- 208 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KRAL Lİ
Uçsuz bucaksız topraklara hükmeden bir kral, bu kralın tam şanına uygun birde haremi vardı.
Kral cömert birisi olduğu için kocası savaşta ölenleri de geçinecek durumda olmayanları da kanatları altında topladı.
Aralarında ayrım olmasın diye hepsine de eşim dedi.
Bunlar haremde yer içer gezerlerdi.
Hepsininde sarayda kendilerine ait odaları vardı.
Kral zamanı geldikçe bunları ziyaret eder fakat hiçbirisine dokunmazdı.
Aslında kadınlar memnuniyetle dokundurttururlardı ama bu kralın işine gelmezdi.
Çünkü kadınların hepsi de birer prens anası olmak istiyordu.
Prensi kapanda ana kraliçe olacaktı.
Ìşte o zaman hazinenin yolları açılıyordu.
Yoksa kralı kimsenin taktığı yoktu.
Bu hatunların içinde bir numara asıl kraliçeydi.
Yani taç onun başındaydı.
Asıl kraliçe seremonilerde hep kralın yanında bulunurdu, fakat kral ona da dokunmazdı.
Çünkü kral meşgul adamdı.
Çok zengin hazinelere sahip olan bu kral, hareminde de zenginliği yaşardı.
Herkes ona baba gözüyle bakıyordu.
Birde talan ettiği ülkelerden getirdiği gerdanlıklardan dolayı severlerdi onu.
Kral çok adaletli birisi olduğu için kimsenin kimseye hakkını geçirmeden hediyeleri eşit bir şekilde pay ederdi. Hediyelerse canı yananlarındı.
Kral hatunları ziyarete gittiğinde kahvesini içer falına baktırırdı.
Falına bakılmasını çok severdi.
Fallarında hep düşmanlarını nasıl altedeceği anlatılırdı.
Bu da kralın hoşuna gittiği için durmadan sefere çıkardı.
Kral gittikten sonra ziyaret edilen hatun diğerlerine kralla saatlerce nasıl seviştiğini anlatır onları çatlatmaya çalışırdı.
Diğerleri de aynı şeyi yaparlardı.
Herkes işin aslını bilirdi ama kimse sır vermezdi.
Kralsa herkesi başına buyruk bırakmış kimsenin işine karışmazdı.
Bazıları çocuk bile doğururdu, kral onlara da çocuğum derdi.
Böylece de tahtın varisleri günden güne çoğalırdı.
Bu kadar zor bir iş üstlenmiş olan kral o kadar hatunun içinden birisini gözüne kestirdi.
Bu otuz altı numaraydı.
Nedenini kendisi de bilmiyordu ama sanki o kadında kendisini çeken bir şeyler vardı.
Kral bu kadını gözbebeği gibi korur, hatta hadım ağalarından bile saklardı.
O kadar fitnenin arasında kimseye güvenilemeyeceğini bilirdi.
Çünkü orada çok büyük entrikalar dönüyordu.
Kralın kendisinden iş geçmiş olmasına rağmen ıkına sıkına da olsa otuz altı numarayı hamile bırakmayı başardı.
Ondan sonrada kafesteki bülbül gibi hep yanında gezdirdi.
Hiçbir karışıma tahammülü yoktu.
Bu öz be öz kralın kendisi olmalıydı.
Sonunda kral kadına kimseyi dokundurtmadan prensi doğurtmayı başardı.
Ondan sonra kadını da serbest bıraktı.
Kral için önemli olan katışıksız bir prensin olmasıydı.
Sarayda prensler çoğalmıştı ama kralın gözdesi Li Yang’dı.
Kral, prensin adını Li Yang koymuştu.
Ayrım yaptığını kimselere belli etmeden Li’yi de diğerleri ile birlikte büyüttü.
Ayrımı hep yüreğinde yapıyordu.
Bu da kralın sırrıydı. Li, altı yaşına gelince kral bunu saraydan kovdu.
Yanına Hoşimato diye bir adam vererek bir deve kervanıyla sürgüne gönderdi.
Yapma etme dediler ama kral kimseyi dinlemedi. ”Ben ölmeden tahtıma göz dikecek bu çocuk” dedi.
Çocuğun annesi de kervanla gitmek istedi ama kral izin vermedi.
Böylece de Li uzun bir yolculuğa çıkmış oldu.
Hoşimato ne yaptığını ve neler yapabileceğini çok iyi bilen akıllı, bilge bir kişiydi. Kimseye akıl danışmaz kendi bildiğini uygulardı.
