- 528 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
şiir seçkisi-8
1
asılı eros
Gece, yolunu yarılamıştı. Göklerin yığını, o anda tümüyle sığacaktı
bakışıma. Seni gördüm, ilk ve tek, yıkılmış kürelerdeki tanrısal dişi.
Sonsuzluk giysini yırttım, toprağıma getirdim seni, çırılçıplak. Çürü-
müş yaprakların devingen tortusu her yanımızı sardı.
Uçuyoruz, diyor hizmetçilerin, acımasız uzayda, - kızıl
borazanımın türküsü eşliğinde.
Çeviri: Samih Rifat
Rene Char
eros gibi aşk tanrıçası yüceltilmiş bir gururla hükmeder insanlara.evreni kavrayış biçimine aşkın sevgilinin alımı sevişmekte bağlayıcılığı ifade eder.bu birliktelik insan için günahla tanışma neticelenmiş.sonrasında bir masala dönüşmüş bu unutulmuş ezgileri sahneleyen.
2
Ah Muhsin Ünlü - Karıcığım Bana Eroin Koya
Rabbim şimdi bir polisi tutuklar gibi
Değişik bir hayvan tıkanıyor göğüslerimde
Menşei cam çocukların haysiyetiyle
Pasiflora anlamında tiren koşayım
Koşayım filmlerin adı bu olsun
Şehre laciverd bir ceket gibi yakışsın yağmur
Rabbim gör Rabbim duy Rabbim bağışla
Rabbim kızın annesi bankada memur
Sol yanlarım cumartesi küle çalışsın
Mason teşkilatlara çapsın bisiklet
Titreyeyim muştalara sapayım kopkor
Rabbim kız okula geliyor, yaşasın cumhuriyet!
İşte yeniden gür bir kapsül sürçsün eşikte
Al sakallı bir kelebek başlasın bitsin
Bu kestiğim son kardeşim surları kesin Hayır Judas düğünüme gelmeyeceksin!
Semerkandı denetleyen bir dedektif mor
Var göğsüne salmadığım şu pürüz sicim
Sakis dahi peşindedir bir Kur’an’ım vor
Eh onu da siyah kotumla giyeyim rabbim!
Rabbim o tarz bir tiyatro gelsin bu şehre
Haddinden fazla mermi küvezden seksin
Rabbim rabbim ben de sordum sarı çiçeğe
Ah beni de şu direğe bağlayın gitsin!
İşteşimdi kör bir masat yorumluyorum
Ham meçlere seyrediyor gözbebeklerim
Öğrettiğin trenlerle baştan çıkayım
Lübabeyim Lübabesin Lübabe Rabbim!
alaysama güzel ama bunu kaldıracak güçtemi ahali.son şarkıları çalıyor müzik kutusu.yazları gülhanede bakışmak bir istanbul masalıyla.tarihi bozduruyorum zeusun heykeliyle.semerkant gafletten uzaklaştırır gönlü.kadere bağlamışlar tekkelerde aşkı tutukluluk ararken derviş sakallarında.önemi bundandır külyutmaz hocaların.bağdat ki külleriyle ağlar tarihin.her şafak bombayla uyanır çocuklar.ve asfalt tozludur daima geçenlerin uykusuzluğunu arar gezginler.dansözlerin alımlı kıvırmaları başka bir manzara için oryantal rüyalardır sömürge için.
3
gitmek biraz ölmektir
Biliyorum gideceksin. Bir eylül ayında ve günün herhangi bir vakti gideceksin. Ne eski bir şarkı engelleyebilecek gitmeni ne de yalnızca gözlerimde sakladığım aşkım. Usul usul ve ağır başlı adımlarla gideceksin. Her adımda gitmenin acısı yankılanacak sokakta. Bir törendeymişçesine göze batan bir yürüyüşle gideceksin ve ben çocuklar gibi bakacağım ardından. Sen geriye dönüp bakmayacaksın.
Gideceksin…
Yalnızca gözlerimde sakladığım aşkımı sukuta kurban vereceğim. ‘Keşke’ diyeceğim sonra ve sonraları da ve her zaman ‘keşke’ diyeceğim. Söylenmemiş sözlerin ateşi yakacak tüm bedenimi. Engizisyonlarda kurban edileceğim her gün. Geç kalmış infazın korkusu kemirecek beynimi. Duvarlara bakıp hayıflanacağım.
Biliyorum gideceksin…
Puslu bir eylül ayında gideceksin. Gözlerinle birlikte, saçlarınla birlikte gideceksin. Geride seni hatırlatan bir tek kelebekler kalacaklar. Bir tek kelebeklerin kanatlarına bakacağım özlemle. İlan edilmemiş bir aşkın hüznünü bırakacaksın bir de. Taşımayacak kadar yorgun olacağım sen yokken. Sonra yaşamak dediğimiz saltanatın soytarılığı kalacak üzerime. Sihirli sözlerin avutulucuğuna salacağım boyalı yüzümü. Kimse fark etmeyecek seni. Seni en kuytu bakışlarımda saklayacağım. Seni uykusuz gece yarılarımda saklayacağım. Başlayıp da bitiremediğim yazılarımda. Bir radyo istasyonunda çalınan Ortadoğu şarkısında.
Sen gideceksin…
Ve aslında gitmelisinde..
Hem de bir eylül ayında gitmelisin.
Şehrin gece lambalarında dans etmeli veda bakışların.
Korkularımla yüzüstü kalakalmalıyım öylece basık bir kenar mahalle kahvehanesinde. Aşkınla demlenmiş sıcak bir çay içmeliyim. Küfürler saçıp etrafa, belalara bulaştırmalıyım ağrılı başımı.
Yokluğuna alışmamalıyım.
Alışamamalıyım…
Tarık Tufan
aşkla tarif etmek hayatı.ayrılığın kaydını düşmüş özlemler.yokluğunda neyle avunacak yürek.hayat alışkanlıklara yenilir mutsuzlukta.şehrin ışıkları bir veda busesidir ayrılıklara.işte sokaklar kimliksizliğin tanığı gibi koparır özlemlerden hayalleri.neyi tarif etmiş güzellikler.bir kelebekte kalmış beklentiler.şiir ayrılıklarda sevdaya dahil mısraı gibi aşkın her haliyle yaşama anlam kattığını vurguluyor.yokluklara alışmak yenilgidir hayat için.sabahı bekler gibi sevişmek cezalandırır soylu sevdaları.aynı korkularla geçmiştir tarih.
4
TUĞÇE KAPLAN ŞAHİN, ASANSÖR
Ne çok sevdim seni, ellerin bir bahardı
Bestelenmeye kıyılmayan boyun
Tüm aşk şiirlerine meydan okurdu
Tüm şiirlere ve kazanılmış bütün zaferlere
Dönüşünü beklerken kenarında perdelerin
Seni müjdelemeyen tüm tıkırtılara
Hasım olurum, yenilgi nedir bilmeyen bir
Amazon kadını gibi
Çünkü ellerinin yorgunluğu asansörlerden
Bütün baharlardan daha çiçek kokardı
Tuğçe Kaplan Şahin
estetik güzelliği arayan bir şiir.sevgideki soyluluk zaman dışı duygulanmalar yaşatmış şaire.her an yeniden başlayacak bir aşkın beklentisiyle hazır hissetmek kendini.evet doğayı anlamlandırma ve şehrin alışkanlıkları koparmıyor şairi düşlerden.ellerinde ruh gibi portakal kokusu şiirini anımsatıyor hiç solmayan bir çiçeğin dokunuşunu hissttiren tensel çekim.anlatımı imkansızlaştırıyor tanrısallık.
5
oğlum mustafanın düşündüğü şeye bak.
Ağlar mıyım ben de baba
Bir gün olur senin gibi?
Senin gibi kalır mıyım
Alınyazısı altında?
Taşı delip fırladığını bilirim,
Bilirim ot yediğini,
Ölmediğini bilirim,
Yaşadığını bilirim,
Dünyanın acı hali tatlılaşmış tadında.
Sen kendi derdinde değilsin baba
Ne de güzel sıçradı yeşil kurbağa
Ne güzelde demiş şair dostun Orhan Veli
Benim lokmam aslan ağzında.
