- 435 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
şiir seçkisi-2
1
son kez
Son kez
Sevdaya tutulduğumda
Öldürdüm adamı
Ama bu eski bir yüzyılda
Başka bir ülkede
Daha sıcak bir iklimdeydi
Ve ölüm kanıtladı onun
gelip geçici bir yabancı olduğunu
Diğerleri gibi
Alice Walker
amerikan kültürünün dünyaya bakışı.efsaneleri tüketmiş bir bakıma sanayi toplumu.keşfetmek için çok geç yarınları.bir canavarın insancıl yönleridir ölümün sıcacık oluşu.yinede insan duygularına tutunarak yaşamın içinde yer alır.tabiki amerikan edebiyatı hala merak edilen bir yaşam kılavuzu.bu ülke hala bu umutlarla ayakta duruyor.hayalleri cezalandırmanın aracıdır aşk.insan bedenini tüketim metası görmek kadar acı verir bağlılıklar.onu anlatıyor şair herkesin bir benzeri olmadığını yalanlayan.aşkın kanunu bu ölüm girdabında hayallerle savaşan.tahmininde yanılmıyor duyguları.modernin sakıncalı odası gibidir mutluluk.alkol ve sigara buğusunun gözlerden aktığı kutsanmanın azizi olarak resmeder kendini yalnızlık
2
olmak
Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu.Kanatsız,akşam vakti,
Deniz kıyısında bir tarasada ,kaldırmış bir sofrada kalmak diye bir sorunu yok onun.Umutsuzluk,ortalık kararır kararmaz bir karıktan kalkıp öbürüne konan tohumlara benzeyen, o bir sürü küçük küçük olayların dönüşü değil bu .Bir taşın üstündeki köpük ya da su bardağı değil
o.Kardan elenmiş bir gemi o , ya da düşmüş kuşlara benzetebilirsiniz,ama kanları yok gibidir.Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu .Başa takılan mücevherlerle çevrilmiş küçük bir şey o .Umutsuzluk o.Kopçası bulunmayan inci gerdanlık ,bir ipe gelmez,böyle bir şey işte umutsuzluk.Gerisini geçelim.Başlamışsak bitirmeyiz umutsuzluğu .Saat dört sularında avizeden umutsuzlanırım ben ,gece yarısına doğru da yelpazeden umudumu keserim,tutukların sigaralarından umut-suzlarım.Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu.Kalbi yoktur,el umutsuzluktan hep soluk soluğa kalır,umutsuzlukta kalır öyle aynalar,bize asla ölüp ölmediğini söylemezler.Beni büyüleyen umutsuzluğu gördüm ben .Yıldızların türkü söyledikleri vakti gökyüzünde uçan bu mavi sineği seviyorum ben . Şaşılacak ,o uzun dolu tanelerine benzeyen umutsuzluğu , o kibirli , o öfke küpü umutsuzluğu büyük çizgilerle tanıyorum.Her gün herkesler gibi kalkıyorum,kollarımı çiçekli bir kağıda uzatıyorum,hiçbir şeyciler hatırlamıyorum,ama hep umutsuzluğun yardımıyla o geceden koparılmış o canım ağaçları
görüyorum.Odanın havası davul tokmakları gibi güzel .Bir zaman
içinde ,bir zaman .Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu.Bana bir sırık uzatan perdenin rüzgarı gibi o .Böylesi bir umutsuzluk akla gelir mi? Yangın var!Ah yine geliyorlar...İmdat! İşte merdivenlere düştüler.Ve o gazete ilanları,o kanal boyunca ışıklı sayılar sonra.Bir kum yığını!Büyük çizgileriyle önemli değil umutsuzluk.Bir orman yapmaya giden angarya ağaçlar,bir gün daha yapmaya giden bir yıldız angaryası,ömrümü uzatan bir angarya günleri daha
andre breton
ilhan berk çeviri ustalığını konuşturmuştur bu büyük şairin şiirinin çevirisinde.sürrealist şiirin çizgilerini taşır şehre soluk aldırma isteğinde bir yağmurun sesini dinler gibi ömrümü uzatan bir angarya günleri daha mısralarıyla biten şiirin.asıl zenginliğin ulvilikte olduğuna inanır şair.satın alınamayan bir değerdir mutluluk yakalanması güç özverilerde susayan güneşe.
3
hayal, tuzun sudan bukağısı çözülürken
Utakırlara veda
Gözyaşlarının gücü vardı eskiden
ırmak yüklü adamlardır, tuz katarlarının ardınca giden
gölgemizde damlaların bıraktığı izlerden
açılırdı nır arınırdık şehirde fazla kalmak suçundan,
akıl danışırdık yağmura, nasıl döneriz
evlerimize doğru yollarından,
nasıl fener yapıp kemiklerimizden, tütsüleriz
gecenin mor arı
...
...
Adnan Özer
bunları anlatmalı umut hırsızlarına.bunları kanıtlayacak taylara bindirilmeli çocuklara.ki mağdur edilmesin zaman.bir çizgi romanda geçen hadiseleri billullaştırmış zaman.şeytanın soluğu kesilmiş yanılgısıydı tamda küfre bahane ararken mozaiklere sinmiş kasvetli bakışları arıyordu satın alınmış günahlar.hayal gücünü öldüren duyarsızlıkla sabahlamak gibi yazı başında.gün doğacak ve bir kez daha büyülenecek menekşeler.
4
KAHRAMAN MUSKA KANTOSU
beni kötülüklerden koruyan tılsım, yeşil kadife, çengelli iğne. gece karabasan
sımsıkı kundakta büyüyen. birazdan gök doğuracak gürültüsünü
tanımsız sesler ve soluklar… korur cümle şerden
muska anam!
elinde yüz bir boncuk tespih, dua eden kadın üfler yüzüme, üç fırtına
dedemin şifa veren tükürüğü ve beşiğimde bastonu yeşeren şeyhin
bastığı toprak… korur beni gece irkilmelerinden, cinlerden
muska babam!
kurşun işlemez, sıksan; karavana. boynumda hurafe bir hekim alfabe
ne zaman unuttuk evde, bildiğimiz en güzel intihar gibi
o gün bir parçamız eksikti
muska kahraman!cin atina binmiş veliler gibi muska satıyor ehli cemaatten hocalar.yarı aydınlık bir gün gibi hurafelere inanma seans
ercan y. yılmaz
ından kaçıyor yürek kanatan hikayelere inanmış şerli kimseler.işte inanmanın sanatını aksettiriyor aynalara vaktin fahişesi züppeler.küfrün sıradanlığıdır hırpalamak gülleri bağ bahçe ayırmadan.
