ’ya hiçbir şeyin saklı kalmadığına ve O’nun kalblerdekini bile bildiğine bir işaret olmuş olur.
"Biz ona şah damarından daha yakınız" ifadesi de, Allah’ın ilminin mükemmel oluşunu anlatan bir ifadedir.
"Verîd", içinden kanın geçtiği ve bedenin herbir parçasına ulaştığı damar demektir. Allahü teâlâ, insana, ilmi ile, bundan daha yakındır. Çünkü o damarı etin örtmesi mümkündür. Ama Allah’ın ilmini hiçbir şey kapayıp perdeleyemez.
تفسير الكشف والبيان, (الثعلبي)
{وَلَقَدْ خَلَقْنَا الإنسان وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ} يحدّثه قلبه،
فلا يخفى علينا أسراره، وضمائره
تفسير الماوردي
{ وَنَحْنُ أَقْرَبٌ إِلَيهِ مِن حَبْلِ الْوَرِيدِ } فيه ثلاثة أوجه :
أحدها : أنه حبل معلق به القلب ، قاله الحسن . والأصم وهو الوتين .
الثاني : أنه عرق في الحلق ، قاله أبو عبيدة .
الثالث : ما قاله ابن عباس ، عرق العنق ويسمى حبل العاتق ، وهما وريدان عن يمين وشمال ، وسمي وريداً ، لأنه العرق الذي ينصب إليه ما يرد من الرأس
تفسير البغوي
(وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ (١٦)
أي نَعلَمُ ما يخفي وما يكنه في نفسه.
(وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ).
والوريد عرق في باطن العنق ، وهما وريدان ، قال الشاعر.
كأَنْ ورِيدَاهُ رِشَاءا خُلْبِ
يعني من ليف.
17-إِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ
"Unutma ki sağında ve solunda oturan, yaptıklarını tespit eden iki (melek) vardır."
Buradaki iki melek kişinin üzerinde görevli olan meleklerdir. (Allah) Biz onun hallerini en iyi bileniz. O bakımdan Bize haber verecek bir meleğe ihtiyacımız yoktur. Meleklerin onun üzerine görevli tayin edilmeleri, bağlayıcı delilin ortaya konulması ve onun muhatab olduğu âyetlerin pekiştirilmesi içindir,
el-Hasen, Mücahîd ve Katade:
"Sağında ve solunda oturan”dan kasıt, kişinin amelini karşılayan (yazan) iki melektir. Bunlardan birisi kişinin iyiliklerini yazan sağdaki melek, diğeri ise kötülüklerini yazan soldaki melektir,
el-Hasen dedi ki: Nihayet senin amel defterin katlanıp da kıyâmet gününde sana;
"Oku kitabını, bugün kendine karşı iyi hesablayıcı olarak kendin yetersin." {اقرأ كتابك كفى بنفسك اليوم عليك حسيبا} (İsra14) denileceğinde, Allah’a yemin olsun ki, Allah seni kendi kendisinin hesabını yapan birisi olarak tayin etmekle son derece adaletli bir iş yapmış olacaktır.
Ali (radıyallahü anh) yoluyla geldiği rivâyet edilen hadise göre de Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Senin (üzerinde görevli) iki meleğinin oturduğu yer, dişlerinin üzeridir. Dilin onların kalemi, tükürüğün onların mürekkebidir. Sen ise seni ilgilendirmeyen İşlere dalıp gidiyorsun, ne Allah’tan, ne de onlardan utanıyorsun."(T Kurtubi)
التفسير المظهري
إِذْ يَتَلَقَّى اى يأخذ الملكان, الْمُتَلَقِّيانِ الموكلان بالإنسان يعنى يتلقى عمله و منطقه يحفظانه و يكتبانه عَنِ الْيَمِينِ وَ عَنِ الشِّمالِ قَعِيدٌ
18-مَا يَلْفِظُ مِن قَوْلٍ إِلَّا لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ
"O bir söz söylemeye dursun, mutlak onun yanında görüp gözetlemeye hazır biri vardır."
"Bir söz telâffuz ederse” ağzından bir şey çıkarsa "mutlaka yanında bir gözcü vardır” amelini gözetleyen bir melek "hazır” onu beklemektedir. Belki de içinde sevap veya günah olanı yazar.
Hadisi Şerifte şöyle denilmiştir: "İyilikleri yazan melek kötülükleri yazanın amiridir; kul bir iyilik yaptığı zaman sağdaki melek onu on kat olarak yazar. Bir kötülük yaptığı zaman sağdaki soldakine: Onu yedi saat bırak, belki tesbih (ibâdet) eder yahut istiğfar eder (pişman olur) der."
كاتب الحسنات أمين على كاتب السيئات فإذا عمل حسنة كتبها ملك اليمين عشرا وإذا عمل سيئة قال صاحب اليمين لصاحب الشمال دعه سبع ساعات لعله يسبح أو يستغفر
تفسير القرطبي
قوله تعالى: {ما يلفظ من قول إلا لديه رقيب عتيد} أي ما يتكلم بشيء إلا كتب عليه
وفي الرقيب ثلاثة أوجه:
أحدها أنه المتبع للأمور
الثاني أنه الحافظ، قال السدي.
الثالث أنه الشاهد، قال الضحاك.
وفي العتيد وجهان:
أحدهما أنه الحاضر الذي لا يغيب.
الثاني أنه الحافظ المعد إما للحفظ وإما للشهادة.
تفسير البغوي
قال الحسن إن الملائكة يجتنبون الإنسان على حالين عند غائطه، وعند جماعه
19-وَجَاءتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذَلِكَ مَا كُنتَ مِنْهُ تَحِيدُ
"Ölüm sarhoşluğu birgün gerçekten gelir de, “İşte (ey insan) bu senin öteden beri kaçtığın şeydir” denir."
Bundan önce o kâfirlerin, âhiret hayatı ile mükâfat ve cezayı uzak gördükleri zikredilmekte ve insanların bütün amellerinin mahfuz ve yazılı olduğu beyân edildikten sonra burada da, onların mutlaka karşılaşacakları ölüm, tekrar dirilme ve onların ardından gelen korkunç hâdiseler beyân edilmektedir.
(Ey insan!) İşte bu, senin öteden beri kaçıp durduğun şeydir. Sen, dünya hayatına olan muhabbetin sebebiyle ölümün sana hiç gelmeyeceğini zannediyordun, (denir.)
Nitekim bir âyette: ” ...Daha önce sizin için bir zeval olmadığına yemin etmemiş miydiniz?" (İbrahim: 44) Bu sözün anlamı, siz bunu ya taşkınlık yaparak, şımararak ve hakkı inkâr ederek, cehaletle dillerinizle, ya da lisân-ı halinizle söylediniz. Çünkü siz, büyük binalar yaptınız, uzun emeller beslediniz. O halden bu hale geçeceğinizi hiç aklınızdan geçirmediniz. Sanki yararlanıp durduğunuz dünya lezzetlerinden sizi ayıracak bir sonun gelmeyeceğini zannettiniz.
تفسير الماوردي
قوله عز وجل : { وَجَآءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ } يحتمل وجهين :
أحدهما : ما يراه عند المعاينة من ظهور الحق فيما كان اللّه قد أوعده .
الثاني : أن يكون الحق هو الموت ، سمي حقاً ، إما لاسحقاقه ، وإما لانتقاله إلى دار الحق . فعلى هذا يكون في الكلام تقديم وتأخير . وتقديره : وجاءت سكرة الحق بالموت ، ووجدتها في قراءة ابن مسعود كذلك .
{ ذلِكَ مَا كُنتَ مِنْهُ تَحِيدُ } يحتمل وجهين
: أحدهما : أنه كان يحيد من الموت ، فجاءه الموت .
الثاني : أنه يحيد من الحق ، فجاءه الحق عند المعاينة .
وفي معنى التحيد وجهان :
أحدهما : أنه الفرار ، قاله الضحاك .
