- 444 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Benim hayalim
Yine başlıyorum günün en sevdiğim saatlerine.Güneş ışığının tenimi yakan tatlı sıcaklığını yüzümde hissetmeyi o kadar çok seviyorum ki.Çocukluğumdan beri severim yolculukları,insanların koşturmasını,bir yere giderken gösterdiği o aceleci tavrın yüzlerinde yarattığı paniği,karmaşayı izlemeyi ve bazen bir annenin çocuğuna acele etmesi gerektiğinin ikazını duyarım metroda.
’’Mustafa acele et oğlum geç kalıyoruz.’’
Ve bazen liseli aşıkların kıkırdamaları doldurur metronun içini sanki neşeli şarkıların çaldığı bir karavana çevirir birbirlerine olan hayran dolu bakışları.Yolculuğu severim sanki bedenimi değil ruhumu çıkarırım o kısacık ama zevkli anların kucağına.Müzik listem gözlerimi kapayınca beni bir piyanonun başrol aldığı bir sahneye ya da davulların çaldığı hareketli ortamlara sokar.Müzik,yolculuk,karaladığım birkaç amatör çizimlerim hayatımın vazgeçilmez parçalarını oluşturur.Farklı bir bakış açısına sahip,garip takıntıları olan bir kadınım.Günü gününe günlüklerimi tutar şuan olduğu gibi her anımı yazarım, ceketimin iç cebine koyduğum defterime ve asla atlamam o günün tarihini köşeye yazarken.Sanki her geçen dakikayı unutacakmış korkusunun kaygısını yaşayarak… Belki de sonbaharın verdiği duygusallık yüzünden bu duygu dolu bakışlarım.Farklı yüzleri okumayı,akıllarından o an ne geçiyor diye tahmin etmeyi o kadar seviyorum ki...Ve bazen o mutluluğumun yerini büyük bir hüzün kaplıyor yazdığım acıklı hikayeler yüzünden... Herkesin öyküsü olduğuna olan inancım beni bazen ’’Tanrıcılık oynuyorsun.’’ düşüncelerine itse de kendimle girdiğim münakaşada yine aynı cevapları verirken buluyorum kendime.Benim yaptığım insanların yüzündeki çizgilere kazınmış yorgunluğu,göz çevresine dolmuş yaşanmışlığı,bir gülüşün arkasına sığınmış umudu görüp ona karşılık yaşanabilir senaryolar yazabilme.Yine rutin işlerimi yapıyorum.Sabahın 9’unda koltuğuma oturmuş metrodaki koşturmayı izliyorum neşeli bir keyifle.Gözüm yanımdaki boş koltukların olduğu pencereye takılıyor,kendi yansımama bakıyorum bir süre.Gözlemlediğim birkaç insanın gözündeki hüzün dolmuş bir çift ela göz karşılıyor beni.Gri siyah çizgili ceketim onun içindeki beyaz tişörtüm ile pek de aratmıyorum diyebilirim memurları.Belirgin elmacık kemiklerime gizlediğim düşük enerjimi görebiliyorum ve bir de beyaz tenime yer yer çalan kırmızılıkları...Pek sevemem görüntümü.Aynalarla aram iyi değildir; olamadım barışık bir türlü ben elimi uzattım onlar itti , indiriyorum bakışlarımı ceketimin iliklenmemiş düğmelerine.Metro yavaş yavaş dolarken ve içini bir sürü ruh doldururken yine keyfim yerine geliyor ve çeviriyorum gözlerimi ceketimin düğmelerinden metroya.Kimisi işine geç kalmış, telefonda patronu ile konuşurken oturduğu koltukta ezilip büzülüyor olduğu yere siniyor parmakları tuttuğu evrak çantasının kulbunu sıkarken
’’Evet Poyraz Bey haklısınız efendim.Çok özür dilerim efendim.Şimdi geliyorum efendim.’’
kimisi uykusunu alamamış geceden kalma gibi gözleri kapalı başını koluna dayamış ayakta dikilmiş adeta uyuyor atları bile kıskandıracak türden.Oysa ben ayakta uyumayı geçtim en ufak seste uyanan hafif uykusu olan biri olarak bile kıskandım bıraktım atları.Sessiz düşüncelerime kıkırdayışlarım eşlik ediyor sanki az önce çok komik bir olay olmuş gibi.Bakışlarım hemen karşımda oturan gözleri fıldır fıldır dönen erkek çocuğuna dönüyor.O da benim gibi inceliyor metroyu ve annesine anlamsız bir sürü soru soruyor altı yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim ufaklık.
