- 355 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İşte Aşk Bu
Küçük ev küçük derenin berisindeydi. Küçük dere küçük bir köyde. Köy, Istrancalar’da bir yerde…
Küçük ev iki oda bir salondu. Burada sekiz kişi yaşıyordu. Bir babaanne, bir dede, bir baba, bir anne, iki kız, bir kardeş, bir de aga.
Ev küçük, bahçesi büyüktü. Bu böyle. Büyük bir ev ve büyük bir bahçe olsa, ya da bahçe küçük ama ev büyük olsa o zenginliği anlatır. Büyük bir bahçe, küçük bir ev; bu fakirliktir. Bu böyle…
Dağ köylüsü fakir fukaradır. Büyük ülkemizin küçük köyleri hep fakir fukaradır gerçi ya bu köy daha bir başka…
Fakirliğin fukaralığın fark edilmediği, varsıllığın bilinmediği bir zamandı zaman. Aslında fakirlik sağlıklı insanları pek üzmez; eğer fakir insan varsıllığı bilmiyorsa. Hiçbir insan fesat olmaz; eğer kötülüğü bilmiyorsa. Kışın sobasını yakıp ısınır, yer içer tıkınır. Yazın gölgedeki serinlikle yetinir. Üşürse giyinir, örtünür. Sıcaklarsa soyunur, açınır. Açsa var olanı yer doyunur. Yatar uyur, kalkar ayaklanır, çalışır. Gezer tozar avunur. Bayram seyran olur coşkulanır. Sever, sevilir, sevişir. Birey olduğunu, toplumun bir ferdi olduğunu bilir. Ateşim, aşım, suyum, havam, güneşim, hayata gülümseyişim; aslında hepsi bu, bunu iyi bilir. İşte böyle bir zamandı hikâyenin yaşandığı zaman. Dün değil, bugün hiç değil, zaman eskice bir zaman…
Bir yaz günüydü. Akşam olmuş, karanlık olmuş, ay doğmuş gümüş bir tepsi gibiydi. Gök yere yakın. Bulut yok, yağmur yok, her yer ışık dolu.
Ferdi bu köyün çocuğuydu. On yedi yaşındaydı ve şehirde okuyordu. Sarı saçlı bir kız aklını çelmiş, o da onu sevmiş. Kız, bu küçük evde yaşıyordu. Ferdi’nin aklında o, fikride o, tek o…
Onsuz olamıyordu. Bir gün görmese daralıyor, karamsar oluyor, deli oluyordu. Tek derdi buydu.
Akşam olmuş, karanlık olmuş, ay doğmuş, bir yaz günü son bulmuş; şimdi evde dursun, sarı tülü kızı unutsun olur mu?
Orak biçmekten gelmişti. Tepede güneş, yerde toz, bir elinde kavrama, ötekinde ellik, biç bağla, kaç tarla; gün boyu ebesi sobelenmiş. Sıcaktan pişmiş, terden ekşimiş, yorgun düşüp bitmişti ama onu çok özlemiş. Ferdi için ekin biçmek komik bir şeye gülüp geçmek, ne olacak lakin aşka düşüp Mecnun olmuş, tek derdi buydu. Hep onu düşünüyor, yol gözlüyor, soluk alış verişinde bile onu özlüyordu ki çok kötü; tek derdi buydu. Dert veren derman da verirmiş ama yalan. Onun derdi başka, ilacı yoktu. Leyla yoksa hiçbir şey yok, aşk işte buydu. Kız da onu seviyordu ki, esas olan da buydu...
Kavramayı attı, elliği attı, iki plastik termos kapıp suya koştu. Suyolu yokuştu. Yokuştan uçtu, termosları doldurup eve koştu. Hep koşuyordu zaten. Kız bağa, o bağa. Kız tarlaya, o tarlaya. Kız harmana, o harmana. Kız nerede Ferdi peşinde. Dere boyuna, dağın doruğuna, kayaların oyuğuna, orman kuytusuna… Koş babam koşuyor, hiç yorulmuyor, her yerde tülü kızı arıyordu. Kızın saçları tülüydü, lakabı tülü… Gel beri tülü, git öte tülü… Köydeki herkes ona böyle söylüyordu. Adı da Tülin idi. Aah ulan ah! Ferdicik bu Tülin’i çok seviyordu. İşte aşk dedikleri buydu.
