- 1018 Okunma
- 5 Yorum
- 4 Beğeni
ISSIZLIĞA ÖVGÜ
“Yanlışlıkla sahneye çıkarılan masum bir vatandaşa, oyunun bütün sorumluluğu yüklenmek isteniyor.” diye bir cümle geçiyor Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ında, kendimi çoğu zaman o vatandaş gibi hissediyorum. Bu taşınması zor histen kaçabildiğim zamanlar okuduğum bazı kitapları karşıma alıp onlarla konuşmaya ve o kitapların içindeki karakterlerle görünmez yolculuklara çıkıyorum.
Geçen hafta bitirdiğim tuğla kalınlığındaki Hakan Günday’ın Kinyas ve Kayra kitabını okurken hayal gücüm sık sık sarsıntılara uğradı. Bazen keskin kayalara çarptı, bazen çöllerde çaresizce gezindi, bazen de okyanusların karanlık sularında dipsizliğe saplandı.
“Daha anlayamamıştı sonunda ölüm olan bir hayatta mutlu son olmasının mantığa aykırı olduğunu. Ölüm mutlu bir son olamazdı. Kimse için. Ama yine de insanlar, kendilerini kandırmak için hayatlarını dönemlere bölüyorlar ve ancak o dönemlere mutlu sonlar uydurabiliyorlardı. Oysa hayat, her bölümünde ayrı bir hikâyenin döndüğü neşeli bir dizi değil, sonunda herkesin öldüğü ve katilin bulunamadığı sıkıcı bir filmdi.”
Kayra karakterinin ağzından çıkıyor bu söz. Buna benzer filozofça şeyler 576 sayfalık kitap boyunca hem Kayra hem de Kinyas’ın ağzında defalarca yineleniyor. Bu iki anti kahraman; genç yaşta yurt dışına kaçmış, sahte pasaportlar kullanan, onlarca insan öldürmüş, öldürmeye devam eden birer cani, uyuşturucu satıcısı, kaçakçı, tecavüzcü, kadına şiddet uygulayan, kadınlara işkence etmekten zevk duyan, karaktersiz, dolandırıcı, yalancı, hırsız, dost düşmanı, toplum düşmanı iki insan... Ama aynı zamanda bu iki bozuk insan entelektüel sözler sarf edip, kitaplardan, edebiyattan, müzikten, sanattan, sosyolojiden, felsefeden, bilimden, dünyadan derinlemesine bahsedecek kadar teorik altyapıya da sahipler. Bu tür felsefi ve edebi sözler kitaplardaki o bilinmeyen genel anlatıcının ağzından çıksa (genelde öyle olur) bunu anlayabilir ve normal karşılayabilirim ama bu iki ruhu çirkin karakterin kendi ağzından çıkıyor. Yani Hakan Günday hayatı boyunca edindiği kültürel birikimi kitaptaki kötülük üretmeyle hayatlarını geçirmekten iyi şeylere neredeyse hiç vakit bulamamış bu karakterlerin birikimiymiş gibi bir teknik uyguluyor. Bunun tehlikeli bir yöntem olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu kötülüğün olumlanmasıdır. Bir roman için en büyük handikaplardan biridir. Yazarın ne kadar bilgili ve donanımlı olduğunu okuyucunun masasına fütursuzca fırlatma çabasıdır. Oysa buna gerek olmamalı.
Hakan Günday elbette ki çok iyi bir yazar, iyi bir anlatıcı, iyi bir kurgucu ve çok iyi bir sözcük oyunları ustası. Ancak uyguladığı bu riskli teknik, onun romanlarına yapışmış iyinin üstünü örten kötü bir kahve lekesidir. Mantığa, varoluşa, sosyolojiye aykırı bir durumdur. Bir insan -kurgulanmış bir roman karakteri bile olsa- binlerce kitap okuyup, felsefe, müzik, sanat, sinema, edebiyat vs. alt yapısına sahipken ondan acımasız bir katil, kötülüğün bütün sınırlarını zorlayan bir toplum düşmanı çıkmaz. “DAHA” adlı kitabında da aynı hatayı yapıyor. Benim düşünceme göre bu açık bir hata. “Lisan hakları” ihlali. Belki de bunun farkındadır ve bilinçli yapıyordur. Kendisini o karakterlerin yerine koyup onları konuşturuyordur. Bilemiyorum. Hakan Günday bir anlatı ustası olarak çok iyi ama bahsettiğim bu sıkıntının onun en büyük zaafı olduğunu düşünüyorum. Hem de zaafın imparatorluğu.