5
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
baba evi şiiri
ben gölgemi soydumdu karanlığa değmeden
kaf dağına tam bilet aynalardan geçtiydim
maarif bilmez bir kuş sırça kelâm üstünden
süzülünce bildim ki çocukluktu soy ismim
penceremden bakınca incili atlaslara
raks ederdi şiirin haşmetli büyücüsü
annem yağmur koyardı her akşam soframıza
devrilmiş bir tarihti babamın üzüntüsü
asma dalları buldum harman türkülerini
yeryüzü kitabından tefeül açtığımda
yalanlardı ayrılığın ölüme ettiğini
avludaki gülleri koyup gitmeyen seda
kanım pıhtılaşıyor her yaz Allah bilir ya
çekiliyor sularım âh nasıl bilinmeze
çiçekli entarimi uçurdu dönmez yola
çünkü yıllar diz çöktü gözlerimin önünde
bir kardeş bakışını denkliyorum her sefer
taşradan İstanbul’a götürürken kalbimi
gülümseyen yüzünde görülmedik bir mahşer
baba evim saklıyor ayrılık hediyemi
Fatma Çolak
sen ipeğe anlat her gece gözyaşını.tenine sürtünen ipeğe.bütün fukaralığımla seher vaktine taşıyacağım yıldızları.bir eskicide bulduğum lambayla leylama çöllerde saray yaptıracak kudrette inci gibi dizilmiş gözyaşlarım var.her kapı heyberden bir hatıra gibi parçalamış kaşıkçı elmasını.gerdanlıklara kumaşlara dolanmış şehzadelerin ikbal için dağıttığı ulufe.evet bu umutsuzluk kadar bulaşıcı bir aydınlık odamda.şükür ki saçlarını tutuşturmuş yıldızlar
6
sol elle yazılanlar
kuyu dolana kadar, dolup taşana kadar bekle,
yeni bir şey yazma, yazmaya çalışma.
daha önce yazdıklarına bakabilirsin,
onların saçlarını tarayabilirsin,
tüylerini yakabilir, yüzlerine bir kat boya
bir kat hüzün daha atabilirsin;
yeni kuyular açma, bu kuyu işini görür;
huş ağacının altında otur
cinlerinin başını okşa, bitlerini ayıkla.
senden de, babandan da yaşlı,
senden de babandan da bizanslı
kargalarla konuş;
süleyman’ın neşidelerini meşk et onlardan.
yalnızlığına kendini ekip çöle çevirme onu,
son çare, tanrıyı ek, onun boncuklu kelimelerini,
göğün ve cazın ırmaklarını geçir içinden
bağa bahçeye çevir onu komşular için,
yolcular için, yoksullar için,
ağaçlarını buda, çitlerini onar,
ama kapısını sök at yalnızlığının.
bol bol uyu kıyısında şu ırmağın, bu ırmağın,
hangisi alıp götürüyorsa rüyalara seni;
ne yap yap rüya gör, bol bol rüya;
rüyalarında yitir kendini.
rüya göremiyorsan, otur şu ağacın
ya da bu ağacın altında, rüya tasarla
hangisinin kökleri göğe uzanıyorsa.
yine de daralırsa için,
yine de sığmazsa kafan evlere, kafelere,
kuyunu sırtına vur kırlara açıl,
dağlara tırman;
yürürken kitap okuma ama,
bir meleğe çarparsın sonra,
bir ağaca, bir taşa,
bir başka ‘yürürken kitap okuyan adam’a,
kurt kuş güler sonra sana
ve okuyup okuyup gülmelerine,
ağlamalarına,
dağa taşa yazı yazmayı bırak,
göğe kuyu kazmayı bırak,
kendi kendine konuşmayı da;
son çare Tanrıyla konuş,
Tanrının rüzgârlara, yağmurlara
ve yalnızlara öğrettiği kelimelerle.
Cahit Koytak
Kayıt Tarihi : 8.5.2013 13:41:00
ustalık döneminde yazdığı şiirlerden.güzel tavsiyeler var genç şairlere.kitap okumayı öneren bir üstadın bize neyin biletini verdiğini anlamalı.yoksa şiirin duygusuzluk olduğu hissine kapılır serseri şairler.umutlanma adına kelimelere ruh veren şiirlerden olduğu kanısı uyanıyor zihnimizde uzandığı anlam sınırlarında gezinirken
7
Gürültülü Şiir
sakin olun bayım
bakın ölüyor herkes
sessiz olun lütfen
bakın hep yarım kalıyor gürültünüz
yavaş sevin bayım
bir gelincik çiçeği okşar gibi
usul essin içinizdeki rüzgâr
mağlup olmayı öğrenin bayım
ne kadar yenilseniz
o kadar hazır olursunuz büyük yenilgiye
sakin ölün bayım
Dinçer Ateş
anlamsızlığa kilitlemiş kendini öfke.kaldırımda bir çiçek bulmuş hırsızın teki.oysa ben ormanları yakmışım içimde.tutkuyla baharın meltemini bulmuşum anlamında ayazların.her konuşmaya küfürle başlayan çocuklar kadar yeniden öğrenmişim ışığı.işte ben sevdalı vapurlarda şiir okumuşum henüz rıhtımına varmamışken sabahın.
8
böyle rüzgarlar
Böyle şeyler oluyor işte böyle rüzgarlar
Bu güz balkonu beni çağırıyor
Neyi dağıtıyor elin akşamda
Ben saçlarımı topluyorum ırmakları da
Sonra gidip bir şiirin önünde soyunuyorum
Bir çocuğu öpüyorum adı sevişmek oluyor
Her şey bizden ayrı
Her şey biz varken yan yana oluyor
Bu oluşa biraz keder ekliyorum
Ellerinde bir ağaç
Ellerinde telaşlı bir ağaca bakıyorum
Sen oturup şeftali yiyorsun
Otlar diyorum yürüyor görmüyorsun
Sıkıntılı bir yağmur geçiyor pencerelerden
Kendime sesleniyorum ses vermiyor
Ah sevgilim aramızda bir iğne
Beni sana dikiyor
Gonca Özmen
sıradan bir güne serenad.yazın tadını bir çilekte arayan kırların akşamlara yakın duruşu.işte bu ezgiler her zaman yorar düşleri.ateş böcekleri geceyi tutuştururken bir de ağustos böceği varsa.bu güz balkonu beni çağırıyor.bir çok kişiye kalenderlik etmiş uykusuzluk.bunu çağrıştırıyor ruhu çoğaltan yalnızlıklar.
9
turunç kokulu pazarlar
Pazar sokağının portakal kokulu düşleri,
taze kavrulmuş leblebiler,
uzun ve sarı ışıklı caddelerde,
büyük yürekli,
hayalleri üşüyen insanların verdiği huzur gibi şimdi sevmek.
Yitirilen hayallerin,
karlı bir bahçede
bronz bir heykelden yapılma
o keskin ve ifadesiz suretin,
yansıması pazar.
Bayram sabahı neşesi,
yahut çoktandır unuttuğun bir şarkının,
komşudan gelen neşesiyle uyandığın bir öğlen vakti.
