Her ayrılış, ölümün önceden alınan bir tadı gibidir, tekrar bir araya geliş de yeniden dünyaya gelişin önceden alınan bir tadı gibidir.-- schopenhauer
nedim demirbaş
nedim demirbaş
@nedimdemirbas

şiir seçkisi-4

24 Ocak 2022 Pazartesi
Yorum

şiir seçkisi-4

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

1183

Okunma

şiir seçkisi-4

1
Piri Olsam Sevginin Ne Fayda

Şimdi satırlar bahşedilebilir
Ve çamurlu ayaklarında
İçimde oynayan çocuktan
Lekeler de kalabilir yazdığım her şiirde
Bir de dünümden
Çaldığım her ninniyi armağan ederim
Ölü ve yaşayan tüm çocuklara
Mevsimin kilinden sarıp sarmalanan
Açıkta olmayan yaralarıma da
Değerken nuru yalnızlığın,
İlahi bir maruzatla yakın durduğum Mevla’m da
Sormazken neden, diye
Dikerim bakışlarımı göğün en tepesine.
Sürerim akabinde sefasını
İçimde büklüm büklüm büyüyen hüznün
Ansızın bir martaval dillenir de
Kırılır direncim hani:
Yok olurum
Zaten varlığımla neye çare oldum ki?
Sessizliğin kamburunda hür bir mavi;
Aşkın ikbalinde
Yorgun yüreklerin na’şı da serilmişken iklimde
Büyütmediğim ne mi kaldı gözümde?
Seferi bir özlem
Lakayt gölgeler
Bir de firar eden tümden gelen coşku
Kapıştığım kendimle günbegün
Sararıp solsa keşke verilen her yanlış hüküm.
Bir beyit kadar uzun ömür
Ve bir o kadar kısa:
Nasıl sığar ki sayfalara ve resimlere?
Boyumu aşan hayatın muadili
Yoksa seyyah bir yıldız mıydım da
Söndü gitti ansızın renklerin feri?
Edimlerde saklı tutuşan her gölge
Lakin firar etti her biri
Ne zamanki dokunsam hissetmediğim tenine.
Koyu çok koyu gözleri gecenin
Piri olsam sevginin ne fayda?
Varlığım mıdır tek çare bunca belirsizliğe?
Her nöbet sancılı
Her felaket yankılı
Her izbede saklı
Aşkın firarı
Serildiğim kadar da sezinlediğim
Elbet vardır bir hikmeti
Yandığıma biat her açmazın
Süre gelen ve uçuşan
Saçlarında sönük mevsimin
Mutluyum da öldürdüğüm nefsimin ardından.
Gülüm Çamlısoy
ne gökkuşağı ne mehtapta var ölü balığın gözleri.şair dökmüş içini kumrulara.belirsizlik nerde tutuşmuş denizlerde akasya yaprakları.ucuzlamış saadeti konaktakilerin.söz bitince suküt başlıyordu gözlerde.dalgınlaklarda durgun suları içiyordu serçeler.ormanda elması pisletiyordu çocuk.ne bilecekti taştan içildiğini pınarların.fırtına kalbinde başlıyordu devlerin.şimdi bir cüceydi beden dilini çözmüş akşamların.işte kustuğu cinayette parlıyordu gözleri köpeklerin.uzadıkça saçlarından bildi ihaneti.yakasında suçluluk vardı mutsuzluğun.bin pişmam leylekleri arıyordu sazlıklarda.çünkü evden çıkınca yalnızlığını anlatıyordu şehrin aynaları
2
su

Tükenmez seferinde köpük köpük dalgalar
Suyun derdi kendinde hasret kaygı ve umut
İki âşık oturmuş bir merkezden halkalar
Suya düşmüş bir kundak eller üstünde tabut

Körpe dallar hevesi hep yeniden tomurcuk
İnsan kaygan bir yaprak rüzgârın bûsesinde
Sessiz sessiz ağlarken meme bekleyen çocuk
Bir sırrın fısıltısı akan suyun sesinde

-’Zoru alteden çile suda akan bahtiyâr
Zaman suda işledi şimdi sularda gizli
Durgun suyun kokusu nasibiyle ihtiyar
Geleni karşılıyor mehtâbın nurdan izi! ’

Herşey suda başladı suya düştü ayrılık
Kaya da tutan yosun sözlükteki isimler
Nefes nefese sular petek içinde varlık
Sürüp giden hâtıra zarfa konmuş resimler

Bilmem hangi sularda davetiyem sarılmış
Yemyeşil bir gecede ayrılık kaçırılmış
Kelimeye bürünmüş şırıl şırıl bir akış
-’Yüzünü görmek için her şeyden vazgeçilir! ’

1984

Salih Mirzabeyoğlu

gençlik yıllarında üstadın yanında bulunmuş ve daima gurur duymuştur davasıyla.belki ondan sağlığını yitirdi hapishanelerde.tasavvuf kültürüne yöneldi bir zaman sonra.onu kitlelerle tanıştıran ibda-c davası oldu büyük doğu davasının bir devamı sayılacak.islamın tefekkür mirasına sahip çıktı kitaplarıyloa.sol kültürden de etkilenen devlet tahayyülünü başyücelik devleti olarak umdelerini açıkladı.sonraları anayasal düzeni yıkma suçundan tutuklanıp hapse atıldı.28 şubat islam fikriyatı için nasıl bir felaketse islamcılığı merkeze taşıyan bir değişimin parametrelerini ortaya koymuştur.beklediği desteği görememenin burukluğu içinde uzun zaman işkence altında hesap verdi.fikirleri islamcılığının radikalleşmesi kadar düzenden beslenen vesayetçiliği hedef almıştır.milli görüş davası kemalist devrimin mimarı olan bir partiyle seçim ittifakı yapıyor.artık fikirlerdeki keskinlik ortadan kalkıyor bunun yerine yurtseverlik inşa ediliyor.ihtilaller için bir bahane kalmayacak iç barış hain tuzakları boşa çıkaracak.onun iç dünyası cinnetlerin satın alındığı leylaklı bir geceden taşan sessizlik ırmağıydı.
3
BEYAZIT BESTAMİ KEÇELİ, KIRILMA PAYI

çöküşle başlıyorum güne, yükselen borsaya inat
Bismillah deyip şeytanıma gülümserken
aklım;
yüz yıldır yıkılıp inşa olan hayretime takılıyor
kimse bilmez
her uçurumdan adını söyleyerek düştüğümü
ne yapsam olmuyor çünkü
suretini verdiğim posta memurları
görevini kötüye kullanıyor

bir miktar cesurdur herkes ıslık çalınca
bense hüner sayarım yağmura direnmeyi
şahidim yok, sokağım çıkmaz,
nasıl diyeyim
direnmek, kaybetmenin yarısıdır sevgilim

yaşamakla bir yere varılmaz diye
girmeden kaybettiğim tüm savaşlarda
tek celsede ölüyorum
bu çaputlar, bu kolonya, bu tütünlerle
çürümüş yanlarımı sarıyorum
bir bir kırılıyor içimin fay hatları
kervanımızı eşkiyalar zapt etmiş
korkacak değilim elbet
ki sen gitmezsen, ki ben düşmezsem
neye yarar bu yollar

şimdi ben,
acısı hafiflesin diye vurulan atlar gibiyim
merhemini bir tüfekte arayan.
yüzünün hendeğine takılmıştı ayağım, ellerim, gözlerim
hangi yönde sıksan, aynı yerde ölüyorum.
teselliye gerek yok
hiç kıranla kırılan, bir olur mu sevgilim