’’Anne piranalar mı daha tehlikeli yoksa köpekbalıkları mı?’’
’’Ormanda yaşasak vahşi hayvanlar bizi yer mi?’’gibi sorular soruyor elindeki pazar poşetlerine bakan orta yaşlı kadına.Halinden o kadar belli ki yorgunluğu.İçimden yine ’’Benim için gün başlıyor.’’ diye geçiriyorum heyecanla.Evet herkesin bir öyküsü var ki yazdığım bu senaryolar ve tahminler kimi zaman doğru bile çıkıyor.Hiç unutmuyorum yine birine yazarken senaryo, kadının telefonu çalmıştı düşüncelerime karşılık sanki cevap veriyormuşçasına ve konuşmuştu telefonda.Arayan kişi eşiydi sakin bir ses tonu ile evrakların tam olduğunu,bu işin daha fazla sürerek onlara acı çektirmeyeceğini ve bu sürecin onu çok yorduğunu söylüyordu.Boşanmaya giden bir kadının hikayesini doğru tahmin etmenin sevincini sollayan öğrenmiş olduğum boşanma hikayesinin gerçekliğinin hüznü kazanmıştı içimdeki yarışı.Duygularım bazen cambaz misali olsa da bazen de karşımdakinin sessizliği ile o gün durgunlaşırdı.Başını metronun camına dayamış bir kız çocuğunun cevap arayan gözleri ile karşılaşmıştım bir gün.Beni her gördüğünde gülümseyen gözleriyle başını hafif eğerek verirdi selamını.Oysa hiç konuşmamış, tanışmamıştık.Uzun beline inmiş ipek gibi yumuşak olduğunu düşündüğüm saçları ertesi günü kısacık kesilmiş,ne zaman göz göze gelsek nazik gülümsemesiyle kıvrılan dudakları gözleri kadar donuktu.Ağlamayan kuru gözlerinin içine akıttığı o gözyaşlarına bir ben şahit olmuştum ondan habersiz bir de gelecekte böyle hissettiği için kendine gülecek olan o.Birgün yaz mevsiminde olmamıza rağmen uzun kollu salaş bir hırka geçirmişti üzerine.Hırkanın kollarının ucunu ince parmaklarıyla çekiştiriyor sıcak değilmiş gibi sanki bir şeyi gizlemek istercesine kat kat giyinmediği için kendine kızıyordu.İnmeden önce ayağa kalkarken sıyrılan hırkasının kendi bağımsızlığını ilan edişiyle buğday tenine hiç yakışmayan taze yaralarını görmüştüm bileğine yakın.Birinin yaralarını gördüğünü düşünüp sağını solunu abartılı bakışları ile kontrol ederken, korkan gözleri büyümüştü.Aklıma koymuştum onun bindiği saatleri iyi biliyordum ve tekrar bindiğinde oturacaktım yanına.Ertesi günü yine aynı saatlerde oturmuştu bile koltuğuna ve ben oturduğum yerden doğrularak sıcak en içten olduğumu düşündüğüm gülümsememi takınmıştım yüzüme.
’’İzninle oturabilir miyim?’’diyebilmiştim meraklı cevap bekleyen ve olumlu bir cevabın beklentisi içinde.Oturduğu yerde sağa sola hareketlendi sanki benim için rahat ortam hazırlar gibi.İri gözlerini gördüğüm an anlamıştım cevabın olumlu olduğunu.Yere indirdiği bakışlarıyla davet etmişti sağındaki koltuğa.