Turunç bir akşam üstü,
pencere dibine pusmuş bir güvercin tedirginliğiyle,
hangi kapının nereye çıkacağını bilmeden,
yeşilin asfalta koştuğu yerde,
gökyüzünden düşlerle,
yeni umut,yeni sokak,
ve gece ayazında gözlerimin arayacağı yeni bir yıldızla,
bu şehirde yeni bir melodi tutturacağım.
dile dolanmış,
yüreği sarmış
yeni bir iklim bulacağım.
Selenay Kübra Koçer
murathan munganın söylediği gibi.geçsede yolumuz bozkırlardan denizlere çıkar sokaklar.hayat eğlenceden kaçışın hikayesidir.hayast tat vermeye başladığında bir hüzün temennisi gibi yüzlerde ekşir kirazlar.bunları biliyor şair ülkesizlik gibi algılanmış insanını ikna edemeyişini düşününce.
10
GÖZLERİNDE REHİN KALSIN GÖZLERİM
Bu haklı isyan sürdükçe
Ölenlere ağlamak usandırmaz insanı
Ama her gün aynı tonda
Gül-eme-mek bıktırır
Kalırsan
Muhasebecinin oğlundan çaldığım uçurtmayı
Uçuramadığım gökyüzünün masum rengini
Anlatırım sana
Gidersen
Şulesi mengeneye alınmış
Çoğul düşler diyarında
Kırık dal aryaları kucaklar seni
Şaşırırsın
Müphem bir karanlık cöker içine
Hiçbir (kapalı) mekanın yüzölçümü
Yeterince geniş değildir
(hayvanlar için bile)
Kalırsan ayakkabısının bağcıklarını
Sokakta bağlayarak eyleme koşan gencin
Hapishanede yazdığı şiirleri okurum sana
Gidersen
Yanağındaki elma şekeri sevinçlerin
Talan edilir haramilerce
Tavan arasındaki ilk patiğini bile
Anımsamaya firsatın olmaz
Yalnızlığın sana abanır
Sen halvet mekanlara abanırsın
c.hakkı zariç
hasret kokuyor itinayla seçilmiş sözcükler.çok sesli bir ölümün ağarttığı saçlarını rüzgardan sakınan bir şehirli yosmadır şairin yokluğuna hayıflandığı karanlık sokak.işte ruhumu kanatan şarkıları ayıplayan bir hayat kaçkını eşkıya gibi kundaklanmış gönlümü sarıyor bakışların.
11
bu aşk cennete götürür
Yeşillik ormanı gizliyor
Orman gizemli,
Yüreğin göğsümün üstünde duruyor
Gönül sokağımdasın
İki başında nöbetçiler duruyor
Gözgözeyiz yaralı gözlerimizle
Ağustosun netameli günlerindeyiz
İkiz kuleleri biz yıkmadık biliyorsun
Saldırdılar hayallerimize
Hayallerimiz savaşın ortasında kaldı
Terkettik kıyıları
Okyanuslar aşıyoruz
Fırtınalı denizlerde indi yelkenlerimiz
Sıcak aşk limanındayız.
Uzattık beyaz köpüklere ayaklarımızı
Şarkıların susmadığı iklimdeyiz.
Yıldızların korkulu rüyası
Ay çırpınıyor üstümüzde
Gözlerimiz pırıltısında doluyor
Kaderin parlamayan yüzünde
İblislerin gözlerindeki kızıllığı
Kırmızı güller sandık
Sahte ilâhlarla aldatıldık.
Kıraç toprakları doyuran Tanrı
Esirgeme rahmetini gönüllerden
Kuru bir dal gibi kaldı insanlık
Çekildi nehirlerden...
Sevgiyle geçilir karanlık tünellerden
Sevgiye giden dağlar
Senin ateşinle erir yüreklerimizde
Bu aşk bizi cennete götürür
Zebaniler kör olur ışığında,
Yunusu yollara düşüren gönül
Çile vadeder yollarında.
Kirli giysilerimizi bıraktık burada
Bütün üryanlığımızla geliyoruz
Sevgiyi götürüyoruz sadece
Ne sorgu,ne sual sorulacak biliyoruz
Uçarak geçeceğiz köprüleri
Emanetini vermek için senin...
Ahmet TIĞLI 14.8.2011 (Sevgi Merdivenleri)
işte böyle duaların serinliğiyle ferahlıyor göğsümüz.hç bir hakikatte olmayan boşlukta çırpınan çocukluğumuz kadar geçmişte kalmış hayattan beklentimiz.bizi avunmaya çağıran çağcıl kaygılarla giriyoruz uzay çağına.ama yinede birliktelikler için tüzükler hazırlanacak inanın.çünkü işçi robotların kaydını düşen katiplerin yerini dolduramayacak hiç bir kuralsızlık.
12
zehir zakkum zamanlar
ömrüme zarar veren erkekler sevdim
cam kırıklarıyla sundular bana tenlerini
seviştikçe çoğalan ellerine inandım
uzun...çok uzun ayrılıklardan sonra
sabırsız bir çarmıh gibi açılan kollarına
çarmıh sarmaşığıydım usul usul dolandım
bana nazlı ölümler
korsan ürpertiler bana
bana aklı çelinmiş geceler kaldı
ömrüme zarar veren şiirler sevdim
aşka ait bir damar kesilmiş gibi
kızıl atlar boşandı içimin aynasından
kanadım sözlerde gözlerde pıhtılandım
infilaktı ihtilaldi laneti üstümeydi
sözlerin yalanından yılanından gözlerin
bana düş bana gizem
bana zehir zakkum zamanlar kaldı
ömrüme zarar veren şehirler sevdim
yıkılmayı sevdim hep o enkaz halimi
bir depremi tek başıma karşılayabilmek için
boşaltılmış şehirleri bekledim
harçsız kuleler örüp kaldırım taşlarından
gençliğimi felaket müjdesinde denedim
bana çığ bana boran
ve umarsız ay sarı
ah! bunca zararına sevmenin
neresinden dönsem geçmiş zamandı
Nilay Özer
güzel dokunmuş bir dantel sadeliğinde.günün yorgunluklarının gereksizliği gibi bizi tenlerde hapseden boşvermişlik üzerine.ustalığını konuşturmuş şair tutunma imkanı kalmamışken kelimelerden bir kale inşasını hazmedemeyen bencillikteki mahkümiyetimizi anlatmaya başladığında.
13
GÖZ
ıssız gece ıssız ev
sessizlikle ip oyunu
yüzüm güzel bir örümcek ağı
saçlarım ipekböceğinin uykusu
anne rahmi
mavi kabarcıkların ninnisi
su şarkı söylüyor
aynı yatakta uyumuştu ağabey
aynı yatakta kök verdi ağaç
aynı yatakta aktı kan ve ırmak
gözkapağı gibi açılıyor ay
kocaman bir kırkayak
yürüyor evin içinde
yankılanırken ayak sesleri
vurarak öldürüyor onu anne
gecenin karınca yiyeni
aşkımı değil şeytanı ye
odur bakanın gölgesini
kaburgalara eken
ıssız bakış ıssız göz
giyotin bölüyor sessizliği
başkalığın uyumuyum ben.
yaprak öz
ıssız bakış ıssız göz.tarihin arka odası gibi söğütleri arayan uyumsuzluklar.bu çocuksu alegoriler katilleri hoş görmek gibi sevda nöbetlerinde.suçlanmanın anlamsızlığını ararken bir annenin hafife aldığı ölümle sevimleşiyor kedi fare oyunu.