-Sevin Mustafa’m sevin
Ben insanın fakiriyim
Anan Urgan
Baban Irgat
Korkma oğlum Mustafa Irgat
Bin atına, dünya senin
Dilediğin gibi oynat.
Cahit Irgat
çiftlik hayatına özlem gibi geldi bana.toprak insanı köreltir ve öğrenilecek fazla bir şey yoktur.baba oğul diyaloğu her şeyi anlatıyor.insanın fakiri olmak avunmak değildir dünya hayatına.gerçek özgürlüğün tarifini veriyor şair hayata bağlı kalma konusunda.
6
su düşü
denize bir şeyler diyor adam
çiviler çakarak denize
gözlerinden
denize bir şeyler diyor adam
deniz sımsıcak Erzurum kan
denizden bir parça
adamın alnına koymalı
belki çoğalır özlemi
rüzgarsa toprağın dansı
gelir esen meltemle
ölüm ıhlamur kokusu
çeker maviliği bir soluk
belki çoğalır özlemi/çoğalır adamın
Arif Ay
şair zengin çağrışımlar yaratmak istemiş.balki çoğalır özlemi.gönlü genişler çektiği içine maviliklerle.hayat konusunda eksikliğini yaşadığımız farkındalıkları anlatmış şair.hayata bağlı kalmak üzerine tabiatın yaşantımıza katacağı zenginliklerin bizi çekeceği kıyılar.böyle anlamlanmış uzak düştüğümüz hayatlar.
7
KAAN İNCE, KUYTUDA YALNIZLIĞIN UYKUSUZ ÇİÇEĞİ
Yüreklice bir akşam çıkardı
Titrek güneşten
Yepyeni bir kentin soluğuyla
Sığ umutların yarattığı çocuklar
Ve lekeli camlarda kan
Bambaşka insanca
Yıldız tozu silkeler gözlerime
Sarışın sonbahar mendilimde moraran
Kıvrılan saçaklarda serçeler
Çöker karanlıkla ortalığa
Rüzgâr yanığı alın çizgilerimiz
Sessizliği öğretir bize
Yaşamın pervazlarında ölüm pervasız
Askerdi gece nöbetlerde
Omuzlarımdan dökülürdü akşam
Kuytuda yalnızlığın uykusuz çiçeği
Kaan İnce, Gizdüşüm
akşamın renklerini anlatıyor şair.sessizce sokuluşunu yoksulluğumuza.sarhoş bir günün ardından dinmesi kalabalık kentlerde uğultunun.ölümün yüzünü saklar batan güneşin ardından bıraktığı süküt.kuşları görürüz pervazlara konan.tükenmiş zaman için kuytuda bir çiçeğin gölgesiyle tanıştırır omuzlarımızdan dökülen tenhalık.ve uykumuza sokulur uzaklardaki vaktin özlemiyle sararan çekingen nöbetler.
8
MANDOLİN, ERGİN GÜNÇE
Eski bir mandolindi ölümdü anlatılan
Kır kahvesinde çocuklara çalardı
Temmuz örerken evini sarmaşıkla
Çan çiçekleri göğsünde kuru kalbi
Serilince bahçeye rakı sofrası
Kucağında mandolin, mandolin ve parmakları
Ne yalnızlık kalır ne aşk
Ne gizlice bildiği av şarkıları
Ay dudağında kuruduğu zaman
Ve ne zaman görse çocukları
Serin yaz geceleri penceresinden
Balkona akınca gölgesi
Saçlarında deniz ve uçuşan şapkası
Eski bir mandolindi ölümdü anlatılan
Şimdi kış ve uykusuz çocuklar
Uzak bir mandolin kulaklarında kalan
muhabbet bağına girdim bu gece şarkısını abımsatıyor.dostluklarında tadı kaçtı vatan sevgisi çekilince hayatımızdan.kaçamaklarla geçirdiğimiz vakitler yerini kimsesizliklere bırakmış olmalı ki evlerdeki mutsuzluğu çalmış mandolin.
9
FÜG, ZEYNEP ARKAN
Tarih 24 Mart 2018In Edebiyat, Şiirler, Zeynep Arkan
Yalnızlık yalnızlığı yer ikimiz kalırız, böyle kalalım
Eski ve yeni yaralardan, yaraları kaşımaktan
Vazgeçerek çoklukla şikâyet edip az ile çatışmaktan
Kâğıda bir kesikle kapanan makas gibi işimiz bitince
İki kapı varsa, biz hep tekinden bakalım
Dünyaya çıkartma yapalım, dünya çıkılan bir yer
Ne öpen ne söyleşen bir hali var, ansızın bir felaket
Ansızın bir buluşma, ansızın bir ayrılık
-Bütün bu yapma çiçekler ansızın yok olsa ya!-
Dünya bir yokuş gibi çıktıkça hepimiz bir arada
Tek kişilik sıkılmanın şiirini söyleyen bir ağızla
Aşk bile üretilen bir şeyse eğer
Yalnızlık yalnızlığı yer ikimiz kalırız, böylece.
Çelişkiler sözde, kalabalık sözde, yokluk sözde
Yüksek bir ideal toprak, sevinç içinde bir yürekte
Borusunu ölüm için çalan sessizlikte
Evdeki müziğin boşlukları doluyor.
Sen gelince başlayan müzik, vakitli açan çiçek
Akortsuz ve gürültüyü kovan akşamüstleri
Acımı dindiren bir yorgunluk haberi
Doğumdan ve ölümden hiç uzaklaşmadan
Rus romanlarını hatırlatarak başlar
Sen gelince başlayan müzik.
Kuvvetli musikisi vardır her gelişinin
Yaraları kaşımanın hazzından uzak
Dünya’nın içindeki dün ve yarın’ın arzusunda
şair yapaylıktan şikayetçi.hayatta her şeyin suni bir karşılığı var.kurallar özgürlük gibi algılanan bir dayatmadır sorunlarla başetme alegorisinde basitliklerin.çok seçenekli hayat karmaşaya sürmüştür ilişkileri.çözümsüzlük her defasında başka bir duyarlılığı empoze etmekte bize ait olmayan dün ve yarının arzusunda.bunları karşılamak güç sıkışıklığın içinde.akşamüstleri duygu yoğunluğuna davet eder onca gürültünün ortasında.açan çiçektir yalnızlığa sığındığımız anlarda gelişinle çalan müzik.
10
evla
beni konuştur söylet bana cebret kar erimesin
ilk kez olan her şeydeki debdebeyi bitirdim
kasıt yok kah övüncüm bulunur yere düşende
pekâla şeref sözü ne oynarsak yarıya, yok misilleme
o senin gençlik aşkın gençlik aşındı
şarkısı sussun istemedim aklımda yoktu musallasını
göreceğim evet, kozalar burda da kesat burda da alelusûl
toplanıyor cevher, komşu haris kızlar fesat yeniyor malı yetimin
teslim etmelisin benim olanı bir kez kopmalısın koparılmalı
gaspına elem duysam da özlemem benden alınanı
şu mutî raiyet sana müştak, hep döneceğin şu harimin
köşe bucak, önemsiz artık bağışlamak… bağışlanmak…
fakat ister bulunmak senin belden senin olan bir tâbi
o belde bende bekle bele küçük kuzunu bende sar sine
hem ne tezat bilirsin gizlenmek koşar iken mûterif dilde
varım bir kez daha denemeye taammüden bekle
bir kere duymamışsan adını bende dilinden
bir kere inlemede bir ah çıkmaz bir çıngar
vurdukça her sekmede taştan bile çıkar da
su uyumaz düşman da, bir garibi kollamaz kolcularsa
su uyusun düşman da su düşmana kondursun
bir öpücük bir yarım, kızlar dönerek topuk vursun
yere vursun sert vursun bana çalsın kamçısı
o senin gençlik aşkın gençlik aşındı
hep ayakta nâperva bıçaksa kemikte sakın şaşma
nihayeti getiren küfrün değil şüphesiz tasdikindir
bir parça şefkat görse dağılır çınar beden
bir kere tasdik etsen bir daha bir gün görmem
hep kılıçlar çekili dik bakışlar dikili şimdi sana desem
beni heder edeni öldürmek için döneceğin bir kahpe
bekledikçe tatlanan kıyamazsın değmeye
çakılıp kalacaktır havada kurşunlanan
açılmaz bir kez böyle kapanınca kanatlar
kilit vurmak gereksiz zaten ağzımı açmam
susmam rıza değil başka bir gözdem var
bekledikçe tatlanan aşktandır aşktandır
aşktandır susmam
hayriye ünal
aşk savaşlarına benzer şiirleri.katlanılmaz sevgili için bulunmaz cevherdir duygularıyla konuşması.sesimde sesim oldu çığlığı.artık bir kenti terketme zamanıdır denizi tanıdıktan sonra gözlerinde.kalbimle buluştum sabah mezarlığında.çünkü unutulmaya başlandı ölülerin günahları kentte.yinede özlemini çektim çilekeş bakışlarının.yinede sevdiğim için yol aldı karanlıkta hatıralarıyla yıldızlar.