{ الثاني }: العدول ، قاله السدي
20-وَنُفِخَ فِي الصُّورِ ذَلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ
"Sûra da üflenmiştir. işte bu, o va’îdin (tehdidin) gerçekleştiği gündür."
"Sûra üfürüldü” yani yeniden dirilme borusu çalındı.
"İşte bu, tehdit günüdür.” Tehdidin gerçekleşme ve tahakkuk etme günüdür.
"Va’îd", haşr, mücazaat ve mükâfaat gibi, vaadedilen ve tehdid edilen şey demektir.
تفسير البغوي
ونفخ في الصور }، يعني نفخة البعث، { ذلك يوم الوعيد }، أي ذلك اليوم يوم الوعيد الذي وعده اللّه للكفار أن يعذبهم فيه.
قال مقاتل يعني بالوعيد العذاب، أي يوم وقوع الوعيد.
تفسير الكشف والبيان,( الثعلبي)
{وَنُفِخَ فِى الصُّورِ} يعني نفخة البعث. { ذلك يَوْمُ الْوَعِيدِ} الذي وعده اللّه سبحانه للكفّار يلعنهم فيه.
21-وَجَاءتْ كُلُّ نَفْسٍ مَّعَهَا سَائِقٌ وَشَهِيدٌ
"Herkes beraberinde bir sürücü ve bir şahit bulunduğu halde gelecektir."
İbn Abbâs (radiyallahu anh): Sürücü meleklerden şahit ise kişilerin kendi nefislerinden olan eller ve ayaklardır.
Ebû Hüreyre(radiyallahu anh): Sürücü melek, şahid ise ameldir.
Mücahid de şöyle demiştir: Sürücü de, şahit de iki ayrı melektir.
Cabir b. Abdullah(radiyallahu anh) yoluyla gelen hadiste şöyle demiştir: Ben Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ı şöyle buyururken dinledim:
"Şüphesiz ki Âdemoğlu yüce Allah’ın kendisini ne için yarattığından yana gaflet içerisindedir. Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah, kulunu yaratmak istedi mi meleğe; Onun rızkını, eserini, ecelini yaz, bedbaht mı yoksa bahtiyar mı olduğunu yaz, der. Sonra bu melek yükseklere çıkar, yüce Allah bir başka melek gönderir. Bu da onu yükümlülük çağına gelinceye kadar korur. Daha sonra yüce Allah onun iyilik ve kötülüklerini yazacak iki melek gönderir. Ölüm ona geldi mi bu iki melek de yukarı çıkarlar. Sonra ölüm meleği (selam ona) gelir, canını alır. Kabrine girdirildiği vakit bedenine ruh geri verilir. Sonra da ölüm meleği çıkar. Arkasından kabir melekleri ona gelir, onu sorgularlar. Sonra bu iki melek de çıkar.
Kıyâmet koptuğu vakit iyilikler meleği ile kötülükler meleği onun üzerine inerler. Boynunda bağlı bulunan bir kitabın düğümünü açarlar. Sonra da onlardan biri sürücü, diğeri de şahit olmak üzere onunla birlikte hazır bulunurlar.
تفسير الماوردي
قوله عز وجل : { وَجَآءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَّعَهَا سَآئِقٌ وَشَهِيدٌ } أما السائق ففيه قولان :
أحدهما : أنه ملك يسوقه إلى المحشر ، قاله أبو هريرة وابن زيد .
الثاني : أنه أمر من اللّه يسوقه إلى موضع الحساب ، قاله الضحاك .
وأما الشهيد ففيه أربعة أقاويل :
أحدها : أنه ملك يشهد عليه بعمله ، وهذا قول عثمان بن عفان والحسن .
الثاني : أنه الإنسان ، يشهد على نفسه بعمله ، رواه أبو صالح .
الثالث : أنها الأيدي والأرجل تشهد عليه بعمله بنفسه ، قاله أبو هريرة .
ثم في الآية قولان :
أحدهما : أنها عامة في المسلم والكافر ، وهو قول الجمهور .
الثاني : أنها خاصة في الكافر ، قاله الضحاك .
تفسير القشيري
{ كل نفس معها سائق } سائقٌ يسوقها إمّا إلى الجنة أو إلى النار ، وشهيدٌ يشهد عليها بما فعلت من الخير والشرِّ .
تفسير البغوي
{ وجاءت }، ذلك اليوم، { كل نفس معها سائق }، يسوقها إلى المحشر، { وشهيد }، يشهد عليها بما عملت، قال الضحاك السائق من الملائكة، والشاهد من أنفسهم الأيدي والأرجل، وهي رواية العوفي عن ابن عباس. وقال الآخرون هما جنيعاً من الملائكة، فيقول اللّه
22-لَقَدْ كُنتَ فِي غَفْلَةٍ مِّنْ هَذَا فَكَشَفْنَا عَنكَ غِطَاءكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ
"Yemin olsun, gerçekten sen bundan gaflet içinde idin. Senden perdeni açtık; bugün gözün çok keskindir."
Şüphesiz sen bundan gaflette idin; Gaflet, insanın, işlerin gerçeğini anlamasına engel olan ve ahirete perde olan bir haldir.
Bu âyetin muhatapları hakkında da üç görüş vardır:
Birincisi: O, kâfirdir, bunu İbn Abbâs, Salih b. Keysan ve diğerleri demişlerdir.
İkincisi: O, mü’min ve kafir için geneldir, bunu da Hüseyn b. Abdullah b. Ubeydullah b. Abbas, demiştir.
Üçüncüsü: O Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’dir. Bunu da İbn Zeyd söylemiştir..
Birinci görüşe göre mana şöyle olur: Sen dünyada bunu inkâr etmekle bu günden gafildin.
İkinciye göre de şöyledir: Sen kıyamet korkularından gafildin.
"Senden perdeni açtık” dünyada kalbini, kulağını ve gözünü bürüyen perdeni, yani Sana kapalı olanı gösterdik.
Üçüncüye göre de şöyledir: Sen vahiyden önce, sana vahyedilenden gaflette idin.
"Bugün” üzerinde de iki görüş vardır:
Birincisi: O kıyamet günüdür, bunu da çoğunluk, demiştir.
İkincisi: O dünyadadır, bu da İbn Zeyd’in görüşüne binaendir.
"Bugün gözün çok keskindir."
Bunda da iki görüş vardır:
Birincisi: Gözün keskindir; mizana konulan iyilik ve kötülüklerini çok iyi görür. Bunu Mücâhid, demiştir.
İkincisi: O, ahireti gördüğü için gözünü kırpmamaktadır, bunu da Mukâtil, demiştir.
Gözden murat edilen şey ise; bilinen gözdür, bunu Dahhâk, demiştir. veya ilimdir, bunu da Zeccâc, demiştir.
تفسير البغوي
{ لقد كنت في غفلة من هذا }، اليوم في الدنيا، { فكشفنا عنك غطاءك }، الذي كان في الدنيا على قلبك وسمعك وبصرك، { فبصرك اليوم حديد }، نافذ تبصر ما كنت تنكر في الدنيا. وروي عن مجاهد قال يعني نظرك إلى لسان ميزانك حين توزن حسناتك وسيئاتك.
تفسير القشيري
ويقال له : { لَّقَدْ كُنتَ فِى غَفْلَةٍ مِّنْ هَذَا فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حِدِيدٌ } .
المؤمنون - اليومَ بَصَرُهم حديد؛ يُبصرون رُشْدَهم ويحذرون شرَّهم .
والكافر يقال له غداً : { فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ } أي : ها أنت عَلِمْتَ ما كنتَ فيه من التكذيب؛ فاليومَ لا يُسْمَعُ منكَ خطابٌ ، ولا يُرْفَعُ عنكَ عذابٌ .
23-وَقَالَ قَرِينُهُ هَذَا مَا لَدَيَّ عَتِيدٌ
"Beraberinde olan der ki: "Benim yanımdaki işte hazırdır."
