6
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1267
Okunma
Kurguymus, planmış, cümlem kısaymış, anlamı anlamsızlaşmış, bir yere varmış, varmak üzereyken yolda kalmışları samimetsizce kucaklamaktansa şuracıkta iplerimi çõzüyorum ve esaretimin bitişini ilan ediyorum. Benim hayata ilgim kadar zayıftır edebiyat merakım, hikayeci olmadığım görülebilirken bir şair hiç değilim, ne diyeceğimi, güne nasıl başlayacağımı, nasıl devam edeceğimi aklını ve midesini kıt kanaat idare edenlerden öğrendim. Onlardan biri olan ve yetişmemde cinsiyeti gereği ikincil rolde kalmış ebeveynim kisisi, beni çepeçevre kuşatmış halde, ağzımı azıcık kapatsam, burnumu bir an sıkıştırsam bile ciğerime oradan ruhuma doluveren havanın içinde doygunlaşmış acının, hüznün, özlemin, öfkemin, bazı yaşam yoksunluğumun sebebi olandır. Onu anlatmak istiyorum da nasıl desem, Tarzan gibi a aaa aaa aaa diye bağırarak ya da Godzilla gibi bütün şehiri devirerek, yıkıp dökerek, inciterek, incinerek yapmak istiyorum. Tüm yolcuları tersleyen bir kaptan gibi, yumağı karıştıran bir kedi gibi, uyumsuz, unutulmuş, fark edilmemiş, asimetrik duran her kelime arkadaşımmış gibi. Sonra şunu da, şundan da, sonra yok arka sıradan istiyorum;
Yolda birini durdursanm öyle herhangi birini. Omuzlarından sarssam, nereye gidiyorsun diye bağırsam, ben ne zamandır gidemiyorum bir yere desem, kaçarsa eğer kovalasam, sonra bir başka biri beni kovalasa, saklanmak istemesem, kolumu bir polis memuru gibi tutsa öyle yürüsek, parkta bir bankta otursak, ona anlatsam derdimi, ben anlatırken sürekli zavallı kelimesini tekrar etse, sözüm bitince çelme taksa ayaklarıma, düşsem, dünya senin etrafında dönmüyor diyerek bağirsa ,giderken yerden bir avuç toprak alıp yüzüme firlatsa. Kadir İnanır geldi aklıma şimdi, nasılsa kurguyla işim, köfte dudaklımı ilk söyleyen insan kimdire olan merakım kadardır. Köfte dudakli yarim, kimsin sen, kimdin sen?
Yok ölmedi, yaşamıyor da, bir noktaya bakıp ömrünü tamamlıyor, o noktada kimi futbol oynuyor, biri kırık kollu bebeğini diğer bebekle öpüştürüyor, sigara dumanı altında taşlar yerlere düşüyor, taşın ciğeri acıyor, biri öksürüyor, diğeri çok yaşa diyor, ben hapşırmadım diyor o da.
Açıklamalar, suskunluklar, kabarık saçlı kadınlar, kırmızı telefonda değişen yüzler, leyleği andıran ergenler, maaş hesaplamalı küçük not kağıtları , düğünler, hastane odaları, yolculuklar, ses ve ses, kokular, insan daha insan, akın akın geliyorlar, kapıyı kapatıyorum, biri kolum diye inliyor, uzanıyorum yere, halılar ve koridorlar değişiyor, tavana çarpıp duran bir top sonunda düşüyor. Çokça ağlıyor, gülmüyor, bebek olsa kucağıma alsam, susmuyor, bedeni ihanet etmiş de ona sığmayan bir ruhla günü tamamlıyor, kim için durdu zaman, yeni yıl diyorum, günlerden perşembe, sonra yokuz oyunu oynuyoruz. Bilek güreşi var sırada.
"Hoş geldin baba
Merhaba ve nasılsın?
Hoş geldin baba
Merhaba ve nasılsın?
Hoş geldin baba
Merhaba ve nasılsın?"
Bir fotoğrafa bakıyorum. Göt kadar yermiş, iç ses malum edepli konuşmaz. Bir başka yere bakıyorum, evet hayat dediğin kapladığın alanın, çektiklerinin gelmeyenlerinden çıkarılıp güneşin çekirdeğinin kütlesine bölünmesiyle hesaplanır.
Unuttum onu, dönmek istedim elbette, yol hala aklımdadır, en azından ayrıntıları.
Evde yokuz biz.