14
akmaya akmaya
kaybolmuşluğumu aramaya gideceğim
bir gün, savrulmuşluğumu tanımlamaya.
aĞaçla ağaç, böcekle böcek
iki a arasında mahkum Ğ yim
bir isyan!: acılı gökyüzüm ! ağrılı yeryüzüm!
le hiçliğimi büyütmeye büyütmeye
sokak çocuklarıyla kağıtevler yapmaya
açlık… açlığa…afrika’yı dünya’dan kurtarıp
kalemimi söz’den arındırmaya.
unutup öldüğümü soykırımlarda
vurulmaya
unutup gözlerinin kederini, deniz dalgalı
kumun sırtına binmiş
deniz kederi gözlerini alıp tozlaşmaya
(ilktir aşk’ın vücuduyla değil
hüznüyle gerçeğe başımı vuruşum…)
çıkıp gideceğim bir gün. tanrıların senaryosu
bir eksik oynayacak. ağlarken yeşile yaprak,
solarken güze bahar hıışşşt deyip
susturacağım ağzını dünyanın
barışın işaret parmağıyla.
taşla taş tarihle tarih. ışığa anne
kaşığa özne, tabağa nesne olmaya.
çıkıp gideceğim kendimden
yokluklara ; var olmaya var olmaya
dikeceğim kendimi bozkırın ortasına
nisa leyla
şiirden bir şehir gibi yaslanmak umutlara.bu sonsuz tekamülün uğramadığı vadilerde yankısı olmak geyiklerin.her keşfedişinle ayrı bir bahane bulmuş hayata şair.garantisi yok özgürlüğün.uzaklaşmaksa hakikatten hayatın anlamı o kadar korkulur sohbetlerden.çünkü durdurmaya güç yetiremez şair bedenini teslim almaya gelmiş ölüm meleğini.oysa ölüme alışmak gibiydi yaşama sevinci.
15
sen ağlarsan
Ey çocuk, ağlamamalısın ciğerini dağlatanlara
Sen ağlarsan sular durur selam verir gözyaşına
Sen ağlarsan akar mı sanıyorsun şelaleler usulca
Dalgalar korur mu sanıyorsun kulak çınlatan sessizliğini
Limanlar bekler, kaptanlar yüzer mi sanıyorsun eskisi gibi
Sen ağlarsan hangimizi kurtaracak Nuh’un Gemisi
Ey çocuk, ağlamamalısın yitirdiğin annene, babana
Sen ağlarsan fırtınalar kopar yedi kat semada
Sen ağlarsan sert yağmurlar yağar çamur olmuş toprağa
Seller akar, talan olur bomboş şehir sokakları
Rüzgârlar dindirebilir mi sanıyorsun suların hızını
Sen ağlarsan hangimizi alacak yardım sandalları
Ey çocuk, ağlamamalısın baharında gelen kışa
Sen ağlarsan nevbahar uğrayamaz utancından buralara
Sen ağlarsan parlar mı sanıyorsun rengârenk eleğimsağma
Güneş ışıtır mı sanıyorsun evlerimizin harabe bahçelerini
Tomurcuk patlar, çiçek açar mı sanıyorsun ağaçlarda şimdi
Sen ağlarsan nereleri kokutacak meyve çiçekleri
Ey çocuk, ağlamamalısın yüreğini inleten bombalara
Sen ağlarsan feryadın dost olur hıçkırıklarına
Sen ağlarsan susar mı sanıyorsun acılar bir lahza
Kulaklarımız dayanır mı sanıyorsun sitem yüklü çağrına
Pişmanlık geçer, ihmal sürer mi sanıyorsun bundan sonra
Sen ağlarsan hangimiz sağır kalacağız daha fazla.
Ey çocuk, ağlamamalısın hiçbir zaman kimsesizliğine
Ağlayamazsın, hüzün yakışmaz senin nemli gözlerine
Ağlayamazsın, yazılacak dileklerin kaldı füzelere
Atacak taşların, sapanların duruyor ellerinde
Tekbirlerin var söylenecek dilinde, iki kelime
Ağlayamazsın! Duaların yükselmeli yüce Rabb’e.
Ey çocuk, ağlamayacaksın vuslat gününde
Bedenindeki kurşunları fark etmeyeceksin bile
Bir melek uzatacak elini uzanan ellerine
Huzur kaplayacak içini sakinleştirircesine
Gözlerin parlayacak verdiğin son nefeste
Tüm hüznünü bırakacaksın kapı eşiğine
Ey çocuk, ağlamazsın adalet terazisinin önünde
Her zalim düşer hak ettiği çukurlardan birine
Ve sen duyarsın sesini cennet nehirlerinin
O zaman rayihasıyla mest olursun ötelerin
Nurdan avuçlarına misler sunulur… Gülersin.
Zehra Betül Bıyık
sayıklamalar kitabında nelerin bulunabileceği malüm.şehri tanımakla şarabın köpüğü yüzümüzü ekşitecek.hayata katılmanın en kolay yoludur ekonomik özgürlük.bir şeylerle meşgül edilmiş zihnimiz için açılır kapılar ne kadar hızlı yürürsek.böyle basitleştirdim ironisini hayatın.