İnsanı, kıyamette mahşer yerine sevkeden melek şöyle der: "Rabbim, işte benim elimde bulunan budur. Muhafaza edilmiştir ve hazır durumdadır."
Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’de, insanı mahşer yerine götüren meleğin, mahşer yerine varınca Allahü teâlâya: "Ey rabbim, işte bana teslim edilen insan, ben bunu muhafaza ederek getirdim." diyeceğini beyan etmektedir.
Başka bir izah şekline göre ise, insanı sevkeden meleğe, amelleri teslim edilecek ve o amellerini gösterirken: "Ey rabbim, işte elimde bulunan bu kişinin amelleri hazırdır ve muhafaza edilmiştir." diyecektir.
تفسير القشيري
قوله جلّ ذكره : { وَقَالَ قَرِينُهُ هَذَا مَا لَدَىَّ عَتِيدٌ } .
لا يَخْفَى من أحوالهم شيءٌ إلى ذُكِرَ ، إنْ كان خيراً يُجَازون عليه ، وإن كان غير خيرٍ يُحَاسَبونَ عليه : إِمَّا برحمةٍ منه فيغفر لهم وينجون ،
وإمَّا على مقدار جُرْمِهم يُعَذَّبون .
24-أَلْقِيَا فِي جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنِيدٍ
"İkiniz, her azılı, inatçı kâfiri cehenneme atın."
(O iki meleğe): ’Haydi, olabildiğince inat eden, nimeti ve nimet vereni inkârda çok ileri giden, tek Allah inancını inkâr eden, imandan yüz çeviren kâfiri... Buradaki kâfirden muradın, başkalarını küfre sevkeden her kâfirin olması da muhtemeldir. İnat edenden maksat, hakka karşı inat edendir. O hakkı bilir ama inkâr eder.
İnat, küfürden daha çirkindir.
Katâde: ”inatçı" nın tâatten sapan olduğunu söyler.
"Anîd” hakka inat eden demektir.
تفسير الخازن
"أَلْقِيا فِي جَهَنَّمَ" أي يقول اللّه تعالى لقرينه
وقيل هذا أمر للسائق والشهيد "كُلَّ كَفَّارٍ" أي شديد الكفر "عَنِيدٍ" أي عاص معرض عن الحق معاند للّه فيما أمره به.
تفسيرالطبري
كُلّ كَفّارٍ عَنِيدٍ يعني : كل جاحد وحدانية اللّه عنيد، وهو العاند عن الحقّ وسبيل الهدى.
25-مَّنَّاعٍ لِّلْخَيْرِ مُعْتَدٍ مُّرِيبٍ
"Hayrı engelleyen, mütecaviz, şüpheciyi."
"Hayrı engelleyen” maldan farz olan haklarını engelleyen demektir. Hayırdan İslâm’ın murat edildiği de söylenmiştir, çünkü âyet Velid bin Muğire’nin, yeğenini İslâm’dan men etmesi üzerine indirilmiştir.
"Mu’tedin” mütecaviz "mürîbin” de Allah’tan ve dîninden şüphe eden demektir.
تفسير الماوردي
قوله عز وجل : { مَنَّاعٍ لِّلْخير } فيه ثلاثة أوجه :
أحدها : أنه منع الزكاة المفروضة ، قاله قتادة .
الثاني : أن الخير المال كله ، ومنعه حبسه عن النفقه في طاعة اللّه ، قاله بعض المتأخرين .
الثالث : محمول على عموم الخير من قول وعمل .
{ مُعْتَدٍ مُرِيبٍ } في المريب ثلاثة أوجه :
أحدها : أنه الشاك في اللّه ، قاله السدي .
الثاني : أنه الشاك في البعث ، قاله قتادة .
الثالث : أنه المتهم . قال الشاعر :
تفسير البغوي
{ مناع للخير }، أي للزكاة المفروضة وكل حق وجب في ماله، { معتد }، ظالم لا يقر بتوحيد اللّه، { مريب }، شاك في التوحيد، ومعناه داخل في الريب.
26-الَّذِي جَعَلَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ فَأَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّدِيدِ
"Allah’la birlikte başka ilâh edinen (o kâfiri) ikiniz birden en çetin azabın içine atın,’ denilir."
Âyeti kerimelerde ”ikiniz birden atınız" anlamındaki kelime te’kid için tekrarlanmıştır. Söz konusu emrin başındaki ”fa" harfi de cehenneme atmaya sebebin, kâfirin anılan özellikleri olduğunu bildirmektedir.
Bir hadisi şerifte şöyle buyurulmaktadır: ”İnsanlar hesabı beklerken, Allah ateşten bir boyun gönderir. O dile gelip şöyle der: Ben üç kimseyi cehenneme atmakla emrolundum: Bunlar Allah’la birlikte başka ilâha duâ eden, haksız yere adam öldüren ve her inatçı kişidir. Kuşun tane topladığı gibi onları insanlar arasından toplar sonra cehenneme atarını." (Ruhul beyan T)
تفسيرالطبري
القول فـي تأويـل قوله تعالى: {الّذِي جَعَلَ مَعَ اللّه إِلَـَهاً آخَرَ فَأَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشّدِيدِ }.
يقول تعالى ذكره: الذي أشرك باللّه فعبد معه معبودا آخر من خلقه,
فأَلْقِياهُ فِي العَذَابِ الشّدِيدِ يقول: فألقياه في عذاب جهنم الشديد.
27-قَالَ قَرِينُهُ رَبَّنَا مَا أَطْغَيْتُهُ وَلَكِن كَانَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ
(Dünyada) arkadaşı (olan şeytan) şöyle der: "Ey Rabbimiz, onu ben azdırmadım. Aksine o derin bir sapıklık içindeydi."
İnatçı, hayra engel olan, saldırgan ve şüpheci olan kâfir insanların, dünyada iken dost edindikleri yandaşları şeytan, âhirette onlardan uzak duracak ve Allah’a şöyle diyecektir: "Rabbimiz, ben onu azdırıp İnkârcılığa düşürmedim. O, kendisi doğru yoldan uzaktı. O, derin bir sapıklık içindeydi.
Başka bir âyet-i kerime’de ise şöyle buyurulmaktadır: "Allah’ın emri yerine gelince şeytan şöyle der: "Şüphesiz Allah size gerçek bir vaadde bulunmuştu. Ben de size vaadde bulunmuştum. Fakat vaadimi bozdum. Benim, sizin üzerinizde bir nüfuzum yoktur. Fakat sizi sapıklığa çağırdım. Siz de bana uydunuz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ne ben sizi kurtarabilirim ne de siz beni. Daha önce beni Allah’a ortak koşmanızı reddediyorum." Elbette zalimlere can yakıcı bir azap vardır. (İbrahim 22)
تفسير مقاتل
قال قرينه يعني صاحبه وهو شيطانه الذي كان يزين له الباطل والشر ربنا ما أطغيته فيما يعتذر إلى ربه يقول : لم يكن لي قوة أن أضله بغير سلطانك ولكن كان في
ضليلٍ بعيدٍ
تفسير البغوي
{ قال قرينه }، يعني الشيطان الذي قيض لهذا الكافر { ربنا ما أطغيته }، ما أضللته وما أغويته، { ولكن كان في ضلال بعيد }، عن الحق فيتبرأ عنه شيطانه، قال ابن عباس و سعيد بن جبير و مقاتل (( قال قرينه )) يعني الملك، (( ربنا ما أطغيته ))، يعني ما زدت عليه وما كتبت إلا ما قال وعمل، ولكن كان في ضلال بعيد، طويل لا يرجع عنه إلى الحق.
28-قَالَ لَا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ وَقَدْ قَدَّمْتُ إِلَيْكُم بِالْوَعِيدِ
"O esnada (Allah) buyurur: huzurumda çekişmeyin. Ben size daha önce uyarı göndermiştim."
"Benim huzurumda çekişmeyin." Maksat kâfirler ile onlarla birlikte bulunan şeytanlardır.
