- 464 Okunma
- 3 Yorum
- 5 Beğeni
TÜMÖR "Unutmanın diyeti"
Gökyüzüne tuhaf tuhaf baktı. Mavinin asilliği, güneşin parlayışı ve kuşların sazlara eşlik eden ötüşleri hiçbir değer taşımıyordu. Kenara çekildi ve bir süre soluklanmak istiyordu. Doktorun söyledikleri aklından çıkmıyor daha da hücum ediyordu.
-“Git gide unutacaksınız her şeyi” dediği an yıkıldığı andı. Nasıl olabilirdi bu. Bir insan yavaş yavaş nasıl unutacaktı.
“Yavaş yavaş silinecek her şey”
“Ailem, arkadaşlarım, öğrencilerim, kitaplarım, dinlediğim şarkılar, kuşlar, kırlarda açan çiçekler, sokaklar, çarşılar, tütsülenmiş bahar kokuları, incecik söğüt yaprakları ve daha nicesi hepsi mi silinecek yani”
“Evet hepsi silinecek” demişti doktor.
Ağır ağır ışıksız kalacaktı zihni. Issız bir sessizliği doğru yol alacaktı. Ne biriktirdiyse hatıralara dair hepsi yok olup gidecekti.Her şeyi nasıl unutacaktı. Çıldıracak gibi oluyordu. Tüm yaşanmışlıklar insanı bir yerden bir yere alıp götürmüyor muydu? Şimdi rotasız gemiler misali başıbozuk mu kalacaktı.
Geçti oturduğu üzerinde tüm ağırlığıyla çıkmakta olduğu hastanenin köşesine. Derin muhacir olabilmenin hatırı sayılır hüznüyle dalıp gitmelerinin artacağını biliyordu. Bir kavganın arifesiydi bu hastalık.
-“Beyninde tümör var” demişti doktor tüm çıplaklığıyla suratına çarptı gerçeği. Yıpratıcı, yıkıcı ve kahredici bir bildirimdi bu.
Sonra ekledi felaketlerin daha ağır olanını.
-“Hafızanızın olduğu bölümde ve zamanla büyüyecek”
-“Peki ne olacak doktor bey”
“En kötüsü zihniniz yavaş yavaş silinecek, insanlar, hatıralar, yaşam, hayat, çevre”
Orada dondu kaldı ve kulak kabartmadı doktora. Yavaşça yerinden kalktı. Ağır bir yük yüklendi. Ağır adımlarla çıktı.
Göçmen kuşların sıcak yerlere göç etmesi gibi zihni tüm kuşları ağırlamaya başladı. Hatıralarını birer birer kaybedecek sonra kaybettiğini bile bilmeyecekti. Sahi unutmak nasıl bir şeydi. Cebindeki anahtarlığı evde unutmak gibi bir şey mi? Yoksa eve alınacak bir şeyi almadan eve gelmek mi?
Ama bunlar telafi edilebilirdi. Unutmak hatırlamakla affolunan bir şeydi fakat hatırlamayacaktı.
Hemen nabzı hızlandı. Yüreği kıvranmaya başladı. Gözleri dolmaya başlamıştı. Kendi kendine hücum etmiş ve kan basıncını yükseltmişti. Hemen cebinden cüzdanını çıkardı ve bir fotoğraf çıkardı.
-“Onu da mı unutacağım yoksa” diyerek mırıldandı. Gözünden bir damla süzülürken acı acı güldü.
-“Hayır onu nasıl unutabilirim ki” gerçeğini kabul etmek istemedi. Fotoğrafı avucunun içine aldı. Göğsü daralmıştı. Nefeslenmek adına gökyüzüne baktı.