16
yalnızlığa libretto
bu yalnızlığa şimdi bir yerlerden başlamalı
yolunu kestirmek zor şarap sessizliğinin
hiçbir şeyin yenisi sayılmayız aslında
kasaba lokantaları, bilyeci çocuklar
yıkık çatılar, kuzey rüzgarlarından önce
birturgut uyar’ımız vardı bizim bir de geyikli gece
her hikayeye bir isim konduruyorlar sonuçta
bizim de sağlam nedenlerimiz olsun değil mi…
yirmi üç nisan’ın kara önlüklü hevesinden kitapsız duvarlara
kendi tarihimizin bir isim babası olmalı
tıpkı ‘kısa türkiye tarihi’ gibi…
ne de olsa ‘insan yaşadığı yere benziyor’
öyle değil mi ahmet abi
şimdi o ölü çocukları çerçeveleyip taşıyorlar ya sokaklarda
şöyle bi deli kuvvet gelse diyorum
marmara’ya doldursam bütün kaskları tomaları
sonra anayasayı, ankara’yı
sonra meclis caddesi’ni, sonra resmi gazeteyi…
sonra can baba düşse aklıma
çiçek pasajı’na oturup gecenin dibini bulsam
icabında ayyaşlık şairin can hali
kalan yerlerimi toplasa garsonlar masalardan
kitapta durduğu gibi durmuyor bazı şeyler öyle
onlara sorarsan münasip bir yazar bulunur nasılsa
döne döne mona rosa’yı okuyorum akşamları
önümde yine şarap… elim gözüm parmaklık
kuştepe tarafları sisli gecekondular
bazı şairler şiirine yakışmıyor nedense
zamanla daha mı hızlı soluyor güller
bu sene 1 mayıs’a uğramadık mesela
cihangir tayfasıyla biber gazı yemedik
daha nadir gülüyoruz devrimci haytalıklarımıza
akşamları daha çok eve kapanıyor, daha az konuşuyoruz
müziğin sesini kısıp daha derin dalıyoruz gölün sessizliğine
bazen yalnızlık da ağır geliyor kendine... yaşlanıyoruz galiba
Önder Birol BIYIK
Önder Birol Bıyık
şiir hakkını veriyor hayatın.işte devrim denince hayatın değişmesi beklenilen kulvarlar.deniz gezmiş posterleri yılmaz güney filmleri ve bizi bize en iyi anlatan nazım hikmet şiirleri.bizim de hikayemize bir tema bulmuştur kültür hayatımız.bunun rahatlığıyla yağmura emanet bırakılan hatıralar.oysa uzay yolu kadar taklitten uzak bir sadri alışık filmimizle ironik bakış getirmiştik kara komediye.
17
bir doğu uykusu
önce unuttular, unutuştular zaten
sonra yeniden hatırladılar, hatırlayıştılar da
susarak ve konuştular
aralarından bir efendi çıktı, şöyle dedi
efendi: kulaklarınızın kapısını iki kere çalabilir miyim
kulaklarınızın kapısını iki kere çalabilir miyim
uyanın hapsolduğunuz büyük uykudan
uyanın hapsolduğunuz büyük uykudan
sözüm var bir sözüm, üç mezro ölçemez bu sırrı
sözüm var bir sözüm, üç mezro ölçemez bu sırrı
gün ağardı gün battı ne bu gaflet ne bu yas
gün ağardı gün battı ne bu gaflet ne bu yas
gittim geldim yok kimse orada gelmişler
gittim geldim yok kimse orada gelmişler
kıyamet de sendedir külâhının altında
kıyamet de sendedir külâhının altında
hakikat de sendedir külâhının altında
hakikat de sendedir külâhının altında
büyük uyku bitti, söz kılıcı başladı
bembeyaz ve örmüş saçlarını bir dedeârif
şöyle dedi üç gün sonra: külâhın nerede?
efendi sustu... bir yılanda uyudu bir mevsim
kapılar açıldı... altınlarını kaybetmiş bir küçük hârun
boş sandığıyla sayıklayarak düştü bu rüyâ avlusuna
hani bâbil hani saray
gitti baba gitti altın
avlu sessiz bekler
su dökülür ateş yanar...
...
buldum dedi bir veli sırr-ı kelâmı gidelim
beyhûde böyle beklemek nûr yazgıyı
kısmettir kapı açıp gitmek
hicrettir nefes olup silinmek
dedeârif: bildin öyle mi uykunu
sildin öyle mi derdini
veli: haşâ ve haşâ
ben bir teferruatım gölgemde
lâkin sen göster
hani gemi hani kaptan
dedeârif: işte gemi işte kaptan
veli: gidelim o zaman
dedeârif: nereye?
veli: nereye gidelim?
dedeârif: beni bırak, sen git nereye...
ben bilmedim uykumu da tesbihimi de
efendi: susun... bir mevsim yılanda uyudum,
bir mevsim kuşta
bir yeraltındaydım, bir semâda
bir gâibdeydim, bir aklımda
iki yumurta kırdım öz kabuğumda
dedeârif: bir suda uyu bir ateşte
bir mevsim rüzgârda
bir mevsim toprakta
ve ne anladın uykundan
ve ne anladın derdinden
veli: bir saray varmış kâğıttan
bir saray varmış buluttan
biri varmış çoban
biri varmış şeytan
hârun: velâkin oradasınız
o şehrin yolundasınız
elinizde üç salkım
cebinizde üç altın
efendi: uyku bitti öz konuşsun
gönlümüzde öz konuşsun
veli: söz de biter dönelim
köz de söner içelim
dedeârif: varın unutun harfi
bu kadar söz kâfi.
Levent KARATAŞ
dede korkutla başlayan bedenimizi ele geçirme hamleleri.bu geceler yoldaşsız bir kervanın konakladığı kervansarayların uykularıyla geçiriyor günler.bir cin kabilesine yurt olmuş saatlerle uyanıyor saadete yıldızlı sabahlar.söz uzadı hakikatı aranmış kabul edildi mekke şiirleri.bir kan uykusuyla geçti çağlar.şairlere emanet bir gökyüzüyle tanıyorum konserveleri.yitirmek gibi korkumuza sığınmış kaplanları.belki ormanın hikayesinde gizliydi göç denen türkülerle geçmek ormanı.
18
GİZLİ KÂĞIT
Ölüler gözlerinden dirilir.
Ağlıyorum bir damla gözyaşı için!
Avcuma dökülen gövde kim, hangi kitabın arasında
Bakışın yaşadığı oyuk, kimin elinde kitap?
Ağacın gövdesinden geçip gittim.
Korkak bir gerçektim soyuta düştüm.
Ölümle barışmak istedim, seni istedim!
Ve şimdi benimsin ve ölüm hala küs
Ağacın aşkı aşk değildi!
Kâğıt seni yazarken başka bir kâğıda
Bakardım sana, kirlenirdin!
Ölümü oynardım, sözcükler kalbi bilirdi.
Geçir kağıtları kalp damarımdan!
Hiçbirimden fayda yok intiharıma!
Şimdi beni şiir diye yaşayan aşk,
Sonra yırtan bu bakışı gizli kağıtta!
Ufkum daralıyor öyleyse sev beni!
Ağacı öldür, kağıda yaz, içime at!
Ölüye gözlerinden gidilir.
emel güz
yazmanın hikayesini kağıda dökmüş şair.sözcükler kalbi bilirdi.ayetlere küs uyanan sabahlar için biriktirilmiş konuşmalar şeklindeydi başlayan dans.sonra çöplüklerde sevişildi yaz akşamlarında.seni getirdi dualarım dokunur gibi cüzzamlı tenime gözyaşların.istemsiz itirazlarımı anlardın rüyalarıma girmeye hazır güzelliğinle.kaç yıl geçti aradan kirletilmiş sözcüklerle.hep o ağacın altında yoksul bir dilenci yaşardı şehrin kapısından girmeye hazır.
