- 263 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KUDDUSİ, Tarik-ul Kur'an Tefsiri (Nebe)
NEBE’ SÛRESİ
29-وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ كِتَابًا
"Biz de, her şeyi bir kitapta yazıp saymışızdır."
وقرأ أبو السمال {وكل شيء} (küllü şey’in) بالرفع .şeklinde okumuştur
Biz her şeyi onların amelleri de dahil, Levh-ı Mahfuz’da, yahut hafaza meleklerinin tutukları amel defterlerinde tespit ve zaptetmişizdir.
30-فَذُوقُوا فَلَن نَّزِيدَكُمْ إِلَّا عَذَابًا
"Şimdi azabı tadın bakalım! Artık size azaptan başka bir şey artırmayacağız."
قال أبو برزة: سألت النبي صلى اللّه عليه وسلم (عن أشد آية في القرآن)
Peygambe Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) " Bu ayet, cehennem ehli için kur’anda en ağır ayettir."
Bu âyet, cehennem ehlinin azabının artırılacağını beyan etmektedir."
Kafirlerin, delillerimizi ve âyetlerimizi sürekli olarak yalanlamalarına karşılık; Biz de herşeyi saymış tesbit etmişizdir. Herşeyin sayısı ve miktarı yazılıdır. Hiçbir şey bizim ilmimizin dışında kalamaz. Ve kafirlere şöyle denilecektir. "Ey kâfirler, dünyada iken yalanladığınız Allah’ın azabını tadın. Biz, sizin, içinde bulunduğunuz azabı artırmaktan başka bir şey yapmayacağız.
31-إِنَّ لِلْمُتَّقِينَ مَفَازًا ".Takva sahipleri için kurtuluş ve ödül vardır"
Bundan önce kâfirlerin kötü halleri beyân edildi; şimdi de mü’minlerin güzel halleri beyân edilmektedir.
Yani şüphesiz küfürden ve kâfirlerin diğer çirkin fiillerinden sakınanlar için, muratlarına, arzularına kavuşmak, yahut bunlara kavuşulan mekânlar vardır.
تفسير الماوردي - {فإِنَّ لِلْمُتَّقِينَ مَفَازًا} فيه وجهان :
أحدهما : نجاة من شرها ، قاله ابن عباس .
الثاني : فازوا بأن نجوا من النار بالجنة ، ومن العذاب بالرحمة ، قاله قتادة
Bunda iki görüş var,
Birincisi- İbn Abbas; "Onun şerrinden kurtuluş"
İkincisi- Katade; "Cehennemden kurtulup cennete girmek ve azaptan kurtulup rahmete ermekle kurtuluş vardır,"
32-حَدَائِقَ وَأَعْنَابًا "Bahçeler ve üzüm bağları"
Elmalılı, Hadaik" suyu olan ve türlü meyve ağaçlarının ve çiçeklerin bulunduğu ve etrafı duvar ile çevrilmiş bulunan bostan ve bahçe demektir.
-تفسير الماتريدي : (حَدَائِقَ) فالحدائق هي الأماكن التي أحاطت الأشجار بأطرافها.
"Hadaik"; etrafı ağaçlarla çevrili bahçeler,
-: {وَأَعْنَابًا} ظاهر، وقد ذكرنا أنهم وعدوا في الآخرة بكل ما يقع لهم الرغبة في الدنيا.
"A’nab", (müminlerin) bu dünyada istedikleri her şeyin ahirette vaad edildiğinin kendilerine hatırlatılması.
33-وَكَوَاعِبَ أَتْرَابًا "Göğüsleri tomurcuklanmış yaşıt genç kızlar"
İbn Abbâs: "Kevâib", memeleri dolgun kızlar, demiştir.
”Etrâben" kelimesi, yaşları bir kızlar ve kadınlar demektir.
34-وَكَأْسًا دِهَاقًا ".Dolu kadehler"
Bunda da üç görüş vardır:
Birincisi: Dolu bardaklardır, bunu da Ebû Salih, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; Hasen, Katâde ve İbn Zeyd de bu görüştedir.