’’Tabi ki oturabilirsiniz.Buyrun lütfen.’’demişti nazik ve davetkar sesiyle.Kısacık saçlarını daha yakından görüyordum şimdi.Uzun ince parmakları yine huzursuz,çekiştiriyordu hırkasının ucunu.Kendine has meyvemsi tatlı bir koku geliyordu teninden baharı kıskandıracak türden ve ona karışmıştı biraz korku biraz endişe.Onu devamlı görmeme rağmen kolaylıkla ayırt edebiliyordum iki hafta içerisindeki devasa değişimi.İçi gülen gözlerin yerini çaresizliğin resmedildiği bir tablo almıştı.Yanağının gamzesine doldurduğu neşenin yerini alan korkunun o keskin kokusunu bile alıyordum.Genç ergenlik çağlarında diye tahmin ettiğim güzel bir kızdı ve ben adını bile bilmiyordum ama metroya bindiği ilk günden ona yazdığım senaryo ile tanıyordum onu.Öykülerini tahmin ettiğim insanların yaşlarını kilolarını ya da isimlerini tahmin etmez sadece hikayelerine odaklanırdım.Şimdi ise yanına oturduğum kızın ismini ve yaşını merak ediyor ama nasıl soracağımı düşünüyordum içimden.Sanki konu açmak istediğimi hisseder gibi girişmişti söze.
’’Beni kısa saçlı halimle tanımadınız sanırım?’demişti.Cevabını bildiği bir soru sormuştu bana ve bekliyordu uslu bir çocuk misali.Yüzü önüne dönüktü beklerken.
’’Şimdi gençlerde moda bu sanırım.Eskiden de güzeldi şimdi de güzel.’’
‘’Hatta yüzünü açmış.Hem daha sağlıklı uzamaz mı kesilen saçlar?’’
Biraz düşündü ve buruk bir gülümseme ile dönüp
’’Uzayan saçlarım kafamdaki tek sağlıklı şey olacak desenize.’’
Eşlik etmiştim gülümsemesine ama ne kadar samimi geldim o an bilmiyordum.Sanki sabahın gizemli sisi gibiydi sesi.Puslu,içinde ne sakladığı belli değildi.Sanki beni üzdüğünü hisseder gibi toparladı kendini.
’’Sizi tanımıyorum ama böyle ruh halinizi kötü etkiliyorum kusuruma bakmayın.’’diye ağzından çıkan anlık ama bir o kadar gerçeklik dolu sözlerine duyduğu pişmanlığa bir nebze olsa da su serpebilmek için yine buruk gülümsemesi ile karşılık vermişti.Başını hafifçe bana çevirmiş sıkıca tuttuğu hırkasının ucunu bırakıp yanında rahat olduğumu hissetmemi ister gibi konuşmuştu.
’’Benim adım Masal.Her zaman böyle olumsuz düşünen biri değilimdir.İnanın bana’’
Gülümseyişim onu rahatlatmıştı ki bana karşılık vermişti o da.Onu uzaktan izlediğim bu kız güzel bir gülüşe, kumral parlayan kısacık kesilmiş saçlara,belirgin çene hatlarına rağmen küçük yüzü ile masum altı yaşlarındaki küçük bir kız çocuğunu andırıyordu.Lise iki ya da en fazla üç diyebileceğim bu kızın yaşını tahmin ederken beni yine sessiz düşüncelerimden o an sesi uyandırmıştı.
’’Sadece bazen nasıl hissediyorum biliyor musunuz?’’
Kaşlarımı havaya kaldırarak meraklı gözlerimi çevirmiştim kıza.
’’Dünyada tüm ocaklarda,fırınlardaki ateş sebepsiz sanki başka yer yokmuşcasına yüreğimde toplanmış kor olup yakıyor kalbimi...Ve ben o yanık kokusunu almama rağmen bir şey yapamıyorum sanki daha da harmanlıyor ateşi...Ve yine bazen o yanık kokusuna bile alışıyor burnum...’’