11
TECELLÎ
I.
Kar yağdı
İzlerimizi çiğnedi yabanıl hayvanlar
Geçtiler hassas lambaları
Yandılar
Bir heykeli geçtiler tarih 1946
Kurt ve tilki
Hiyaraşi
Görenler
Uğur saydılar
Tetikledi kente giren patileri
Uykuda kirpiklerini
Apartman çocuklarının
Bir çocuk ve lirik keçileri
Ve şiir geldi
II.
Bu şehr-i Gastamonu
Bilgelik ve bengisu
Türkçenin öz yurdu
Doğan ayın şavkı:
Sıbgatullah nûru
Gelişi Gül’e rücû
Gidişi Gül’e rücû
Her işi Gül’e rücû
Çam kokan fabrikası
Gastamonu
Yılanlı’da Kâdirî
Eğirir asırlardır kendiri
Marifet dokur ilmik ilmik
Erleri
Alın teri
Gönül teri
Direği Şeyh Şaban-ı Velî
Işığı Hz. Pîr’de derviş hücreleri
Hz. Pîr’de tecrit hücreleri
Çocukları mahzun bir şair
“En-nûru fissevad” demeli
Tekkenin telaşlı kedileri
Papyonlarını çekiştirerek hizmet eden garsonlar gibi
Avluda koşuşturuyorlar
Geçiyorlar gün gibi
Nasrullah meydanında bir Kudüs mitingi
Sıvazlayarak pos bıyıklarını Mehmet Akif İnan
Bir Aksâ düşü görüyor gibi
“Helekel müsevvifûn” “Yarıncılar helâk oldu”
Diye haykıran bir meczup
Elinde Çin malı bir kum saati
Sokrates’in feneri mi?
Kim bu?
Deli mi, veli mi bilge mi?
Bir düşü hayra yoruyor gibi
III.
Mescid-i Aksa’da bir adam
Ne zaman ne mekan
Kurşun işlemez
Yahudi ise atan
Çünkü bilinendir öyküsü
Söylenendir türküsü
Antepli Şahan
Kubbeyi altınla ışıldatan kim
Kanun yapan adam
“Süleyman”
Mescid bekliyor kurtarıcısını
Kavm-i turan
“Etrâk” geldi gelecek gibi
Durmuş saatini medeniyetimizin
Yeniden kuran
Besmele
“Vema rameyte iz rameyte” ile
Düşmana kılıç çalan
IV.
Aksa’nın hikayesini yazan
Ulu yezdan
Çepeçevre kutsayan
Düşmanı kim
Hakkı danan
“Velen terda…” ile muhatap olan
Karakoç, Pakdil, yedi güzel adamları ol şehrin
Yere indirilmeden önce gökte kurulan
Bir kol saati gibi taşınan
Gönülde
Mekke ve Medine’nin üstüne ağan
Bir tül gibi
V.
Yusuf Kaplan Cemil Meriç’in neyi
Gittikçe neden benziyor
Bu bir râbıta değil mi?
Bir genç pantolonundaki tüyleri temizliyor
İçimden geçiyor
Annemin yaptığı gibi
VI.
Akademide başladı akâid âyini
Bin yıllık Ömer Nesefî
VII.
Diriliş partisinde bayramlaşma ne kadar kısa
Bu yokuşu çıktıktan sonra
Koca bir uçurum sonrası
Bu kar toprağı niçin ve ne kadar örtmez
Böyle ince
Tekrar yağmalı
Yetmezse sis ağmalı
Toprak yorgun zira
Yoksa gelir ol şehre
İsmet Özel’in intikamı
VIII.
Bir şule ışık
Bir resim kök boya
İşhan manastırında
Dinlenme ve sohbet odasında
Ayinden sonra
Rahipler arasında kavga
Bin altı yılında
Kabil ve Habilden sonra
Gevaş’ta Şir camisinde
Medrese kitabesinde altın arama
Vandal bir murçla
Karundan sonra
IX.
Babam eline aldı kelâm-ı kadîmi
Güneşli bir duvar dibi
Bir yaza yürüyecek
Terennüm edecek çocuklar:
“Duvar diplerinde başlar yaz
Duvar diplerinde biter kış”
X.
Akademide başladı akâid âyini
Bin yıdır bitmedi
Ömer Nesefî
XI.
Apartman buzdan kuleleri modern kentlerin
Taşınırken asansör bozularak karşılanıp,
Asansör bozularak uğurlandığımız
Bu çocukların ayakkabıları niçin durgun kapı önlerinde
Renkleri niçin solgun
Çiçekler niçin yapay balkonlarda
Sezai Karakoç’ta ölüm kalım meselesi olan balkonlarda
Ba’d-ı sabanın uğramadığı/Ne de Şemsidduhâ’nın
Açamaz şifreli kapıları
Aşamaz şifreli kapıları
Sahilde küçücük Rumlar yürüyor
Apartmanda bir çocuk bitiyor
Yürümeyince ayakları
Ayakkabıları da diniyor
Bir balkon çiçeği ölüyor
Bakü’de bir Azeri
Küçücük Rumlar geziyor sahilde
Hastane komidinleri
Ne kadar derindir çekmeceleri
Komşusuz komşular bitiyor
Demir kapı granite dönüyor
Bıçağa “P” keskinliği
“Pıçak” demeli
Şapkalı harfleri ile yazılmalı Fuzûlî
“Ne yanar kimse bana âteş-i dîlden özge
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı”
XII.
Tutuklanmış Ahed Tamimi
Yakup bir ikindide kaybolup gitti
Son muhtarı tükenen bir mahallenin
Bitiyor bu şiir
Yarım yamalak
Yeniden başlıyor gibi
Reel hayatta
Mısra o kadar çok ki
Her şiir yarım kalır
Bitmez bu tecelli
HIRS
İnsanlar tüm sarı metalleri dişlediler: Altın
Mübarek yer sofralarını çiğnediler umarsızca
Bütün pencerelerden baktılar: hangi mevsim
Hırs: "hubb-i câh" "hubb-i mâl".
VIII. Diriliş partisinde bayramlaşma ne kadar kısa
Bu yokuşu çıktıktan sonra Koca bir uçurum sonrası
Bu kar toprağı niçin ve ne kadar örtmez
Böyle ince
Tekrar yağmalı
Yetmesse sis ağmalı
Toprak yorgun zira
VAN’DAN
Bir şule ışık
Bir resim kök boya
İşhan manastırında
Ayinden sonra
Rahipler arasında kavga
Bin altı yılında
Dinlenme ve sohbet odasında
Kabil ve Habilden sonra
Gevaş’ta Şir camisinde
Medrese kitabesinde
Altın arama murçla
Karundan
birol yıldırım
birol yıldırım şiiri islami geleneği temsil eder.islam uygarlığının insanlığa getirdiği yenilik için bağdatve şamı günümüze akseden yaşam biçimine uygular modern şiire.ilk şehirleşme ve toplum külürünün yaşandığı doğunun günümüze taşınan sufilik ve islam felsefe geleneğini yorumlar batının sanat aynasında.ilk modern islam şairlerinin çizgisinde hakikat için yolculuğa çıkar hayatın anlam kattığı olguları sorgulayarak.bir hayal dünyası ve ideolocya için eksiklerimizi gözlemler hakşikatın anlayışlara sunduğu imkanlarla.şiirin politik yönü aristonun politik insan vurgusunu kavramlaştırma zorunluluğundaki sınırlara dayanır.gazali ve ibni rüşdün kavgasında ibni arabinin kozmosa bakışındaki marifet kavramıyla sorgular tabiatı eşyanın hakikatini kavrama yolculuğunu.