19
kalem ve toprak
Metin Altıok ve Behçet Aysan’ın anılarına
Bir kalem dikin toprağıma
İki ucu da açılmış sipsivri
Bir elime bir gece yapraklarına
Bir kalem dikin toprağıma
Tam da erken bahar vakti
Azar da kök salar belki
Elim gece yapraklarına
Bir kalem dikin mezarıma
Yan yana gelmemiş
Sözcükler var daha
(İnsan Aşklarının Külüdür-1993)
Hulki Aktunç
iyi bir şairdi.aydın düşmanlığına dikkat çekiyor şair.sözcüklerle yarattığımız dünyada insanoğlu yaşam savaşı veriyor.dünyaya gözleri yeni açılan bir ülkenin bilgeliğini sorguluyor şiir.suçlunun kim olduğu sorusuna yanıt arayan bir şairin belleğini yokluyor korkular.henüz küllenmiş acıların daima gündemde tutulmak istenmesi fikir hayatımızdaki tartışmaların sığlığına dikkat çeker gibi gülümsüyor ölüme.işte bir kıyımın öncesinde isyanın küllenmiş burukluğu.bu ülke kendi insanına kıyar da sessizliğe gömülür yığınlar.bunu anlamlandırmanın tuhaflığıyla yaşar insanlar.gelecekten beklenti bu dar zamanı aşma imkanlarını sürüyor namluya şair.
20
İncinmiş yüz
Bitkinim yine korkularla, cebimde kül,
Taflan ve kuş, ayrılıkların mevsimi
O denize açılan, bakma ıssızlığım
Yalan! Silin tüm sayfalardan adımı!
Unutun beni! Bunasın dil, tavsasın söz,
Çatlasın büyük duvar, toprak yarılsın.
Ah inançsızlık! Yapıştı yakama güz,
Bu oyunda ben kendimsiz n’aparım!
Ey kendine seçtiğim bu kaçıncı yüz,
Kaçıncı kirletilmiş gök, benzerim ol sen,
Önce kokularınla yun beni, sonra üz!
Sakla ölülerimi, bu aşk da bitsin!
Eleklerden süz beni, kalmasın hiç iz,
Çek tetiği! Yırtılsın giz, sesim dirilsin!
turgay kanturk
ilahi çağrılardan yüz çevirme hadisesi gibi özgürlük.böyle algılanmış kutsala yemin edenlerin fıtratını bozan hınçtan öfke.yalnızlığa açılmış kapılardan geçiyor kimsesizlik.bulutlar yağmuru hatırlatıyor estetikten habersiz koklanmış güllere.bir zamanlar halkı eğitme görevini üstlenmişti halk evleri.şimdi sahnelerle geçen çocukluklar ilgisiz bırakıyor sanata hodbinlikleri.nehirlerin döküldüğü denizler için çalışılmış rüzgar.işte unutkanlığa bakarak anlayabiliriz eşyanın renklendirdiği güneşi.
21
Zambak Boyunlu Kız
öpüştü, sesti, dudaktı,
zambak boyunlu kızın
ayasındaki sözdü: tutulunca
aşk, üflediğinde kadın
dildi, yanaktı, boyun.
suya gitti kadın
sesine zambağın
yoldu, anneydi, baba
gözdü, göze kaçan toz
servi boylu şiirlerden
çekilip seçilen pozdu
yanaklarda emilen tuz
bir dik bir açılı
gölgeydi kuma çakılı
aşağı giden su, yukarı ateş
göktü yüzü, sarıydı kız
biri çok, biri kısa andı
sevişmekti, sevilmekti,
sevmek: sonrası dalgalı
denizdi, derindi, dere.
nurduran duman
(Yasakmeyve, Aralık 2004)
doğanın gizini açıklamaya koyulmuş şair.kelimeler kanat açmış boşlukta.bir kelebek gşibi daireler çiziyor boşlukta dalgalı saçları.tutulunca aşk üflediğinde kadın bir neyin yankı bulması gibi derinlerden geliyor anlamın darağacına koşan çocuk.bir kadını tasvirde kumsala uzanmış bekliyor sevgilisi güneşin kavurduğu deniz tuzunun işlediği yüz çizgilerini bırakırken bakışına
22
Gülün İlkesi
Dağa çizilmiş resimdir
Bir çocuğun babası olmak
Yakından bakılınca anlaşılmaz
Uzaktan belli eder kendini.
Taşrada yalnız yaşamaktır
Bir çocuğun babası olmak
Atlarla çarşıya girince köylüler
Upuzun bir turna katarı
Sonbaharın altını çizer.
Radyoda uygun bir istasyon aramak
Aynanın önünde yılların tortusunu taramak
Hep aynı dalda açmaktan yorulmak
Başka nedir, bir çocugun babası olmak?
Gülün ilkesidir vaktinde solmak.
salih bolat
hayatın tek düzeliği taşrada belli eder kendini.belkide en hakiki görüntüyle yorulmuş hayatımızın bahanesi.bize etkileyici bir görüntü bırakan donukluğudur uzaktan bakılınca bir gülün üşüyen görüntüsü.vaktinde solmaktır diyor şair bir güle yakışan keder.bizi uzak diyarların özlemine alıştırır bu hülyalı zaman.anlamadan hayat tükenir sonbaharın konukluğunda.
23
BERKİN ELVAN’A AĞIT / Kadir Aydemir
Ben tırmanırken
Eğilirdi dallar
Bilmezdim neden
Çocukluk
Bir uçurtmanın peşinden
Koşmakmış meğer
On dört yaşında
Ekmeğe giderken
Vurdular beni
Bir evim var
Şuracıkta
Öldüğüm yere yakın
Donup kaldı o an
Kahvaltı masası
Güvercinim, ah!
Annemin gözünden
Düşen yaş
Sulasın toprağımı.
Kadir Aydemir
anlamak istemiyoruz ölüme koşanları.ansızın gelen kurşunla sağır kalıyoruz felakete.kimin yası acıları dindirmeye yeter bir de çocuksa düşen toprağa.doğanın dilini çözmüş şairle anımsıyoruz yalnızlıkların karşımıza çıkardığı sömürüyü.ne kadar uzak görsekte ölümlerle uyanıyoruz güne.alışılmaz bu gerçeğe ne kadar canlı tutsa da hatıraları.
24
Gökçenur Ç.