Beyazıt Bestami Keçeli

şair çözülmenin varlığını anlamış bir edayla umutsuzluğun nedenlerini sıralıyor.bir kendine güvensizlik hakim.tarihe gömülen anıtlarla aynı kaderi paylaşıyor çürümüşlük.yeterli görülmemiş zafer anıtları için bilgiye susamışlık.nedense herkes mülkiyetin rahatlığını kabullenmiş görünüyor.parsayı toplamanın şiirsellikle bir ilgisi yok.yine ganimetle imtihan edilen menfaat beklentisinden şikayet.sevgiliye ulaşmamış yollar acı tattırma mevsimlerinden geçerken kervan.
4

Müştehir Karakaya

ATEŞE BAKAN ADAMIN DANSI

med-cezirlerin içinden bana gel
dokun çiçek açsın gözlerin
güz yağmurlarıyla ıslat yüreğini
bir kuşun kanadına sar gamzelerini
senin için bu kenti yakmazsam
vur beni

diktiğin çiçeklerin kokusu gurbet
sahipsizliğin diğer adı ayrılık
sen yoksan bu memleket yıkık
bir taşın kaldırımda durduğunu
bozgun bir ordu gibi durduğunu
bitmiş bir sözün ardındaki derin gözleri
bir sır gibi aklımda tuttuğumu
cümle alem ayıplasın da
şehirlerde senin için kırıldığımı
bir ananın saçlarına dokunduğu gibi
yavrusunun
içimde top tüfek patladığını

haydi bana bırak kara gözlerini
ellerin ve saçların başkasının
biliyorum
ah anam, delilik gömleğim
kendimi vurmamla
bu kadar azap olmayacak
bu şehirde bu kadar el olmak
bir bebeğin kendi sesini yudumlamak
saçlarını ülkemin toprağı gibi
avuçlamak yetmedi unutmamamın bedeli
ateşlerde dans eden bedenin
çürüklerini saymaya gücüm yok
tükendiğim belli, avazım kısık
ateşe bakıyor danseden gölgem
yansam alev alev bağrımın şiddetinden
kor beni

kızgınlığımı bağışla
sana taşıyacak acılar bahşetmiştim
yüreğinin en derin çukurunda
garip bir kuşun kanadından kopardığım
ak ak teleklerle yazılmış bir mektup
dokumuştum
silmiş yazdığım tüm yazıları
zamanın gaddar silecekleri
kala kala bir nokta al gerdanında
bu ülkenin tüm masum çocukları

gelsen de gem vursan duygularıma
kurtarmayacak bu harlı ateşleri
çırpındıkça batıyor dikenli teller
yağmurlar yağdıkça seninleyim
dolu yağdıkça
güz ateşi bir kuşun kanadını yolacak
rüzgarlar boy atacak çakırkeyf gecelerde
kendimi salacağım yılanlı bahçelere
türkülerin sesine sesimi katacağım
eteklerin zil çalsa geçsen de günahından
ateşlerde dans eden gölgeme bakacağım

bir ölümle vurduğun denize saldın beni
bir intihar coğrafyası
ve yalınayak bir şiirle
yor beni

ekim’2002

şehre bakışımızdaki aksaklıklar.gölgemizi düşürdüğümüz sokaklar ıssızlığın ısıttığı güneşte.kuşanmışız yalın susuz bir toprağı bakır çarşılarına uğruyoruz üstümüzde eski giysilerle.işte yağmurun dokunduğu caddelerde bir korna sesiyle yaklaşan eski şarkılar.selam sonbaharda batmış gazelle uçuşan göçmen kuşlar.kırik bir avlu gibi alnımıza düşen yabanıl çiçekler göğeriyor uykulu bakışlarda.çocukların aradığı ilk yaz neşelerinde hiç solmayacak düşlerin kanamış bir karanfil gibi hissiz bakışlara akan masumiyeti.şairin dediği gibi gözlerin beni resimlerden gelen aydınlığa götürüyordu.işte kutsanmış anıtlar için kuğuların dansını yarım bırakan heykelleşmesi boynunun.bu kadim zincirlerimiz için kapandığımız dualara kutsal bir basamak gibi inancın hür dorukları.ve hikayemiz başlayacak teslim alınmış son neferin tutsaklığıyla aydınlandığında özgürlük.şehir için bahar başlamıştır çılgınlık kuşanmış öğütlerle
5
GÖKÇEM ELİF KARANFİL, SUSKUN SERENAD

Yükseklikle ölümü,
Korkuyla cesareti,
Şehvetle masumiyeti hisset.
Diyalektiği gör, Hegel abiyi an
Ve beni lütfen anla.
Acı çekmek sürgünlere müptela yüreğimin yazgısı.
Hep olmayacak kişilerin peşinde rüzgar misali sürüklenmem.
Ağır bir serenad şimdilerde mutsuzluğum.
Ruhumu dün gece kime feda ettim?
Düştü kırıldı masumiyetim.
Anti-yapmacıklıktan kaçarken,
Samimiyet dolusuna tutulduk.
Her tarafını kedi tüyü kaplamış ayakların bana yürümeyi dahi teklif etmedi.
Tiksindim bugün kalbimin odalarından.
Tüküremedim soluma da uykusuzluklarımdan sonra.
Utangaçlığımızı kurban ettik bir karanlık korkusu uğruna.
Odada dans eden büyülü rüzgar şahit oldu
Ve cama hırsla “Sus artık.” diye vuran damlalar.
Masumiyetim acıyor sevgilim.
Kırılıp düştü ruhum hayallerinden.
Sen geldin ansızın kitapların arasından,
Önce aklımı sonra kalbimi karıştırdın.
Ruhumu incittin.
Hassasiyetimden vurdu ağır düşüncelerin.
Beni hep insan okumalarına olan düşkünlüğüm mahvetti.
O ve ömrümün dağınık saatleri şahit.
Kelimelerim, duygularım kadar karışık.

Gökçem Elif KARANFİL


ne düşünülebilir anlamak güçlüğüyse pervaneler.kendi hüviyetine kusur bulmuş aksülameler.ne düşünülebilir sirkte yoluna gitmiyorsa komutlar.yaralı kurdun iyleşmesi zor bu mevsimde.ekmek için yaşanan yoksulluğa küfretmek gelmiyorsa içinden muştulanmak için bakmak ufka en derin yalnızlığına sarılıp.işte beklenen savaş için planlı hazırlığın iflası.böyle büyüyecek yırtık kanlı eylemleri hazırlayacak güven veren bakışlar gibi soldurulmuş güllerin öfkesinde.tiksindim bugün kalbimin odalarından.evet yanılsamayı çıkarmak hayatından imtihanın katı derslerine katlanmak gibi.kalbim için çalan siren sesleri büyüsüne veda ediyor kelimelerin.
6
CELAL BARAN YILDIRIM, SAYICA ÜSTÜN VE KÖRÜ

her gün,
göğneğime kan bağlamış çaputlar sarıp,
bir dizeye ahmet erhan’ca;
“biz bu yaşamın neresinde yanıldık” diye diye.
sendeleyen tayların ilk adımlarında gidip geldim,
sana ecelden yakın duramayacağımı anladığım yere.
evim belledim ayın bizi sırtlanlı gecelere dönüştürdüğü yongayı.
giyinip beton armalarımı, beni kıranların gözünde putlaştım.
küçülüp küçülüp ötekileşirken anladım asıl anlamımı.

kafesten ihlalim, gevşemişim gibi patırtılarla kırılan kemik,
ayağa kalkıyorum, üç aşağı beş yukarı linç.
iliğimden boşanan da yok üstelik.
oysa kana kanaya tüketerek içtekini, bir yangına varmak;
kaybetmenin gayba sunduğu acıdan başka bir şey değildi.
oysa sunakta kalan harı bir başkasına açarak, büyütmek içerde acıyı;
biraz durmak için gitmenin tam tersiydi.

bakın bilemiyorum artık, üzerime düşeni sırtlıyorum.
bakın vaziyetinden memnun bir mağduru oynuyorum burada.
burada ben, çünküler, oysalar, keşkeler demekteyim sürekli.
dünya, ince damarlarından gaddarca zerk edilmiyor da,
beni sevgimle överek öldürüyor.
çünkü, yılların el sürmediği yanlarım var,
yaralara karışık bendlerim.
yerinde saymaya inançlıyım, vapurda el sallayamamaya.
çünkü düşman, sayıca üstün
sayıca üstünkörü.

vardım ve baktım;
kimsem kalmamış ben şu köşeden dönerken,
bana insanı anlatmışlar kadar usanmışım.
sözün sularına
ve büyük sessizliğine bir ovanın,
neresine hangi gözle baksam ırağım.
göz göze geleceğim de, müsait misin?