Bir süre susmustu bu söylediklerinden sonra yine aynı gülümsemesi ile
’’16 yaşındaki bir kız için iddialı olduğumu düşünüyorsunuzdur bu lafların.’’
Yine aynı hüzün ile döndü önüne ve eğdi başını sanki çok büyük bir günahın bedelini ödüyormuşcasına.Genelde dinleyici olan benim o an konuşmam gerektiğini kendime tembihlesem bile o sözlere nasıl cevap vereceğimi bilemiyordum.Susmak ise en son seçeneğim olmalıydı.Elimi kaldırıp eteğinin üstünde kenetlediği ellerinin üzerine koymuştum..Başını kaldırmamış sadece bakmıştı ellerime.Sadece onu biraz da olsa rahatlatacak bir şeyler dememi bekliyordu.’’Seni anlıyorum ya da geçer bunlar da takma kafana’’diyecek kadar boş ve anlamsız cümleler kuramazdım sırf duyması gerektiği bu tarz cümleler de olsa.Olamazdım bu kadar küstah.
’’Sanırım buna nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum,oysa ki yetişkinler karşısındaki gençlere yol göstermeli ve içlerini ferahlatmalı değil mi?’’diyebilmiştim kendimle alay eden ses tonumla.Belki de bu cümlelerim benim düşüncelerimde kalmalıydı.Ellerinin üstüne koyduğum ellerimi, avuçlarının içine alıp ayrı bir dünya barındıran gözlerle bana
’’Sanırım ikimiz de şuan yaşamamız gereken anları yaşamıyor ve yapılması gerekenlere aykırı davranıyoruz.’’
Söylediği sözler kıkırdamama sebep olmuş ve onun da kıkırdayan gülüşü eşlik etmişti neşeme.
’’Sence toplumda oynamamız gereken rolleri oynamadık diye bizden metrodan inmemizi rica ederler mi?’’demiştim rica kelimesini vurgulayarak.
’’Sizi bilmem ama ben iki durak sonra ineceğim yani on dakikalık yolun beni üzeceğini sanmıyorum.’’
Yanına gitmenin verdiği tereddütü yaşarken,kendi iç sesimle tartışırken ve bu kızı incelerken zamanın nasıl geçtiğini hesap edememiş varılması gereken noktaya ellerim boş varmıştım.
’’Daha sonra yine konuşuruz değil mi?’’diye sormuştu inmeden önce.O zaman anlamıştım ellerim boş değildi ve kucağıma kocaman bir buket umut doldurmuştum.Ertesi gün,iki gün,beş gün derken haftalar birbiri ile kovalambaç oynarken ben Masal ile doldurulmayan bir boşluğumu doldurmus gibi hissediyordum ve önemli bir amacım varmışçasına tanımaya çalışıyordum onu.16 yaşındaki bu kız nelerden hoşlanır?Onun da diğerleri gibi yüzleşmekten korktuğu bir korkusu var mı?Sevdiği biri var mı?Yemek ayırt eder mi?En çok hangi tür müzik dinlemeyi sever?diye düşünürken bulurdum kendimi kimi zaman.Yaşının çok çok üstünde, kurduğu cümleler ile edebiyat aşığıydı,kimi zaman da konuşmalarımızın bazı yerlerine William shakespeare’den alıntılar soneler ya da Goethe’den özlü sözler ekliyor süslüyordu o tatlı sohbetimizi.Güçlü bir kızdı ve güçlü olduğu kadar bu güçlü oluşunun verdiği savaşında yorgundu bunu görememek için ya kör olmak gerekirdi ya da ilgisiz biri.Yorgundu yorgun olmasına ama bu çalışmaması için bir bahane değildi onun için.Anlattığına göre dersleri çok iyi ve ödüller,belgeler,plaketler alan çalışkan bir kızdı.En ilginç bulduğum ise baleye olan ilgisiydi ve bale yapan kızların prensesler gibi gözüktüğünü ama asla kendini bir prenses yerine koyamayacağını söyler;bir prenses olsa bile külkedisinin alternatif versiyonunda kaybeden ve asla mutlu olamayan versiyonu olacağını söylerdi.Ya da bir masal kahramanı olsa kibritçi kız olacağını söylerdi.Neşeli bir kızın umutsuzlukla bu kadar sarmaş dolaş olması ise beni hep merak ettirdi onu daha yakından tanımak istedim.O gün bunları konuşurken cümlesinin devamında şöyle demişti harfi harfine hatırladığım
’’Gerçi kibritçi kızın ısınmak için kibriti varmış oysa benim yüreğimi kavuran ateşim.Ben mi daha şanssızım yoksa o mu?’