El-Kuşeyri: İşte bu âyet, onun arkadaşının şeytan olduğunun delilidir.
"Çünkü Ben size önceden tehdidimi" gönderdiğim elçilerim, peygamberlerim aracılığı ile "muhakkak göndermiş idim.
تفسير الخازن
قالَ اللّه تعالى : لا تَخْتَصِمُوا لَدَيَّ أي لا تعتذروا عندي بغير عذر
وقيل هو خصامهم مع قرنائهم
وَقَدْ قَدَّمْتُ إِلَيْكُمْ بِالْوَعِيدِ أي بالقرآن وأنذرتكم على ألسن الرسل وحذرتكم عذابي في الآخرة لمن كفر
تفسير الماوردي
قوله عز وجل : { قَالَ لاَ تَخْتَصِمُواْ لَدَيَّ } فيه وجهان :
أحدهما : أن اختصامهم هو اعتذار كل واحد منهم فيما قدم من معاصيه ، قاله ابن عباس .
الثاني : أنه تخاصم كل واحد مع قرينه الذي أغواه في الكفر ، قاله أبو العالية .
29-مَا يُبَدَّلُ الْقَوْلُ لَدَيَّ وَمَا أَنَا بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ
"Benim katımda söz değiştirilmez. Ben kullara asla zulmedici değilim."
"Benim yanımda söz değiştirilmez" âyeti ile yüce Allah’ın:
"İyilikle gelene bunun on misli vardır. Bir günah ile gelen de ancak onun misliyle cezalandırılır." {من جاء بالحسنة فله عشر أمثالها ومن جاء بالسيئة فلا يجزى إلا مثلها} (En’am,160) âyetinin kastedildiği söylendiği gibi; "Cehennemi bütünü ile cinlerden ve insanlardan elbette dolduracağım."{لأملأن جهنم من الجنة والناس أجمعين} (es-Secde,13) âyetindeki durum hakkında olduğu da söylenmiştir.
el-Ferrâ’’ da şöyle demiştir: Benim huzurumda yalana yer yoktur. Yani söylenen söze bir şey ilave edilmeyeceği gibi ondan bir şey de eksiltilemez. Çünkü ben gaybı bilenim.
"Ve Ben kullara asla zulmedici de değilim."
Ben günah İşlemeyen kimseyi azablandırmam.
Yahya b. Muaz’ın bu konudaki şu sözleri ne kadar güzel: ”Vaad de, tehdit de haktır. Vaad, kulların Allah üzerinde haklarıdır. Yaptıkları zaman onlara vermeyi tekeffül etmiştir. Sözünde durmaya Allah’tan daha lâyık kim vardır?
Tehdit (vaîd) ise, Allah’ın kulları üzerinde hakkıdır. Cenab-ı Hak: ’Böyle yapmayın, aksi halde size azap ederim’ buyurmuş, kullar da onu yapmışlardır. Artık Allah dilerse affeder, dilerse cezalandırır. Çünkü bu O’nun hakkıdır. Allah için evlâ olanı da af ve keremdir. Zira O, çok bağışlayıcı, çok merhamet sahibidir.
Ama Allahü teâlâ kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bu yüzden müşrikler hakkındaki tehdidini yerine getirir. Bunun dışındakilerden dilediğini bağışlar. O’nun (günahkâr) mü’minler hakkındaki tehdidine muhalefet etmesi caizdir.
30-يَوْمَ نَقُولُ لِجَهَنَّمَ هَلِ امْتَلَأْتِ وَتَقُولُ هَلْ مِن مَّزِيدٍ
"O günde Biz cehenneme: "Doldun mu?" diye soracağız. O da: "Daha var mı?" diyecek.
{ يوم نقول لجهنم }، قرأ نافع و أبو بكر ((يقول)) بالياء، أي يقول اللّه، لقوله ( قال لا تختصموا)، وقرأ الآخرون بالنون، { هل امتلأت }
Nafî ve Ebû Bekr:
"Benim huzurumda çekişmeyin" âyetini gözönünde bulundurarak "ye" harfi ile "O günde.. diye soracak" şeklinde okumuşlardır.
Diğerleri yüce Allah tarafından hitab olmak üzere "nun" İle ("diye soracağız" anlamında) okumuşlardır ki, bu da azamet nunudur.
Mana da şöyledir: Cehennem o kadar geniş olmasına rağmen cinler ve insanlar ona doluncaya kadar küme küme atılır. Çünkü Allahü teâlâ "cehennemi mutlaka dolduracağım” (لأملأن جهنم) (A’raf 18) buyurmuştur. Yada cehennem o kadar geniştir ki, oraya girecekler girdiği hâlde hala içinde boşluk kalır demektir. Yada Cehennem o kadar kükrer ve şiddetlenir ve asilere o kadar saldırır ki, daha çoğunu ister ve fazlasını talep eder gibi davranır.
Kısaca Allahü teâlâ’nın cehenneme karşı olan bu sorusu; haberini tasdik, vaadini gerçekleştirmek, azabına müstehak olanları üzmek ve tüm kullarını uyarmak içindir.
31-وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ غَيْرَ بَعِيدٍ
"Cennet ise takva sahiplerine uzak olmayıp yakınlaştırılmış olacaktır."
Kıyamet gününde, Allah’ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ondan korkan insanlara cennet yaklaştırılacak ve uzakta bırakılmayacaktır.
Yani bunun dünyada iken (cennete girmeden önce) söz konusu olduğu söylenmiştir. Takva sahipleri günahlardan uzak durmakla, cennet kalplerine yakınlaştırılmıştır.
تفسير الخازن
وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ أي قربت وأدنيت, لِلْمُتَّقِينَ أي الذين اتقوا الشرك, غَيْرَ بَعِيدٍ, يعني أنها جعلت عن يمين العرش بحيث يراها أهل الموقف قبل أن يدخلوها هذا ما تُوعَدُونَ أي يقال لهم الذي وعدتم به في الدنيا على ألسنة الأنبياء
تفسير الكشف والبيان
قوله جلّ ذكره : { وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ غَيْرَ بَعِيدٍ } .
يقال : أنَّ الجنَّةَ تُقَرَّبُ من المتقين ، كما أَنَّ النّار تُجَرُّ بالسلاسل إلى المحشر نحو المجرمين .
ويقال : بل تقرب الجنة بأن يسهل على المتقين حشرهم إليها . . . وهم خواص الخواص .
ويقل : هم ثلاثةُ أصناف :
- قوم يُحْشَرون إلى الجنة مشاةً وهم الذين قال فيهم : { وَسِيقَ الَّذِينَ اتَّقَوْاْ رَبَّهُمْ إِلَى الْجَنَّةِ زُمَراً }[ الزمر : ٧٣ ]
- وهم عوام المؤمنين وقوم يحشرون إلى الجنة ركبانا على طاعاتهم المصوَّرة لهم بصورة حيوان
- وهم الذين قال فيهم جَلَّ وعلا : { يَوْمَ نَحْشُرُ الْمُتَّقِينَ إلَى الرَّحْمَانِ وَفداً }[ مريم : ٨٥ ] - وهؤلاء هم الخواص
وأمَّا خاص الخاص فهم الذين قال عنهم : { وَأُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّقَينَ } أي تُقَرَّبُ الجنةُ منهم .
وقوله : { غَيْرَ بَعِيدٍ } : تأكيدٌ لقوله : ( وأزلفت ) .
ويقال : { غَيْرَ بَعِيدٍ } : من العاصين تطييباً لقلوبهم
32-هَذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٍ
"İşte bu, dönen ve (kendisini) koruyan herkes İçin vaadolunageldiğinizdir."
{قرأ ابن كثير بالياء, والآخرون بالتاء}
"Vaadolunduğunuz" anlamındaki: lâfzı genel olarak muhatab kipi şeklinde "te" ile okunmuştur. İbn Kesîr ise haber olarak "ye" ile ("vaadolundukları" anlamında) dîye okumuştur. Çünkü bu âyet, takva sahiplerinin sözkonusu edilmesinden sonra gelmektedir.
