- 555 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
BİR DÜŞÜ PAYLAŞMAK
Eylül. ’’kar peşinde koşanlarla düş peşinde koşanları’’ kıyaslamak için, hüzün verici de olsa bir fırsat. Mesela, 4 Eylül 1919’da, Sivas’ta bir kongre, ve bu kongrede, düş görenlerle ’’gerçekleri görenler’’ arasında bir kavga vardı.’’Ak koyunla kara koyunun geçitte belli olduğu günlerdi o günler.’’gerçekten de.23 Temmuz’da Erzurum’a telgraf yağdıran hanımlar, beyler, paşalar, tül perdeler, kravatlar apoletler, şişeler, çıtı pıtı diller ve pamuk gibi eller, yine Türkiye’yi maceralardan ,cehalet içinde geri bıraktırılmaktan kurtaracak ’’geniş kafalı’’ temsilciler olarak Sivas’a da gelmişlerdi ’’sapsarı yılgınlıkları ve ihanetleriyle’’. Yanlarında bir de Amerikalı gazeteci vardı. ’’Ve Erzurumlulardan ve Sivaslılardan ve Türk milletinden çok, iş bu Mister Bravn’a güveniyorlardı.’’Amerikan mandasını kabul etmek, en akıllıca şeydi onlara göre. Yoksulluk diz boyuydu, yelkenli bile yapamıyorduk, cahildik kapkara. Yenilgi muhakkakken. ’’istiklal ile manda birbirine mani şeyler değilken;Amerika, Filipin gibi vahşi bir memleketi adam etmişken; Türkiye’ yi de modern bir ülke yapabilecekken’’, himayeyi reddetmek aptallık değil miydi? Hem’’Yeni Dünya ile birlikte modası geçmiş ancak kafada ve cepte taşınabilir bir şey olmuştu İstiklal. Ve müstakil kalınamazdı böyle bir zamanda.
’’Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbul’dan gelen zevat...Sivas mandayı kabul etmedi fakat...Hey gidi deli gönlüm ...dedi, ’’Akıllı, umutlu, sabırlı deli gönlüm...Ya İSTİKLAL, ya ölüm...’’dedi.
Bağımsızlık düşü, mandacılık gerçeğiyle savaşıyordu bir Eylül günü. Yıl 1919’du. Düş görenler
kazanmıştı!..
’’Düş ve Gerçek’’ti Erkan Yücel’in 12 Eylül’de yasaklanan oyununun adı. Bir Eylül günü yitirdik onu. Bir Eylül günü Yılmaz Güney’i. Ruhi Su’yu bir Eylül günü. Bu üç sanatçının. ’’yeni bir dünyanın düşü’’ kavşağında kesişir yolları. Sivas Eylül’ündeki düşe inanırlar.: Halka, halkın yaratıcılığına, yerinden doğrulan yoksullara, zavallılara, itilip kakılmışlara güvenirler, düşlerini gerçeğe dönüştürecek olan onlardır diye.
Yılmaz Güney, seçimini yapmıştır:Önünde iki seçenek olduğunu söyler. Güney Starlık ve para, ya da, halkını dile getirmenin, uyandırmanın tehlikeli yolu. Seçimini tereddütsüz yapar. ’’Umut’’, arabacı Cabbar’dadır. ’’Ağıt’’ Çobanoğlu için yakılır. ’’Aç Kurtlar’’ kuşatır serçe Mehmet’i.’’Seyit Han’’, bir keje yanılgısıdır.Fırat, umutsuzlar’’ dan biri. Azem, ’’Arkadaş’’tır bize. ’’Sürü’’ye sayarlar, ses anlayanı. Bir bayram sabahı, ’’Yol’’a düşer beş mahkum. ’’Duvar’’ dikerler körpe bedenlerin dört yanına...Yolunu seçmiştir Yılmaz Güney. Yalnızca filmleriyle değil, yazdıklarıyla da, politikanın göbeğinde yer alır. Bir büyük gerçeği yakalayarak ’’gerçekliğin’’ büyüsünden, göz kamaşmasından kurtulur. Gala Gecelerini, büyük, boydan boya halı kaplı, bin bir parçasından rengarenk ışık ağan avizeleri olan salonlarda, kadife koltuğa kurularak değil, daracık bir hücrenin beton zemininde bağdaş kurarak çıplak bir ampulün cılız sarı ışığında izlemeyi kabul eder. Bel ki onun için, o ışıklar altında, artık erimeye başlamış bedeninin bütün gücüyle kaldırdığı yumruk, bu düzenin tepesine inecek emekçi yumruğu coşkusu verir insana.