12
İSMAİL ÖZCAN, BANA ADINI BAĞIŞLA, BENİMKİ ÇIĞIRINDAN ÇIKTI
yaktığım ateşi rüzgara adayarak başladım hata yapmaya
geçmişin içinden geçerek yarını geçmiş oldum anladım
kendimden geçmiş oldum bilmem nereye bilmem hangi gümrük antlaşmasına dayanarak
yağmuru kaçırıp gökkuşağına şemsiye açmak kadar ahmakça ve ahmak
ah! bak nasıl da harıl harıl çalışıyor
hiç çalışmadığım yerden kastediyor vaktime gece
kafamda tasarladığım rüyalara dalarak unuttuğum yüzler
ya sanrı bu ya da bir göz yumma anında çıkılan kaçak kat
bir fotoğrafı tam otuz yedi yerinden terkettim
hâlâ oradaysam bana kendimi hatırlat
Sarılmalardan arta kalan hüzünlerimi yalnızlara satarak sağladım geçimimi
şubatı ilkbahara dahil etmeye çalışarak
karışarak faili olduğuma ikna edildiğim suçlara
beni kendi halime bırak
öğrendim nasıl yüzülür karada
bir kulaç daha attım yine çıkmaz sokak
nasıl yaşanılır bilen yok
hayatı hor kullanma kılavuzu sıkıştırmış kapılara faili meçhuller
herkes kendinin eseri, herkes kendine esir
bir intihar komandosuna neyse mesleğini sevdiren
biliyorum, büyüdükçe küçülen şehirlerde öğrendim insanın kaç bucak olduğunu
adını doğduğu köyde unutmuş simitçi çocuğun adı olmak geçti aklımdan
geçmiş oldum içimde hissetmekle mükellef olduğum şark acılardan
yusuf olmayı bekleyerek geçiyor ömür
kuyudan çıkmanın başka yolunu bilmiyorum
gözlerimi açıyorum kararıyor her yer
dünyanın kiri görünecek sanıyorum ne zaman çıkarsam elimi cebimden
irtifa kaybediyorum, üstelik yerdeyken
tam yaşamaya alışıyorum, dünya yeniden başlıyor dönmeye
İsmail Özcan
yaşamayı sevdiren dalgınlıklarımızı sermiş ortaya şair.hayata bağlı kalmanın nüansları.öykülerin içinde kaybolmayı öğütlüyor intihar korkusu.zayıf yönlerimizi tutkularımızla örterek kuyudan çıkışın yollarını aramak.yazgısıdır insanın ölüm karşısında hapsolduğu hakikat.özyurduna karşı sadık kalma mükellefiyeti sınanıyor faili meçhüllerle.bu da bir ölüm çeşidi egemenlerin yedekte tuttuğu.mevsimlerin izini sürmekte yetersiz kalıyor hayattan yana kalbin doyuma ulaşması.vardıpğı nihayet bir çıkmaz sokakta son bulması şehri aramak telaşının.
13
Mesnevi okuyup sigara içen mütesettir kızlar beni neden sevmezler Erkan? Süleyman Unutmaz
Hâlbuki ben bu halde bile caizim onların hançerlerine
Bu halde bile boğulmadım boğdurulmadım
Eski tüfeklerden adım geçer de dönüp bakmazlarmış
Ateş olsun almazlarmış kırmızısı uçuvermiş dudaklarına
İstemedim tek buse ne nazda ne hazda gözüm var
Medrese cesetlerine nazır masallarda yıllar önce
Sene 99 ben İstanbul acemisi yıllar önce
İnmişim trenlerden adım yakama ilikli
Mustafa Kutlu’dan çıkmışım vermişim şiirlerimi
Talebeyim ama talip değilim ne yeşile ne ala
Yalnız şiir kartalların soyundan ama toy bir ağrı
Seğirtmedim bir güzele
99
Divan yolu tarihten başını uzatmış bir kuğu yansıması
Hava sıcak terim taze
İstanbul işte önce güzel sonra güzel sonra manidar
Ulan beni buraya alırlar mı telaşıyla Çorlulu Ali’de
Ama herkes biliyor sanki şairim ya!
Ne demek efendim burası sizler için
Buyurun tabi burası beceriksiz İslamcıların hatıralarını dinlendirmesi için
Burası gökyüzünün altında no mahrem barış çubukları için
Burası postmoderne ayna tutmak için şairler kız ayarlasın için
Şööle iç geçirsinler afallatsınlar kendilerinden kaçarken şiirlere tutulanları
O zamanlar Kanuni yeni sakal bırakmıştı halk farkında
Kanım bir uykuyu köpürtüyor ya nadasa bırakmışım mısralarımı
Masalara mekik dokuyan gözlerim bir kıza bir oğlana takıldı
Masada “Üç İstanbul” oğlak yayınları kızda nargile
Mesnevi okuyan bir kız mı bilmem
Ama benim taşrada okuyan hayallerim ezbere almış bu manzarayı
Ben sanki dokunmuşum bilmem kaç sene sonraki serencama
Özenti deme Erkan biraz daha fazlası
Nargilesiz de olur kabul ama daha da fazlası
Çorlulu olmasa da olur ama daha fazlası
Mesnevi okuyup sigara içen mütesettir kızlar kiminle evlenir Erkan?
Mavi Marmara’dan galip dönen İslamcılarla mı?
Sakalları yüzüne nur katmışlarla yakışıklı mı?
Risale-i nur talebeleri değil Erkan olur mu?
Bak ben severim onları da onların evliliğini de
Onların yumuşacık Müslümanlıklarında semirttikleri saadetlerini de
Ben severim onların nefes alırcasına girdikleri sevapları da
Ben elbette severim nisa taifesinin pıtır pıtır çiçek açmasını
Dindar kocalarının kollarında
Ben niye sevmeyeyim Erkan evveli çile ahiri konfor olan Müslümanlığı
Ben niye beğenmeyeyim Rumeysa Nur ve Bilal’i çocukları Taha’yı
Öyle şey mi olur Erkan niye yüzüm ekşisin İsrail’i lanet mitinglerinde
4X4’lerde Filistin bayrağı bana neden vermesin gaza sevinci
İftarda Cola Turca içen kardeşlerim yıkacak bir gün İsrail’i
Kalbim mühürlendiyse o benim iman eksikliğim
Yoksa Numan Kurtulmuş iyi adam
Sen de kızma artık Başakşehir ümmetine
Mesnevi okuyan mütesettir güzel sigara içen kızlar kime âşık olur Erkan?
Esmer yüzleri cool bakarken delikanlıların
Hayatın tam içinden fırlayan tam pratik tam yerinde
Yani şiiri kullanacağı yeri iyi bilen
Biraz monna biraz rosa yani aşkı nasıl servis edeceğini iyi bilen
Kitaplarda saklı yaralar gibiyken o kızların yüzleri
Sadra şifa şeylerden güneşin gördüğü şeylerden bahseden
Aşkı 12den vurup o yüzleri yere seren
Onlara mı onlar çok onlar adisyonlara incelikler indiren
Onlar beni daha da ben seni daha da sen yapan
Deli olmadığımızı ikna için bizlere tetik düşürten
Öğrenemedik Erkan kalbin bu işlerle alakası olmadığını
Kalbin de var yeri ve zamanı olduğunu
Kalbin zamanında 7/24’ün çok fazlalığını
Mesnevi okuyup sigara içen mütesettir kızlar beni neden sevmez Erkan
Mesnevi okuyup sigara içen mütesettir kızlar beni neden sevemez Erkan
Geceleri hepsi benim sevgilimken gündüzün bozgunu ne o zaman
Aşk ayrı hayat ayrıysa kaldık bu yakada o zaman
Şairlerin gerçekten varlığına kimleri ikna etsek Erkan
Bizi gömdükleri şiirlerden hortlasak da korkutsak mı o zaman
İlham denen orospuyla arayı açsak mı bir zaman
Çok yorgun bir estetiğe kurban aramak değil
İsmet Özel’i seven bir kız tanıdım Erkan
Manyak mısın oğlum bu kadarı yeter mi dersen
O kadarı çok bile gerisi bonus Erkan
Yanlış kurulmuş bir soruya aşkı ihale mi ettik Erkan
Aşk yanlış kurulmuş bir hayalse
Soruyu siktir et o zaman
islamcı kızların tutkularıyla ilgili bir şiir.mesnevi okuyup sigara içmek gibi alışkanlıklarıyla rahat bir hayat yaşama lüksünü ararken şehrin uğultusuna karışmış hayallerini genç şairlere açan ülke kızları.süleyman unutmazın bu şiiri tipik bir eleştiri yöneltilmiş yaşam tarzımızla ilgi kustuğumuz hezeyanlar.kimin omuzlarına yüklenmiş dava diyeceksek işçilerin hor görülmüş hayatına bakınca ezen ve ezilenin ortak potada buluşmasıdır umut avcıları için.