Celal Baran Yıldırım

yalnızlıktan kurtulmak isteyen şair için kendin caddelerinde bıraktığı yorgunluklar.hapsedildiğimiz ada için beklenen gemiye umut bağlamış tayfalar.dünya hayatından kaçma feraseti köreliyor yabancısı kaldığımız bu şehrin alışkanlıklarından uzak durmak.mutsuzluğu paylaşmanın zorluğuna takılıyor görünürdeki istekler.bu yazgıyı değiştirecek olan inançlara bakışımızdaki eksik yanlarımızı farketme erdemidir yinede.susuz ve uykusuz zamanlar için katettiğimiz mesafelere gülümsüyor çiçekçide sıkıntımızı anlayan bu kentin yabancısı bir gezgin.her bahar bir kez daha büyüyen kent için yoksul akasyaların gölgesinde maviyi yakalama sıkıntısı çekiyor yakamoz işçileri.
7
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
giyersem eğer bir gün deha tacını
"İsterseASIRLARCA

-Dünyanın en büyük ölmezine-

Ufkunda doğacağım, ufkunda batacağım;
Asırlarca yazsam hep seni anlatacağım.
Ben de n çiğne" diye önüne atacağım...

Söndüğünü görsem de bin "meşale emel"in
Ebediyet yolumuz, öyle elimde elin...
Ak düşen saçlarınla nur kattığın heykelin
Hamuruna harç diye kanımı katacağım.

Yansam da masalların "Aşık Kerem"i gibi,
Bu aşk ölmez öyle her gönül veremi gibi!
Şöhretin okyanuslar aşarken gemi gibi;
Ben dalga gibi ayak ucunda yatacağım

Asırlarca yazsam hep seni anlatacağım!

Behçet Kemal ÇAĞLAR

bugün 19 mayıs gençlik ve spor bayramı.cumhuriyetin kuruluş yıllarında yazılmış bir şiir olduğunu varsayarsak mustafa kemalin kurtarıcı olma vasfını işleyen bir şiir olarak vatanı ve medeniyeti savunma vechesinin bütün emeline işlenmiş olması garip karşılanmamalı.30ların türkiyesinde hayata bakış devrimlerin belirlediği istikamette vucüt buluyor.türk ulusuna gösterilen hainliğin acısını yaşamıştır bu halk.bir isyanın bütün nüvelerini söndürme alçaklığına tevessül etmiş cumhuriyetin kuruluşundan sonra.batı uygarlığının hakikatle hesaplaşması bu topraklarda olmuştur.sahnelenen bin bir türlü oyun insanın tanrıya karşı kazandığı bir savaş olarak görülmüş seküler bir dünyanın inşası için.bu bayrağın gölgesinde kardeşçe yaşam sabote edilmiştir toplumu kışkırtan nifak tohumları ekilmesiyle.mustafa kemal aydınlanmanın yılmaz savunucusu olarak toplumdaki hastalıklara neşter vurmuştur.onu anlamak için fikirlerinin halen yaşadığı tabloda görmeli ilerlemenin ne anlam ifade ettiğini.herkesin mustafa kemali ne kadar sahiplenildiğinin alameti gibidir bu toprağın bağrından çıkan cumhuriyeti emanet gören halk için.
8
bir eflatun ölüm

kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim

sessiz akan bir ırmağım
geceden
git dersen giderim
kal dersen kalırım

git
dersen
kuşlar da dönmez, güz kuşları
yanıma kiraz hevenkleri alırım

ve seninle yaşadığım
o iyi günleri,
kötü
günleri bırakırım.

aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki
gidip
yağmurlara durayım.

söylenmemiş sahipsiz
bir şarkıyım

belki
sararmış
eski resimlerde kalırım

belki esmer bir çocuğun dilinde.

bütün derinlikler sığ
sözcüklerin hepsi iğreti

değişen bir şey yok hiç
ölüm hariç.

aynı gökyüzü aynı keder.

Behçet Aysan

zamanın durağanlığı umutsuzluk yaşatmış.tarihin sonu tezine benzer cümleler kuruyor gün ışığından verim alınamamış hazlarla.sevgili için bekleme saati fırça darbeleriyle eskitiyor özlemleri.insanın varetme gücüne inanç kalmayınca yalnızlığın penceresinden görülür bir ormanın içlerindeki sessizlik.belki yurtsuzluk düşüncesidir tükenmiş direncin umut bağlanılamayan şarkıları belki derinlikler sığ sözcüklerin hepsi iğreti derken mücadelenin tükendiği sokaklar için ıssızlığı görüyor hayatında.
9

Metin Celal - Adım Ölüm

bu şehrin koynunda süzülen benim
çığlığım kırbaçlayan geceyi
tükenmeyen, kırılmayan

neden hep sedef kakmalı bıçaklar
neden derviş ahı gibi bir bordo gül
neden gümbür gümbür süzülüşü dudaktan

evet biliyorum siz de düşkünsünüz maviye
biliyorum bordo gül kanı anımsattı
soldu çiçeği şarkınızın

ama nasıl söylemeli
bu şehrin koynunda süzülen benim
ister kan olur otururum gözlerinize ister kör kurşun sokaklarda

bu şehrin koynunda süzülen benim
ne kadar gizleseniz de adımı mektuplarda
tüm fotoğraflarda varım
bir ucu kırık biraz mahzun

çünkü bu şehrin koynunda süzülen benim
benim kuyruklarda sizi bekleyen
her an her yerden çıkan
karanlık köşelerde
gecenin içinde
ve her kapının ardında
benim sizi bekleyen

işte bütün çıplaklığıyla hüznümüzü kanatan dikenlik için gül arayan nağmelerin kırıldığı tutsaklık.beklemekle özlemek sığınılacak bir limanın yokluğunda dalgalara karşı dirençsiz.işte herkesin kendini bulduğu şarkılarda tutkulara ayrılan prangaların suçsuzluğumuza kanıt gibi gördüğü karanfiller.işte arzuların saklandığı uçsuz bucaksız ormanlarda duadan ve cennetten arınma ayinleri.
10
BÜNYAMİN AYVAZ, BABAMIN GÜNLÜĞÜ

1.

Cüsseli babalar büyük soğuklar getirir dar kapılardan
Sakallarıyla ısıtıp öyle yedirir evlatlarına
Çoğalan adımlarıyla kapılarda beliren kadınlar
Aniden doğurur, hızlıca büyütür, anne olur
Yaklaşınca geceleri, bir ağıdı mırıldandığı işitilir babaların
Çünkü her anne, kendi kalbinden önce ölür

2.

Babamın kaç dünyası varsa hepsinde ben varım
Traş makinesinin çıkardığı ses, balıkçının tezgâha vurduğu su
Adımında buğulanmış ekmek kokusuyla bir yanı yarım
Kalbinin içine saplanan çığlıklarla bölünen uykusu
Bir pus gibi devrilir gittiği yoluna her an
Gece yarıları ansızın acil kapıları, ilaç korkusuyla gelir
Her gün biraz daha sırtlanır kendi ölüsünü insan
Zaten yaşamak, bitmek bilmeyen bir telaştan başka nedir.

3.

