- 412 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
CEYLAN
İki adım attım atmadım, bu halde mi gideceksin diye söylendi ablam. Sanki adamı ben bulmuştum, gönül koyduğum biriymiş gibi...
Bakkala gidiyor gibi çıktım evden. Zaten ha bakkal Hasan gelmiş ha başkası! Evlenmeyecektim, ne olursa olsun evlenmeyecektim onunla. Aileme danışıp sözüm ona görücü usulü bir yol açmışlar. Adet yerini bulsun diye sadece gidip iki laf edecektim. Evini çekip çevirecek bir hizmetçi arayan biriyle daha fazla ne konuşabilirdim.
Adam kırk üç yaşında, hiç evlenmemiş, o yaşa kadar anne babasının dizi dibinde oturmuş, bir yumurta kırmayı dahi bilmeyen biri. Ben de otuz ikimde evde kalmış damgasını yemiş, evin en büyük bekar kızı...
O çay bahçesinde geçirdiğim yarım saat bana bir gün gibi geldi. O ise iş oldu bittiye gelmiş gibi saydı da saydı isteklerini. Araya soktuğum birkaç kelime dışında sadece dinledim ve sonunda ben böyle ısmarlama bir evlilik düşünmüyorum dedim ona. Yüzüme aptalın tekiymişim gibi baktı, kalktı gitti. Arkasında devirdiği sandalye bile ondan daha çok ilgimi çekmişti. Sandalyeyi doğrulttum ve çay parasını ödeyip evin yolunu tuttum. En çok da annemin zoruna gitti, adamı terslemiş gibi oluşum. Aslında tersleme de değildi, öyle algılamış yada işine öyle gelmiş de aklı sıra benden intikam alırcasına öteye beriye yaymıştı. Nişanlanıp ayrılmış olmasını bile kabul etmiştim falan demiş. N’olmuştu nişanlanıp ayrıldıysam! Yahu bu insanlar nişanlanınca ne yapıyordu?
Benimkisi nasıl da masum bir aşktı. İlk aşkımdı, olmaz olaydı ama ilk aşkımdı. Senelerce içimde saklamıştım. Sonra açılmıştım ona. O da bana karsı boş olmadığını söylemişti. Kısa bir süre sonra da nişanlanmıştık. Ama yüzük, o akşam parmağıma geçirdikleri o lanet olası halka benim hayatımı kabusa çevirdi.
Nişandan sekiz gün sonra bir kuaförde kalfa olarak çalışmaya başladım. Amacım düğün ve sonrası için para biriktirmekti. Yavuz da pazarlamacılık yapıyordu. Bir gün iş çıkışı işyerinin arabasıyla beni almaya geldi. Seni çok güzel bir yere götüreceğim dedi. Gittiğimiz yer ıssız, güya tepeden şehir manzaralı biryer, hiç hoşlanmamıştım yüzünde beliren ifadeden. Nişanlandık diye sanki her kuytuda beni öpmek hakkıymış gibi davranması canımı sıkmaya başlamıştı. Eve dönelim dedim. Evden merak ederler dedim. İşim var dedim. "Biz nişanlanmadık mı, niye benden kaçıyorsun!" diye bağırdı. "Nişanlandık evet ama evlenmedik" dedim. "Ben erkeğim, yeterince bekledim" diye niyeti belli edince elimde olmayarak ağlamaya başladım. Korkudan değildi aslında, daha dün heyecandan elimi ayağımı titreten bir insan nasıl bir anda beni böyle buz kestirebilirdi... İki yabancı gibi eve döndük, akşam olmuştu. Aksam vakti, hele arabayla eve dönüşümüz, mahallede iki kişinin tanıklığıyla, adımı gece vakti nişanlısıyla sokaklarda sürten birine çıkardı. Artık eve vaktinde de gelsem gözler hep üzerimdeydi. Bir an önce evlenin diye baskı yapıyordular bana. Ne olduysa ablamın bizde kaldığı o gece oldu.
Ablam evli, arada gelip kalır, aynı odada yatar saatlerce sohbet ederdik. O gece de daha yatmamıştık ama vakit epey geçti. Yavuz beni arayarak evin arkasında olduğunu söyleyip beni mutlaka beş dakikalık da olsa yanına çağırdı. Ablam da git n’olacak deyince çıktım. Evin arka bahçesine geçtim. Yoktu. Telefonu elime alıp onu arayacakken arkamdan biri bir eliyle ağzımı kapatıp diğer eliyle kendine çekti beni. Oydu. Alkollüydü. Beni duvara sıkıştırıp öpmeye, hatta sürtünmeye çalıştı, elleri vücudumda geziyordu. Elinden kurtulmaya çalıştım. Sesimi çıkarsam evdekiler uyanırdı. Sanki o sevdiğim adam değil sapığın tekiymiş gibi çırpınmam umurunda olmadı. Ama kurtuldum elinden.
