- 866 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
IŞIĞI YANAN EVLER
Bugünkü yazımda bir öyküden söz edeceğim.
Bu yaşanmış gerçek öykü Prf dr. Saffet Solak’a ait.
’’Tıp fakültesini yeni bitirmiştim . pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya’ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim. Gençtim, bekardım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer. İlk gece bir eve misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi. Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şeyde diyemiyordum. Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan Hacı anneye sıkılarak:
’’Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?’’ dedim. Hacı anne:
’’Evladım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz’’ dedi.
Merak ettim, tekrar sordum:
’’Trenden sizin bir yakınınız mı inecek?
Hacı anne:
’’Hayır evladım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı biri geldiğinde, ’ışığı yanan bir ev’ bulsun diye bekliyoruz.’’
Toplumsal ruhumuzun bir yanını bütün çıplaklığıyla ortaya koyan böyle bir öykünün sonunda sorulan soru, bu deniz feneri gibi ışığını yakıp son trenlerden inip de uçsuz bucaksız bozkırın ortasında sokakta kalacak yabancıları bekleyen evlerin hala kalıp kalmadığıdır.
Bir bardak suyun bile alınır satılır olduğu bu ülkede bu türde sorular sorup durmanın taşıdığı o büyük anlam bir yana ki, bundan daha önemlisi , bizi biz yapan, Türkiye’yi Türkiye yapan, Tanpınar’ın mistik bir biçimde ’’Huzur’’da, ’’Mahur Beste’’de, ’’Saatleri Ayarlama Enstitüsü’’ nde; İrfan Yalçın’ın gerçekçi bir biçimde ’’Fareyi Öldürmek’’te, ’’Genelev’’ de, ya da ’’Pansiyon Huzur’’da, başka yazarlarımızın başka romanlarında elbet başka yönleriyle; Lütfü Akad’ın, Metin Erksan’ın, Halit Refiğ’in filmlerde, şairlerimizin şiirlerde, Nuri İyem’in , Rasin’in resimde araştırıp ortaya koymaya çalıştıkları o ruhtan- ’’O iyi insanlar o güzel atlara binip git’’ mediler,- şu her şeyimizin satılığa çıkarıldığı, topraklarımızın hem altının hem üstünün yağmalanmaya çalışıldığı, dört bir yandan kuşatıldığımız zamanda, geriye ne kaldığıdır. Bunun araştırılması apayrı bir iş ve bugünün sosyal, ekonomik,toplumsal, siyasal, kültürel ve daha bu türlü bir çok yönden çözümlenmesiyle ortaya konulabilecektir.
Benim ise, daha çok roman özgülünde bakmak istediğim yer, bir kara deliğe benzeyen kalbimizdeki-ruhumuzdaki o siyah nokta. ya da Metin Altıok’un şiirine konu ettiği özgün sözcük ile söylersem, ’’Süveyda.’’
Romancılarımızın bunu ne kadar kavrayabildikleri ve kavradıklarının ne kadarını ortaya koyabildiklerine de bir başka yazıda bakalım.