Bir kepenk, duvardan başka çok şeye açılır:
Dağda bir toprağa, evde bir kadına, uzakta bir okula
Birkaç bardak çayla işler zaman, bereketli selamlar çoğalır
Her akşam ilgisizce müptelası olur bir TV kanalının
Memleket haberiyle gözlerini yumar babalar, ani bir sessizlikle uyanır
Birtakım seslerle bölünüverir düşüncesi yarının
Birtakım sesler – nasıl desem-, endişeli hesapların soluklanmasıdır,
sonra bu horlamalar, ağlamalarıdır, yorgunlukların.

4.

Nerden baksan kocaman bir elli yıl geçti
Oysa çiğ bir kayaya yaslanmış gibi babam
Hâlâ ilk günkü kadar diri, hâlâ gençti

Sonra evlendi ablam, gitti gelinliğiyle
Ve kızının evinde sıcaklanan babam,
Açamadı pencereyi,
Böylece yaşlanıverdi, bir günde.

Bünyamin Ayvaz, Dergâh 313
ırmaklara düşmüş baharda gelinliği kardeşinin.soluklanmak için güneşi rutübetli odalarda sessizliği sayıklıyor anneler.bir halkı yaratmak şiirler için yankı bulması ortak acıların sahnelenen macbeth gibi aşka çıkan direniş türküleri.bütün nağmeler için dil döktü hayat kadınları.bütün annelere öğretildi balkon sefaları.selamlaşmak gibi olağan karşılandı gizli geçitlerde ablaların itirafları.solan güldü ömrümüz değil diye taşlandı şeytanlar.ama duvarları aşmadan unutuldu nergisler.bir çileden arda kalan isyan için girildi evlere sandıkları açma zahmeti gibi yıllanmış mutsuzluklarla.ama riya kokan bütünleşmeler içindi kalplere işlemden sözler için yıldızları anlamak andı.suyun sesini aşmaktı çocukluk duaları nasırlaşmış kahırları anlatır gibi çağcıl kaygılarla
11
ENES TALHA TÜFEKÇİ, DOĞU’NUN ORTASINDAKİ KADINA

Omuzlarında intihar etmiş mor elbisen
Acını çoğaltır da durur gövdeme doğru
Sen; iki kızın ve bir oğlun göğsünde
Tel örgülere astın iç edilen insanlığımızı
Kameralar çekiyordu
Her tarafta insan hamleleri vardı
Olağan bir ölümden
Olağan bir hayata geçiyordun
Bir televizyonun ortasında unutuluyordu
Bıçak gibi açılan solukların

Katı sınırlarını aşıyorsun buharlaşan bir çağın
Gözlerinle bir boşluk daha bıraktın
İyice sıkışıyor Orta Doğu
Seni kime haber versem
Ey! Mor elbiseli kadın
Hangi çağ gelse diz çökse önünde
Hangi kumandan ordularıyla bitse köşende
Eksilmez bunca yorgunluğu
Tül gibi saçılır mor elbisen

Taze insanların kemikleri üzerinde
Soyut resimler öldürmek bilgisinden
İllüzyon ki kaç kere illüzyon
Hâlbuki tüm bu olup biten
Başını göğe çekiyorsun
Sızlıyor bütün ince bulutlar
Acıyı gösterecek etlerin
Biraz daha yürürsen
Somut bir mor elbise kayacak omuzlarından

Sende bir televizyon sahnesi unuttum
Bende takılı kaldı mor elbisen
İnsan ne kadar çok görebilir
Bir kadının canı nasıl yanar

Sen geçersin Doğu’nun ortasından
Bize yeni bir tarih yazarsın
Hüznünü anmasa da bu beyaz camlar
Yeniden açılacak bütün defterler
İnan bize yeni bir tarih yazacaksın
Hatırlanmasın mı?
Ayşe gibi girişin bir dünya savaşına

Enes Talha Tüfekçi, Karabatak 17

doğunun toplumsal sorunlarına değiniyor şair halkların fotoğrafını çekerek.yüzyılların mirasıdır bu kahırlı anlatım.yeniden açılacak bütün defterler.tarihi okuma kılavuzu gibi hakikatın pespayeliği gibi.hiç bir gerçeğe sığmıyor bu kabulleniş.işaretlerin bize verdiği ilham bir dirilişi müjdeliyor.lakin sinmiş içimize yoksulluğun katlanılmaz alışkanlıkları.bir anda sönüveren umutlar yankı bulmuyor tarihin dehlizlerinde.çırılçıplak bir busedir kaçamaklardan devşirilmiş hüzün.yüzünde bin türlü anlamı çaresizliklerin.belki bundandır bağlanışlarımız ölümlere.
12
kış bitti

Vedalaşmaların ilmini yaptım ben, ’
Sürgünlerin uzmanlığını.
Bir vapur nasıl kalkar bir limandan.
Tren nasıl acı acı öter, öğrendim.

Yıllarca mektuplarla yaşadım.
Kaçak tütün, yasak yayın
Larla beslendim.
Unutmadım. Unutmadım.

En çok yelkenleri özledim
Bozkırın buzlu yalnızlığında.
Dağlar yoktu, dağlar yoktu,
Rüzgarlara yaslandım.

Çılgın mıydım, tutsak mıydım
Yüreğinde karanlığın?
Kan kurudu-
Ben gül oldum açıldım.

Cevat Çapan


bir umut işçisi gibi düşünmüş acıları.bozkırı şenlendirme çığlıklarıyla yaralanmış denize uzak yaşam.yalnızlığa atılan adımlarla sefaleti soluklanma rüzgarı kalmış saçlarımızın uçuştuğu.nasıl aydınlanır kararmış duvarlarda ölüm beklentisine karışmış hikayeler.çılgınlığın yetmediği bir tenakuz sarartmış bahçeleri.kahrolmak bir rönesans doğurmuyorsa tarihte çalınmış alınyazısı beşiklerde.kan kurudu ben gül oldum açıldım derken savaş tanrılarına güven duymayas başlamış şair.her bahar uğramış bahçelere yalnızlığı çiğneyerek ağzında ölüm korkusuyla yaşlanmış güneş.
13
MONOLOG

yarası gece annem
sustuğunda. gizli bir ırmağın için için
iç çekerek gülümsediği bir gökyüzüne doğmuşum

kör bir bıçakla ortasından yarılan narın
yarısını kayıp
yarısını aşk sandım

şarkıda diyor ya
“ben sana mecburum sen yoksun”
vallahi Samime öyle diyor;Attilâ besbelli,an gelmiş ve ölmüş
tembel bir yağmur başlıyor sabah erkenden
kırılıyor umudun sırçası
bütün köşelerden tuzla buz dört nala bir esinti

sararmış, diyorum yapraklar üşümekten
düşünmekten, diyorsun saçlarımda ve sakalımda aklar
gülüyoruz. inanmıyoruz bir yıl daha geldi
gittiği gibi sessizce

bu şehir seni başka seviyor
bu yağmur, bu bildiğimiz her şey
bütün nitelikler, belgisizler sorular
bunları bana bırakma, üzülebiliriz

her gece pek çok rüyada
sesini bir ipin ucunda
sallanır görüyorum kimsesiz bir lunaparkta

korkarsan gelirim istediğin saatte.
korkma
gel de

Selma Özeşer

insanın dünya için aldanmışlığı.yalnızlığımıza anlam katan devşirme hüzünler.mevsimi solumak bir parkta.sararmış diyorum yapraklar üşümekten derken insanki her bulduğunu tanrıya adanmışlıkla ölçer.zamanın anlamsızlığını vurguluyor şair şehre karşı uyumlu nöbetlerle geçiyor zaman.işte sokaklara çağrı gibi bir tenhada sevişmenin anlamını yadırgıyor aşkın tükenmişliğini itiraf ederken.biraz cesaret gerekli özgürlüğü ararken.kimliğimizi sorguluyor saatler içimize düşürdüğümüz korkularla.bir kentte bulunmayacak duygu soyluluğuna varıyor sessizliğinde akşamın
14
AYŞE GÖNENÇ, KARGALARA YEM ETTİĞİM ŞARKILAR

kendi rengini unutan bir çiçeğin
alnına değmek istedim
hepsi bu.

