- 298 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
YABANCILAŞMA
YABANCILAŞMA
Yabancılaşma ülkemizde 200 yıllık bir mazisi olan büyük trajedi. Bu trajediyi yaşamamız kaçınılmazdı. İslam ülkesi olan Osmanlının devlet-i ebed müddet anlayışı kendini beğenme ve düşmanı küçük görme anlayışı, Müslüman dünyayı gaflete düşürmüştür.
Bu gaflet o kadar ileri boyutlara varmıştır ki batı dünyasının Reform ve Rönesans hareketleri görmezden gelinmiş, kaplumbağa ile yarışan tavşan misali koca yüzyıllar uykuda geçirilmiştir. Rönesans ve reformlar ardından sanayi devrimini başaran batı İslam dünyasını yıkma, en azından ilerlemesini durdurma, parçalama ve yok etme peşine düşmüştür. Bunun için de gereken her türlü hazırlığı yapmış, oryantalizm çalışmalarıyla planlarını sinsice yürürlüğe koymuştur.
Bu planlardan biri de doğu insanını kendine yabancılaştırma, özünden, geleneklerinden giderek dininden koparma, dinsizleştirme, yapabilirlerse Hristiyanlaştırma politikasıdır. Öncelikle bu ülkelerdeki eğitim politikalarına el atılmış, oradan kendilerine düşman, batı medeniyetine ve insanına hayran, özüne yabancı, maymunvari taklitçi insan tipi yetiştirmişlerdir.
Bu yabancılaşma ve yabancılaştırma hareketi sistemli ve planlı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Bu hareket o derce ileri gitmiştir ki evinden, atasından, ana ocağından koparılan saf temiz Anadolu evlatları dinine, inancına düşman, kendi halkını ve içinden çıktığı toplumu hor ve hakir görerek aşağılayan bir insan tipi haline gelmiştir.
Bu yabancılaşma o kadar ileri varmıştır ki; her alanda batı hayranlığı ilerlemiş, tüm iyi örnekler oradan alınmış, batı karşısında aşağılık kompleksine kadar ileri vardırılmıştır.Bu aşağılık kompleksiyle batılı gibi giyinme,düşünme, inanmaya kadar vardırılmış; ona yine de yaranılamamıştır. Doğulu batıdan çok batıcı olmuş ama kendini bir türlü efendisine beğendiremeyen uşak misali palyaço durumuna düşmüştür.
Batılaşmacı insan tipi batının maskarası olmuş ama bir türlü kendisine saygı duyulan kişilik geliştirememiştir.
Bu yabancılaşan aydının ilk resmini açık seçik olarak ilk defa Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban adlı romanında görüyoruz. Oradaki aydın tipinin Albert Camus ’nün yabancısından daha aşağı kalır yanı yoktur çevresiyle yabancılaşmakta. Biz deki yaban toplumu, gelenekleri ve inancına da yabancıdır, düşünce dünyasına da…
Bu kendine ve milletine yabancılaşma en çok aydında kendini göstermiş, sonra bu iş siyasetçiye sıçramış, şimdiyse giderek toplumun alt katmanlarına doğru ilerlemeye başlamıştır. Bu bir yenilenme değil bir çürümedir, bir doğrulma, dirilme değil, bir hastalık halidir ki çaresizdir ve ölümcüldür. Toplumun tümünü kaplamadan yok edilmesi gereken bir metamorfozdur.
Çaresi milletin değerlerine, inanç ve düşüncesine, yaşayış biçimine dönmektedir. Ancak bu da kolay başarılacak işlerden değildir. Topyekûn tüm kurum ve kuruluşlarıyla, başta eğitim kurumları ve bürokrasisiyle yeni baştan reorganizasyonuna tabi tutulma gerektirir. Bu yeniden dirilme demektir. Ölümden sonra dirilme, bas’ü-bad’el mevt olarak adlandırılabilecek bir diriliş hareketidir.
Ahmet Kemal
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.