***
Kitaplarla konuşmalarım bittikten sonra küçük mütevazı odamda, havada uçuşan ve sırasını bekleyen hayallere açarım kollarımı. Hayalperestlik benim severek yaptığım tek meslek. O an zaman denen korkunç tanrı odadan çıkmış olur. Zaman görünmez ortalıkta, kim bilir hangi bilinmezlerde sürtüyordur, uzak iklimlere koşup kimleri yaşlandırmakla, çağın dışına itmekle meşguldür. Sonsuzluğa aldanmış kimlere haddini bildiriyordur. Kimleri kahkaha atarak “Seni yıllarca benim ilaç olduğumu söyleyerek kandırdılar ey zavallı insan” diyerek ağlatıyordur.
İlk hayali nerede kurmuştum diye uzun uzun düşündüm. Düşünce namustur. Sık sık dayak yese de, anlam onun yaralarını sarar hep sabırla. Anlam düşüncenin yoldaşıdır. Taşınması zor bir kavramdır anlam, kamburlaştırır insanı, iz bırakır sırtta. Sırt; okların idman alanıdır, kandan geçilmez orası ama anlamın çizdiği bu resim yaşamın ayaklarıdır.
Pirinç tarlasındaydı sanırım düşüncenin namusuyla süslenmiş ilk hayalim. Gediz Ovasının bir bölümünde pirinç de ekilirdi eskiden, çok eskiden. Biz doğudan gelmiş göçmenler çalışırdık çoğunlukla o ıssız tarlalarda. On iki veya on üç yaşlarındaydım. Benim yaşlarımdaki çocukların zorlanacağı işlerden biriydi bu. Ninem “yorulduysan biraz otur dinlen istersen” dedi. Gülümsedim. Teşekkür edip küçücük gölgesinden yararlanmak için bir pirinç balyasının yanına atıverdim kendimi. Yorgunluk ve ter yan yana giden iki trendi sıska gövdemde. Susadığımı hatırlıyorum. Sucu gelmemişti henüz. Gözüm yollardaydı. Su dağıtan işçi her zaman şanslıdır. Fazla yorulmaz. Tek işi su dağıtmak. Zor tarafı, su bittiğinde en yakın köye gidip o ağır bidonla suyu tarlaya kadar taşımaktı. Türkan’dı o gün sucumuz. Türkan, pirinç tarlalarının minyon tipli tanrıçasıydı. Başımı arkamdaki balyaya bıraktım kavurucu güneşin altında. Türkan’ın su tasını uzatırken onun gözlerine derin derin bakıp hiç kelime kullanmadan sayfalarca şey anlatmayı hayal ettim o an… Hayalden uyandığımda birkaç küçük sevimli yılan karşımda durmuş beni izliyordu. Pirinç tarlaları yılanların cirit attığı bir yerdi. Üstümüzde henüz uçmayı unutmamış kuşlar gezinerek ıssızlığa, pirinç tarlalarına, yılanlara ve hayal kuranlara şahitlik ederdi.
***
Türkan biraz gecikmişti, benim dinlenme sürem bittikten çok sonra gelmişti. Omzundaki dolu su bidonuyla tarlaya girdiğinde alnından akan terler bir şiirden fırlamış damlalar gibiydi. Hemen koşup ona yardım edip indirdim bidonu omzundan. “Sağ ol Metin ağabey, belim koptu vallahi” dedi düşsel yüzüyle. İlk suyu bana uzattı. Tasın içinde tozlar uçuşuyordu. Su, toz ve Metin ağabey; içsel çamurun başlangıcı. Yüzüme bakmıyordu ben suyu içerken. “Tamam, geliyorum Nurgül abla!” diye cevap yetiştiriyordu “Nerede kaldın Türkan, haydi bize de su getir, öldük susuzluktan!” diye sitem eden diğer işçilere… Kelimeler beni oyuna getirmişti yine. Yanlışlıkla sahneye çıkarılan ve bütün sorumluluğunun ona yüklendiği o masum vatandaşın çocukluğuydum. -Öyle değil mi Olriç? -Hayır bayım, ben sizi tanımıyorum, siz kitapları karıştırdınız galiba.