inip inip koştuğum yokuşların
sinmek için bir çam iğnesinin evine
yüreğini ufalayıp, önüme seren annenin
şefkatli gölgesinde yakardım O’na.

hınzır ve siyah bir gece için mi,
nefesini uyuttu bu şehir

biraz ertesi, soluk yıldız göğertisi
biraz esmer, birazdan daha az bu ömür

boyu eline yaslı
ince bir dalın kanayışına şahidim
toprak ile göğ arasına kaç hikaye anlatmalı
ki sesi soğusun
avucumdan dökerek kargalara yem ettiğim şarkılar

serin bir karanfile benziyor yüzü onun
yiterek, harcayarak ömrünü bir bakışa
mor yalnızlıklardan, turuncu bir çoğaltıya
kağıdın tenine değen söz ibrişimlerine
göğe ve alnı parıldayan beyaz sevgiye
bir şiir ne kadar anlatabiliyorsa derdini
yetiyor berrak gülüşü kalbime onun.

Ayşe Gönenç

şehrin esintisine kapılan akşamlar.işte hayata yetmeyen sevinçler için dökülmüş gözyaşı.şehrin dışına çıkmakla anlaşılıyor umuda tutunmanın yalnızlığı.birikmiş kirli hayat için tanışmak çiçeksiz bir avluyla.işte göğsünü delmeye yeter bu yakışıksız sabahlar.şair serin bir karanfile benziyor yüzü onun derken bir çocuk gülümseyişi gibi günbatımına taşıyor yorgunluğu.hiç biri yeterli değil bir tabloda görülen renkleri içmişçesine sabahlamak.bulantılarla akşama varıyor avuntular.ve denize yakışmayan hayaller için ölümlere yakalanıyor kuşlar.
15
ne başlığı ya

ı.
Olmakla olmamak arasında
Belki dışında bunların
İnsan yaradılışında
Sevda...

ıı.
Tabiat
Bu ilkindende mühim ki
Olsakta olmasakta devam eder hayat
İşte bütün meselede budur belki...

ııı.
Evet biliyorum
Söylenmesi bir hayli güç
Ama galiba kesinlikle
Seni seviyorum...

Vural Kaya

şiirde yürütülen mantık anlamlı.insan olmakla olmamak arasında.pozitifle negatiflik gibi itiyor iki zıt kutuplar birbirini.ve karşıtlarıyla anlam kazanıyor hayat.bütün mesele acısı tatlısıyla sevgiden yana bir sevda büyütmek.çirkinlikler içinde güzeli anlayacak bir erdemin hayatımızda olması.
16
Yokuş


Karnımı görüyorum açılan ağzı mezarın

Açılıp açıldıkça soğuyan karanlığın

Bana bir cehennem yapıldığını görüyorum

Bana bir cehennem yapıldığını görüyorum

Kum dağılarak anlaşılmaz bir maddenin binlerce okçusu

Dağılarak avuçlarıma binlerce kuş

Binlerce kuyumcu yerleştiren bir güç

Bana bir cehennem yapıldığını görüyorum

Gittikçe soğuyan bir karanlıkla soğutuyorum aklımı

Emip bırakan binlerce molekülü

Kuyumcular Süleyman’ın, Hızır’ın gücüyle birlik

Bir kapı, bir pencere açmak

Belki bir sabah

Yanılıp da bir güneş taneciği

Düşürebilmek için bahtıma

Ne çok uğraştılar

Durmadan dağılarak avuçlarıma

Bana bir cehennem yapıldığını görüyorum

Soluğun soluğumla sıkışan binlerce ok

Atıp bu karanlığı geçsem

Belki bir sabah

Doğar soluğun

Soluğumdan karıncalanan binlerce rüzgâr

Açılır bana da bahtıma sığmayan bu

Fırtınadan dağılarak ağzım

Bu dağılarak her hareketim

Bak, kibrit kutusu kapalı

Bak, kibritler dümdüz

Başlarını kaldırıp dümdüz

Başları tutuşup dümdüz

Vurdukça zamanı patlatan bir davul

Hızlanıp derine indikçe hızlanıp duruşuna bak seslerin

Kibrit kutusu kapanıp dümdüz seslerin

Bir yanlışlık var benim her hareketimde

Elimi kaldırışımda, seni sevişimde

Dünyayı sapanıma yerleştirip

Kulağımın hizasında çoğalan

Ölümsüzlüğe nişan alışımda

Bir yanlışlık var bütün sesleri yok eden seste

Koşarak, dağılarak, susarak bir yanlışlık

Bir yanlışlık var benim her hareketimde

Bir yanlışlık var benim her hareketimde

Yürüdükçe ayakları köpekleşiveren bir adamım ben

Öyleyse peki neden

Ruhlarımızın biz uyurken dışarı çıkıp

Kolaçan ettikleri bir bahçe

Toplanıyor bende

Neden gözyaşı bir damla toplanıyor bende

İkincisini çıkıp bütün ruhlar

Derine indikçe benim gövdemde bütün ruhlar

Neden

Bütün âlem çıkıp küçük bir bahçe

Toplanıyor avuçlarımda

Sonsuz tanecikler dolaşıyor içimde

Yıldızlar ve güneşi bile

Sönük bırakan sonsuz

Tanecikler dolaşıyor içimde

Dağılarak binlerce fırtına

Fırtına, soğuyan aklımın sınırlarında soluyan

Fırtına, bana bir cehennem yapıldığını görüyorum

Fırtına, kaderimi kakışlayarak orda yalnız

Karnımı görüyorum açılan ağzı mezarın

Açılıp açıldıkça soğuyan karanlığın

Bana bir cehennem yapıldığını görüyorum

osman özbahçe
(Düşmanlık’tan

hayatın karşılığı yokluk olmamalı.yalnız giden bir şeyler var hayatımıza.insanların ödediği bedelle haklılık kazanmıyor hayat.bakırcılar çarşısında geçen bir kentsoylu gibi daralıyor kalbi.ölüm kusuyor hastaneler herkes hayat konusunda umutluyken.bekleme sabrını gösteremiyor kabristan.işte bu tuhaf vedanın anlamını arıyor henüz soğumamışken güneş.
17

sessizlikler
2.
acıların eklemyerinden geliyorum, topuklarım kanlı
kemiklerden vicdan becerdim
vicdan vicdan vicdan
dalga dalga aşk getirdim uzak çöllerden bakır tenli
İstanbul! saçların gibi bir muştuyu
yüklendim de geldim, acıların eklemyerinden.

ki orada karıncalar vardı ve Kâbe’ye giderlerdi
ölümü hiçleyerek
kırlangıçlar ise gelirler alnımızın kıvrımlarına
vurulurlardı öyle mahzun, öyle ince
biz ağlardık kendimizden geçerek
uzayan ve muhacir sesimizle..

a.
diyorum ki ay ışığı ve kıpırtısız gecelerde
nasıl yorumlanır bebeklerin kahraman kokusu
sözgelimi, acı bir olgunluk çağırsak durgun sulardan
o vakit deniz
gitgide unuttuğumuz bir şey olur
ya da kopamadığımız..

b.
ey üzünçlerini güvercinlere emziren İstanbul
sevgilim ey!
bırak saçların mübârek kalsın da ‘karşıya’ geçeyim
geyik gözlü muhabbetler getir uykularımın
çıldıran yerlerine
o taşralı kız gibi utangaç ve becerikli yorumla
karşı kıyıları...