Taş merdivenlere oturdu, bir çırpıda soyundu. Aldığı suyla güzelce ovundu. Ayaklarını yuğdu, ellerini yuğdu, yüzünü yuğdu. Sonra kalktı. Tozdan topraktan arındı, tertemiz olmuştu. İçeriye koştu. Giyindi, kuşandı, kolonyalandı. Aynaya baktı, çakı gibi olmuştu.
Akşam olmuş, karanlık olmuş, ay doğmuş...
Anası:
"Duur!" dedi ona, "Zayıf oğlum, hep koşan oğlum, âşık oğlum! Aç gezen oğlum! İki lokmacık ye de öyle git…"
Ferdi, dinlemedi, gene koştu. Yol yokuştu, yokuş aşağı uçtu. Çeşmeyi geçti, köprüyü geçti, meydan genişti. Geniş meydandan geçip gitti, gözü kimseyi görmedi. Ay varmış, her yeri aydınlatırmış, camların ışıkları meydana yayılırmış, insanlar varmış, kimseyi görmedi. Tülin’den başkasını gören gözleri Ferdi ne yapsın. Başkasını tutan eli, başkasını düşünen beyni, Leyla onu beklerken anasının verdiği yemeği Mecnun ne yapsın. Leylasız bir dünyayı ne yapsın…
Meydanlıktan sonra karanlık bir yola girdi. Yolca koşup gitti. Yoldan çıkıp karanlık bir bahçeye girdi. Bahçe otlu ve dikenliydi. Dikenler içinden gitti. Dikenli bahçeyi geçti, dikenli avlunun dibinden geçti, gide gide o küçük eve gitti.
Ulu cevizin dibinde biraz dikildi. Şimdi yüreği serinlemişti. Dikilirken küçük evi seyretti. Seyrederken gizli gizli sigara içti. Sonra diken avludan geçip büyük bahçeye gitti. Ev küçük, bahçe büyük; orası cennetiydi. Bir yanı dere, ötesi nere, bir ahır, sığır avlusu, ıvır zıvır; yıkık dökük samanlığın yanına gitti. Yıkık olsun dökük olsun ama onun olsun, orası gizli mabedi olsun, sevdiğiyle buluşsun, o samanlık cennetiydi.
Cennette bir süre bekledi. Tülü kız gelmedi. Kız gelmeyince dertlendi. Anasına göre zaten dertliydi.
Aşk işte böyle bir şeydi.
Koşup dere içine gitti. Biraz da öyle bekledi; Tülü kız gelmedi. Dertlendikçe dertlendi. Anası; "Duur…" diyordu boyuna. "Zayıf oğlum, hep koşan oğlum, Mecnun oğlum!" Onu dinleyip koşmadı, bekledi. O, hem koşar hem beklerdi. Sevdiği için can verirdi.
İşte aşk böyle bir şeydi...
Aşk sevgidir. Saflık, arılıktır. Özlemek, yol gözlemek, kimi kovalamak, kimi beklemektir. Aşk derttir. Derde derman bir şeydir. Sevmek, sevilmek, kimi gülmek, kimi üzülmek… Aşk gönül ilişkisidir. Akıllı değil deli işidir. Tarifi çeşit çeşit, kişilere göre değişir. Ne dersen de onu yaşamak gerekir.
O bekledi, kız gelmedi; aşk işte böyle bir şeydi...
Derede bekledi, ayaklarını ısırganlar yedi. Yanından kirpi geçti, kedi geçti, sonra tilki geçti. Tilki görmek hayra alametti.
Dereden çıkıp avluya gitti. Sığırlar serilmiş geviş getirmekteydi. Aralarından geçip ahıra gitti. Gidince ürktü, ürperdi, içi titredi. "Ya babası, ya agası gelirse!" dedi içinden. Ahır içinde kıstırılırsa âşık Ferdi’yi gebertirler, ürküntüsü bu sebeptendi.