14
Akif İnan - Akşam
Yüzünde elleri sonsuz denizin
Gömelim yüreğe dediğim durum
Saçların en derin bir gökyüzüdür
Varamaz ellerin merdivenleri
Her an bir güvercin çırpınır durur
Kalb atışlarında ve gözlerinde
Bir sırdır içinde evler anneler
Çocuklar başında bir yeşil çelenk
Göklerden bir haber gibidir umut
Görünmez bir yerde saklanmış mahcup
Su gibi içtiğin çok zor son on yıl
Sadakat anıtı bir sonbahardır
Duygu ve sabırdan bir deri giydin
Kuşandın demektir ölümsüzlüğü
Bulutlara gömülü sedeften yüzün
Dünyanı kuşatmış destansı hüzün
ışıktan bir sedef gibi inciler saçıyor aşk denizinde yüzün.umudu gaye bilen inancın gölgesinde yıldırımlar vardırıyor yarınlara suskunluğumuzu.akşamın çöktüğü vakittir binbir anlama bürünen yüzün.şiir günlerin getirdiklerini resmediyor güvercinlerin kanatlarını dokundurarak pervazlara.bir güz vakti ölümsüzlüğü hatırlamaktır bir atın yelelerinde.bundan doğmuştur günün aydınlığı söz güneşinden.
15
son kavga
ölüm bir kez çalar kapıları
Doğumdan öncesi, ölümden sonrası yalan
Yumruğu, göğsü ve altın başıyla
Ne güzeldir ayakta dimdik insan.
Pul pul damar damar
Dünyamızın derisi dökülüyor
Nedendir?
Nar ağlıyor, ayva gülüyor.
Yer depremde,
Sallanıyor gök ağaç
Nedendir?
Birimiz tok, birimiz aç.
Orman orman
Lif lif Asya, Afrika yanmada
Nedendir?
Toprak uyanmada.
Eller sarıldı gırtlaklara
İnsan insanın üstüne yürü, yürü...
Nedendir?
Sömürü...
Bulutların gür elma ormanları tutuşuyor
Güneş yarıldı kırmızı nar gibi
Nedendir?
Son kavga var...gibi!
Ölüm bir kez çalar kapıları
Doğumdan öncesi, ölümden sonrası yalan
Yumruğu, göğsü ve altın başıyla
Ne güzeldir ayakta dimdik insan.
İlhami Bekir Tez
sömürünün yaşantımızı nasıl çarpıttığını anlatıyor şiir.insanca paylaşmanın hakça bir düzenle mümkün olduğu.dünya hayatının yaşamla anlam kazandığı ölümle doğum arasındaki zamanı değerlendirmekle ayakta kalınabileceği üzerine duruyor şair.artık özgürlük şarkıları duyuluyor asyada afrikada toprağın uyanışıyla.böyle bir diriliş için kavgayı göze almış dünyanın mazlum halkları.sonsuza dek sürmeyecek bu suskunluk
16
güneş topla benim için
Seheryeli çık dağlara,
Güneş topla benim için.
Haber ilet dört diyara,
Güneş topla benim için.
Umutların arasından,
Kirpiklerin karasından,
Döşte bıçak yarasından,
Güneş topla benim için.
Yazdan, kıştan, ilkbahardan,
Mahpuslarda dört duvardan,
Doludizgin sevdalardan,
Güneş topla benim için.
Seheryeli yâr gözünden,
Havadaki kuş izinden,
Geceleyin gökyüzünden
Güneş topla benim için...
Ülkü Tamer
bir zamanların en revaçta sözleriydi.ülkü tamerin güftesi olduğunu öğrendik.biraz fizik ve onun üstünde yükselmiş sevdaya dair imgeler.hepimizin hikayesi var şiirde.bir karşılığı varmı hayatta bilmiyorum.böyle zamansız yakalandık kara şapkalı devrimcilere.hayatımızı haraca bağladı modern çağın dervişleri.çırpındıkça batıyoruz karanlık sulara.oysa şarkıda olduğu gibi güneş toplama zamanıydı bir yaz gecesi rüyasıyla.denize üflemek eski güzellikleri demiş şair oysa karartma geceleri yaşanıyor faşizmin.bu izbe yoksulluk şans tanımıyor kaderimiz için uzakları anımsamak bir kafeteryada bunuda cemal süreya demiş.
17
EYYÜP AKYÜZ, TADİLAT
biri beni onarsın n’olur
çırak ya da kalfa, usta lüks olur
onarsınlar beni niçinse niçin
kullanışlı değilsin diyorlar hiç kimse için
rol yaparsam musa diyorlar
yapmazsam firavun bana
beni buradan alın
dünya narkoz ısmarlıyor yaramaz çocuklara
hangi öfkeyi kaldırsam
kendime rastlıyorum, hayret
boşuna mı diyorum beni onarın
ne merhemler sürdüm, geçmiyor sancılı hayat
zengin kalkışıyla kalkmayan
gördün mü dünyadan, göremezsin
bir selam gönderir mi gidince
gıyaben tanıştığımız hayat
beni biri onarsın n’olur
ağzım doluyken anlamıyor beni kainat
imreniyorum, nazar değmesin
her bahar bakıma giriyor tabiat
dünya bir hızlı tren
tıklım tıklım vagonlar, -uyumsuzlara yer yok-
yine de her istasyon görülesi
beni onaranın, olurum kırk yıl kölesi
Eyyüp Akyüz
günlük alışkanlıklarımızın bayağılaşması üzerinde duruyor şair.yüksek ideallerin hayattan çekilişiyle yakalandığımız basitliğin kör tuzakları.kim onarabilir yalnızlığın yabancısı bir kalbi.da vinciyle başlayan sanatsal irade soyutlamanın inceliğine vakıf olmuş sürrealist ressam ve şairleri geride bırakmış çoktan zamana alfabe olacak umutsuzluk saçan nabız atışlarıyla.kendi mahşerini yaşıyor insan sığ sularda.şair bunun farkına varmış olacak ki fokurdayan cehennem için bir not düşmüş çağın kirli ilişkilerine.
18
eğilme
Zincirin altınsa da hatta, koparıp kır,
Susmak ne demekmiş, yere haykır göğe haykır!
Vicdan bile duymaz çıkmazsa bir âhı,
Sessiz kölelerdir yaratan binbir ilâhı
Elbet put olurlar öpülen eller, etekler,
Elbet öpen oldukça, olur öptürecekler!
Hürriyet, o en son şerefindir, onu satma!
Bir tanrı yeter, kendine bin tanrı yaratma!
İnsandaki dört tane ayak devrini bilme,
Mahvolsa eğilmezdi baban, sen de eğilme!
Mithat Cemal Kuntay
toplumsal hastalıklarımıza neşter vurulduğu yıllar.bir ulus yaratmak ideali birey olmanın gerekliliğinden yola çıkıyor.ve yurttaşlığı bir gereklilik olarak sunuyor.inancın aslına dönülmesiyle kula kul olmaktan kurtulmanın ortamı yaratılmalı.bunun şartı hürriyetin sunduğu imkanlardır.çağdaşlık böyle bir şey herhalde.