Adem Turan

yakınmalarla geçen şiir.ses vermesi bekleniyor şehrin ruhumuzun yankısına.bir nevi keşfetmek için insan yüzlerinde aradığımız tarihsel mirasın yoksulluğunu aşma kaygısıyla hatırlatmak insanlara yakamozların çağrısını.denizden kopuşun acısını yaşamış yıkımlarla geçen tarih.acılara yüklediğimiz anlam bir yitiriş gibi cennet titreyişlerinde
18
Yağ Yağmur

Emre Öztürk

Yağ yağmur,
Islat sevgilinin saçlarını.
Şemsiyesi bile çaresiz kalsın bu deli afete.
Az mı benzetti gözlerimi sana
Az mı yağdırdı gözlerimin sağanak yaşlarını yatağıma
Az mı ıslattı yüzümü.
Öyle bir yağ ki
Anlasın ayrılıkların ardındaki kanlı sokakların nasıl temizlendiğini.
Anlasın ve sussun.
Nasılsa onun unuttuğu onu unutmadı.
Her gece hayaliyle yatıp hayaliyle uyandı.
Ama o hep en uzaktı.
Her an gelir mi diye bekledi
Ama o hiç gelmedi.
Ve gördü ki hiçbir yağmur ona olan aşkını şu kadarcık silmedi
Silemedi...

yağmur altında aşk nöbetine tutulmuş şair.sırılsıklam aşık olmanın rüyasıdır ıslanmak.üşümüşlüğü şairin gözlerine dokundurmuş merhameti.ayrılığa anlam verilemiyor her şeyin olağan olduğu tutkular içinde.beklemek ama nereye kadar.özlemle seyrettiği bir serçenin hatırasını canlandırdığı anlar.beklemek için haber uçuruyor azalmayan sevgisi
19
adaletmi dünya

Adaletlimisn dünya çocuk peçete satarken
Ağlarken her gece acısından kederinden
Zengin köşkte fakir kutuda yatarken
Ey dünya ne istersin sorarız en derinden

Adaletlimisin dünya bayana el kaldırılırken
Acımasızlığında başımıza yalnızlığı verdin
Bir kağıt için kardeş kardeşe saldırılırken
Ey dünya söyle nedir bizle derdin

Adaletmi dünya güçlü savaşı sağlarken
Direnmeye çalışıyoruz adaletine karşı her ne olursa
Adaletlimi dersin suriye filistin ağlarken
Sevilirsin sende belki adalet yerini bulursa

Halil Ünal

her şeyin bir anlamı var yoksulluk çeken çocukların renksiz dünyasını tarif ederken.mutluluğu satın alamaz para ama zülümlerle yitirir insan onurunu.bir anlamda şiddeti haklı görmektir zülüm.kazanan hep zalimlermi olmuştur adaletsizliği sorgularken.güven duyulacak hülyaları terk etmiştir insan.her köşebaşında suçun hükümranlığını görmek mümkün.bu haksızlık ve eşitsizliğin nedeni değilmidir.vefa gibi duyguları yok saymak değilmidir ihanetle başlarken aşklar.duygu karmaşası yaşamak değilmidir intiharların nedeni.hangi güzelliğe davette yarışıyor insanlar.oysa kardeşçe yaşamak vardı dünyada bir zamanlar.
20
inan

İnan kimseyi sevmedim seni sevdiğim kadar.
Kimse için ağlamadım her uyandığımda yeni bir zulüme.
Öyle pusu kurulmuş bir nefretle bakma bana ne olur!
Surları yıkılmış bir hüzün ülkesinde çal kapımı yeniden,
Güneş nuru telin inlesin gönlümün en renkliliğinde.
Sonra şakaklarıma daya gamzelerini,
Dök zifir tanesi zülüflerini ömrüme.
Sil gözlerindeki korkuları
Akmasın parmak izimdeki yüzüne...

Varlığın ömrüme verilen bir hediyedir ey yâr!
Ve rüzgâr avuç içimdeki gülüşün,
Parmak izlerimde bir gül benzetmesi.
Kirpiklerine asılmış
Sevilmenin giysisi.
...

Emre Yılmaz
Kayıt Tarihi : 12.7.2012 21:05:00

sevgi yetmiyorsa nefrete ve şekilsizliğe gebeyse gece ölü hülyaları görmekle geçer günler.alınyazısını bir sır gibi taşıyor şair ve aşılmaz dağlar gibidir karşı kıyıdaki sevinçler.kirpiklerine asılmış sevilmenin giysisi.oysa inanmak güçleşmiştir hülyalara.yalnızlığı kabullenmek gibidir sevgiden uzakta yaşamak.
21
büklerde yalnız

Yoktur zeytin gölgesi uzun uzun bakındım
Sarı tüllerden öte bol çiyanlı dev sini
Bu duman ordusuna ben körpeyken yazıldım
Elekçi’de sürmeden dokuz taşın keyfini

Işıldarken görünce suda pullu balığı
Hayretten kumral çocuk ağzı baş parmağında
Ki sanal otlaklarda nazenin kurbağayı
İrkilmeden tıklatıp zıplatırlar ırmağa

Lal levhalar uyarmaz kulun ölümü andır
Saplanıp afişlere ceylanımı kaptırdım
İsyan ucuz tarife kurtulup gelen paldır
Ve kültür sazlar orda bağçelerden topladım

Udlanıp da dönerdim çarşı pazar kızların
Balkonundan sarkardı kahkahalar yoluma
Gemilere benzerdi kalbim ucunda tığın
Çayımın eti burçak iniyordum kuyuma

Kendi zehri akıyor kendine bu kavganın
Ya nöbettir ya birsam dün kavi şimdi sarsak
Harfi medden sonrası gür sarmaşık uzasın
Açmadan yar yüzünü besmeleyle susarak

Şenol Korkut
Kayıt Tarihi : 27.8.2012 11:54:00

hayatımızın alegorisi.sevmenin rengi çekilmiş hayatımızdan.ağzımızda ağusu kalmış yalnızlıkların.vakti tanımak gibi kıyısında gezindiğimiz yasak afişler.işte özgürlüklerin yeni tanımı gibi kimliğimize el koymuş hacılar.gençtik saçlarımız alınlarımızda gezerdik.kim suyu bulandırdıysa bir kıyıda martları tanıma ödeviyle suskun hayatlar.çekip git diyor kalbim yenilgilerin susturduğu sınırları aşıp.
22
BURAK Ş. ÇELİK, .NON JE NE REGRETTE RİEN.

anacığımı ben doğurdum kovukta
babamın da çoğunu ülkemin
yolladım çocuklarımı kurumlarına
yıkasınlar diye bu onulmaz sancıyı. yıksın
tunç bilekten kerahet vakitlerinde
yeni cürümler kazısınlar arzımızda masmavi
no: 6 non je ne regrette rien
noaltı hiçbir şeye muhtaç değilim pişman
değilim söken saat kulelerinin çanlarını
canlarını kıran ben değilim
mahvettim işlediğim her günahı. yırttım
şehirlerin en bilinen caddelerini
via roma gazi şanzelize wall street ermou
.koş koşabildiğin kadar düşeceksin
.düşebileceğin kadar var

beni babam mı doğurmuş nedir
bazı zaman duyduğum bu zazaca
mevsim isimleri küfürler. kimin
söylediği ezandır kulaklarımdaki
sol kulağımda zangırdayan din
ve saçlarımda dolaşan kalın parmaklar kimin
göğsümü yararak işkillenen ses
kan oldu aktı mı
söyle ter buhar önünde tüten ekmek
hangi onulmaz sancının yoğurduğudur
kimindir işlediğim bu günah kardeşimin mi
hangisiydi habil yoksa kabil mi
non, je ne regrette rien
ceplerime dolmuş büyük küçük hepsi
kimin mirasıdır taşıdığım bu işleme cüreti

yazık ne yazık ben
anasını babasını doğurmuş tanrısından düşme tanrım
parisi de yarattın muşu da ve arzı ve uhrayı
hangisinde doğup hangisinde büyüdüyse ölüm
oralıyım

günah için yaşayan bir avangard çileden çıkaran bakışlara adamış hayatını.fırsat tanımıyor denizi soluklanmaya kapıldığı rüzgar.yasaklı bir teslimiyetle boyun eğdirilmiş hüzne.keman kanatıyor gönlünü her defasında.işte bu yüzden kabille başlıyor tarih.cinnetin yaşattığı panik gibi ruhunu azaba sürükleyen isyanlarda kalıyor aklı.
23
yakıcı kimya

ne zaman mehtaplı bir gece düşünsem
gecede turunç kokularına asılı acılı mendil
içimde bir vazo dağılır, yakıcı kimya,
çarpan etkisiyle büyür mesafeler
çocukluğumun gök terası balkonunda
uçsuz bucaksız kır denizinin körfezinde
bir duyarlık teması gergeflenir
mısralarda titreyen ibibik kuşları ve
solgun akşamlardan melal imbikleyen kadınlar
kalbini yemektelerdi bir yanda
eğnimizden taşardı göynümüz
her balkon bir mavera büyütürdü kendine