ve yine susmuştu bu sözlerinin ardından.Sorguluyor ve sanki bu dünyaya ait değilmiş gibi inkar ediyordu bazı cümleleri bu dünyadaki varlığını.Küçük bir bedene hapsolmuş yetişkin birinin ruhunu taşıyormuş gibiydi o bakışları.Yaşıtları gibi giyinmekten süslenmekten pek anlamaz o konulara karşı da pek bir ilgisizdi.Onun aşkı kitapları ve düşüncelerine yeni soluk getiren başka insanların bakış açılarıydı.Çoğu zaman o konuşurken ninni tınısı taşıyan sesiyle dalar kesik kesik duyardım söylediklerini şimdi olduğu gibi.
’’Beni dinlemiyor musun abla?Her zaman ne düşündüğünü merak etmişimdir.Belki de bu dünyada düşüncelerini merak ettiğim tek kişisin.’’
Ah bir bilseydi karanlıkta oturduğumu.Tüm şehir ışıklar altındayken benden ışığını esirgeyen ve bana ucube gibi davranan şehirde bana ayrılan yerin, terkedilmiş bozuk bir sokak lambasının altındaki bir bank olduğunu.Her şeyden aykırı olduğumu,ayrı tutulduğumu ve o bankta şehrin acımasızlığının vermiş olduğu soğukluk yetmiş gibi içimin soğuğu ile üşüdüğümü.Yine de gülümseyebilmiştim sözlerine karşılık.
’’Sessizliğim kimi zaman kendini yalnız hissettiriyor olmalı bu iki kişilik konuşmada,üzgünüm.Hiçbir zaman iyi bir konuşmacı olduğuma dair iddialarım olmadı ben daha çok dinlemeyi sevdim ve iyi bir dinleyici olmaya çalıştım ki bunu da başarıyor gibiyim ne dersin?’’
Gülümseyişimin arkasından yanlış bir fikre kapılmamı istemiyorcasına ellerimi sarmaladı elleriyle
’’Yanlış düşünüyorsun ablacığım bazen susmak en büyük tepki en güzel cevap ve en nazik hareket olabilir.’’
’’Ve sen en şair ruhlu cevaplarınla beni yine karşında dumur edebilirsin.Biliyor musun? Bazen o kadar yaşının üstünde konuşuyor ve tepkiler veriyorsun ki ilkokul mezunu annenin ondan yardım isteyen liseli çocuğuna karşı hissettiği yetersizlik ve mahcubiyet oluşuyor bende.Ben şimdi ne demeliyim?diye söyleniyorum kendime.’’
Sözlerimin ardından sustu.Oturduğu koltukta başını cama yaslayarak iç çekmişti.