YORUMLAR
Harikasın.. harika bir ters köşe.. hiç böyle düşünmemiştim.. lisan haklarının her türlü özgürlüğe sahip olduğunu düşünmüştüm hep.. Mantığa aykırılık.. felsefeye aykırılık.. bu açılardan bakınca ne kadar da (acımasızca) haklısın.." Daha anlayamamıştı sonunda ölüm olan bir hayatta mutlu son olmasının mantığa aykırı olduğunu. Ölüm mutlu bir son olamazdı. Kimse için"...........
Hiç felsefeye giresim yok şu saatte ama susarsam çatlarım..
"Hayatın sonunda ölüm olduğu için mutlu sonlar var".. Hayatı değerli kılan ölümdür".. Tamda bu yüzden işte..mutlu sonlar var.. Her dakika.. her saat.. her gün... her maç.. her direniş.. her mesai.. her unutuş.. her hatırlama.. her tukenis.. her uyanış.. her şiir..
Bi kaleci...
prosayko tarafından 30.1.2022 02:07:25 zamanında düzenlenmiştir.
Harikasın.. harika bir ters köşe.. hiç böyle düşünmemiştim.. lisan haklarının her türlü özgürlüğe sahip olduğunu düşünmüştüm hep.. Mantığa aykırılık.. felsefeye aykırılık.. bu açılardan bakınca ne kadar da (acımasızca) haklısın.." Daha anlayamamıştı sonunda ölüm olan bir hayatta mutlu son olmasının mantığa aykırı olduğunu. Ölüm mutlu bir son olamazdı. Kimse için"...........
Hiç felsefeye giresim yok şu saatte ama susarsam çatlarım..
"Hayatın sonunda ölüm olduğu için mutlu sonlar var".. Hayatı değerli kılan ölümdür".. Tamda bu yüzden işte..mutlu sonlar var.. Her dakika.. her saat.. her gün... her maç.. her direniş.. her mesai.. her unutuş.. her hatırlama.. her tukenis.. her uyanış.. her şiir..
Bi kaleci...
prosayko tarafından 30.1.2022 02:07:03 zamanında düzenlenmiştir.
Harikasın.. harika bir ters köşe.. hiç böyle düşünmemiştim.. lisan haklarının her türlü özgürlüğe sahip olduğunu düşünmüştüm hep.. Mantığa aykırılık.. felsefeye aykırılık.. bu açılardan bakınca ne kadar da (acımasızca) haklısın.." Daha anlayamamıştı sonunda ölüm olan bir hayatta mutlu son olmasının mantığa aykırı olduğunu. Ölüm mutlu bir son olamazdı. Kimse için"...........
Hiç felsefeye giresim yok şu saatte ama susarsam çatlarım..
"Hayatın sonunda ölüm olduğu için mutlu sonlar var".. Hayatı değerli kılan ölümdür".. Tamda bu yüzden işte..mutlu sonlar var.. Her dakika.. her saat.. her gün... her maç.. her direniş.. her mesai.. her unutuş.. her hatırlama.. her tukenis.. her uyanış.. her şiir..
Bi kaleci...
Dramatik Buluntular
Sevgilerimi ve selamlarımı gönderiyorum.
Ne hoş bir anlatım, ne güzel bir kitap tahliliydi, keyifle okudum.
Daha önce bu kitabı okumadım, şimdi ilgimi çekti ve okuyacaklarımın listesine ekledim.
Sanırım anladığım kadarıyla "otomatik portakal" kitabı gibi, karakterlerin tüm kötülüklerini gösteriyor, en sonunda ise karakteri iyi gösterme çabalarıyla süsleyip, püslüyor yazar. Fakat şu var ki onsekiz yaşın altındaki çocukların eline geçen bu kitap, tüm bu kötülükleri özendirme, heveslendirme, heyecan ve bu zevkleri yaşama hissi uyandırabilir. Kısacası kötü örnek oluyor.