Tunay Özer

nostaljik özlemlerle kanatlanıyor gün.her şair gibi tezatların açtığı yarada arıyor suküneti.içimde bir vazo dağılır derken burjuva ilişkilerinde sanatsal duyarlığı eleştiriyor insan kalbine dokunmayan kalıplara inatla melali..bir denizin ufkunda hissetmektir zamanı derin uykuları çağıran zamansızlığı.bazı anlar var ki hissettirir insana en soylu düşünceyi.bundan uzaklaşmaya katlanamıyor öfkesi.
24
insaf kelimeleri

yedi kat arzımdasın
bir barak havasıyla
yanık annelerden yansıyan

gök taşını hangi hışım saplarsa toprağa
yahut mavzer kurşununu ete
öyle düştü
yedi kat göğünden yüzün

yedi kat arzımdasın
dilim lal
kısıldı sesim
tükend
...
...

Murat Kapkıner


anadolu kimliği tuhaf gelmiş şaire.kolay değildir aşkın beyhudeliğini yaşamak bir halk ezgisinde.şuh bir kadın baş döndürüyor tanrısallığı kirpiklerine hapsetmiş.budur yanıtı bilmecemdeki kahkahaların.yeniden çözülecek dili süreyyanın.yaprakların hışırtısını bir ayet gibi saklayacak göğsünde kanlı nigar.sütten bir tebessüm gibi bir yüzün güzelliğine aldanacak cadde üstü kafelerde sabahın ilk saatlerinde çiğ kalmış arzular.işte bu aydınlıkla şehir yankı buluyor gönlünde.bir akşamüstü telaşla geçiyor satıcıların arasından şanslı gördüğü hayat ona küsmemişken.
25
MERVE BURMA, İYİ GECELER ARTHUR

kalbimi nöbetçiler basıyor arthur!
adım geçiyor bütün cinnet haberlerinde
yürüyorum, yürüdükçe ben
istanbul’un topuklarına sıkıyor yağmur
artık
uzunca bir seyahate çıkmıştır günlerim.

lüzumsuz ayrılıklar apartmanı’nda
biliyorum
değişik bir böcek türüdür yalnızlık
yemeğin içinden filan çıkar
öğrendim şimdi hayatı karşılamayı
yerleştirdim tüm acılarımı da
alfabetik sıraya göre
öğrendim her sabah
beni dünyaya biraz daha şair
biraz daha sakat bırakan aynada
tuhaf bir delilik var aynaya bakmakta
ve gereğinden fazla
panzerlerle yarışmakta gözlerim.

uyuyunca geçiyor, diyor
saatin birbirinden çirkin onkiki kızı
son zamanlarda rüyalarım da yara bere
içinde
gözkapaklarıma birer yarabandı
yapıştırırsam, belki bu iyi gelebilir
diye düşünüyorum
aklım, şüpheli bir paket gibi duruyor
kafamda

[hayat bilgisinden bu sene ikmale kaldım canım.
mutluluk kariyerim sona erdi.
bana kaderimin bir yarım volesi mi bu?
rabbime sordum, “ofsayt” dedi]

bana kandan elbiseler dikme anneciğim!
sevgim yıllardır çekirdek çitliyor sıkıntıdan
yaşamak, bende temassızlık yaptı galiba
ya da
hayallerimi yıktı yavşaklar
otopark yapacaklar yerine –belki de
bir alışveriş merkezi.

ben bu gece geç gelicem arthur
orhan gencebay’a söyle: yatsın bu dünya
beklemesin beni.

Merve Burma

biraz şehir yalnızlıkları.yorgun düşürüyor caddeler.sevda katillerini arıyor nöbetçiler hayata tutunmanın zorluğu yüzlerde.yeni kimliklere fırsat tanımayan zaman.alkol ve fuhuştan nefretin oynadığı insan kumarı.hafızanın cinnetiyle açılıyor sayfalar.biraz yadırganıyor özgürlük arayışı.şairin temassızlık dediği bu olsa gerek.turistler tanımak istiyor imkansız yoksulluğu alnından vuranları.günler geçti ve heybeler lüksün tanımı gereği inandırıcı değil artık.üstelik sorgulamalar ele veriyor çinileri tanıma kasvetini.savaşın minyatürü gibi duruyor kazanmanın kibri.
26
OĞUZHAN KIRIK, Kİ AŞK

O ki, aşk
Ne güzel bir zorbadır sokaklarda
Korkardık oysa biz dul kavgalardan
Şakaklarımızda biriken efkara
Parmak bandırarak emerdik yoksulluğu
Aç kalktığımız sofralarda
Ki aşk
Ne güzel bir sosyalistti başımızda.

Yüzümüzü kırıştırdık beklemiş sayılabilmek için
Yaşamak, tembel bir gebeydi boğazımızda
Tenimizde tutsak barbarlar uyanırdı
Bir gürültüydü nefes almak
Uyuduğumuzda
Ki aşk
Ne muazzam bir alarmdı yatağımızda.

Kimi kimsesi, öksüz bir küçüktü sendeleyişimiz
Fakat
And olsun biz de koparacaktık çapraz bağlarımızı düşerken
Ağlayacaktık, ölecektik hatta
Umursamayacaktık
Ki aşk
Ne asil bir soykırımdı yakamızda.

Oğuzhan Kırık


her şeyi aşkın varlığına bağlayan geleneksel görüşte vardır.aşk bizi terkedince düşüncelerde anlamsızlaşır ve meydanlar korkaklara kalır.fikirlerde aşkı canlı tutar bir bakıma.eğer hayat varsa soylu bir kavga sürdürüyor varlığını.sevmenin bedelidir cinayetler ve soykırımlar.ama gölgede kalır kötülükler iki savaş arasında.şimdi alçaklığa davetiye çıkarmış sevişmeler.budur yıkıma uğratan insancıllığı.insanoğlu şehvetide tüketmiş arzularına yenik düştüğü basitlikte.belkide sahneden çekilmenin zamanı gelmiştir aşkı yataklarımızdan uzaklaştıran günle.
27
HÜSEYİN AKIN, ÇAĞRILAN YAKUP

Ben size söylemiştim, bana işiniz düşer
Gelmeyen mektup gibi düşerim aklınıza
Dünyanın gözyaşını bana sildirir bu halk
Oysa benim aklımdan bir sürü dize geçer
Az sessizlik isterim dayanıp kapınıza

Bu aynanın gözü kör, bu kantar eksik tartar
Ben geç doğdum diyedir, hepsi benim yüzümden
Öyleyse bu cümleyi yeniden kuruyorum
Nasipsiz sürünmeye dünya yetip de artar
Bir kere Yakup dedin, hiç çıkmadım sözünden