O an kulaklarımı dolduran yavaş ritimde çalan bir akordeondan çıkan bu özgür ama duygusal tını, belki de en uygun müzikti bu her duyguyu taşıyan ortama.O da benim gibi metronun kapılarının açıldığı an metroyu dolduran müziğe dikkat kesilmiş ve durakta köşe başında akordeon çalan gence takılmıştı gözleri.Başını çevirmeden
’’Sanırım erken büyüdüm kendi ellerimde olmadan.diyebilmişti burukluğun yuva yaptığı sesiyle
Veremedim cev ap.Onun enerjisini ne düşürmüş olabilir diye hesap ettim içimden.Ama biliyordum ki kırmıştım onu.Birden aklıma önceden onun için yazdığım senaryo gelmişti o indikten sonra.Kimi zaman elinde ilaç poşetleri ile binerdi metroya,ailesinden birinin hasta olacağını düşündüm o an.Belki babası ya da annesi.Cümlemdeki onu üzen modunu düşüren kilit noktayı düşündüm.Anne miydi yoksa?Onun gülen yüzünü indiren neşesini söndüren kilit anne olabilir miydi?Yüreğinde sönmeyen ateşe bir de ben mi atmıştım odun?O indikten sonra uzun uzun düşünmüş hatta gece yatağa girerken bile her zaman yatmadan önce içtiğim bir bardak sütü içmeyi unuttuğumu bile şimdi şuan oturduğum koltukta hatırlamıştım.Bir gün iki gün derken binmemişti metroya ve ben yine kalabalıklar arasında kalmıştım yalnız.İnsanlara senaryolar yazmak bile gelmiyordu içimden.Yine müzik dinlerken bu sefer insanları aramak yerine dinlenmek istercesine direniyordu göz kapaklarım bana.Gözlerimi korku ile bir anlığına açmış bugünün tarihini not almadığımı hatırlamıştım.Kabaca küçük not defterimin son sayfalarını açtım.Korku ile açılan gözlerim karşılaştığım manzara ile daha da büyümüştü.Devamlı yazdığım defterimin iki yaprağı bomboştu, iki gündür ne not almıştım o güne dair ne de tarih atmıştım.Son yazdığım yaprağı çevirdim ve sayfanın sağ köşesine attığım tarihi sesli okudum.02.05.2021.Yanımda oturan yaşlıca bir adam başını kaldırıp bana bakmıştı.03.05.2021,04.05.2021 ve bugünün tarihi 05.05.2021.demiştim sanki günleri haftaları ezberlemeye çalışan ilkokul çocuğu misali.Yanımda oturan yaşlı adam bir süre ne yapmaya çalıştığımı anlamak istiyormuş gibi bana bakmış daha sonra bakışlarını karşısındaki küçük erkek çocuğuna çevirmişti.İki gündür neyi yoğun düşünmüştüm ki tarihleri yazmayı atlamıştım diye geçirirken içimden düşüncelerime titreyen ellerim eşlik etmişti.Ellerimden kaymıştı not defterim eriyen bir buz misali.Yaşlı adam tekrar bakışlarını bana çevirmiş ve oturduğu yerden dizinden destek alarak eğilmiş defterime uzanıyordu.Ben ise yaşadığım şok ile yaşlı adamdan defteri almak yerine titreyen ellerime bakıyordum.
’’Kızım iyi misin?’’dedi yaşlı adam nazik sesiyle.Ben kendimi o an toparlar gibi defteri almıştım elinden.Yüzüne bakmadan kekeleyerek teşekkür edebilmiştim sadece.Hiç bu kadar zor olmamıştı konuşmak.Kelimeler anlamsız yuvarlanmıştı ağzımın içinde.Yaşlı adam çok zaman geçmeden kalktı yanımdan ve usulca indi inmesi gereken durakta.Yanıma onun inmesi ile biri daha oturdu ama ben ona dikkatimi vermek yerine kendimi toparlamaya çalışıyordum.Bir çift tanıdık el kavramıştı zayıf biçimsiz olduklarını düşündüğüm parmaklarımı ve ben o sıcak ellerin kavrayışı ile burnumun ucuna toplanan gözyaşlarımın akmasına izin vermiştim ellerimi kavrayan ellerin üstüne.Belki de tüm denizlerdeki suları toplasak alamazdık o yoğun tuzun kokusunu.Yanımda bana destek olan ve bir hafta sonra tekrar yanıma oturan Masal başını omzuma koymuştu.
’’Belki de kendi öykünü anlatma sırası sana gelmiştir.’’demişti sadece başını kaldırmadan omzumdan.Titreyen ellerim artık sakin, gözlerim kapalı gülümsüyordum.
