- 324 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
-TOP POP DERKEN HOP DEMEK DÜNYAYA-(3)
Bir konuda görüş geliştirirken, ayrıntıların önem arz ettiği kuşkusuzdur. Bu, konuya ve kişilere bağlıysa o oranda yanılgı üretmeye müsaittir de. Malum olduğu üzere insanların konularla gönül ve zihin bağı farklı şekillenir. Herhangi bir mevzuyla duygusal bağımız olabilir de, olmaya da bilir. Bizim için hassasiyet uyandıran bir konu başkasının en azından önceliği olmayabilir. Ne var ki, her konunun kendi içerisinde parametreleri, ögeleri vardır.
Söz gelimi, hiçbir alaka duymayan birine futbolun kriterleri ne ifade eder? Hemen hiçbir şey. Ya da konuya içeriden değil dışarıdan bakan, futbolu dünya üzerinde hükmünü sürdüren ekonomik sömürünün bir parçası, dikkat dağıtıcı bir afyon unsur olarak alan, yalnız bu zaviyeden bakan birinin gözünde futbolun sportif, teknik ögelerine dönük değerlendirmeler fazla bir anlam taşımayacaktır.
Halbuki kendi iç dünyasıyla birlikte konu varlığını duyurmakta, yaşamın bir parçası olmaktadır. Bir de bakarsınız, bir meşin yuvarlak ve onun peşinde yirmi iki oyuncu mitsel bir duruş kazanmaktadır. Özünde dikkatli bakılır, ele alınırsa dünya üzerinde olup bitenleri açıklamayı mümkün kılacak argümanlar da verebilir bu durum.
Mesela sıkça karşımıza çıkan bir soru, dünyanın en iyi futbolcusunun kim olduğu noktasındadır. Bunun benzer bir türü gelmiş geçmiş en iyi ya da büyük oyuncu olmalı. Bazen dile getirdiğim biçimde açık uçlu bırakılır da, bazen kapalı uçludur. Örneğin Messi mi, Ronaldo mu? Ya da Messi mi, Maradona mı, Pele mi şeklinde bugüne yahut tüm zamanlara gönderme yapan bir soruyu burnuna dayarlar milyarların. Burada, bir giyim mağazasında reyonda yer verilen ürünlere bakmak isteyen müşteriye deneyimli tezgahtarın o üründen üç örnek sunup onların içinden seçim yaptırmaya çalışması akla gelebilir. Böylece tezgahtar, sayısız ürünün ortaya döktürülüp, müşterinin hem kendisinin hem de satıcının düşeceği kuvvetle muhtemel bir kargaşa ortamından kaçınmaktadır.
Farklı olarak Messi mi, Rony mi şeklinde dayatanlara şıklardan apayrı bir yanıt verilebilir de. Aaa! Hüküm vermek zor tabi, İbrahimoviç mi desem diyebilir sorunun muhatabı. Açıktır ki, Lio ya da Christiano arasında sınırlandırma bir yönlendirmedir. UEFA ve FİFA gibi unsurlarıyla sistem, kurumsal sistem disiplinli, sistemli, takım elbiseli, sınıf ya da okul birincisi evlatlarını belirlemekte, onlarla çerçeveyi sınırlandırmakta, üstün yetenekli, sıra dışı özellikler gösterse dahi, kuralsız, asi evlatlarına geçit vermemektedir.
Geçen asırda Pele mi, Maradona mı sorusunda Pele’ye meyleden sistem, bu yüzyılda da Messi mi, Ronaldo mu sualinde söz gelimi İbrahimoviç’e şans tanımamaktadır. Şimdi bana o şu kadar Ballon D’or aldı, bu bu kadar, beriki hiç almadı ki yapmayın. “Minareyi çalan kılıfını da hazırlıyor” işin Türkçesi. İşimize geldi mi sorun yoktur ya, birde o boyut var tabi. Keratalık yapar, detaylara bakmayız pek. Ortalık da haliyle mezar soyguncularıyla, at hırsızlarından geçilmez maalesef. Yeri de gelir “Aslanı fareye boğdurur” sistem maazallah. Neyse ki, sözünü ettiğim futbol dünyasındaki mevzuda aslanı aslana boğduruyorlar, temelli fareye de değil. Öyle ki, saydığım yıldızların hiçbiri “mouse” ayarında değil.