Perdeler kapanacak, karanlık daha da hakim olacaktı. Yüz metreden görüp tanıdığı yüzler birer yabancıya dönüşecekti. Yıllarını geçirdiği insanları her gün yeniden tanıyacaktı. En sevdiği yemeklerin tatlarını her gün yeniden keşfedecekti. Her sabah kalktığında yeni bir hayat kuracak kendi kendine. yürümeyi yeniden öğrenecek, sevmeyi, nefret etmeyi, güvenmeyi, su içmeyi, öksürmeyi, acı çekmeyi bir insanın bilmem kaç yılda öğrendiği şeyleri her gün yineleyecekti.
Her gün her gün her gün...
Zihnine hakim olamayıp yavaş yavaş adımladığı hayatı sinirini bozdu. Ve sertçe kafasını yumrukladı.
Bir oda dolusu kütüphanenin birer birer odadan çıkarılması gibi zihni boşaltılacaktı. Doktor beyninde tümör var dediği an zihnine haciz geleceğini anlamıştı.
-“Unutmak” dedi kısık sesle. Daha zoru unutulmak mı? Herkesin unuttuğu biri olarak düşünecekti. Artık kendini kontrol edemeyecek dünyası sıfırlanacaktı. Bu kabul edilebilir bir durum olmasa gerekti. Fakat katlanmak çaresizliği içinde olduğunu biliyordu.
Ölmek daha kolay diye iç geçirdi. bu ise her gün ölüp yeniden dirilmek gibi bir şeydi.
Ölüyorum yavaş yavaş dirilmeye diye iç geçirdi. aslında ölüm kavramı gözünde daha küçüldü. tümör ün zihnine açacağı savaş ölmekten beter bir mana taşıyordu.
Keşke dedi biraz önceki hastaneye ilk gelişindeki ana dönebilseydi. Aslında dönmek istediği zaman çok daha eskiler olmalıydı diyerek hayıflandı.
Yaz aylarında onunla birlikte gittiği koyları anımsadı. Baş başa geçirdikleri günleri, şiir söyleyen begonvil çiçeklerini ve onlarca yeşilliğin arasında saatlerce süren sohbetleri...
Hepsi birer birer silinecekti. Canı acıdı ve içi ezildi.
Zaman çok çabuk geçecekti. Ve esaretine bir kum saati uzaklığın daydı. Fotoğrafa tekrar baktı. Onu unutmak istemiyordu.
-“Acaba fotoğraflarını duvarlara mı asmalıyım” diye düşündü. Tebessüm etti. 17 lik ergen gibi hissetmişti.
Yoksa adını mı kazımalıydım ağaçlara ya da ondan bir ses mi ?
Onu unutmaktan çok korkuyordu. Aslında bu sorunun içerdiği durumsa onun unutmadığını unutmak istemiyordu.
“Yoksa o da beni unutacak mı?” diyerek akıp gitti bir süre sonra zihninden çıkacak caddelere...
YORUMLAR
"evim sensin" filmini anımsattı bana bu hikaye.
Sinemada izlemiş, yine Özcan Deniz'in oyunculuğunu beğenmemiştim fakat Fahriye Evcen filmi biraz olsun ayakta tutmayı başarmıştı. Bir de Karadeniz şarkısı söylemişti, çok tutmuştu o vakitler.
Hafızasını bir hastalık sonrası yavaş yavaş kaybediyordu. O anlar duygusaldı evet.
Siz duyguyu çok güzel yansıtmışsınız yazınızda.
Anlatım da çok başarılıydı.
Sadece yazılmak için karalanmış bir hikayedir diye umarak begenimi gönderiyorum.
İsabella tarafından 27.12.2021 14:46:05 zamanında düzenlenmiştir.
bir köşebaşı ışıkların sis kanatları altına omzunu çöküveren bir masalı seyrediyorum..
İnce dalın lâl dokunuşlu nabzında içinden geçiyorum.Zaman geçtikçe yakınlaşan yaraya iç acısıyla tebessüm edip,
Unutmamanın sancısında anılara bir adım daha ölmek
Korku ve seslerin iç içe girdiği duvarlar uzun bir yürüyüş
Beğenimle ve saygımla
....