Ben eve girince hemen aramaya başladı, açmadım, aradı açmadım. Sabaha karşı bir kadınla koyun koyuna çekilmiş bir fotoğraf attı bana. "Sen istedin!" yazmış bir de utanmadan. Bitti. Zaten o tepeye gittiğimiz akşamdan belliydi biteceği. Hiç üzülmedim. Gözümden tek damla yaş düşmedi. Evde iyice bir kıyamet koptu ama. Onlara kalsa adım çıkmıştı. Böyle kafalara neyi nasıl anlatacaktın!
Artık gündüz kuaförde, aksam evde sürekli çalışıyordum. Gündüzün yemeklerini akşamdan yapıp hazır ediyordum, temizlik yapıyordum. Eve para getiriyordum. Ama yoook, bana sataşmak için herkesin bir sebebi vardı, insanca muamele görmüyordum. Yine de memnundum. Alışmıştım çünkü.
Ayrıldıktan yirmi gün sonra barışmak için ısrarla aramaya başladı. Her defasında reddettim. Sonra çevresine benimle yattığını söylemiş. Onlardan biri de bizimkilere... O bekaret raporunu alıp babamın önüne koymanın utancını size nasıl anlatabilirim... Kaçıp gidebilirdim evden. Gidecek pek kimsem yoktu. Hayatımı hepten mahvetmektense kaldım, savaştım. Belki ilerde daha fazla para kazanır kendime yeni bir hayat kurardım. İlla evlenmem mi gerekiyordu! Kendi ayaklarım üzerinde durduktan sonra ancak gerçekten güvenip seversem evlenebilirim diye düşünüyordum.
Yavuzdan ayrıldıktan üç buçuk ay sonra kısmet arayışına girdi millet. Yahu adam demiyor ki hayatımızı paylaşacağımız, hayallerimizi beraber hayata geçirebileceğimiz birini arıyorum diye. Hayat arkadaşı arıyorum desin en azından. Ama nerdeee... Yemeğini yapsın, çamaşırını bulaşığını yıkasın, evi çekip çevirsin yetermiş. Oldu canım, git hizmetçi tut kendine, daha az masrafa girersin! Neyse bundan da paçayı sıyırdım. Sevinmemeliymişim. Ne zaman böyle sevinsem sonra başıma bir bela gelecekmiş...
O gün kuaförden eve dönerken dolmuştan inmiş eve yürüyordum. Cüzdanımın fermuarına sıkıştırıp kırdığım tırnağımı törpüleyip törpüyü cebime atınca arkamda birini hissettim. Hissetmemle ağzım kapatılıp bayılmam bir oldu. Ayıldığımda Yavuz’la gittiğimiz o tepedeydim. Genişçe bir ağaca belimden bağlamıştı beni. "İşte yine başbaşayız..." dedi. "Bu sefer pek şanslı değilsin..." Elini saçıma götürdü, ittim. Sonra yapıştı bana. İpten kurtulamıyordum. Bırak beni diye bağırdım. "Merak etme, bırakacağım ama işim bitince..." dedi salyasını akıtarak. Aklıma gelen ilk şeyi yaptım. Cebimdeki törpüyü güçlükle çıkarıp orasına sakladım. Çığlıkla yere yığıldı. Kendi derdine düşüp beni unuttu. Birini aradı. Arkadaşı olmalıydı. Gelip ikimizi de aldı. Beni şehre bıraktı, Yavuz’u da hastaneye götürdü mutlaka. Yapmam gerekeni yaparak doğruca emniyete gittim. Herşeyi en başından anlatmama rağmen "Şikayetçi olursa seni ararız diyerek gönderdiler. Ben de şikayetçiydim, bu durumda sadece onun şikayeti mi esas alınmalıydı? Peki ben ne olacaktım! Hele ki bu olanlardan sonra tamamen kudurmayacak mıydı! Şikayetçi olmadı ve ben gerçekten hayatımdan endişe etmeye başladım.
2 sene boyunca karşıma çıkmadı. Bu süre içinde aşık oldum. Kuaförde başını yaptığımız bir gelinin abisiydi. Benden dört yaş büyük, boşanmış, eşi yurt dışına kaçmış, iki çocuğuna hem anne hem babalık yapıyordu. Onu gerçekten sevdim. Sade bir nikahla evlendik. Çocuklarını çocuklarım saydım, benimsedim. 2 sene içinde en ufak bir kavgamız olmadı. Hayalini kurduğum huzuru tadıyordum. Derken Yavuz yine çıktı karşıma.
6.5 aylık hamileydim. Mağazadan bebek alışverişi yapmış eve dönüyordum. Yolumu kesti ve tek kelime etmeden elindeki bıçağı karnıma sapladı. Yavrum öldü, keşke ben de ölseydim. 14 ay yatıp çıktı. Hala sokaklarda geziyor. Devlet beni korumuyor.
Aradan 1.5 yıl daha geçti. Ve Ceylan, eski nişanlısı ve onun iki arkadaşı tarafından tecavüze uğrayıp acımasızca katledildi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.