’’Biliyorsun pek iyi bir anlatıcı olmadım.’’
O an düşündüm herkese cesurca senaryolar öyküler yazan ben kendimi ne kadar iyi tanıyordum ya da tanıyor muyum? diye.Masal ile sadece oturduk konuşmadan ve ben ağlamam durmuş camdan bakıyordum.Masal’ın yanımdan ayrılışını bile farketmeyecek kadar yorgundum.Gece bir çarşaf gibi serilmişti gökyüzüne ve ben yatmadan önce ayna karşısına geçmiş not defterime yaptığım gibi tarih atlamış mıyım diye kontrol ediyordum önümde duran günlüğü.Ama imkansızdı ben o gün yaşadıklarımı not defterime taslak şeklinde not alır eve gelince geceleri günlüğüme temiz bir şekilde aktarırdım.Derin bir nefes aldım göğüs kafesimi biraz olsun genişletmek istercesine.Günlüğün kapağına dokundum ve durdum bir süre gözlerim kapalı.Açacağım sayfalar ile yüzleşmekten korkuyordum. Ve sordum o an kendime.Bu kadar korkak mıydım?Sonunda defteri açma kararı aldım ve karşılaştığım manzara beni deliye çevirmişti.Sayfalar boştu aynaya baktığım zaman beni karşılayan gözler kadar.Hırsla sabaha kadar yazdım o gün aklımda neler kaldıysa.Karaladım kimi zaman bazı sayfaları aklıma gelmedikçe ve gözüm aynadaki bana takılınca yorgun görüntüme baktım öylece bir süre.30’lu yaşlarındaki bir kadından çok on hatta on beş yaş daha yaşlı gösteren, ara ara saçlarının aralarına dökülmüş beyazlar,eski heyecanı taşımayan kahverengi gözler,son zamanlarda iyi beslenememekten çökmüş yanaklar ve zayıflamış bakışlar karşılamıştı beni.Ellerim çekmeceye kaymış bir sağa bir sola beceriksizce yalpalanıyor bir şeyler arıyordu.Nedense kapatmak istemiştim bir fondöten ile gözlerimi esir almış halkaları ya da solmuş dudaklarımı ve hatta bakışlarımı bile boyamak, kapatmak istemiştim.
’’Bu ben olamam.’’ demiştim ilk başlarda cılız çıkan ses tonumla.Uzun süre konuşamamaktan belki körelmişti konuşma becerim.
’’Olamam’’dedim bu sefer daha yüksek bir ses tonuyla ve hatta bağırdım.
’’Olamam, olamam bu kişi olamam’’diye bağırıyor titreyen ellerime çekmeceden geçirdiğim fondöteni avuçlarıma boca ederek yüzümün her yerine krem gibi yediriyor bazen hızlı hızlı ovalıyordum yüzümü.Yanaklarımı tokatlıyor, yüzümün beyazından da açık bir renkle boyuyordum yüzümü.Kaşlarım,dudaklarım yüzümün her karesi...Baktım aynanın karşısında boynuma damlayan fondötenin yüzümün her yerine kaplayışına baktım ve gözyaşlarım hücum etti gözlerime.Dudaklarım titriyor gözyaşlarım kalıp olmuş fondöteni akıtıyordu yanaklarımdan.Ben gözyaşlarımın fondöteni sildiğini gördükçe daha hırslı yüzümü ovalıyor bazen o hırsla yanaklarımı tokatlıyor akmasın diye resmen çitiliyordum.Artık gözyaşlarım daha hızlı akıyor bana inat ettikçe beni daha da agresifleştiriyordu.Yineleyen sözlerimle bir yandan ağlıyor bir yandan yüzüme zarar veriyordum.
‘’Olamam!’’