İkincisi: O arka arkaya demektir, bunu da Mücâhid, İbn Abbâs’tan rivayet etmiş; İbn Cübeyr de böyle demiştir. Mücâhid’ten de her iki görüş de rivayet edilmiştir.
Üçüncüsü: O saf ve berrak demektir, bunu da İkrime, demiştir.
35-لَّا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا كِذَّابًا
"Onlar orada ne boş bir lakırdı, ne de yalan işitirler."
الكسائي وهي قراءة أمير المؤمنين علي كرّم اللّه وجهه،«كِذَابا» بالتخفيف
Maverdi (rahmetullhi aleyh), bütün müfessirlerin görüşünü kapsadığı için buraya derç ettim. (kelimelerin anlamları açık olduğundan ayrıca açıklama yapmadım.)
تفسير الماوردي
{ لا يَسْمعونَ فيها لَغْواً ولا كِذّاباً } في اللغو ها هنا أربعة أقاويل :
أحدها: ’الباطل’ ، قاله ابن عباس .
الثاني : ’الحلف عند شربها’ ، قاله السدي .
الثالث : ’الشتم’ ، قاله مجاهد .
الرابع : ’المعصية’ ، قاله الحسن .
وفي { كِذّاباً } ثلاثة أقاويل :
حدها: ’لا يكذب بعضهم بعضاً’ ، قاله سعيد بن جبير .
الثاني : ’أنه الخصومة’ ، قاله الحسن .
الثالث : ’أنه المأثم’ ، قاله قتادة .
وفي قوله { لا يَسْمَعونَ فيها } وجهان :
أحدهما : ’في الجنة’ ، قاله مجاهد .
الثاني : ’في شرب الخمر’ ، قاله يحيى بن سلام .
Fahreddin Razi (rahmetullahi aleyh)’ in açıklaaması;
"Kıraat Farkının izahı"
Cevap: Kisâî, 28. ayetteki kelimeyi şedde ile, "kîzzab" şeklinde, bu ayettekini de şeddesiz "kizâb" şeklinde okumuştur. Belki de bundan maksadı, bu soruda ortaya koyduğumuz husustur. Çünkü burada kelimeyi şeddesiz okumak, ehl-i cennetin asla yalan duymadıklarını ifade eder. Zira şeddesiz "kizâb" ile "kezib", aynı manaya gelir. Ebû Ali el-Fârisî, tıpkı "kitab"ın, (ketebe)’nin masdarı olduğu gibi, "kizâb"ın da (yalan söyledi) fiilinin masdarı olduğunu söylemiştir. Binâenaleyh durum böyle olunca, bu kelimeyi şeddesiz okumak, yalanın orada hiç duyulmayacağını ve bulunmayacağını (nefyi) ifade eder.
28. ayetteki kolimeyi şeddeli okumak ise, yalanın söz konusu oluşunda (subutta) ileriliği ifade eder. Böylece de bu iki yerdeki kıraatten elde edilen maksad en güzel bir biçimde elde edilmiş olur. Şimdi biz, eğer Kisâî’nin kıraatine tutunursak, soru kendiliğinden düşer.
Yok eğer, her iki yerde de şeddeli okunuşunu kabul edersek, ki bu diğer kıraat imamlarının okuyuşudur, sorunun cevabı şu şekilde verilebilir: Hak teâlâ’nın, "Orada ne boş bir lakırdı, ne de yalan işitirler" ifadesi, daha önce geçen, (28. ayetteki) yalanlamaya (kizb’e) bir İşaret olup, buna göre mana, "Bu mutlu kimseler, o kafirlerin batıl ve boş laflarını artık burada duymazlar" demek olur. Bunun neticesi de, "onları gelip bulan bu cennet nimeti düşmanlarının zahmetinden ve onların fasit sözleri ile yalan-batıl görüşlerini dinlemekten uzak ve temizdir" manası olur.
36-جَزَاء مِّن رَّبِّكَ عَطَاء حِسَابًا
"Rabbinden amellerine uygun bir mükâfat olmak üzere.