"Evvab: dönen" günahlardan yüce Allah’a dönen, sonra dönüp tekrar günah İşleyen, sonra tekrar dönen kimse demektir. ed-Dahhak ve başkaları böyle açıklamıştır.
Allah’a yönelen, yani Allah’a dönene...
1- Şirkten tevhide, 2- İsyandan itaate, 3- Halktan Hakka dönendir.
İbn Ömer (radıyallahü anh) ”evvâb’ ın bir yere oturunca istiğfar etmeden kalkmayan" olduğunu söyler.
تفسير البغوي
{ هذا ما توعدون } يقال لهم هذا الذي ترونه ما توعدون على ألسنة الأنبياء عليهم السلام،
{ لكل أواب }، رجاع إلى الطاعة عن المعاصي، قال سعيد بن المسيب هو الذي يذنب ثم يتوب ثم يذني ثم يتوب. وقال الشعبي و مجاهد الذي يذكر ذنوبه في الخلاء فيستغفر منها.
وقال الضحاك هو التواب. وقال ابن عباس و عطاء المسبح، من قوله { يا جبال أوبي معه } (سبأ-١٠) و
قال قتادة المصلي. { حفيظ }، قال ابن عباس الحافظ لأمر اللّه، وعنه أيضاً هو الذي يحفظ ذنوبه حتى يرجع عنها ويستغفر منها.
قال قتادة حفيظ لما استودعه اللّه من حقه. قال الضحاك الحافظ على نفسه والمتعهد لها. قال الشعبي المراقب. قال سهل بن عبد اللّه المحافظ على الطاعات والأوامر.
33-مَنْ خَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ وَجَاء بِقَلْبٍ مُّنِيبٍ
"Rahmân’dan gıyaben (korkan) haşyet duyan ve ona yönelen bir kalp ile gelen kimse için”
"Rahmana gaybından haşyet duyan"
”Haşyet" kelimesi, içerisine tazîm karışan korkudur. Kendisine haşyet duyulanın azametinden (heybetinden) kaynaklanırken,
Havf" (korku) ise, haşyet duyanın zayıflığından ileri gelen bir ürpermedir.
Rahmana gaybından haşyet duyanlar;
Rahmanın huzuruna gelmeden, ahıret olmadan, günahını gözünün önünde bulundurarak Allah’ın azabının dehşetinden dolayı haşyet duyması, ayrılık korkusundan dolayı tevbeyi ihmal etmemesi.
Burada Allah’ın, Rahman sıfatının zikredilmesi işaret ediyor ki, bu bahtiyar kullar, hem Allah’ın azabından korkarlar, hem de O’nun rahmetini umarlar.
"Yönelen bir kalp ile gelen": Yani isyanından vazgeçip Allah’a itâate dönen,
Allah’tan başka her şeyden yüz çevirerek, tümüyle Rabbine dönüp yönelen kalp, (el-kalbu’l-munib), yani ihlasla Rabbine yönelip tevbe eden.
تفسير القشيري
قوله جلّ ذكره : { مَّنْ خَشِىَ الرَّحْمَنَ بِالْغَيْبِ وَجَآءَ بِقْلبٍ مُّنِيبٍ } .
الخشيةُ من الرحمنِ هي الخشية من الفراق ( والخشية من الرحمن تكون مقرونة )
بالأُنْس؛ ولذلك لم يقل : من خشي الجبَّار ولا من خشي القهَّار ) .
{ وَجَآءَ بِقَلْبٍ مُّنِيبٍ } : لم يقل بَنَفْسٍ مطيعة بل قال : بقلبٍ منيب ليكونَ للعصاةِ في هذا أملٌ؛ لأنهم - وإن قَصَّروا بنفوسهم وليس لهم صِدْقُ القَدَمِ - فلهم الأسفُ بقلوبهم وصدق الندَّم
تفسير الماوردى
قوله عز وجل : { مَنْ خَشِيَ الرَّحْمَنَ بِالْغَيْبِ } فيه وجهان
: أحدهما : أنه الذي يحفظ نفسه من الذنوب في السر كما يحفظها في الجهر .
الثاني : أنه التائب في السر من ذنوبه إذا ذكرها ، كما فعلها سراً .
{ وَجَآءَ بِقَلْبٍ مُّنِيبٍ } فيه ثلاثة أوجه :
أحدها : أنه المنيب المخلص ، قاله السدي .
الثاني : أنه المقبل على اللّه ، قاله سفيان .
الثالث : أنه التائب ، قاله قتادة .
34-ادْخُلُوهَا بِسَلَامٍ ذَلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ
(Onlara):
"Oraya selametle girin. İşte bu, ebedilik günüdür” (denir).
"Oraya selametle girin."
Onlara, (müttakilere); azaptan, nimetin zevalinden ve cezanın gelmesinden salim bir halde oraya girin denilir. Ya da, Allah ve melekleri tarafından verilecek bir selâmla girin denilecektir.
"Ebedilik günü"
Yani ebedî kalmanın mukadder olduğu gündür.
تفسير البحر المحيط
{ادْخُلُوهَا بِسَلامٍ } : أي سالمين من العذاب ، أو مسلماً عليكم من اللّه وملائكته
{ ذَلِكَ يَوْمُ الُخُلُودِ } : كقوله :{ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ } : أي مقدرين الخلود ، وهو معادل لقوله في الكفار
تفسير البغوي
{ ادخلوها }،أي ادخلوا الجنة. { بسلام }، بسلامة من العذاب والهموم.
وقيل بسلام من اللّه وملائكته عليهم.
وقيل بسلامة من زوال النعم،
تفسير القشيري
قوله جلّ ذكره : { ادْخُلُوهَا بِسَلاَمٍ ذَلِكَ يَوْمُ الْخُلُودِ } .
أي يقال لهم : ادخلوها بسلامةٍ من كل آفةٍ ، ووجودِ رضوان ولا يسخطُ عليكم الحقُّ أبداً .
ومنهم مَنْ يقول له المَلَكُ : ادخلوها بسلامٍ ، ومنهم من يقوله له : لكم ما تشاؤون فيها
35-لَهُم مَّا يَشَاؤُونَ فِيهَا وَلَدَيْنَا مَزِيدٌ
"Onlar için orada her istedikleri vardır. Yanımızda fazlası vardır."
"Onlar için orada her istedikleri vardır."
Bu ayeti kerime, cennetliklerin, cennette arzuladıkları her güzel ve temiz şeyi bulabileceklerini beyan etmektedir.
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Allahü teâlânın, bir hadis-i kudsîde şöyle buyurduğunu beyan etmektedir:
"Ben, salih kullarıma öyle nimetler hazırladım ki onları ne bir göz görmüş, ne bir kulak işitmiş ne de bir beşerin hatırından geçmiştir. Dilerseniz şu âyeti okuyun, " "Hiç kimse, yaptıkları iyi şeylerin karşılığı olarak, kendisini ne tür bir mutluluğun beklediğini bilmez."(secde 17)(Buhari, K.Bed’ül halk, bab: 8.)
Onlara orada ne dilerlerse vardır.
"Katımızda fazlası vardır."
Cumhûr’a göe bu Allah Teâlânın (bila keyf) keyfiyetsiz olarak görülmesidir.
Ebû Hureyre (radıyallahü anh):
"Bazı insanlar "Ey Allah’ın Resulü, biz, kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz?" diye sordular.
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’da şöyle buyurdu: "siz, ayın on dördünde ayı görmede sıkıntı çeker misiniz?"
"Hayır ey Allah’ın Resulü" dediler.
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Bulutsuz bir günde güneşi görmede sıkıntı çeker misiniz?" buyurdu. "Hayır, ey Allah’ın Resulü." dediler.
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) "İşte siz rabbinizi böylece göreceksiniz." buyurdu Müslim, K.el-İman, bab: 299, Hadis no: 182
تفسير الماوردي
{ لَهُم مَّا يَشَاءُونَ } يعني ما تشتهي أنفسهم وتلذ أعينهم .