YALIN YAPITA ANIT
(Yolun başında durduk
yol boştu,
koştuk,
yolu bu koşu doldurdu)
Cüneyt’e Hınnnk
(Alın, size sunuyorum
sunduğumu sanıyorum
yalınlığın andını)
Çıkmıştık adasına
dağ rüzgârının,
yaramıza yapraklar tıkamıştık
yalınlığı yalıtılmışlık
sanıyorduk, bir lâle yaprağı,
taş yalak, arı karnavalı
kederi yıldız yazısı
sanıyorduk, su dikeni,
kara kule, dokuz karga,
kuz köylüleri
atlarını nallıyordu geceleri
onunla
bazı şairlerin yüreği keder
doludur diyorduk, ve bu
doğrudur bütün şairlerin
yüreğinin kan dolu olduğu kadar
bazı direnişçilerin yüreği umut
doludur diyorduk, buna şaşmamalı
sarılalım sonra beni
burda gördüğünü unut
bazı balıkçıların yüreği fırtına
doludur diyorduk, bunu akılda tutmalı
başlarken batıktan
söz açan bir yazıya
yazıyı ada sanıyorduk,
alnı dağlanmış bir buzağı, uzayan çit
denizi düzenden ayıran
ustalığı bir kabuk gibi taşıyorduk alnımızda
yarayı kaşıdık, kargıyı yazdık
yarayı ve kargıyı anlamaya çalışmıştık
kargı anlaşılmaz fırlatılır,
kargı saplanır ve bu anlatılmaz
(alın, alın bu darmadağın armağanı
boşluğun bolluğuna karışalım
başlayalım…)
(Başka,11)
neyle suçlandığını bilmiyor şair.direnişe yol açan yoksunluklar bizi yalnız bırakır intiharlarda.bunu anlamak zor gelir ideolojilere bürünmüş akla.şimdi zor bahçelerde dokunmak güllere.çünkü boşluktan sesleniyor rüzgar.uzay çağına hazırlanıyor reklamlar.bir o kadarda özenti yaratıyor hayat iksirleri.sanal yaratının pazarını alkışlamak zor gelir çocuklara.çünkü kanla çizilmiş sınırlar varlığını koruyor ve bir simit bir ekmekle sabahlıyor yıldızlar
25
üçüncü yaka
Boşuna izlemedi zor harfler zor heceleri
geceler gündüzlere çengellenmedi boşuna
sanki bir nehir kendinden kendine aktı önce
-her nehir gibi- sonra koptu kolları, şaşkın
delta yakınlarında, o bildik durgunluğunda
sustu en derin oyuğuyla en sığ yüzey yatağı
öyle uzaklaştı gölgelerin sesi bildik ölümden
öyle üredi varsıllaşması gezegenin, evrildi
yalnızlığı kötü belleyen kalaba geçmişlerde
-son damla okyanusa düşmüştür ya işte öyle-
-kururdu çocukluğunu çıkamayan köyler-
anneler reçel yaparken telaşı sarı güzlerde
gönlündeki kısa ömürler için eğrilmiş iplik
yanıtlarca, unutmayı kışa hazırlık sayarlardı
hep en uzun günlerde gizlenirdi acı haberler
anneler kalaylı hüzünler eritirdi kazanlarda
hiç kimsenin bilmediği süt meyvelerinden
hiç kimsenin bilmediği avlu saatleri akardı
anneler güneşi emzirirdi lal memelerinden
barbar erk köşecileri ağu ekerken yarınlara
masum bir karanfilin ağlamasıydı, geçmiş
geleceğin ayak basamayacağı denli yar’dı
bir nehrin üçüncü yakasıydı, hali annelerin
üçüncü ölüm olurdu ziynetler, tütsüler içre
mor deryaların birbirine eklenmesi, avuntu
yiteceği delta ağzıyla varı-yoğu boşaltandı
kavuşurken açıklara, su zaman mıydı, yazgı
köpük mü, anneler huzur kotarırken yasıyla
ufuklarına hiç kimsenin bakamadığı sılada
boşuna savmadı gündüzler o hırsız geceleri
her yeni doğum sonrakini tetiklerken, ve acı
ölümlere akarken doğa, amansız; hızla hazzı
tuzak kılarak, buyruğunda ruhsuz saliselerin
ağıt makamında, tanyeri enkazı kalırdı nice
-yenik çağın çığ şavkıydı bilenen su, ağır an-
Hilmi Haşal
daha önce okuduğum şiirlerden.hiç bitmeyen kültür sorunlarımız büyü şarkısında olduğu gibi baskılar işkenceler.ülkeyi parselleyen yabancı şirketlerin gönül işçiliğini yapmakla moderne ulaştığımız sömürülme alınyazısı.yokluklarla gecen yılların acımıza kattığı global faşizm.ama uyanmalı halklar.bir cennete dönüşmeli çile kokan yüzlerdeki burukluğu giderecek gerçek özgürlüğe ulaşma aydınlığı.bahar bütün sıcaklığıyla kardeşlik iklimine taşıyacak çilemizi.gözlerde ışıyacak sevinçle dağların ezgisini dinleyeceğiz bulutlardan.kalpsizliğin yetim bıraktığı ödevleri terkedecek çocuklar.işte o an sararan başaklarda göğerecek yurt özlemi.kurtulduğumuz sanrıları bir şölene dönüştürecek rüzgar.ovalara inecek ırgatlar işlediği toprağın mutluluğunu tanıyacak ovalarda gezinen yorgun mevsimlerin.söz tükendiğinde emekle buluşacak toprak.
26
dudaklarıma çizilmiş bir tebessüme taşıyorum cenazemi
İnsanın kıyısına vuran
Cesetlerle uyanıyoruz her sabah
Gökyüzü katil,
Cehennem mührünü basmış yerlere,
Kuşların vurulduğu zamanlara
Koşuyoruz.
Tebessüm grevde
Lokavt var iri küstah kahkalardan
Yaşamaktan öte meşru değilmiş hayat.
Bir ölünün düşlerinden yontuyoruz çiçekleri.
Peynirden yapılmış bir şehir
Fareler istimlâkte
Uysal mavilerle öpüşürken kaldırım taşları
Boynu kırılmış ölüler yurdundan
Kehkeşanlara uzanıyor
Pis bir güzellikten iltica güller
Yaşamak, hayat…
Her sabah Hıra dağına çıkıyor yolum
Ay ikiye bölünüyor her gece tepemde,
Boğuk sesler geliyor üçayak ikliminden,
Bir Hubeyb daha selam veriyor ötelere,
Can evimize unutkanlık ağları örülüyor
Susuyoruz,
Her zemheride gündelik işlerin telaşı,
Cenazemi taşıyorum
Dudaklarıma çizilmiş bir tebessüme
Bakır kazanlar içinde çarpışıyor artık
Sarışın imparatorluklar kuran gölgesiz atlılar
Bize bahar yok
Lütfi Kireçci
Kayıt Tarihi : 1.2.2008 19:13:00
şairin karamsarlığı işlerin yolunda gitmeme telaşıyla bahara uzak düşmüş çabalar.çizdiği panorama aynı zamanda görgüsüzlüğümüzü teşhir eden bir tablo gibi.can evimize untkanlık ağları örülüyor dizesi ayağa kalkma umutsuzluğunu bir gösteriş budalalığına bağlıyor.sunulmuş imkanları talihe dönüştürme güçlüğü yaşıyor toplum.her zemheride gündelik işlerin telaşı derken fırsatları görmeyen alışkanlıklarımızı hayat için bir tebessüm kolaylığıyla iç geçirişimiz var ulus olarak .bir yangına özlem duymak mıdır çıldırtan baharı.ne kadar uzağındayız dirilişin.çünkü bir insan yaratmak için nimeti kabullenme zorunluluğu var ikbalimizde.