Şu kadar ki, tüm zamanlar ölçeğinde Maradona ve Pele haricinde geçen asırdan Cruyff ya da Di Stefano veya Garrincha gibi isimler rahatlıkla akla gelebilir. Nitekim Maradona ve Pele birbirlerini ekarte etmek maksadıyla Di Stefano’yu öne sürer, lütuf yapar yahut çocuk avuturlardı. En son on yıl kadar önce Pele, Di Stefano ikimizden de iyiydi derken, Maradona’nın sol ayaklı olduğunu, hemen hiç kafa golü atmadığını Di Stefano’nun ise her iki ayağı ve kafasıyla çok gol attığını söylerken gerçekte Maradona ile kendisi arasında konunun döndüğünün farkındadır. Real Madrit’in meşhur yıldızının idareten öne sürüldüğü anlaşılmaktadır. Nitekim Pele efendi, Messi’yi ele aldığı zamanlarda da günümüz yıldızının hiç dünya kupası kazanmadığını öne sürmektedir. E peki, Di Stefano dünya kupası kaldırdı mı? Yooo! Demem şu ki, bırak tatavayı Peloş, bırak maval okumayı desek yeri. Üstat nitekim, son zamanlarda gelmiş geçmiş en büyük oyuncunun kendisi olduğunu aleni söylüyor da. Bir yönden haksız da sayılmaz hani. Birinde sakatlanıp turnuvanın başında yedek kulübesine otursa da, üç dünya kupası kaldırdığı bir realite.
Tam da bu noktada, günümüz futbolseveri beylik bir blok koyar. O zamanlar futbol futbol muydu havasında, şimdi ki defanslar, fizik güç ağırlığı o vakitler yoktu ki, topu alan rakip kalede soluğu alırdı makamında çalarlar. Oysa gerçek bunun tam tersi de olabilir. Bir kere Pele’nin döneminin futbol yapısı ona avantajsa, neden devrinin diğer nicelerine dezavantaj? Siyah incinin önünü açan, başkalarının niçin ve nasıl yolunu tıkamakta? O bin iki yüz seksen golü kolayca attıysa devrin diğer nice oyuncusu da benzer avanta imkanına sahip değil mi?
Gerçi futbol tarihinde Pele’den daha fazla gol atan bir isim de var. Yine bir Brezilyalı, Arthur Friedenreich yüzyıl öncesinden yankılanmaktadır. Alman, zenci melezi bu yıldız isim bin üç yüz otuz gole imza atar. Alman babanın evladı olduğu düşünülürse Reich (Alman İmparatorluğunun) futbol dünyasındaki temsilcisi gibi durmakta Friedenreich. Ne ki, siyahi bir annenin de oğludur o. Kim bilir, asıl siyah inci odur belki de, Pele değil. Ne var ki, futbol kanalıyla hiç para kazanmadığı, dolayısıyla profesyonel istatistiklerde yer almadığı gerçekliği de karşımızdadır.
Devam edersek, Pele’nin elli sekiz dünya kupasında henüz on yedi yaşında forma giymek suretiyle ve attığı gollerle takımının ilk dünya şampiyonluğunda deneyimli ağabeyleriyle birlikte rol oynaması ve yetmiş dünya kupasının kaldırılmasında da baş rolü ifa etmesi dikkat çekmektedir. Golcülüğü, istikrarı, komple atlet özelliği göstermesi, asistleri, hem bireysel yıldız hem takım oyuncusu hüviyeti, disiplini onu tüm zamanların en büyük oyuncusu kılabilir de.
Yan bazı faktörleri de yabana atmamalı burada. Sosyolojik bakışla bir bireyden değil bir olgudan söz ederiz onu andığımızda. Ünlü Uruguaylı yazar Eduardo Galeano “Bir keresinde bir savaşa engel oldu: Nijerya ve Biafra onu bir maçta oynarken görmek için aralarında mütareke imzaladılar.” Der. Bu, Mısırlı ünlü sanatçı Ümmü Gülsüm hakkında anlatılan, bir defasında konser vereceği gün dolayısıyla askerlerin darbeyi ertelediği bahsi kadar heyecan verici değil midir? Hani derim ki, bu tarz isimlerin koreografilerini salt stadyum ya da konser salonundaki sunumlarıyla sınırlandırmak fevkalade yanılgılı, bir o kadar da yanıltıcı olacaktır.
Ne çare ki, başka dünya çapında yıldızların farklı yönlerden öne çıkması bir yana, dönemlerin futbol anlayışı, tarzının derinlemesine farklılığı yoklayabilir de bizleri.
Şöyle ki, şahsi fikrim Maradona’nın daha üst seviyede bireysel yıldız özelliği gösterdiği yönünde cereyan etmekte. Bir kere bireysel yıldız kavramının, takım oyunu ve fizik gücün ağırlığını duyurması karşısında gölgelendiği dönemin yıldızıdır o. Artı günümüze geldikçe yıldız futbolcuların kurallarla kollanması tabir edilecek husus, daha eski dönemlerle birlikte onun zamanında işlememektedir henüz. Öte yandan 1986 dünya kupasında Arjantin takım olarak da belli bir güce sahip olsa dahi, onu bir kuş misali şampiyonluğa uçurmadığı söylenebilir mi? Ya peki, çeyrek finalde son Arjantin İngiltere maçı başlarken diğer tüm Güney Amerika takımlarının elenmesiyle birlikte Meksika’da düzenlenen bir turnuvada hiçbir Latin Amerika takımının kalmaması tehlikesinin baş göstermesi? İşte Diego’nun o akşam ve devamı maçlarda yaptığı o tek Arjantin’i tüm güney yarım kürenin sevgilisi ve övüncü kılmaktır. Öyleyse bir fenomen değer karşımızda yine.