{ وَلَدَينَا مَزِيدٍ } فيه وجهان :
أحدهما : أن المزيد من يزوج بهن من الحور العين ، رواه أبو سعيد الخدري مرفوعاً .
الثاني : أنها الزيادة التي ضاعفها اللّه من ثوابه بالحسنة عشر أمثالها .
وروى أنس عن النبي ( صلى اللّه عليه وسلم ) أن جبريل أخبره : أن يوم الجمعة يدعى في الآخرة يوم المزيد . وفيه وجهان :
أحدهما : لزيادة ثواب العمل فيه .
الثاني : لما روي أن اللّه تعالى يقضي فيه بين خلقه يوم القيامة .
36-وَكَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّن قَرْنٍ هُمْ أَشَدُّ مِنْهُم بَطْشًا فَنَقَّبُوا فِي الْبِلَادِ هَلْ مِن مَّحِيصٍ
"Biz onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Gerçekte onlar bunlardan daha güçlü idiler. Buna rağmen (ölümden kurtulmak için) memlekette delikler aradılar. Kurtuluş var mı?
"Onlardan önce nice nesiler helâk ettik.”
Yani ey Resûlüm! Biz, senin kavminden önce Ad, Semud ve Firavun Kavimleri ile benzeri kavimler gibi kendilerinden daha güçlü olan, yeryüzünün çeşitli ülkelerinde icraat ve faaliyetler gösteren, yahut ölüm korkusuyla köşe bucak kaçan nice nesiller helâk etmişizdir.
İbret almayacak mısınız?
Sizden önceki nesillerin akıbetinden! Mal ve kuvvet yönünde sizden daha çetin ve güçlü idiler. Kuvvetli olduklarından arzı delik deşik ettiler ama ölümden kurtulamadılar.
“Kurtuluş var mı ? “
Yani, Allah’tan (celle celâlühü) ya da ölümden kaçış var mı?
تفسير البغوي
قوله عز وجل { وكم أهلكنا قبلهم من قرن هم أشد منهم بطشاً فنقبوا في البلاد }،
ضربوا وساروا وتقلبوا وطافوا، وأصله من النقب، وهو الطريق كأنهم سلكوا كل طريق، { هل من محيص }، فلم يجدوا محيصاً من أمر اللّه.
وقيل ((هل من محيص)) مفر من الموت؟ فلم يجدوا [منه مفراً، وهذا إنذار] لأهل مكة وأنهم على مثل سبيلهم لا يجدون مفراً عن الموت يموتون، فيصيرون إلى عذاب اللّه.
تفسير القشيري
أي عْتَبِروا بالذين تَقَدَّموكم؛ انهمكوا في ضلالتهم ، وأَصَرُّوا ، ولم يُقْلِعوا . . فأهلكناهم وما أَبْقَيْنَا منهم أحداً .
37-إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَن كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ
"Şüphesiz ki bunda aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır."
Yani onların hadiselerine (ibretlik kıssalarına) kulak verip ciddiyetle dinleyen ve onların geride bıraktıkları eserleri görüp izleyen aklı selim sahibi kimseler için öğüt ve ibretler vardır.
Şüphesiz bu akla sahip olan kimseler onların yıkılış ve harap oluş sebebinin küfür olduğunu bilir ve başka nasihate ihtiyaç kalmadan küfürden uzak dururlar.
وأخرج ابن مردويه عن ابن عباس في قوله {إن في ذلك لذكرى لمن كان له قلب} قال:
كان المنافقون يجلسون عند رسول اللّه صلى اللّه عليه وسلم ثم يخرجون فيقولون ماذا قال آنفا؟ ليس معهم قلوب.(ed Dürrül Mensur)
Huzur-ı kalp içinde kulak verenler,
Münafıkların yaşadığı bu durumu hiç bir zaman yaşamaz. Çünkü kalbi uyanık ve Rabbiyle beraberdir.
Bütün benliğiyle, zekâsıyla hazır olup dinlerler.
تفسير التستري
قوله تعالى : { إِنَّ فِي ذَلِكَ لذكرى لِمَن كَانَ لَهُ قَلْبٌ } يعني لمن كان له عقل يكسب به علم الشرع .
قوله تعالى : { أو أَلْقَى السمع وَهُوَ شَهِيدٌ } يعني استمع إلى ذكرنا وهو حاضر مشاهد ربه غير غائب عنه .
وسئل سهل عن العقل ، قال : العقل حسن النظر لنفسك في عاقبة أمرك
تفسير الخازن
{إِنَّ فِي ذلِكَ لَذِكْرى} أي إن فيما ذكر من إهلاك القرى تذكرة وموعظة {لِمَنْ كانَ لَهُ قَلْبٌ}
قال ابن عباس : أي عقل.
وقيل : له قلب حاضر مع اللّه واع عن اللّه, {أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ} أي استمع القرآن واستمع ما يقال له لا يحدث نفسه بغيره, {وَهُوَ شَهِيدٌ} أي حاضر القلب ليس بغافل ولا ساه.
تفسير القشيري
قيل :{ لِمَن كَانَ لُهُ قَلْبٌ } أي من كان له عقل .
وقيل : قلب حاضر . ويقال قلبٌ على الإحسان مُقْبِل . ويقال : قَلْبٌ غيرُ قُلَّب .
{ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ } : استمع إلى ما يَنادى به ظاهرُه من الخَلْق وإلى ما يعود إلى سِرِّه من الحق . ويقال : لمن كان له قلبٌ صاح لم يَسْكر من الغفلة . ويقال قلبٌ يعد أنفاسَه مع اللّه . ويقال : قلبٌ حيٌّ بنور الموافقة . ويقال : قلبٌ غيرُ مُعْرِضٍ عن الاعتبار والاستبصار .
ويقال : ( القلبُ - كما في الخبر- بين إصبعين من أصابع الرحمن ) : أي بين نعمتين؛ وهما ما يدفعه عنه من البلاء ، وما ينفعه به من النَّعماء ، فكلُّ قلب مَنَعَ الحقُّ عنه الأوصافَ الذميمَةَ وأَلْزَمَه
38-وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَمَا مَسَّنَا مِن لُّغُوبٍ
"Andolsun biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı"
İbnu’l-Münzir, Dahhâk’tan bildirir: Yahudiler: "Yüce Allah yaratmaya Pazar günü başladı. Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe ve Cuma günleri de yaratmaya devam ettikten sonra Cumartesi günü istirahata çekildi" deyince,
Yüce Allah (celle ve ala) "Andolsun biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı"
Bu ayeti kerime, Yahudilerin bu iddialarına bir reddiye olarak indi.
Aslında Allah (celle ve ala) dileseydi bütün bunları göz açıp kapamadan daha kısa bir zamanda yaratırdı. Ama bununla bizim teenî üzere olmamız için bir yol çizdi. Çünkü şu altı yerin dışında acele etmek şeytandandır: 1- Vakit girdiği zaman namazı kılmak, 2- Hazır olduğu zaman cenazeyi defnetmek, 3- Vakti geldiğinde kızı gelin etmek. 4- Vadesi dolduğunda borcu ödemek. 5- Gelen misafire yemek ikram etmek. 6- Günah işlediğinde acele tevbe etmek.
Allahü (celle ve ala) bu âyet-i kerime’de, gökleri ve yeri altı günde yarattığını ve bundan dolayı asla yorulmadığını bildirerek bu tür iddiaların batıl olduğunu beyan etmiştir.
تفسير الكشف والبيان
{وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّماوَاتِ وَالاْرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّام وَمَا مَسَّنَا مِنْ لُغُوب} إعياء وتعب.