Başkaları onu pek beğenmezdi ama o da bundan gocunmazdı.
Sarayda ise kralın gizli danışmanıydı. Kervan dağlar tepeler aşıp çöllerden geçtikten sonra çok uzaklarda bir ülkeye geldi.
Hoşimatoda yeteri kadar para vardı.
Geldikleri şehirde bir ev bulup yerleştiler.
Hosimato Li’ye çevreyi iyice tanıttıktan sonra arayıp, sorup ünlü karateciler yetiştiren bir okul buldu. Parayı peşin yatırıp Li’yi bu okula kaydettirdi.
Akılda uzman olduğu için akşamları da kendisi ders veriyordu.
Zamanla Li okulu birincilikle bitirip başarılı bir karateci oldu.
Fakat Li’ye bu yetmedi.
Bunu farkeden Hoşimato o ülkenin en usta hocasını bulmaya karar verdi.
Ararken ufak boylu, cemek sakallı bir adamla karşılaştı.
Buymuş usta karatecilerin hocası.
Fakat bu adam yıllar oluyormuş ki kimseye ders vermemiş.
Bunun nedeni derslerin çok pahalı oluşuymuş.
Neredeyse her öğrenciden bir servet koparıyormuş.
Kimse de o parayı ödeyecek güç olmadığı için yıllardır boşta geziyormuş.
Fiyat kırmak gibi bir adeti de yokmuş.
Karate hocası Li ve Hoşimato’ya kendi özel salonunu gösterdikten sonra fiyatını açıkladı.
Bu koskocaman bir servetti. Hoşimato fiyata olur deyince Li şaşırdı.
-Sen ne yapiyorsun hocam bizde o kadar para nerede?
-Sen karışma bu işe Li.
Gerekli olan anlaşmalar yapıldıktan sonra Li okula başladı.
Birkaç yılda öyle geçti ve Li çağın bir numaralı karatecisi oldu.
Son sınavların hepsi de başarılı geçmişti.
Artık büyük arenalara çıkmanın zamanı da gelmişti.
Bir gün bir ilan okudular.
Kralın birisi bir karate şampiyonası düzenliyormuş ve şampiyon olan karateciye de tahtını bırakıyormuş.
Dört bir taraftan karateciler o ülkeye akın etti.
Hoşimato da Li’yi alarak yola çıktı.
Uzun bir yolculuktan sonra o ülkeye giriş yaptılar.
Bir otele misafir olup çarpışacakları günü beklediler.
Ve beklenen gün gelip çattı.
Sarayın büyük meydanında kralın açılışı yapmasıyla müsabakalarda başlamış oldu.
Herkes krala çıldırmış, akılsız, bunak dedi.
Bu adam aklını yemiş dediler.
Kralsa söylenenleri hem duydu, hem de duymadı.
En çokta haremdeki kadınlar kızdı.
Öyle ya yeni kral onlari hâlâ sarayda tutacak mıydı, yoksa topunu birden sepetleyecek miydi?
Öyle alışmışlardı ki saraya sepetlenmeyi düşünemiyorlardı bile.
Maçlar kıran kırana geçti ve Li ilk on arasına kalmayı başardı.
Olup biten hiçbir şeyden Li’nin haberi yoktu.
O sadece maç kazanmaya bakıyordu.
Kaybetmeyi düşünemiyordu bile.
Çünkü hocaları kaybetmenin kelimesini bile kafasından silmişlerdi.
Bunlar bir kez daha sahaya inip koç gibi vuruştular.
Sonunda Li altın kemere kadar ulaştığı gibi altın taca da ulaştı.
Kral bir konuşma yapıp Li’nin bu işi bileğinin hakkıyla başardığını, hiçbir haksızlığın yapılmadığını, her şeyin eşit şartlar içinde geçtiğini söyledi.
Tacını da başından çıkarıp Li’nin başına geçirdi.
O anda yer yerinden oynadı.
Herkes Li’yi ayakta alkışladı.
Artık ülkenin hem genç hem de güçlü bir kralı vardı.
Alkışlayanlar da Li ile beraber ünleneceklerini sanıyorlardı.
Kral tacı devredip geri plana çekilmişti ki birdenbire yatağa düştü.
Yolcu olacağına iyice kanaat getirince Li’yi çağırtıp gizli bir görüşme yaptı.
Li kapıyı açıp huzura çıktığında kralın önünde saygıyla eğildi.