[وقرأ أبو هاشم {عطاء حسابا} بفتح الحاء، وتشديد السين،
["yetecek kadarıyla verdi" diye okunmuştur."
[وقرأ ابن عباس. {حسانا} بالنون. "Güzel bir şekilde" diye okumuştur"]
”Onların yaptıklarına göre her amel, vaadolunduğu şekilde ondan yedi yüze kadar kat kat mükâfatlandırılmak suretiyle karşılığı verilir."
تفسير السلمي:
قال جعفر: العطاء من اللّه على وجهين في الابتداء, "الإيمان والإسلام من غير مسألة"
"Allah (celle ve ala)’dan vermek iki yönlüdür, başlangıçta iman ve İslam ki, sorgusuz ve sualsiz bir şekilde verilmesidir."
وفي الانتهاء, "التجاوز عن الزلات والغفلات والمعاصي ودخول الجنة برحمته من عطاياه وكذلك النظر إلى وجهه الكريم."
Nihayetinde ise, Allah (celle ve ala) kullarının kusurlarını, noksanlarını, günahlarını bağışlayıp rahmetiyle Cennete koyması, böylece Allah (celle ve ala)’nın kerim yüzüne bakması da O’nun bir lütuflarındandır.
37-رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الرحْمَنِ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَابًا
"O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin rabbidir. O, rahman olan Allah’tır. Hiç kimse onun önünde konuşamaz."
فيه ثلاثة أوجه من القراءة;
1. الرفع فيهما وهو قراءة ابن كثير ونافع وأبي عمرو،
2. والجر فيهما وهو قراءة عاصم وعبداللّه بن عامر،
3. والجر في الأول مع الرفع في الثاني، وهو قراءة حمزة والكسائي،
وفي الرفع وجوه
1) Merfu olarak (rabbu) Bu, İbn Kesir, Nâfî ve Ebû Amr’ın kıraatidir.
2) Mecrur (kesreli) olarak (rabbi) Bu, Âsım’ın ve Abdullah b. Âmir’in kıraatidir.
3) "Rabb" kelimesi mecrur, "Rahman" kelimesi merfû (ötüreli) olarak... Bu da Hamza ve Kisâî’nin kıraatidir.
KISACA;
O, göklerin, yerin ve bu ikisi arasmdakilerin Rabbidir. Bu cümle, ”rabbike" den bedel olarak, her şeyin mâliki, yaratıcısı ve Rabbidir, anlamındadır.
O, huzurunda kimsenin konuşamıyacağı... Bu cümle, sonsuz azamet ve yüceliği açıklamak içindir. ”Lâ yemlikûne"nin zamiri, gökler ve yeryüzü ehline aittir ve şu anlamdadır:
”Onlar kendiliklerinden konuşmaya yetkili değillerdir. Çünkü Mâlik olan Allah, azamet ve yücelikte, emretme ve yasaklama konularında tek olduğu için göklerde ve yerde bulunanların O’na karşı hiçbir şeyde hakkı yoktur.
Rahman olan Allah’tır. ”er-Rahman", hikmeti gereğince ve insanın yetenekleri ölçüsünde her bir varlığa cömertçe iyilik ve ihsanda bulunandır.
38-يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلَائِكَةُ صَفًّا لَّا يَتَكَلَّمُونَ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرحْمَنُ وَقَالَ صَوَابًا
"O günde Ruh ve melekler saf saf dururlar. Konuşmazlar, ancak Rahman’ın izin verip de doğru söyleyen müstesna,"
Bu böyledir. Çünkü derece ve kadr-u kıymet bakımından melekler, mahlukatın en büyüğü ve en ilerisidir. Bundan dolayı Hak teâlâ kıyamet günü, sırf Rablerine saygı ve korkularından, haşyet ve tevazularından ötürü, kıyamet meydanında meleklerin bile konuşamayacağını belirtmiştir. Ya bunların dışındakilerin hali nice olur, lütfen düşünelim?