Yetişkin birinin kitabı degerlendirmesi ile genç bir kişinin algısı aynı olabilir mi?
Günümün yazısı olsun.
Dramatik Buluntular
Etkilendiğim kitapların tahlilini mutlaka yaparım. Buna ihtiyaç duyarım. Kritiğini yaptığım yerler bazılarına öyle gelmeyebilir.
Okuduğumuz her kitap varoluşumuzun duvarına çarpar, orada anlamlar bırakır. Aslında bu yazıda ben daha çok Türkan'a dikkat çekmek istedim. Her insanın ilk kurduğu hayal diğer hayallerden daha değerlidir.
Durup dururken aklıma gelen br şeydi.
Yazılacak en güzel şeyler bence çocuklukta kalan şeylerdir.
Ve orası bir sözcüklerin deryasıdır.
Selam ve Saygılar...
Kinyas ve Kayra'yı seneler önce okumuş ve çok etkilenmiştim...hatta kitaptan alıntılar da paylaşmıştım burda...söylediğin gibi yazar'ın usta kıvrak bi dili var ve tercihini kötü karakterleri entellektüel, filozofça bir dille konuşturmaktan yana kullanmış...ve zaman zaman sorguladığım oluyordu 'aslında bunların hiçbirini yapmasanız iyi bile sayılırsınız!' dediğim bölümler de oldu olmadı değil...ve sanırım ben o karakterleri genelde eylemlerinden, kötü görüntülerinden soyutlayarak ve daha çok iç seslerine odaklanarak okudum satırları...yani hep iyi bi taraflarını bulup çıkarmaya çalışıyordum sanki...belki bu şekilde işlediği suçları gözümde biraz hafifletecek ve benim de iyi tarafım onlara böylelikle ikinci bi şans verecekti...başarıyorlardı da zaman zaman...yazara sitemim de 'konuştuklarında melekler ama insanların içine karışınca her ipte oynuyorlar!' olmuştu...şimdi senin değerlendirmeni de çok mantıklı ve doğru buluyorum...pek tabi bu zekice kurgulanmış satırları konuşanlar iyi yürekli, temiz kalpli insanlar da olabilirdi...en azından kitaplarda iyilik kazanabilirdi...
Kinyas ve Kayra kitabını beğendiğim için Daha'yı almıştım hatta ama hãlã okumuş değilim...eğer yazar o kitapta da aynı yola başvurmuşsa bi sıkıntı var demektir...
dikkat ederseniz dizilerde de aynı şeyi hep yapıyorlar, kötü rolleri birkaç bölüm sonra melek gibi gösterip; öyle oluşlarının nedeni olarak bilinçaltındaki etkenlere ya da çocukken yaşadıkları travmalara işi bağlayarak zamanla toplumun tarafından benimsenilecek, affedilecek ve hatta sevilecek karizmatik bi havaya sokup yüceltiyorlar gözümüzde sonra...
düşündürdü, sorgulattı yazın...yine ferah bir kapı pencere açtı...sağolasın...
seni okumak iyi geliyor bana can, selamlar sevgiler çokça...
Gule tarafından 22.1.2022 20:03:38 zamanında düzenlenmiştir.
Dramatik Buluntular
Kinyas ve Kayra... Evet, yeraltı edebiyatını (aslında böyle bir kavram literatürde yok) çok iyi işleyen bir yazar Hakan Günday. Eleştirdiğim noktalar onun iyi bir yazar olduğu gerçeğini gölgelemiyor. Ancak bende bir rahatsızlık uyandırdı. Her şeye rağmen beni bir şekilde etkileyen iki kitaptı.
Kitaplar hayatın vazgeçilmezleri olmalı. Hele ki bu utanç çağının girdaplarında kaybolmuş bir neslin çırpınışlarını gördükçe, kitapların önemini daha iyi anlıyor insan.
Düşlere ve hayallere sığınışımız.
Arayışlarımız ve ıssızlığın sürekli yükselişi.
İnsanın kaçacak bir yeri yok.
Öyleyse anlatmalıyız
ve yazmalıyız.
Kelimelerin bizi götürdüğü yere kadar.
Sevgilerimi gönderiyorum Gule, cansın...