نزلت في اليهود حيث قالوا : يا محمد أخبرنا ما خلق اللّه تعالى من الخلق في هذه الأيّام الستّة؟
فقال (صلى اللّه عليه وسلم) (خلق اللّه تعالى الأرض يوم الأحد والاثنين،
والجبال يوم الثلاثاء والمدائن والأنهار والأقوات يوم الأربعاء،
والسماوات والملائكة يوم الخميس،
إلى ثلاث ساعات من يوم الجمعة وخلق في أوّل الثلاث ساعات الآجال،
وفي الثانية الآفة،
وفي الثالثة آدم).
قال : قالوا : صدقت إن أتممت. فقال : وما ذاك؟
فقالوا : ثمّ استراح يوم السبت واستلقى على العرش فأنزل اللّه سبحانه هذه الآية.
للزَّجَّاج -
(وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَمَا مَسَّنَا مِنْ لُغُوبٍ)
اللُّغوب : التَّعَب والإعياء ، يقال : لَغَبَ يلْغُبُ لُغوباً.
وهذا فيما ذكر أن اليهود - لُعِنَتْ - قالت : خلق اللّه السَّمَاوَات والأرض في ستَةِ أيامِ أولُها الأحَد وآخرها الجمعة ، واستراح يوم السبت ، فأَعلم اللّه عزَّ وجلَّّ أنه خَلقها في ستة أيام وسبحانه وتعالى أن يوصف بتعب نَصَبٍ
39-فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ
"Onların dediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce ve batmasından sonra Rabbini hamd ile tesbih et."
"Onların dediklerine sabret” müşriklerin yeniden diriliş konusunda dediklerine sabret; çünkü âlemi yaratmaya kâdir olan Allah (celle ve ala), onları diriltmeye de ve onlarda intikam almaya da kâdirdir.
Veya Yahûdîlerin inkâr ve Allah’ı insana benzetmelerine sabret demektir.
Ayrıc bu âyette, cahillerin söyledikleri her türlü kötü şeylere karşı sabır gösterilmesine, nefislerin terbiye edilmesine; zikir, tesbîhât ve tahmîdlere devamla kötü sıfatlardan temizlenmesinin gereğine de işaret vardır.
"Rabbini hamt ile tesbih et” onu mümkün şeyleri yapmakta acizlikten ve insana benzetme çabalarından tenzih et ve hakkı bulmak gibi bahşettiği nimetlerine de hamdet.
Burada güneşin doğuşundan önce ve batışından önce diye belirtilen vakitlerden murat, sabah namazının vakti ile ikindi namazının vaktidir, bu iki vaktin fazileti meşhurdur.
Nitekim Buhârî ile Müslim, Sahih’lerinde merfu bir sened ile Cerir b. Abdullah’tan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Biz bir dolunay gecesinde Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yanında idik: Şüphesiz şu ayı gördüğünüz gibi Rabbinizi ayan beyan göreceksiniz, hem de hiç izdiham etmeden. Eğer güneş doğmadan önce ve güneş batmadan önce namaz kılabilirseniz bunu yapın, dedi ve:
"Güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et” âyetini okudu.
تفسير البغوي
{ فاصبر على ما يقولون }، من كذبهم فإن اللّه لهم بالمرصاد، وهذا قبل الأمر بقتالهم، { وسبح بحمد ربك }، أي صلى اللّه عليه وسلم حمداً للّه، { قبل طلوع الشمس }، يعني صلاة الصبح، { وقبل الغروب }، يعني صلاة العصر. وروي عن ابن عباس قال (( قبل الغروب )) الظهر والعصر.
تفسير الماوردي
قوله عز وجل : { فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ } هذا خطاب للنبي ( صلى اللّه عليه وسلم ) ، أمر فيه بالصبر على ما يقوله المشركون ، إما من تكذيب أو وعيد .
{ وَسَبّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ } الآية . وهذا وإن كان خطاباً للنبي (صلى اللّه عليه وسلم ) ، فهو عام له ولأمته .
وفي هذا التسبيح وجهان :
أحدهما : أنه تسبيحه بالقول تنزيهاً قبل طلوع الشمس وقبل الغروب ، قاله أبو الأحوص .
الثاني : أنها الصلاة ومعناه فصلِّ بأمر ربك قبل طلوع الشمس ، يعني صلاة الصبح ، وقبل الغروب ، يعني صلاة العصر ، قاله أبو صالح ورواه جرير بن عبد اللّه مرفوعاً
40-وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَأَدْبَارَ السُّجُودِ
"Geceden de secdelerin arkasından da onu tesbih et."
"Geceden de O’nu tesbih et":
Bunda da üç görüş vardır:
Birincisi: O, bütün gece namazıdır, hangi vakitte olsa kılınır. Bu Mücâhid’in görüşüdür.
İkincisi: Yatsı namazıdır, bunu da İbn Zeyd, demiştir.
Üçüncüsü: Akşam ve yatsı namazlarıdır, bunu da Mukâtil, demiştir.
"Ve edbares sücud": İbn Kesir, Nâfi, Hamze ve Halef, hemzenin kesri ile okumuşlar: diğerleri fethi ile okumuşlardır.
قرأ أهل الحجاز وحمزة ((وإدبار السجود)) بكسر الهمزة،
Zeccâc da şöyle demiştir: Kim hemzenin fethi ile
"edbar” okursa, o dübür’ün çoğuludur, kim de kesri ile okursa, o da edbere yüdbirü’den mastardır.
Müfessirlerin bu tesbih üzerinde üç görüşleri vardır:
Birincisi: O akşam namazından sonra kılanan iki rekattır; Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali, Hasen b. Ali, Ebû Hureyre, Hasen, Mücâhid, Şa’bî, Nehaî, Katâde (radiyallahu anhum) ve diğerlerinden de böyle rivayet edilmiştir. Bu aynı zamanda el - Avfı’nin, İbn Abbâs’tan rivâyetidir de.
İkincisi: O, farzlardan sonra nafilelerdir, bunu da İbn Zeyd, demiştir.
Üçüncüsü: O, farz namazların ardından yapılan tesbihattır, bunu da Mücâhid, İbn Abbâs’tan rivayet etmiştir. Ebû’l - Ahvas’tan bu iki âyette zikredilen bütün tesbihler için de böyle dediği rivayet edilmiştir.
أخبرنا مسدد ، حدثنا خالد هو ابن عبد اللّه، حدثنا سهيل عن أبي عبيد عن عطاء بن يزيد عن أبي هريرة قال { قال رسول اللّه صلى اللّه عليه وسلم من سبح في دبر كل صلاة ثلاثاً وثلاثين، وكبر اللّه ثلاثا وثلاثين وحمد اللّه ثلاثاً وثلاثين، فذلك تسعة وتسعون، ثم قال تمام المائة لا إله إلا اللّه وحده لا شريك له، له الملك وله الحمد وهو على كل شيء قدير، غفرت خطاياه وإن كانت مثل زبد البحر
41-وَاسْتَمِعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِن مَّكَانٍ قَرِيبٍ
"Nida edenin, yakın bir yerden nida edeceği güne kulak ver"
Onun kulak verdiği şey nedir?
Kulak verme’nin mef’ûlü (yani neye kulak verileceği) hazfedilmiştir.
Bir manası, Dinleyici ol, bu gafiller ve yüz çevirenler gibi olma!
Kâfirlerin yakın bir yerden: Vay halimize ve (yetiş ey) ölüm!
Diye seslenecekleri zaman seslerine kulak ver!
Veya sana vahyolunanı dinle, kıyâmet hâllerine dâir verdiğim habere kulak ver. Tabi bunda korkutma ve haber verilen şeyin şanını yüceltme vardır.
Kıyamet günü seslenen münadi, İsrâfîl’dir, yahut Cebrâîl’dir. Bu münadi, şöyle seslenecektir: "Ey çürüyüp yok olan kemikler! Ey ezilip yok olan etler! Ey dağılıp yok olan saçlar! Allah (celle ve ala), son hüküm için toplanmanızı emrediyor."
Diğer bir görüşe göre ise, İsrâfîl, Sûr’a üfler; Cebrâîl de, haşir için nida eder (seslenir).