19
ağıt ve raks
-Nadir Özkul’a-
ben oyumu felakete veriyorum şeyda
sana dönük yanımda çengiler mat oluyor
saadet-zedelerin morga çevirdiği bir dünyada
bana alevden kostümlerle dans etmek düşüyor
ve şeyda ben oyumu felakete veriyorum
yolum uzadıkça kabaran direncimi
her düştüğüm yeri öperek bileyliyorum
kolay gele demek de nerden çıktı şeydam
gürbüz doğumlarda bir nice ananın harcandığını
imbatla gelenin kabayelle gittiğini biliyorum
senin aldanmak dediğin bana merhem oluyor
gördüğüm kışı zorlu geçmeyen yılın baharını da
saksıya dikme gülleri ilk güneşle soluyor
işte bu kısrak yokuşta çatladı demen için şeyda
dünyanın tüm düzlüklerine kin besliyorum
geç bi yol nazlı, güleryüzlü şiirler yazamam ben
esenlik şölenleri bitti vakt-i çerağanda
vakt-i kahırda hüzün fasılları demidir bu dem
gör ki raksederek ağlamak da varmış hesapta
ama ne raks’ı ne ağıt’ı ben Endülüs’ü evetliyorum
artık bol kahkahalı çokşükürleri bıraktım
esenlik bildirilerini harcıalem mutlulukları
denizi uslu gösteren kartpostalları yaktım
fakat şeydam bir avuç külü yakamadığım için
ben oyumu felakete veriyorum
Mustafa İslamoğlu
türk şiirinde bir isme hitap şeklinde şiir yazmak gelenekleşti.bu şekilde yüreğin feveran etmesi dindiriyor yürek sancılarını.bu şiirin ifade gücünün üstünde bir söz söyleme şansımız yok.vaz geçilmiş tutkular aldanılmış sevdalar.gerçek hayattaki karşılığı sessizce yol alan gemideki suçluların kaçak yolcu olduklarına dair kanaat.bunu örtmek kalbin söze yakınlığını terennüm eder bir uykuya varma zamanında.
20
mevsimlerin bize küsmüşlüğü mü var
Şimdilerde ben;
Geceleri yıldızları seyrettiğim penceremden, her gördüğüm buluta yeni bir nisan ısmarlıyorum kurumuş kalbime yağmurlar yağsın diye.
Her doğan güne yeni bir bahar ısmarlıyorum günbegün solan hayatıma renk katsın diye.
Her batan güne(şe) yeni bir sonbahar ısmarlıyorum ölümü hep hatırlatsın diye.
Her karamsarlığıma yeni bir ümit ısmarlıyorum çaresiz kalmasın diye.
Her dostuma, yeni bir vefa ısmarlıyorum sevdamız büyüsün diye.
Her geçen dakikaya yeni bir saniye, her saniyeye yeni bir saat, her saate yeni bir anlam ısmarlıyorum beyhude geçmesin diye.
Her baktığım aynaya yeni bir benlik ısmarlıyorum yab(l) ancı maskeler takmasın diye.
Her kapandığım secdeye yeni bir dua ısmarlıyorum beni “O” hiç yalnız bırakmasın diye.
Her yazdığım cümleye yeni bir harf ısmarlıyorum cümlelerim eksik kalmasın diye!
II
Bir de açan çiçekleri olmasa bahçelerimizin,
Uçan kelebekleri olmasa baharlarımızın...Sesleri uykularımızda yankılanan bülbülleri olmasa seherlerimizin,
Beş vakitte, beş sefer ferahlatan ezanları olmasa semalarımızın...
Daha çok kirleneceğiz.
Daha çok çirkinleşeceğiz.
Daha çok sağırlaşacağız.
Daha çok yalnızlaşacağız.
VI
Keşkeklerim, beklilerim, ölüm olmasa,
Cümleleri sonlandıran nokta olmasa,
Ruhumuzu arındıran dua olmasa,
Daha çok bunalacağız-bulanacağız!
…
(VI)
Mevsimlerin bize küsmüşlüğümü var? Ne kardelenler açtı bu bahar, ne de balkonlara, caddelere, sokaklara çiçeklerini savuran kiraz ağaçlarının kokusunu hisseden oldu. Ne allığına, morluğuna, saflığına, beyazlığına hayran olduğu gülün endamlı gülüşleriyle mutlu oldu bülbül, ne de ovalardan bayırlara, kırlardan yaylalara bal toplayan arılarla selâmlaşan çiçekler gördü baharı. Ne gecenin kalbi aydınlandı minicik bir ateşböceğiyle, ne de, sessizliği bozuldu vakitsiz bir baykuşla. Ne çocukların yüreğinden yıldızlara köprüler kuruldu masallarda, ne de âşıkların yüreğine Kaf Dağı’ndan hayaller çıkageldi. Ne Yusuf’a el uzatan kervanlar geçti buralardan, ne de pervazlara konan Yusufçuk kuşları bekledi pencerelerde. Her mevsimden geriye acı bir sessizlik, kocaman bir sessizlik kaldı.
Bilmem! Sanki hayat, yaşanmıyor gibi yaşanıyor. Artık baharlarda yok kapımızda! Yoksa mevsimlerin bize küsmüşlüğümü var?
Nurdal Durmuş
hayatın renksizliğini giderme telaşıyla yazar.masalların bizi terkettiği çocukluğumuza yolculuğa çıkar bahardaki pembeyi farketmeyen sağırlaşmış benliğimizi kanatarak.hapsolduğumuz dünya zindanı sınırlamış bizi doğadan uzaklaştıran yalancı avuntularla.işte bahar sokaklara taşan kiraz dallarından sevinçlerimize doğru sarkan.bir umuttur bize kafdağındasn gelen.yeterki köprüler kurabilelim masalların içinden seslenen tarihle.işte doğanın gizemini keşfe çıkmak yeniden.mevsimlerle barışık kardeşlik iklimi solumak aynı bayrak altında aynı ülkenin çocukları olarak.
21
dağlar
Başım dağ saçlarım kardır,
Deli rügarlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır.
Şehirler bana bir tuzak,
İnsan sohbetleri yasak,
Uzak olun benden, uzak,
Benim meskenim dağlardır.
Kalbime benzer taşları,
Heybetli öter kuşları,
Göğe yakındır başları;
Benim meskenim dağlardır.
Yarimi ellere verin;
Sevdamı yellere verin;
Elleri bana gönderin:
Benim meskenim dağlardır.
Bir gün kadrim bilinirse,
İsmim ağza alınırsa,
Yerim soran bulunursa:
Benim meskenim dağlardır.
Sabahattin ali
tüm içtenliğiyle anlatıyor doğaya tutkun hislerini.yalnızlığını mevsimlere borçlu dalgınlığıyla vaktin dağlardaki arayışını anlatıyor.kalbime benzer taşları derken bir ormanın kıyısından sesleniyor şair.şehir için bitmiş heveslerin yadırganması dorukları gören orman içlerinde.kış cıvıltılarıyla iç içe bir yaban hayatını özlüyor şehrin uğultusuna karışmış yalnızlıkta
22
mutluluk
Mutluluğu aradığın sürece,
Mutlu olacak kadar olgun değilsindir,
Ve ulaşacak kadar her istediğine.
Kayıplara yakındığın sürece
Ve hedeflerin varsa durmadan yöneldiğin,
Bilemezsin huzur nedir diye.
Vazgeçersen şayet her arzudan,
Ne hedef, nede istek tanıyıp
Mutluluğu artık adıyla anmıyorsan,
O zaman olup bitenlerin akışına
Dayanamaz yüreğin ve ruhun erişir huzura..
Hermann Hesse
çağdaş düşüncenin nazizm saplantısı.uzun zaman batı düşüncesini meşgul ettiğinden şiirler hayatın yaşanabilir olmasına çözüm getirmekle çaba harcadı.mutluluk özlenebilir bir şeydir şair için.içgüdülerimize güvenmemizi öğütlüyor şair.hayatta hedef koymadan yalnız müziğin sürüklediği ruhla yol almak.düşüncenin gereksizliğini vurguluyor insan doğasındaki kötülüğü tanıdıktan sonra.insan hiçbir kılavuza gerek duymadan yaşar.düşüncenin izinden gitmek bir felakettir akıl için.tarih buna şahitlik etmiştir.onun için aşırılıktan uzak durmalı ve tanrıya şükretmeli hayatta kaldığın için.pek kabul edilebilir bir şey değil ama ilişkilerdeki oligarşi bu tutumu doğruluyor.