‘’Olamam’’
Sustum. Yüzümü koparıp atmak istedim o an içimden.Bir an durmuş aynada bana bakmış ve inen ellerim yine yüzüme gitmiş ama bu sefer tırnaklarımla fondöteni sanki bir maskeymiş gibi çıkarırcasına geçiriyordum yüzüme.Gözlerim dönmüş düşünmeden yüzüme geçirdiğim tırnaklarım artık gözlerim kapalı yüzümün her yerini harap ediyordu.Kendime lanet etmeyi de ihmal etmiyordum o an.Yorulduğumu hissettim,tüm gücümü harcadığımı.Sinirle şahlanan omuzlarım artık çökmüştü durgunlaşmıştım.Gözlerimi açtım yavaşça ve beni karşılayan bu acıklı manzara ile baş başa kalmıştım bile.Fondötene karışmış az önce tırnakladığım yerlerin kanadığını gördüm ve oturduğum yerden kalkıp yöneldim bir ruh gibi banyoya. Demirden bir ayakkabı giymişçesine adımlarım hiç bu kadar ağır gelmemişti bedenime.Banyo aynasına bakmadan eğildim lavaboya ve açtığım musluktan akan soğuk suyun avuçlarıma dolmasını izledim. Yanan bölgeler benim suyu yüzüme çarpışım ile sızladı.Cesaret edip tekrar aynaya bakmam gerektiğini biliyordum.Yüzümü iyice yıkayıp lavabonun yanında duran havluya uzandım ve gözlerim kapalı sildim yüzümü.Havluyu yavaş yavaş indirirken yüzümden aynaya bakıyordum bir yandan.Şişmiş gözlerimi, tırnakların çizdiği harap olmuş yer yer kalkmış deriden akmaya devam eden kanın akışını ve ona eşlik eden yer yer yanağıma oturmuş kanın oturmasının ise zamanla morluklara dönüşeceğini çok iyi biliyordum.Gözlerim yine dolmuş, halime acıyordum.Boğazıma oturan yumru acıtıyordu boğazımı.Düğüm olmuştu dilim ve ben tek kelime edemiyordum.Sanki o an lal kesilmiş ya da konuşma becerisini unutmustum.Titreyen dudaklarım sağ sola istemsiz hareket eden çeneme eşlik ediyordu.Lavaboya dayadığım ellerim titrıyor kaldıramıyordu kollarımı.Bir an olsun tüm gücümü toplayıp karşımda duran aynayı paramparça etmek istesem de içindekini paramparça edemeyeceğim düşüncesi ile vazgeçtim bu düşünceden.Gözlerimi bir süre kapattım gözyaşlarımın yakmasını bekledim taze yaralarımı ama her zaman yüreğinin yanmasından şikayetçi olan Masal gibi yüzümdeki yaralar bastıramamıştı içimdeki kanayan yaranın verdiği acıyı.Gözlerimi açıp dirseğimle sildim gözyaşlarımı ve aynanın yanındaki ecza dolabından yanıklar için olan bi kreme uzandım.Kremin kapağını açıp tüpün içindeki kremi direkt yüzüme sürerken bir yandan gülümsedim.Başımızın ağrısı için ağrı kesiciler, yanıklar için yanık kremleri, akan burun için burun spreyleri,ağrıyan boğazlar için boğaz spreyleri varken yüreğe oturan ağırlığı kaldıracak bir hap olmayışına gülümsedim.Tıp dünyası gelişirken es geçiyordu sanırım şu boktan kalp ağrısını...Kremi iyice yüzüme sürdükten sonra gözüm az önce yüzümü sildiğim kan ile kirlenmiş havluya takıldı, elime alıp attım beyazların olduğu kirli sepetine.Sadece uyumak istedim o gece hiçbir şey düşünmeden ve yastığa başımı koyduğum an uzun zamandır hatırlamayı ertelediğim, unutmak istemeyen benim hatırlamak istemediği o duygu hücum etmişti bedenime.
’’Yalnızlık.’’
YORUMLAR
Benim hayalim yazını okudum çok beğendim hikayenin başlayıp bitmesi ve havası çok güzel çok açıklayıcı ve içten bir hikaye olmuş.
ataakinbora tarafından 4.10.2023 00:49:46 zamanında düzenlenmiştir.