-Hoş geldin Li geç otur bakalım.
-Hoş bulduk efendim, saygılarımı arzediyorum.
-Senden bir şeyi hep gizledim Li.
Şimdi sana bir sırrımı açıklayacağım.
Asıl itibariyle sen benim oğlumsun.
Kral böyle deyince Li şaşkına döndü.
-Sen daha altı yaşındaydın ki buralardan uzaklaştırdım.
Nedenini ben de bilmiyorum.
Belki bir budalalıktı, belki de öyle olması gerekiyordu.
Belki de bu senin yazgındı.
Neye sayarsan say.
Seni hiçbir zaman unutmadım.
Ìçimde bir his hep senin tahta oturacağını söylüyordu.
Neticede bu gerçekleşti, bense son derece mutluyum.
Kendi görevimi yerine getirdiğimi sanıyorum.
Bildiğin gibi sarayda kendisine prensim diyen daha bir yığın delikanlı var.
Onların hiçbirisi de benim öz çocuğum değil.
Sensin bir tek benim olan.
Onlar oradan buradan peydahlandılar.
Ben onlara da öz çocuklarım gibi baktım fakat aradaki nüans farkını sana kullandım.
Sana akıl verecek değilim, bildiğin gibi davran.
Tereddüte düşüp geri adım atma, bu senin yıkımın olur.
Bu anlattığım sırrımı da üç kişi biliyor, sen, ben ve Hoşimato.
Hoşimato ömrünü bana hizmetle geçirdi.
Kendisini hem sevdim, hem de saydım.
Fakat ona bile hiçbir zaman güvenmedim.
Sen de öyle yap, etrafındakileri sıkı kontrolda tutup hizmet ettir fakat kimseye güvenme.
Gizli sırlarını kimselerle paylaşma.
Annenin ismi Nevil’dir. Onu ara bul fakat uzaktan seyret.
Ağzından bir şey kaçırma. Bu sırrı üç kişiden başka kimse bilmemeli.
Daha sonra kral Li’yi yanına çağırıp boynuna sarıldı.
Gözleri çakmak çakmaktı.
Li ağladı kralın da ağlayacağını sandı fakat kral sanki yüreğine taş basmıştı.
Kral Li’ye iyice baktı ve sırtüstü yatıp uzandı.
Az sonra uzun bir yolculuğa çıktı.
Bir zaman sonra kralı görkemli bir şekilde uğurladılar Li de işinin başına döndü.
Li’nin işi zordu, çünkü kralın da söylediği gibi sarayda kendisini prens sanan daha bir yığın insan vardı. Bunlar er veya geç Li’nin ayaklarına dolanacaklardı.
Ìlk önce sessiz kaldılar ama bu böyle devam etmezdi.
Li ülkesini yönetmeye iyice alıştı.
Akıl danıştığı bir tek kişi vardı onu da kendisine danışman yaptı.
O da her zaman yanında olan akıllı ve bilge Hoşimato’ydu.
Bir gün, Hosimato Li’ye ”bütün prensleri de öldürt” dedi. Bunu duyan Li şaşırdı.
-Bunu yapamam.
-Başka çaren yok.
-Hocam bunlar insan, o kadar insanı nasıl öldürtebilirim?
-Sen onları öldürtmezsen bir gün onlar seni öldürecek.
-Ìyi ama neden?
-Hırs.
Hırs insan oğlunun doğasında vardır. Ìlk firsatta altını oyacaklardır.
-Ben yapamam.
-Sana zaten bir sey yap diyen yok, sen bu işi bana bırak.
-Benim haberim olmasın.
-Olmayacak.
Li’nin haberi olmadan koca ihtiyar kendisini prens sanan herkesi temizletti.
Böylece meydan tamamen Li’ye kalmış oldu.
Li güçlü bir ordu oluşturup başlarına da en cesur savaşçısını komutan atadı.
Öyle bir krallık yaptı ki meydanları titretti.
Bir zaman sonra danışmanı da öldü ve kimseye akıl danışmadı.
Bütün kararları kendisi alıp diğerlerine de uygulattı.
Karateci olduğu için kimse yumruğuna karşı koyamadı.
Daha sonra ünlü bir yazar oldu.
Ünlü olmasında krallığının azımsanmayacak derecede payı vardı.
Çünkü daha ilk kitabında yazar olarak üne kavuştu.
Ünlü bir yazar ve ünlü bir kral olarak terki diyar eyledi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.