23
kabuk adam
“Bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı veremez, özellikle de mutluluğu hatırlamak kadar. Unutamamak. Belleğin kaçınılmaz intikamı. Herhangi bir iz taşınıyorsa eğer, bu bir zamanlar bir yara açıldığındandır.” (s.1)
“Yalnızlık içsel bir şeydir, taşkınlık da onun dışavurumlarından biridir.” (s.30)
“Yalnızlığa öyle alışmıştım ki bir başkasının ilgisini ancak bir tehdit olarak algılayabiliyordum. Yabani bir hayvanın insan karşısında tedirginliğine benzeyen bir duyguydu bu. İçimdeki ceset uyandırılmaktan korkuyordu.” (s.32)
“Aslında, ben yazarım. Benim işim öyküler anlatmak. Ben gerçekte fizikçi değildim, diplomalar, dereceler almış olsam da hiçbir zaman bir bilim adamı olamamıştım. İşte ancak o zaman, öyküler anlattığımı söylediğimde Tony beni benimsedi. Onun için gerçek bir insan olmayı o an da başardım, çünkü gerçek bir işle uğraşıyordum.” (s.34)
“Akılcı, mantıklı yaklaşımlardan, ucuz sevgi sözcükleri kadar iğrenirim; yeryüzü zekalarından başka bir şeyi olmayan insanlarla yeterince dolu zaten.” (s.47)
“Arzu, kolaylıkla bastırılabilir ama asla unutulmaz, artık biliyorum bunu. Bedenin bellek üzerindeki mutlak egemenliği.” (s.65)
“Korkmadığını söylediğin şeylerden korktuğuna eminim. İstemediğini söylediğin şeyleri de çok istiyorsun. Umutsuzluk değil seninki, sadece bıkkınlık. Yaşayan herkesin umudu vardır.” (s.78)
“Yalnızca kötülüğün en dibine inenler erdemin doruklarına varabilirler.” (s.84)
“Bir anıyı yeniden yaşamaya çalışmak ne kadar umutsuz, anlamsızdı. Yapay bir mücevherden daha uyduruk bir şeydi.” (s.107)
“Hepimiz okyanusun sonsuzluğunda kaybolmuş yapayalnız adacıklardık; sınırlarımızı aşıp bir başkasına dokunabilmemiz, bir yanılsamaydı yalnızca.” (s.114)
“Hayatın bizlere verip verebileceği tek ödül, tek armağan, sevgi dolu bir insandır ve biz böyle bir insanı, ilk fırsatta katlederiz. Sonra da, ömür boyu, bu asla bağışlanmayan günahın lanetini sırtımızda taşırız.” (s.123)
Aslı Erdoğan
şiirle nesir arasında hayatı yorumluyor eksik tanımlamalarla.acının mutlak yüzüyle karşılaşmış bir kalple kötülüğün tanımını yapıyor yüzeysellikleri hayatından çıkarmış bir kimlikle.erdemle cehalet arasındaki yaşam labrutavarı açmış dünyaya şairlerin yaratmak istediği mitlere özenip.tutuklandığında hakkında yazılanlar mahkümiyet için bir gerekçe teşkil etmedi.şimdi gündemde kolay hayatın çıkarcılığı var.düzenden beslenen oligarşi şans tanımadı yazdıklarına.belki derinlerdeki sarmaşıklar zehirledi umutlarını.ülke için yazıp çizenlerin maruz bırakılacağı oyunları göze almak gibi bir sancıyı yaşamadı belkide.eminim ki en çok insanların anlayışsızlığı yaralamış hayallerinin yıkılmasına neden olan erdeme inanmış kalbini.çok isterdim yalnız olmadığını arkadaşlığına sığınıp.ama konuşacak durumda değiliz hiç birimiz.
24
karagözlü ve gece
Gecenin hırçin kızgınlığı
Boyamış fırça darbeleriyle
Simsiyah gözleri,
O gözler dolu dolu
Üstünde kara bulutlar
İki damla gözyaşı saklı
Göz bebeklerinde,
Aktı, akacak...
Gece üzgün
Gece ağlıyor sessiz, yavaşça
Kara gözlü yarine
Yağıyor, yağıyor...
Beyaz gelin uzaklaşıyor ufuktan
Kara gözlüyü yara yara
Gece yine
Ağlıyor, ağlıyor...
Şehirin sokakları ıslak
Işıklar yanıyor birbir
Kara gözlü yanlız başına
Gece yine
Ağlıyor, ağlıyor...
Gülsün Odalı
sinemasal bir tarzla yazılmış şiir.geceye ulaşan duygularla bir hikaye anlatıyor şehrin sokaklarında sona eren.geceyle birlikte şehrin ışıkları yanıyor.ağlamaya yakın bir hüzünle yağmur olup akıyor gözyaşları.ayrılığa dayanmak güç yalnızlığın hüznünü yaşarken.ıslak saçlarıyla bir emanet gibi bırakıyor yaşam dalgınlığını şehre.güneşle umuda yelken açmış hayaller geceyle birlikte suskunlaşıyor.
25
ŞÜKRÜ ERBAŞ, KOCAMAN BİR ÇOCUĞU ÖPÜYORSUN
Sen bende neleri öpüyorsun bir bilsen
Herkesin perde perde çekildiği bir akşam
Siyah bir su gibi yollara akan yalnızlığı öpüyorsun
Ağzında eriklerin aceleci tadı
Elleri bulut, gözleri ot bürümüş ekin tarlası
Bir çocuğun düşlerine inen tokadı öpüyorsun.
Yağmur her zaman gökkuşağını getirmiyor
Aralık kapılarda bekleyişin çarpıntısı
Bir kadının eksildikçe ömrüme eklenen
Uzun gecelerini, solgun gövdesini öpüyorsun.
Uzak dağ köylerine vuran ay ışığı
Kerpiçlerden saraylar kuruyor yoksulluğa
Ne suların ibrişimi ne gökyüzü ne rüzgâr
Sen bende gittikçe kararan bir halkı öpüyorsun.
Sakarya Caddesi’nde sarhoşlar
Rakıyla buğulanmış kaldırımlarına gecenin
Yüksek sesle bir şeyler çiziyorlar.
Yalnızlık her koşulda bir sığınak bulur, diyorum
Uzanıp dudağımdaki titremeyi öpüyorsun.
Örseler acıyla düştüğü yeri
Susarak büyüyen adamların sevgisi.
Ağzında pas tadıyla bir inceliği söylemek
Bir gülünç içtenliktir, gecikmiş ve ezik
Sen bende yanlış bir ömrün tortusunu öpüyorsun.
İnsanın zamana karşı biricik şansıdır aşk
Onca kapı onca duvar içinde bulur aynasını.
Sen bende neleri öpüyorsun biliyor musun
Herkesin simsiyah kesildiği bir akşam
Yıldızlarla yedirenk gökyüzünü öpüyorsun.
Sen bende, gözlerinin anne ışığıyla
Bir solgunluktan doğan kocaman bir çocuğu öpüyorsun.
ŞÜKRÜ ERBAŞ
kendi utancımı hatırladım.lüx evlerde mutluluk için eksilmiş sözleri çarptı yüzüme.ordu ayaklanıyor kesin bir kararla zülme.benim aynamda gökkafesini yansıtıyor gülümsemeni özleyişim.çalınmış hayatları pazarlayan çok bilmiş efendiler için atılmış tokada karşılıktır büyüyen isyan aydınlanan taş.merhem olur belki yer çekimli karanfile gözlerimden akıttığım kara sular.simsiyah saçlarınla çıktığın onca yıldız yolculuğuna bir kez daha böyle başla.belki duyguların kıpır kıpır bir sivas türküsü gibi bulur yatağını gözlerinde.sonra tüm bedeninle hüngür hüngür ağlarsın zehirli iltifatlara karşı.yüz çevirdiğin hakikatla buluşman böyle başlar altın suyuna dökülen sıcacık gözyaşların yine cengasverler büyütür.büyük insanlık tablosunda bir mona lisa gibi güşümsersin kireçli yüzlere.