Aşk, gebermeyi bilmekti.
Ahırdan çıkıp açıklıkta bekledi. Bekledi, bekledi, bekledi; Tülin gelmedi. Bari geberticiler gelmeseydi…
Dikilirken bakındı; karşıda yamaç, ötesinde dağ, gökte ay vardı. Dağın dereye düşen gölgesi vardı, açıklıkta ayla kucaklaşıyordu.
Bekledi ama Tülin gelmedi.
Ah, gelse de görse! Gelse, gülümsese, hiçbir şey söylemese… Söylese, söylese! Çok şeyler dese. Biraz sitem etse, sonra özür dilese, sarılıp öpse, sevse… Gülüm dese ve o da gülümsese.
Aşk böyle bir şeydi; hep bekledi ama Tülin gelmedi…
Yan bahçede dikenler vardı. Dikenler içinde ulu bir ceviz ağacı vardı. Dalında iki kumru, biri Şirin biri de Ferhat’tı sanki. Onlara baktı. Ötüşmüyor, öpüşmüyor; uyuyorlardı.
Tam o sırada evin kapısı aralandı.
"Geel gel." dedi, iç geçirerek. "Aç kapıyı gel. Fistanını savur gel. Uçup bana gel. İçim daraldı, can evim tıkandı. Ay sardı beni, sana nispet yaptı. Gel ondan al beni. Kollarını açıp yay, ay değil beni sen sar…"
Anası diyordu; "Dur, koşma! Biraz da bekle…" Anasını dinlemiş bekliyordu. "Mecnun oğlum, deli oğlum…" Diyordu anası. Ferdi, Mecnundu, kız da Leyla. Mecnun bekliyor, Leyla gelmiyor; ooff anam of!
"On yedi yaşında kız sevilmez ulan! Gönül bedavaya verilmez!" Babası öyle diyordu. Gönül vermiş ama bedavaya vermemişti ki! Gönül vermiş, gönül almış o.
Aşk işte buydu.
Aşk işi gönül işi, bunu bilen iki kişi. Üçüncüsü yok. Kız da onu seviyordu. Şimdi gelmediyse sonra gelir, gece uzun, elbet gelir.
Bekliyordu.
Kapı açılır, kapanır; sonra gene açılır ışık saçılır. Aşk ışıktır. Bu ışığı bekliyor, beklerken düşünüyordu. Tam üç senedir...
Üç sene önce on dördündeydi. Kız da öyle. On dördünde görüşmüşler, görür görmez sevmişlerdi birbirlerini.
Yıldırım aşkı…
Aşkları çok büyüktü. Ve azalmıyor, günden güne büyüyordu. Yazları gizli gizli buluşup görüşüyor, kışınsa okuldayken mektuplaşıyorlardı. Üç yıldır böyle yaşıyorlardı.
Anası, "dur" diyor, Tülin’se "otur."
O ne duruyor, ne de oturuyordu. Çünkü âşık. Dursa olmuyor, otursa hiç olmuyor, hep koşuyordu. Uyku bile yok. Kız bağa, o bağa. Kız bahçeye, o bahçeye. Kız dağa, o dağa. Kız pınara, o pınara. Kız komşuya, o komşuya. Tülin nerede, o orada. Hep peşinde…
Hem anası, hem de kız iyi biliyordu ki, Ferdi’nin okul güme gidiyordu. Hem aşk hem okul olur mu? Böyle okunur mu? Ama sular seller gibi okuyordu o.
İşte aşk bu; hem yazdırır, hem de okuturdu...
Küçük evin kapısı önce aralandı, sonra kapandı. Ceviz dalındaki kumrular ürküp uyanmadı. Aç karnı genen guruldadı. Kapı neden kapandı? Karnı neden guruldadı? İçi karışıyor, yüreği daraldıkça daralıyordu.