Ne var ki, Napoli’yi de neredeyse tek başına İtalya ve Avrupa şampiyonu yapan ve kendisini bu güney İtalya kentinin sonsuza kadar sevgilisi kılan büyük virtüöz, sorumsuz bir özgüre dönüştüğü saha dışındaki türlü disiplinsiz hareketleriyle ardından gelen genç yıldızlara hiçbir zaman rol model olamamıştır. Ve FİFA’ya da uyuşturucu üzerinden aradığı fırsatı vermiş bulunmaktadır. Elbette futbolunun yanı sıra kitlelere dönük yüzünde omurgalı bir insan profili çizdiği de söylenemez mi? Seksen altı dünya kupasında futbolun ve futbolcuların menfaatlerini kollamaya dönük çıkışlarıysa doğru. Yeryüzünde sömürge halkların sevgilisi olmasıysa neden olmasın? Ne ki, giderek artan biçimde kafa disiplininden uzak bir dünya kurmuştur kendisine. Bunun kaçınılmaz neticesiyle, zirvede bir başına olmanın dehşet verici yalnızlığını, yapayalnızlığını tüm benliğinde duyumsamış, duyumsamıştır uzun yıllar.
Ya Garrincha peki? Sözü önce Galeano’ya bırakalım mı? "Birçok kardeşten biriydi ve ona Garrincha adı verildi; bu çirkin ve işe yaramaz bir kuş ismiydi. Futbola başladığında doktorlar çok şaşırdılar. Bu anormalin hiçbir zaman sporcu olamayacağı teşhisini koydular. Cılızdı, çocuk felci geçirmişti; salaktı, topaldı, bir çocuk zekasına sahipti, omurgası S şeklindeydi ve iki bacağı da aynı tarafa doğru eğikti. Onun gibi bir sağ açık, bir daha dünyaya gelmedi."
Evet, özellikle elli sekiz ve altmış iki dünya kupalarının kazanılmasında ülkesi adına emeği büyüktür. Pele’nin iki binlerde hazırladığı yaşayan en büyük yüz oyuncu anketinde ismini anmaması o tarihte hayatta olmamasından kaynaklanır da, sahaların gördüğü en büyük top cambazı olması imkansız değil açıkçası. Hani sahadaki tüm diğer oyuncuların birkaç saniyeliğine olsa, oyundan kopup tebessüm ederek izlemeye dalacakları, akabinde bir tik misali kafalarını bir iki sallayıp oyuna ancak dönecekleri cinsten.
Şu kadar ki, topla çok oynaması, dört tane savunmacıyı kendi ekseni etrafında dört döndürmesi, top nerede hoppaa burada, oyuncu nerede aha orada biçiminde sirk havası estirmesi, futbolu basit ve pratik bir oyun olarak kavradığınızda elbet bir sorundur. Devrine göre kabul edilebilir olanın yetmişlerden itibaren artan biçimde kabul edilmez hal alması akla gelebilir yine. Belli ki, oynadığı dönemin Brezilya milli takımının oyun şablonu da böylesi bir maskaralığı kaldırmaktadır. “Durdurun dünyayı inecek var” misali, arkadaşlarına zamanı unutan bu sevimli çocuğa, sen bak dalgana demekten başka çare bırakmamaktadır.
Diğer yandan Real Madrit’in ellili yıllarda beş kez Avrupa şampiyonluğu ile birlikte dünya şampiyonluğu da kazanmasında baş rolü oynayan Di Stefano’da öyle böyle bir oyuncu olmamakta. Üstelik devrinin kişiselliğe müsait ikliminin aksine o tam bir kollektif yıldızdır. Defans, orta alan ve hücumun her bölümünde görev alan bir oyun anlayışının mümessili olması çağdaş futbolun erken bir habercisi de kılmaktadır onu. Tek handikapı farklı ülkelerin milli formasını giydiği periyotlarda dünya kupası zaferi tatmamış olmasıdır. Bu noktada elbette söylenecek söz, oynadığı dönemlerin Arjantin ve İspanya milli takımlarının takım halinde o güce sahip olmaması olabilir.
Eh! Pele’nin de tek başına Brezilyayı dünya şampiyonu kıldığı söylenemez. Daha da öteye geçerek ünlü Brezilyalı yıldızın bir FİFA mucizesi olduğu da söylenemez mi? Futbolu bıraktıktan sonra kırk yıl boyunca teşkilat bünyesinde etkin bir kişilik olması başka nedir? Tüm bunlara karşın onu hayatı boyunca zirvede, dinamik ve diri kılan bir yönünden, kişiliğinin çok temel bir özelliğinden de söz etmeliyiz. Yaşamı kurgularken rasyonel ve pragmatik mantalitenin dışına çıkmayan, atıl kapasitenin tuzağına düşmeyen insanlardandır gerçekte o.
L.T.
-DEVAM EDECEK-