26
hepsi o kadar
Gidilir gelinir.
Belki sağ salim dönülür, hepsi o kadar.
Günler geceler çabuk geçer.
Çabuk geçmez şaşkın bir çocuğun hüznü
Vapurlar, arabalar, karlar çabuk geçer.
Ayrılık da özlem de her şey...
Herşey çabuk geçer
Ve birden gün ağarır.
Hepsi o kadar.
Gidilir herhalde gelinir.
Bütün gün denize bakmak kadar.
Belki ayvalar çürür.
Birşeyler kurur, atılır.
Nedir ki uzakta olmak
Ardahan’da boş duran bir ev
Hiçbir zaman suyu olmayacak bir kuyu
Unutulur, kalır. Hepsi o kadar.
O kadar anlayabilmek
O kadar acemi
O kadar toy
O kadar ilk
O kadar yeni
Ey uğursuz yolculuklar
Ey yıldızsız samanyolu
Bir daha hiç olmayacaksınız.
Çünkü yarım ve yaralı kalan
Bir akşam, yemin etmiyorum ama
En az günlerce, günlerce kanar.
Gidilir, gelinse de gidildiği gibi değildir.
Hepsi o kadar.
Süreyya Berfe
alışkanlıklarımızı sorguluyor.yalnızlıkların bizi sürüklediği anlamsızlık içinde hayata tutunma çabamız.dünyaya sığmayan düşlerimiz yoksullaşmış ve kaldıramamış hayat yüklendiğimiz acıları.kim için yaşanırsa sevgiler bekleme odasında geçen zaman kadardır büyüttüğümüz vefakarlık.işte yine marşlarla tatile çıkıyor öğrenciler.bunları unutmadan ödev haline getirmeli kadirşinaslığı.belki gün doğar sararmış kitap sayfalarında.işte tek umuttur bu yarın için hazırladığımız güvencelere
27
sivasta yoksul çocuklar.
Sivas’ta Ulu Camii avlusunda çocuklar
Yalvaran gözlerle etrafa baka baka
Açıyorlar küçük esmer avuçlarını:
-Emmilerim sadaka! Emmilerim sadaka!
Hükümet konağının yanında biri
Bir kemik kalmış bir deri...
’Boya cila yimbeş,boya cila yimbeş’ diye ağlıyor
Ve daha fırça bile tutamıyor elleri.
Garipler Pazarı’nda körpe çocuklar
Yorgunluktan güzelim yüzleri al al...
Öldüren bir çığlık dudaklarında:
-Boş hamal!boş hamal!boş hamal!
Nane satan su satan yetim çocuklar
Şarkı söyleyemediler güneşe aya...
Biliyorum ne masal dinlemeye doydular
Ne oyun oynamaya...
Bezirci’de,Yüceyurt’ta Altıntabak’ta...
Çocuklar var incecik yüzleri nurdan
Ama toz toprak içinde elleri ayakları
Oyuncakları çamurdan...
Ve günahkar çocuklar,suçlu çocuklar
Mahkeme salonunda bakarım dizi dizi
Bu suç bizim suçumuz,bu günah bizim
Affedin bizi.
Gökteki yıldızlar kadar sayısız
Ah yurdumun kimsesiz ve yoksul çocukları
Anladım farkınız yok koparılmış başaktan!
Alın bu gözleri benden,alın bu yüreği artık
Utanıyorum yaşamaktan.
Yavuz Bülent Bakiler
yurdumu kasıp kavuran ıssızlığın neşesi.bağlı kaldığımız yoksullukla sınanıyor yurdumuz.yine umut şarkıları sessizliğe karışıyor her defasında yoksullukla uyandığımız sabahlarda.yüzümüzde bin türlü efkar ve üstümüze yapışmış yazgımızla hayaller kuruyoruz asla vaktın ve ölümün kıyısından geçmeyen.devrimlerle geçti okumalarımız tebeşir kokulu sınıflarda.anlamına vakıf olmadığımız derslerin çiziktirdiği sınavlardan eve yorgun dönmelerimiz zihnimizi meşgül eden.belki de şairlerin isyanı bize umut aşılayan bir çığlık aradığımızda haydi gülümse diyen.haydi ekin tarlasında sararan başaklar gibi güneşe uzansın hayaller.
28
diğer yanın
En şık elbiselerin
Diğer yanının tezgahında dokundu.
En tatlı yemeklerin
Diğer yanının sofrasında yediğin.
İstirahat ettiğin en rahat divan
Diğer yanının evindeki.
Allah aşkına!
De bana
Nasıl olur da
Kendini diğer yanından ayırabilirsin?
Halil Cibran
hayat konusunda yaşadığımız toplumsal şizofreni.şarkıda olduğu gibi bir yanımız bahar bahçe yaprak döker bir yanımız.şiirin derinliklerinde gezinmek mümkün değil bu saf anlatımla.şair yaşantımızdaki iki yüzlü tavırlarımıza duyduğu rahatsızlığı anlatıyor.belki nedeni hayatı basite alışımız kadar önem vermeyişimiz kaliteli hayata.çok yönlü bir uyuşmazlık var algımızı körelten.şiirde örtülü bir anlatım var.nezaketsizlik olarak görülüyor derinliğe varmamış özendiğimiz tutumlar.
29
avangard
sonlu bir yolculuğun
hüneri acıdır
belki ölümü uzun acıklı bir türkü utku edinir
aşktan
hayret kuşanır içi
tan vakitlerinde
ya ozandır ya süvari
eti geceden derin ve mosmor
mısralar birikmiş parmaklarında
hem geceye çöreklenir titrek
habeşli derviş kılığında
dosta ağyâr hasma yâr
ey dilimin ucundaki kahraman
bir cesur abdest alır da şi’rin
bu bir seferdir çıkılan!
elinde esrik asası musanın
yanarsan alazında şehrin öyle gir
öyle gir kavi yürürsen!
yeryüzünde yahut karanlığıma
bil mazi çeksin içini, arzulasın
ve dahi gök kadar.
anla ki!
yorgunluğunu kadınların
dizlerinde dinlenen masalların
çatallanınca hayali bir çocuğun ölümle
yani bir dalöğle vaktinde
görürsün nanik çekilen acının
soğukluğunu
Mehmet Zana Öngenç
bizi çaresiz bırakan sorunlarımız için anlaşılmayı bekleyen yarının aydınlığı için çıkılmış yolculuklar.yorgunuz ve bir türküyle ölüme atılan dalgınlıklarımız ve gettolarımız var.yakınlık duymak kardeş türkülere ama nasıl.bu akan nehirler hayallerimizide alıp götürür düş yorgunu sılamıza.işte çiçeklerin sözlerimizi dolanan hüzünlerimiz için bir bahane teşkil eden bu mavi gök altında arzulanmış erinçler.ansızın terkedilmiş korkularla soğukluğunu hissettiğimiz masallar.neyin aydınlığıyla çoğalacak dağınıklığımıza neden olan hirpanilik.işte okuldan kaçan çocukların bir harabede geçirdiği uyuşturulmaya hazır çıplaklığı.belki bu göçebeliktir titrek bir mumun odamızı aydınlattığı suskunluk.her utku bir yankıdır azaldığımız mavilikleri anlatan.
30
AŞK GEÇER
Aşk geçer
Akan şu bulut gibi
Ey üzgün maviliklerde
Boş kalan bulutun yeri
Necati CUMALI
başlığı murathan munganın yaz geçer şiirinin başlığını anımsatıyor sanki.hayatın anlamını bu üç dizeye sığdırmış şair.hayatın geçiciliği üzerinde durmuş tabiattaki ölüm gerçeğine değinerek.birazda zamanla hayatın bir enstantane olduğunu vurgulamış hayatta boşluğu dolduramayan kayıpları hatırlatarak.işte genç bir kız için yüzündeki anlam yoğunluğu ilgiye layık görülür.tabiki duygulardır ne kadar anlık olsada hayatta anılmaya değer konu.eksik yaşadığımız hayattan şikayetçiyiz hüznüyle avunduğumuz doyumsuzluğa aldanıp.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.