27
SERDAR ARSLAN, BİR İKİNDİ RÜYASI
dev aynasında çirkin bir cüce
baktım yarasını konuşuyor kendiyle
şekerden yeni uyanmış bu kadınlar
kadınlar yünden ve kirazdan
biraz ıhlamur kokusu biraz kilim
bunlar benim katilim.
kuşları eğip dala tutunan ben
bir bulutu tekrarladım durdum
yükseldim, aynadaydı kuyu
ıhlamur kokulu bir kilim
kadın küpelerinde salındı durdu.
Serdar Arslan, Dergah Dergisi 287. Sayı
İZDİHAM
geleneksel yaşamın yaşama sevinci adına körelttiği arzular.bunlar vardır bekleşen duraklarda parklarda.ne kadar derinliğine inmişse şair kazancı aile saadetinde alışılmış aynalara vuran alışıldık gölgeler.renk cümbüşü tutsaklık getiriyor hayata baharda kapısına yığılmış kiraz.bu soluksuz bahara tutunarak yaşamak rüyadan uyanmamak üzre.izin vermiyor tabiat neşeye açtığı kuyularla.işte tatlı dalgınlıkları boşa çıkaran sıradan hevesler.
28
eski ev
yitikti rüzgar bir rüya mı görüyordun
kırık uykularımızdan gelen su sesi
hangi yağmurun susması bu kadar uzun
beyazdır çocukluğun en güzel bahçesi
orada durmadan ağlar bir melek
alır götürür günleri zamandır
bir efsane daha geçmek istesek
yorulur düşler köprüler kırılır
şimdi kağıttan bir gemidir o eski ev
küçük bahçe incinir en tenha yerinden
belki özlemiştir çıkar gelir şirin dev
tanırım çocukluğumu kirli sesinden
Adnan Barış Ağır
Kayıt Tarihi : 5.12.2005 18:22:00
imgeler su gibi akıyor hatıralar denizinde.düş yitikliğini anlatan yağmurun suçlanması gibi bir bahçenin rengini arıyor kirlenmiş çiçekleri taşıyan rüzgar.küçük bahçe incinmiştir dalgaların getirdiği köpükle uyanınca kalabalığın sesi.gittikçe uzaklaşan çocukluğu masalları da özletiyor yitirilmiş dalgınlıkta.bir efsane daha geçmek istesek yorulur düşler köprüler kırılır.şans tanımıyor hayat yeni umutlar için denizleri aşma tutkusuna.küçük bahçe incinir en tenha yerinden sözü ne kadar dokunsa hayatımıza fırçalar belirir sarıldığımız oyuncaklara kaybetme korkusu uzatılmış bir gül için sarıldığımız masallar.
29
fugue
Kilden bir tebessümle
Kızılcık lekeleriyle gitti
Saat sekiz.
Saat sekizde
sakızlı bir rüzgara
incir ağaçlarına gitti.
Bende pil aldım,yün aldım
Deniz suyunun kurumuş tuzlarını aldım
Kollarım üşümesin diye.
Fugue sahte bir ebediyettir,
Güvercin sesli bir kedi,minyatür pembesi.
Ama kirpik taranteli bırakınca
sadece müzik kalır
sadece sen.Saat sekiz.
Saat sekizde,dünyanın bütün hırsızları
Ağaçlara çıkmalı,
Kırmalı kavanozlarda saklanan bulutları
Büstlerin sivri burunlarını.
Kollarım üşümesin artık,saat sekiz.
Pelin Batu
Kayıt Tarihi : 19.5.2006 13:05:00
sanat tarihi yazınıyla şiir yazma.bir sinema güzelinin yalnızlık melodramları.öpüşmekle geçmeyecek yaralara iyi gelir kırılmış heykeller.aile saadeti için çektirilen ıstıraplarla başlıyor şiir.sonra geçici heveslerin tuzağına düşme sıradanlığı.beyaz güvercinler va arkaik kalıntılar yola çıkılmaya hazır bir geminin güvertesinde bir günün ölüsüyle güneşe bağışlamak mavilikleri.ezberleri yıkmak için fazlasıyla manidar yalnızlığın tabiatta karşılaştığı hüzün.işte müzik için dalgınlıkları örten şimşek.karanlıkla erken karşılamış yüzündeki anlam.düşüyorum uçurumları sayıklayarak uzaklığın imkansızlığını yaşarken kararan bulutlar.beni teslim alma zamanın geçmek üzere.
30
NECATİ TOSUNER, ÜÇ KISA ÖYKÜ
ACI YAĞMUR
Bir zamandır ablam
annemin kafayı üşüttüğünü söylüyordu.
Ben pek üzerinde durmadım.
Evet, ablam da haklı.
Yaşlı bir kadınla her gün
aynı evde olmak kolay değil.
Dün pazardı, şöyle bir uğradım onlara.
Biraz kaynattık işte, eskilerden filan…
Artık kalktım gidiyorum,
elini öptüm annemin.
“Oğlum, bir daha gelişinde anneni de getir…” dedi.
İçimdeki yangın gözlerimi yaşarttı.
Ablamın yüzüne bakmadan
kaçarcasına çıktım evden.
Yağmura sığındım dışarıda.
ŞENLİK
“Pat!” diye kesiliyor elktrik.
Karanlıkta biri var.
Yok, korkunç değil.
Biraz ürkünç belki.
sonra…
seçince onu… tanıyınc,
karanlık oluyr bir şenlik!
Bakalım
elektrik yarın da
kesilecek mi?…
CEKET CEBİ
Küçük küçük kâğıtlara
büyük büyük öğütler yazıyorum.
Katlıyorum güzel güzel.
Yeniden… yeniden katlıyorum,
sonra dolduruyorum cebime.
Kendimi kandırmak yasak!
Karıştırıyorum iyice…
Çekiyorum birini, -ürkek.
Bakalım hangisi çıkacak?
Necati Tosuner, Yakamoz Avına Çıkmak
yaşamın eksikliğinden sözaçıyor tekdüze hayatımızın neden bu kadar duyarsız bıraktığını insanlara karşı.şiie-öykü şeklinde yazılmış kısa aforizmalar.kavgadan yorgun düşmüş insanlık sıradan günlerin yaşandığı bir zamana uyanmış umursanmaz ilişki biçimleriyle.sokağa çıkıyorsun ve yağmurla başbaşasın.bir şehrin inceliklerinden uzak yaşamlar umut adına bir acıda yaşatmıyordur halkına.bağışlanması gereken bir hayat için hayaller kuruyor çocuklar.hasta anneler yaşamı geride bırakmanın umutsuzluğuyla perçinliyor yaşamını.yaşanacak mekanlar hazırlamalı gelecek için.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.