“Ruh” Cumhûr’a göre Cebrâîl (aleyhisselâm) olmakla birlikte ihtilaflıdır. Görüleceği üzere;
تفسير الماتريدي;
-(يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلَائِكَةُ صَفًّا ...) اختلف في الروح:
---فمنهم من قال: هو جبريل، عليه السلام.
--ومنهم من صرفه إلى أرواح المسلمين.
--ومنهم من ذكر أنهم الحفظة على الملائكة يرون الملائكة ولا تراهم الملائكة.
--Bazıları: O Cebrail (aleyhisselam)’dır, dedi.
--Bir kısmı da bunu Müslümanların ruhları olarak açıkladılar.
--Bazıları meleklerin koruyucuları olduklarını, melekleri gördüklerini ve meleklerin onları görmediğini söylediler.
لَا يَتَكَلَّمُونَ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَنُ وَقَالَ صَوَابًا...} جائز أن يكون هذا منصرفا إلى الشافع؛
أي: الشافع لا يقول فيما يشفع غير الصواب
İmam Mturidi (rahmetullaahi leyhim)’e göre;
--Bunun şefaatçiye atıfta bulunması caizdir; Çünkü Şefaatçi, şefaat ettiği şeylerde doğru olandan başkasını söylemez.
Mücâhid: "...Doğru söyleyen kimseler..." âyetini açıklarken: "Bunlardan kasıt, dünyadayken hak olanı söyleyip onunla amel edenlerdir" demiştir.
Beyhakî Şuabu’l-îman’da Câbir b. Abdillah’tan bildirir: Abbâs b. Abdilmuttalib: "Yâ Resûlallah! Cemâl nedir?" diye sorunca,
Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hak olan bir konuda doğruyu söylemektir" karşılığını verdi.
Abbâs b. Abdulmuttalib: "Kemâl nedir?" diye sorunca da: "Doğruyu söyleyip iyi amellerde bulunmaktır" karşılığını verdi.
39-ذَلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّ فَمَن شَاء اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ مَآبًا
"İşte bu, o hak gündür. O halde dileyen Rabbine bir dönüş yolu edinsin."
"İşte bu, o hak gündür." Yani ruh ve meleklerin kıyam edip saf bağladıkları ve ne kendilerinin, ne de başkalarının, heybet ve celalden konuşamadığı o muazzam gün, hiçbir engelin, önünde, duramayacağı ve mutlaka gerçekleşecek olan gündür.
Artık kullarından kim dilerse bu günü tasdik ederek ve bugün için hazırlık yaparak rabbine giden bir yolu tutar ve kurtuluşa erer.
40-إِنَّا أَنذَرْنَاكُمْ عَذَابًا قَرِيبًا يَوْمَ يَنظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْكَافِرُ يَا لَيْتَنِي كُنتُ تُرَابًا
"Şüphesiz ki biz sizi yakın bir azapla uyardık. O gün kişi yaptığı amellere bakar. Kâfir ise "Keşke toprak olsaydım. der."
Ey insanlar, şüphesiz ki biz sizi yakın bir azapla uyardık. O azabın geldiği gün, mü’min kul, dünyada iken ne işlediğine bakar. Salih amelinden dolayı Allah’tan sevap bekler. Kötü amellerinden dolayı da Allah’ın cezalandırmasından korkar. Kâfir ise Allah’ın azabından kurtulmayı temenni ederek: "Keşke ben de hayvanlar gibi toprak olsaydım." der.
Abdullah b. Amr, Ebû Hureyre ve Süfyan es-Sevri, kıyamet gününde Allah’ın, bütün varlıkları diriltip bir araya getireceği ve onların birbirlerinden haklarını aldıktan sonra hayvanlara "Toprak olun" diyeceğini, işte o zaman kâfirlerin "Keşke biz de toprak olsaydık." diyeceklerini söylemişlerdir.
Muradını ve kitabının sırlarını en İyi bilen Allah Tealâ’dır. Saiat-u selâm efendimiz Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e, ailesine ve ashabına olsun (amin)!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.