Sekiz sütuna manşet mahcup küçük ilanlar
Göğün yer sofrasında beni adımdan vurdu
Boyuna söylenmekten bestelenmiş yalanlar
Bütün tavşanlarına küsmüş bir dağ idim ben
Yokluğumu ilk önce müflis sahaflar duydu

Tellallara yükleyip her yere dağıttılar
Çiğneyip de geçti hamili kart yakinleri
Kolay kavransın diye Yakup’a kulp taktılar
Ekranlara çıktılar geçmeyince kinleri
Sevmeden evlenmeyi iyice abarttılar

Ya bize bir cümle kur, haydi yanaşık düzen
Düztabanmış memleket ya da Yakup askere
O kadar cevap var ki sorusunu bekleyen
Küçücüktür gözleri uzaktan çağrılanın
Hayat konuşup durur, ölüm bile rastgele

Hüseyin Akın, Karabatak 40

bir kentin ruhunu aksettiriyor aynalara.taşradan gelenler için kurgulanmış şehir adeta.eleman alınacak yazıları işsizliğin habercisi gibidir.bu konunun yabancısı olanlar bekler saatleri akıp giden caddeleri dinleyerek.şehrin anlattığı sahipsizliğidir ıssızlığı yurt edinmemiş dilenciler bile.gittikçe azalır selamlaşmalar isteği.yalnızlığı arayan öğrenciler kantinlerde.hazır bır hayat yoktur şehrin kıyısında.haplara kadar düşer yoksulluğun alameti.kentli olmayı kaldıramaz ahbaplar.aksaklıklara bakınca kime zaman tanıyor ki kitabeler.işte tütünün sararttığı parmaklarıyla sayfa çeviren sahafçı abiler.yazılar kayboluyor hayata karışmadan.
28

ENGİN TURGUT, HİÇLİK AĞIDI

hepimiz gurbetimize yakışıyoruz

Bedeniyle susayanlar, kalbiyle çıldıranlar, her şey çabuk
unutulur diyenler, aşk yırtılır, kalbimiz de yırtılır! Ey rüyalarımın
güzel çocuğu, yüzüne baksam görünür yüzümün yağmuru.
Görülmüştür gözlerimin aşka bakan dalgınlığı…Kelimeleri küçük
melekler bilip, deli ıslıklar biriktirip ağzımda, ormanın içinden
geçiyorum…Gökyüzünden başka bir lunapark daha var mıdır?

Pötikare bir aşk duygusu eğitiyorsa beni, eskimeyen bir
annenin, zarif bir sızının içine dönebilirim. Göl kenarı izcisi, likör
bir çocuğun büzülen alt dudağıysam, kuşlara kanat takmakla
yorulmuyorsa kalbim, kederimden geçilmez!..Bu bir çöl
yalnızlığı…Hıçkırıyor kalbim. Annem müşfik güneş, buğunun en
yakını.

Ne çıkar, ne çıkar, kelimelerle taranmadık mı?

Hangi taşın altını kaldırsam içimi açarak bakarım. İçim size
kocaman bir yara…Gidenler ah!..Küserek öldüler…Canı
çıkmasın diye sözün, söz verdik, canımızı yırttık da geldik!
Gözlerinin günahını aldım,gözümüzden düştüler… Bu birkuğu
dansı. Gece ne güzel sekiyor…Sesimi biriktiren orman
ellerimden kaydı. Ah! o büyük sözler, utanırlar küçücük
kelimelerden…Dinmiyor şuramda yaşayan sızı! Her şeyi bir
serçenin gözünden gördüm, her şeyi serçe parmağımla
öldürdüm! Gül dikeninde gökyüzünü ararken, bir çocuk dayamış
sırtını kalbime yüzümü seyrediyor…Denizin sesini topluyorum,
başka bir eda buluyorum kendime…Cebimde ısırılmış güneş, ay
çiğneyerek yürüyorum… Ah, kimsenin kimsesiz kaldığı,
kimsenin kimseden geçemediği derdimsin. Bir yaz daha geçiyor
yazların içinden. Ezilmiş bir harfin gölgesi sokaklarda…

Ne çıkar, ne çıkar, o büyük boşlukla yıkanmadık mı?

Engin Turgut, Şiir Ülkesi 1. sayı

güzel ifadelerle süslenmiş şiir.çevreye karşı yoksulluk çeken kalbimiz.aşkı keşfetmek güneşle yıkanmış yüzlerde.bir bale oyunu seyreder gibi kalabalığa karışan çocuk.tanıyor kendi bedenini en sıradan alakayla korkulu bakış atarak meraklı yüzlere.aşkı sınırlamak hapsedilmiş güvenle gözleri dalgınlıklara götürmek yanlışlığını kuvveden fiile geçirir gibi aksediyor bahçesiz bir gülün sararmışlığına aynalar.çürüyor güneş girmemiş evlerde sabahın anlamı.yitirilmiş özgürlükle sokaklara taşıyor kanı çekilmiş korkularla büyüyen güzelliğin nefrete duyduğu açlık.kırılmış oyuncak çalmayan kapı.aşkı unutmuş bir gülün tekrarı gibi dualar.
29
güvercin

bu gece bir güvercin uykusuz
peşine düşmeyecek artık
güz yapraklarının
düşünüyor yalnız
geyiğin uzanıp ölmeye gittiği kuytuyu

bir güvercin uykusuz bu gece
şadırvan yorgun
yaşlı askerlerin ellerindeki
kanı yıkamaktan

yangın yerinde tütüp duran küller var
zafer türküsü bu
cennet tomurcuğu

uykusuz bir güvercin bu gece
bir eski denizi dinliyor
baykuşların gülücükleri görmeden

biliyor bu karanlık
masmavi kesilecek
tüyler
dallar
alevler
bir yüce rüzgâr beklerken
yepyeni bir aşk içinde
biliyor o rüzgâr kopup gelecektir

bu gece uykusuz bir güvercin
and içiyor uyanık kalmaya
düşündeki güneş
doğuncaya kadar

güvercin bekliyor
ecel bekliyor
bir yeni çağ

uykusuz bir güvercin

Talat Sait Halman
Kayıt Tarihi : 25.4.2015 10:42:00

her çağ için nöbette baykuşlar.böylemi yakalanacak yeni sevinçler.küllerinden doğan ankanın kaf dağına yolculuğu gibi aksettiriyor maziyi tan yerindeki kızıllık.karanlığın yerini alacak gökyüzü.ve yeminle başlayacak kan dökme ayinleri.denizin yorgun sesiyle şarkıları anımsayacak kuşlar.karanlığı yorumlayacak sabahın ilk ışıkları.ve meydanlar uğuldayacak kanın köpürttüğü ölüm dansıyla.ve aşkla geçilecek köprüler zafer muştusuna inanmış kervanla.dev dalgalar fırtınanın korkusunu kalplere düşürecek.
30
musiki

Boynundan koparıp hiddetli elin,
Mermerler üstüne attığı inci,
Sonra birden coşar sesi her telin,
Ruha damla damla akan sevinci.

Öpmeler, sarmalar, baygın nefesler,
Her kalbe çılgınlık veren hevesler,
En fazla gönülde bir mevsim sürer,
Hep bunlar bir rüya gibi geçici.

İçimde daima bir eski bahçe,
Tarhları dağıtmış rüzgârlar gece.
Musiki savrulmuş bir güldür bence,
Her nağme havada bir gül tüveyci.
Ahmet Kutsi Tecer

inciler saçılmış ortaya hayatın dağınıklığı içinde.çılgın sevişmelerle geçen yaz.mevsimliktir aşklar bir rüyayı görür gibi yaşanan.kalıcı olan insanın gönlündeki eski bir bahçe.rüzgarla savrulan yalnızlığı anlatır kimsesizliğin yurdunda.müzikle canlanır savrulmuş güller.nağmelerle anlam kazanır ölümsüzlük.

Paylaş
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Şiir seçkisi-4 Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Şiir seçkisi-4 yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
şiir seçkisi-4 yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.