Bu ses herkese eşit olarak ulaşacak şekilde yakın bir yerden seslenecek. Bu diriltmeyi tekrar eden "kün/ol!" emri gibidir.
Diğer bir görüşe göre ise, Beytü’l Makdis’in Sahra’smdan (kutsal kayadan), o yeryüzünün tam ortasında olduğu hâlde on iki mil yüksekliğinde yeryüzünün göğe en yakın yeridir.
تفسير الخازن
قوله تعالى : وَاسْتَمِعْ يَوْمَ يُنادِ الْمُنادِ, يعني استمع يا محمد حديث يوم ينادي المنادي.
وقيل : معناه انتظر صيحة القيامة والنشور. قال المفسرون : المنادي هو إسرافيل يقف على صخرة بيت المقدس فينادي بالحشر فيقول : يا أيتها العظام البالية والأوصال المتقطعة واللحوم المتمزقة والشعور المتفرقة إن اللّه يأمركن أن تجتمعن لفصل القضاء,
وهو قوله تعالى : مِنْ مَكانٍ قَرِيبٍ قيل : إن صخرة بيت المقدس أقرب الأرض إلى السماء بثمانية عشر ميلا
وقيل : هي في وسط الأرض.
42-يَوْمَ يَسْمَعُونَ الصَّيْحَةَ بِالْحَقِّ ذَلِكَ يَوْمُ الْخُرُوجِ
"O gün (bütün halk), o hak sayhayı işiteceklerdir. İşte bu, (kabirden) çıkış günüdür."
"Hak sayhayı işitecekler. bu ses, öldükten sonra dirilmek için olan ikinci nefha (üfleme) dir.
İşte o gün (kabirlerden) çıkış günüdür. ”Çıkış" diye terceme edilen ”hurûc" kıyamet gününün isimlerinden birisidir. Kıyamete benzetilerek bayram gününe de bu ad verilmiştir. Âyetin anlamı şudur: ”Kabirlerden çıkıp hesaplaşmaya, oradan da cennete veya cehenneme gitmelerini sağlayacak olan o gerçek sesi duydukları gün..."
تفسير البحر المحيط
يوم يسمعون الصيحة . . . . .
{يَوْمَ يَسْمَعُونَ } : بدل من { يَوْمٍ يُنَادِى } ، و { الصَّيْحَةَ } : صيحة المنادي . قيل : يسمعون من تحت أقدامهم .
وقيل : من تحت شعورهم ، وهي النفخة الثانية ، و { بِالْحَقّ } متعلق بالصيحة ، والمراد به البعث والحشر .{ ذالِكَ } : أي يوم النداء والسماع ، { يَوْمُ الْخُرُوجِ } من القبور ،
43-إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي وَنُمِيتُ وَإِلَيْنَا الْمَصِيرُ
"Şüphesiz biz, evet biz, diriltir ve öldürürüz. Dönüş yalnız bizedir."
Yani dünyada dirilten ve öldüren kesinlikle ancak Biziz; hiç kimsenin bunda katkısı yoktur. Ve âhirette ceza ve mükâfat görmek üzere son dönüş de ancak Bizedir;
Ne müstakil olarak, ne de müşterek olarak başkası merci olmayacaktır.
تفسير البيضاوي
{إنا نحن نحيي ونميت} في الدنيا
{وإلينا المصير} للجزاء في الآخرة
تفسير النسفي
{إنا نحن نحيي} الخلق
{ونميت} اى نميتهم في الدنيا
{وإلينا المصير} اى مصيرهم
44-يَوْمَ تَشَقَّقُ الْأَرْضُ عَنْهُمْ سِرَاعًا ذَلِكَ حَشْرٌ عَلَيْنَا يَسِيرٌ
"O gün yer yarılır ve insanlar kabirlerinden süratle çıkarlar. İşte bu, bize güre çok kolay olan bir toplamadır."
{قرأ ابن كثير، ونافع، وابن عامر، تشقق بتشديد الشين؛ وقرأ الباقون بتخفيفها}
Allahü teâlâ bu âyet-i kerimelerde insanları, öldükten sonra tekrar dirilteceğini, diriltme işinin Allah için zor bir şey olmadığını, yeryüzü yarılır yarılmaz insanların, kabirlerinden çıkarak mahşere koşacaklarını beyan etmektedir.
Biz onun için ”ol" deriz, o da olur. Bu söz kâfirlerin: ”Bu çok uzak bir dönüştür" { أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا ذَلِكَ رَجْعٌ بَعِيدٌ} (Kaf: 3) sözlerine karşılıktır. Nitekim Allahü teâlâ bir başka âyette de: ”Sizin yaratılmanız ve tekrar diriltilmeniz sadece bir kişiyi yaratmak ve diriltmek gibidir,"
{...مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍۜ}(Lokman: 28) buyrulmuştur.
تفسيرالطبري
و قوله: تَشَقّقُ الأرْضُ عَنْهُمْ يقول: تصدّع الأرض عنهم. وقوله سِرَاعا ونُصبت سراعا على الحال من الهاء والميم في قوله عنهم. والمعنى: يوم تشقّق الأرض عنهم فيخرجون منها سراعا، فاكتفى بدلالة قوله: يَوْمَ تَشَقّقُ الأرْضُ عَنْهُمْ على ذلك من ذكره.
و قوله: ذلكَ حَشْرٌ عَلَيْنا يَسِيرٌ يقول: جمعهم ذلك جمع في موقف الحساب، علينا يسير سهل.
45-نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ وَمَا أَنتَ عَلَيْهِم بِجَبَّارٍ فَذَكِّرْ بِالْقُرْآنِ مَن يَخَافُ وَعِيدِ
"Biz, onların dediğini pekiyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. Öyleyse tehdidimden korkana Kur’ân’lâ öğüt ver."
Biz onların dediklerini çok iyi biliyoruz. Onların dedikleri; öldükten sonra diriltmeyi kabul etmemek, onu haber veren âyetleri yalanlamak ve içerisinde hayır olmayan başka sözlerdir.
Bu âyet, Peygamber Efendimiz için bir teselli, kâfirler için de tehdittir.
Sen onların üzerinde zorla imana getirecek veya istediğini yaptıracak zorlayıcı değilsin. Senin görevin sadece hatırlatmak ve uyarmaktır. Nitekim bir başka âyette de: "Sen ancak öğüt vericisin, onların üzerinde bir zorba değilsin."{فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنتَ مُذَكِّرٌ, لَّسْتَ عَلَيْهِم بِمُصَيْطِرٍ } (Gâşiye: 21-22) buyurulmaktadır. Âyetin anlamı şudur: ”Sen onlara istediğini zorla yaptıracak bir zorba değilsin." Burada ”zorlayıcı" diye terceme ettiğimiz ”cebbar" kelimesi Allah’ın isimlerinden birisidir. O, kullarını dilediği şeye zorlar. Cebr de zorla bir şeyi düzeltmek demektir.
{فَذَكِّرْ} يا محمّد {بِالْقُرْءَانِ مَن يَخَافُ وَعِيدِ} قال ابن عباس : قالوا يا رسول اللّه لو خوّفتنا؟
فنزلت {فَذَكِّرْ بِالْقُرْءَانِ مَن يَخَافُ وَعِيدِ}
Sûrenin baş ile sonu manaca birbirlerine yakın olduğunu, belirtmek gerekir. Çünkü sûrenin başında, "Kâf O şerefli Kur’ân’a yemin ederim ki." buyurulmuş, sonunda da, "Kur’ân ile öğüt ver.." buyurulmuştur.
Burası, bu sûrenin tefsirinin sonudur. Hamd, âlemlerin Rabbine, salat-u selâm da, peygamberlerin sonuncusu ve efendisi olan, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e, bütün O’nun âline, ashabına, ezvâcına, soyuna olsun. (Amin).
0 Yorum
Hulusi Boz
21 saat ·
Arkadaşların ile paylaşılıyor
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.