Anası diyordu; "Duur! Mecnun oğlum, deli oğlum! Aç ayı oynamaz, iki yudumcuk bişey yi…"
Dinlemiyor, hiçbir şey yemiyor, koşup Leyla’sına gidiyordu. Bu üç senedir böyle, babası da onu sopalamak istiyordu.
"Mecnun ol, Leyla ol, Ferhat ol, Şirin ol; Kambersiz düğün olmaz ama aşk karın doyurmaz lan! Çalışmayınca okunmaz, okumayandan adam olmaz! Adam olmazın âşık oğlu!" Babası böyle diyor ama yüzüne değil içinden söylüyordu. Ferdi, bunu da biliyordu. Biliyordu ki aşk ışıktır, aydınlatır. Biliyordu ki aşk, yürek işidir, kişilik geliştirir. Aşk sevgidir. Sevgi de her şeydir. Yüreğinde sevgi besleyen büyük kimsedir. Adam olmak ne ki? Büyüklüğün ölçüsü ne? Ferdi, her şeyi biliyordu. Adam kim, büyük kim, seven kim? Bir kızı çok seviyor, o sevmesini bilmeyenleri de biliyordu...
Kapı kapandı, sonra gene açıldı. Geceye ışıklar saçıldı. Bir de baktı ki ışıklar içinde Tülin vardı. Sarı saçlıydı. Tülü başlı, gül yanak, bal dudaklı… Gözleri deniz, elleri temiz, nefesi çiçek kokan.
Kapı açıldı, dudakları kapandı. Canı püf olup çıkacaktı, can alıcı gelmiş gibi. Sonra nefes alıp rahatladı. Gözleri parladı.
Tülin kapıyı usulca kapadı, dışarı fırladı, uçarak yanına vardı. Duvara yaslanmış, ay ışığına sarılmış Ferdi’nin karşısındaydı. Gülümsüyordu ay ışığında. Boncuk boncuk. Hem de titriyordu pır pır.
Ferdi, bir şey söylemek istedi ona. Kız elini uzatıp ağzını kapadı; "Suus!" dedi sessizce ona. "Hiç konuşma!"
Ferdi bir şey söylemek istedi, "Suus!" dedi gene kız. Çok bekletmiş, üzdüğünü biliyordu. "Gelemedim." dedi çaresiz. "Kurtulup gelemedim! Evde sıkıyönetim var. Görüşmemizi istemiyorlar. Bizi çekemeyenler var, kavuşmamızı istemiyorlar."
Ferdi, konuşmak, bir şey söylemek istiyordu hep. Kız bu sefer sus demedi. Boynuna sarıldı onun. Konuşamadı, Ferdi de sarıldı ona. Sarılıp sarmaştılar. Sonra dudak dudağa oldular; ne sıcak, ne yumuşak, ne tatlı. Ay ışığığını kovdular. Sarmaş dolaş döne döne ötelere gittiler. Öpüşürken başları dönünce sarmaş dolaşken samanlık yere düştüler…
Yer saman gök tavandı. Sarı samanlar üstünde yuvarlandılar da yuvarlandılar. Öpüşmekten, sevişmekten, birleşmekten yorulmadılar, bunun tadına doyamadılar. Aşk buydu, onu doya doya yaşadılar…
Sonra kalktılar. Silkelenip sarı samanlardan kurtuldular. El ele olup duvara yanaştılar. Duvarda ay vardı hala, onunla şakalaştılar. Ferdi, sırtını aylı duvara dayadı, Tülin de onun omzuna yaslandı. Sustular, hiç konuşmadılar. Konuşurlarsa sihir bozulacaktı, bozmadılar.
İşte aşk buydu…
Dolunaylı gecede aşkı doya doya yaşadılar. Ay kıskançlığından çatladı. Tanyerleri aydınlanırken horozlar ötünce ayrıldılar.
Koş ferdi, koş Ferdi, koooşş…
Sevgiye selam olsun
Ferdiler Tülinler var olsun
Aşk olsun
Aşk olsun
Tevfik Tekmen Ocak/2008 Lüleburgaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.