- 811 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Mehrican Kirkor Değirmenciyan
Bir yanda Tecer Dağı öte yanda Kızılırmak ve tabi ki Bezirci Mahallesi. Anam Kemahdan Sivasın Kirpinik Köyüne evlatlık gelmiş Manuşak Hatun. Babam Değirmenci Bedros Usta.
Usta ama ne usta. Duvar örer, çatı çatar, değirmen tamir eder. Ekin biçer. Hiçbir iş bulamadı ise kış eve yük olmayım der bir variyetli aileye azap dururdu.
Nerede bir tamir işi var bir de Bedros Ustaya gösterelim denir. Haber salındı mı yağmur çamur denemeden yola düşülürdü. Kimi zaman yayan. Kimi zaman at sırtında. Kar tipi dinlenmezdi. Kazanacağı üç beş kuruş ya da birkaç çerik buğday, haftalık belki aylık kursağımızdan geçecek lokmaydı. Muhanete muhtaç olmamak için kara herkte kara karıncayı bulma mücadelesi hep sürdü gitti.
Şemeden gelen katır sırtındaki alıçnan taş armutun yolunu gözlediğimiz çok olurdu. Çaalıkta çimer, kış geceleri siret dinler mutlaka bir misafirimiz çoğu zaman yatılı kalan olurdu. Hem misafir kısmetini terkisinde getirirdi zaten. Sivas her milletten insanı bir kundak gibi kucaklardı hep.
Babam aylar sürecek işe gittiğinde. Akşama kadar sokaklarda oynardık anamın kişiflemeleri altında. Ana duldasında. Kışları sıcak olsun diye hepimiz aynı odada yatardık Şahinle ben aynı yatakta ayaklı başlı.
Komşumuz, dert ve sır ortağımız Fakı Ramazan Amcanın öğütleriyle büyütüldük. Rızık için Adanaya kare (çalışmaya) gidildiği, kışlık iaşe için variyetli ailelere azap durulduğu anlık yaşanılan günlerdi. Leyla Mecnun misali Memil ile Alis in sevdalarının onlara hürmeten ancak 70 yıl sonra dillendirildiği.
Yine bir köye kuyu açmaya gitmiştik. Beni de yanında götürürdü kudretli babam Bedros Usta. Öğrenmemi istiyor belli ki. Misafir kaldığımız yer Ali Haydar Emminin evi. Kuyucu akşam kenara çekildi namazını kıldı. Yemeğimizi yedik sohbet bitmek bilmedi. Ben teybe kaydeder misali hep dinledim bir köşede onları. Şu Sivas Milletine bakın. Alevi, Sünni ve Ermeni aynı sofradalar. Yan yana yatıyor aynı türküyle hüzünlenip aynı yarenlikle gülüyor. Dünya, insanlığı öğrenecekse Anadoluya gitsin başka yolu yok. Sivas toprağı serttir ama bağrı çok yukadır .
Babam Bedros ustanın ayağı burkulmuş uzun bir müddet evde yatmıştı. Ayaklarını o zaman gördüm. Yarıklarına serçe parmağım girerdi. Tabi eve ekmek lazım. Anam kilim dokur babam sağlığında onu satardı darda kaldıkça. Birikmiş kilimlerimize müşteriler gelmeye başladı peş peşe . Anam kilim yetiştiremez oldu. Bu nasıl bereket. Yıllar sonra öğrendim. Mahallemizin köşe taşı. Fakı Ramazan Amca mahalleyi örgütlemiş. İmkanı olan bir kilim hiç pazarlık etmeden alacak . Direk yardım edemeyiz gururları incinir diye.
Koyun yıkama mevsimiydi. Şahin Abimle bizde Kızılırmağın keyfini çıkaranlardık. Azgın mı azgın. Şahinimizi o gün sele kurban verdik bir çok Sivaslının kaderi gibi. Anam Mor Belikli Manuşak Hatun dizlerini döve döve ağıtlar yaktı. Ne zaman yalnız görsem için için mırıldanarak ağıtlarına gömülür giderdi. Ben de onu görür diğer köşede ağlardım sessizce . O beni ben onu hissederdik ama belli etmezdik birbirimizi üzmemek için.
“Sultan olsan kader yazgın değişmez
Köle olsan kervan yolda düzülmez
Nevruza da hüküm sensiz biçilmez
Bir yel eser mehricana uğrarsın.”
Mehrican demek güz ayı demek. Mehrican demek bostanlara, dağlara çise düşüyor demek. Abim öldükten sonra birkaç ay geçmemişti daha. Benim elimden tuttu ve Fakı Ramazan Amca´nın bahçe içindeki masalsı cumbalı evine gittik.
Eve vardığımızda hanımı Eşe Bibi madımak doğramakta idi.