Yılmaz Güney, ’’Endişe’’nin çekimleri sırasında ceza evine alınır. Erkan Yücel devam ettirir. ’’Sanatçı , ancak kollektif içinde yer aldığı zaman iyimser olabilir. Birey yalnızlık demektir. Kasvettir birey’’diyen ve bir kollektifin parçası olmayı, partili mücadeleyi rehber edinmiş tiyatro sanatçısı Erkan Yücel. Tiyatro, bir kamyon kasasında, bir römorkta, köy meydanlarına çıkar Erkan Yücel’le. Şehir tiyatroları işçileri, ışıkçıları, terzileri, Erkan Yücel’in sahne provalarının baş eleştirmenleridir Onlara danışır nasıl oynanası gerektiğini. Bir uçurtma düşçüsüdür o. Yükseklere, daha yükseklere, daha daha yükseklere salınan güzelim uçurtmalar dünyasının savaşçısı. ’’Adı kalleş olası ölüm’’ onu aramızdan aldığında, ’’Kanlı Düğün’’filminin uçurtmacı Ali tipini canlandırıyordu. Erkan Yücel, pek az büyük sanatçıya nasip olacak bir ödüle kavuşmuştu devlet eliyle: ’’Müfettişler Müfettişi’’ oyunu serbestçe oynanabilirdi ama, onun rol alması yasaktı!.
İşte; düşlerden, düş sahiplerinden duyulan büyük korku. O korku, ’’Yorgun Savaşçı’’dizisini yakar, kendini seyredemez Erkan Yücel. O korku,’’Hakkari’de Bir Mevsim’’i yıllarca gösterime sokturmaz Türkiye’de.Erkan Yücel olağan üstü oyun gücünün perdeye yansımasını izleyemez. Ama düşlerinin ve yaratıcılığının kaynağını bir an bile unutmaz. Bu yüzden Aydın Emniyet Müdürlüğü’nün mahzeninde çürür bir Altın Portakal. Erkan Yücel’in ’’Endişe’’ filmindeki rolüyle aldığı Altın Portakal’dır o. Söke Toprak- İş Sendikası’na götürüp, ’’Bu benden çok, rüzgarımı, ilhamımı aldığım, öğretmenim olan işçilerin, köylülerin hakkıdır’’diyerek, gerçek yaşamın Cevher’lerine armağan ettiği ödüldür. Sendika kapatılınca devlet mahzenine atılan bu ödülün sahibidir düş görenler; evlerinin büfesinde seyirlik ödülün değil...
Sivas’tan.1919’dan geçer bir güzergah...Bu yolculukta, bir ses eşlik eder düş peşindekilere. O söyler, ’’masalar, sandalyeler söyler, çiçekler, avizeler söyler söyler. ’’ Havada kanat kanat eller’’ söyler onunla birlikte; ’’doğuda bir kaçak mavzer’’ patlar; ’’batıda bir zeytin dalı’’eşlik eder Anadolu türküsüne, tarih dillenir, ’’Yunus’ta örse çekiç ’’iner, Pir Sultan’da ipek ve gül serilir. Ruhi Su’nun sesi, düşleri kadar gürdür...Mandayı reddedenlerin düşünü paylaşır, seferberlik türküleri söyler. Düşler destanlar yaratır, Kuvayi Milliye Destanı’’nı söyler. Büyük düşlerin kökleri yaşadıkları topraklarda beslenir, Karacaoğlan döner gelir; Dadaloğlu dağa çıkar;Mevlana, düne ait sözlerin dünle beraber gittiğini kabüllenir...Kılıç balığı olur Ruhi Su, keser kılıcıyla karanlığını dibin, yakamoz içinde bırakır suları. Ama ah o derya kuzuları! Ah, aysız gecelerde olur ne olursa...Hastalığından medet umulur, büyük düşleri olanların. Tedavi olmaları önlenir. Bir EylüL günü, sustu sanırlar. Uykuları karasabanlarla kesilenler, bilemez; Düş peşindekiler bakarlar ki, Ruhi Su ’’sıkılmış yumruk yumruk, düşmüş caddeye, orman orman söylüyor’’...
Bir Eylül günü bir tabanca patlar. Bir mermi, bir beyni deler. Turan Dursun ölür!Öldürülür!
Dinsel dogmalara karşı savaşını,’’o dogmaların içinden geçerek’’ vardığı noktadan vermişti bir müftü. Orta çağla hesaplaşmanın, aydınlanma kavgasının en ön saftaki, bileği bükülemez neferiydi Turan Dursun.
Üzerine kabus gibi çöken ışıkla, ancak karanlık pusularda baş edebilirdi şeriat. Çok korkmuştu, çok caresizdi;yalnızca bir namluya sığınabilmişti gerçeklerin dile getirilmesi karşısında. Bir bir yıkılıyordu binlerce yılın köhne dayanakları...
Tarihsel rolünü bilenlerdendi Turan Dursun: ’’Ben, yüzyılların doğurduğu ’’ölüm’üm!’’Semavi yalanlardan kurtulmuş, bir insanlılğn düşüyle yürüyen ölüm! Karanlığın vücut bulmuş ölümü.
Sivas Kongresi, Yılmaz Güney, Ruhi Su, Turan Dursun, Erkan Yücel...Bir Eylül günü demiştik, bir Eylül günü, doğumları, ölümleri...Bağımsızlık ruhuyla doğdular, halka güvenerek, halktan insanlar olarak yaşadılar, bir masalı ve bir düşü miras bıraktılar bir Eylül günü.
Safımız nettir: Sivas’ta mandayı reddedenlerin, Yılmaz Güney’lerin, Erkan Yücel’lerin, Ruhi Su’ların, Turan Dursun’ların düşlerini paylaşıyoruz; onlarla aynı düşü görüyoruz. Düşlerdir, insanlığın ileri atılımlarını sağlayan, Bundan daha gerçek ne olabilir ki?