Anamı buyur etti. Çalkama verdi.
Fakı Ramazan Amca namaz eda etmekte idi.
Eşe Bibiye dedi ki, Hacı Ağa Şahin´ime Yasin okur mu?
Eşe Bibi. Okur anam neden okumasın. Ermenisi, Türkü mü var. Cenaze hepimizin. Allah hepimizin? dedi.
Anam ordan çıkınca ağlamaya başladı. Ben de bunları aklıma yazıyordum.
Fakı Ramazan Amca´ya anam Hacı Ağa derdi.
Bir gün Fakı Ramazan Amca bize geldi. İki perşembe gecesi Yasini Şerif okuduğunu söyledi. Anam çok duygulandı.
Her sene iple çektiğim gün yine gelip çatmıştı. Hizmet etmekten koşmaktan aldığım o keyfi yediğim yemekten daha fazla alırdım. Sofralar kurulur. Ne var ne yok sinilere doldurulur ve bir bir komşular doluşur. Baş köşedeki yerine Fakı Ramazan Amca da oturunca ezanla birlikte oruçlar açılırdı. Biz iftar daveti her ramazan verirdik. Oruç tutmazdık ama o manevi lezzeti sofradaki Çeçen, Çerkez, Ermeni, Alevi, Kürt ve Türklerle adeta birleşmiş milletler sofrası kurardık. Kimsede gelmezlik etmezdi ha.
Anamı babamı ve Şahinimi Sivasıma emanet edip Önce Fransa sonra İngiltere ve Amerika yılları.
Bir gün Brükselde iş ortağım ağzından kaçırdı. Komşuları da Sivaslıymış. Beni oraya götür dedim. Tanımıyoruz bile ne yaparız . Var var anahtarım var diyerek eşikte bulduk kendimizi. Tanrı misafiri kabul edermisiniz demeye kalmadı kapı önüne biriken horanta beni içeri buyur etti. Köşe taşı seksenine varmış birinci nesil Alamancı Hacı Teyze benim asıl muhatabımdı. Yanına iliştim. Un Helvası yapar mısın bana dedim. Gözleri doldu. Bütün aile ağlaşarak yedik un helvasını Sivas Ellerine varıp gelerek.
Gene Lyonda bir iş görüşmesine gittim. Şantiyeyi gezdim yağmurlu havada. Bir işçi ilişti gözüme. Yerden aldığı ekmeği üç defa öpüp alnına koyduktan sonra onu yüksekçe bir yere bıraktı. Takip ettim. Gece barakasına gittim çaldım kapıyı. Kaçak işçilermiş. Foterli birisini görünce kapıda tedirgin oldular. Tanrı Misafiri kabul eder misiniz dememle daldım içeri. Altı kişiydiler. Dedim Sivaslı mısınız. Ekmeğe saygınızdan bildim de. Hele birinin üç ay önce anası ölmüş. Cenazesine gidememiş. Benim de Şahinim anam babam orada. Çayların ardı arkası kesilmedi. Ağladıkta ağladık. Sivaslı göz yaşını avcunun içiyle siler. Göz yaşım görünmesin diye.
Sonra ortağımın tüm şartlarını kabul ettim bu altı kişinin oturum hakkını sağlaması kaydıyla.
Yıllar sonra Sivasdan bir ahbabım tehliz torba içinde ve de setende çekilmiş bulgur göndermiş. Yardımcımı evine erken gönderdim o gün. Açtım torbayı. Kuru bulguru kokladım, kokladım, kokladım. Fukaralığımızı, geride bıraktıklarımı, insanlığı, komşuluğu kokladım. Sonra öğün yağı ile yeşil biber ve bulgur pilavını bir araya getirip çalkamam da yanında doya doya burcu burcu kokan buharı içime çeke çeke hasreti lokma yaptım.
En son ayrılırken vatandan Sivasda yatan anamın pazen elbisesini yanımda getirmiştim. Ne zaman kibir ve böbürlenecek bir an yaşasam o pazen elbiseyi alır koynuma Sivasta toprak olmayı özlemle doya doya yaşar ve özüme tekrar dönerim. Ta ki kızımın baba yine Sivasta mısın uyarısına kadar.
Yanarım yanarım da Nice devlet Başkanlarıyla aynı sofraya oturan ben bunca kazancımdan anama babama nasiplendiremediğime yanarım.
Halen Amerikada yaşayan,1940 lı yıllarda Sivasda Bezirci Mahallesinde çocukluk ve gençlik yıllarını yokluk içinde ama doyasıya yadeden. Hasretini ve özlemini bir nebze paylaşmak adına yazdığı satırlardan hafızamda kalanlarını paylaşmak istedim.
Selam ve Saygıyla Sevgili Kirkor Değirmenciyan.
Y