- 495 Okunma
- 0 Yorum
- 4 Beğeni
Ayazın bağrında hiç oralı değildi nedense...
Sessizce sonlandırdı tükenmiş adımlarını. Sanki güz çekiştirmişti de ellerini, öylece durakaldı. Adımları harekete geçmemek için öyle direniyordu ki, bitkin bedenini zemherinin acımasız kollarına bırakıp, bir daha gözlerini açmamak üzere donup kalsa, umurunda değildi ihtiyar adamın. Oysa, belki de şu hayattaki en büyük arzusu olan ölümün, kendisini bulmaması için, gece gündüz ellerini göğe açıp yalvarıyordu Rabbine.
Terkedilmiş viran, yıkıntı bir gecekonduydu, her seferinde adımlarını eşiğine basmak istemediği ihtiyar adamın... Ama nihayetinde, dönüp dolaşıp her gecesine ızdırap olan bir gecekondu. Pencereleri ve çatıları, bulup buluşturduğu kirli naylonlarla yamalanmış yıkıntı bir ev değildi kederi oysa! Ve her gecesine hüznünü biraz daha katmerleştiren de değildi yoksunluk. Öylece adamakıllı dikilirken, yine dayanamadığı o inleme sesi kulağına ilişince, köhne gecekondunun eşiğine aceleyle adımını atıp tüm düşüncelerini savurup attı zihninden...
İçeri girer girmez;
"Dede" diye ağlayarak bacaklarına sarıldı küçük kız.
"Dede, annem çok kötü, çok kötü. Sürekli inledi durdu. Dede, anneme yardım et, ne olur, dede, dede."
İhtiyar adam, yanaklarından süzülen damlalara engel olamadı küçük kızı kucağına alırken. Sevgiyle küçük kızın üşümüş alnından öptü.
"Tamam yavrum, üzülme sen, ev buz gibi olmuş, dur biraz birşeyler topladım, sobayı yakayım, annene hemen sıcacık bir çorba yaparım, kendine gelir sıcak çorbayı içince inşallah" dedi gözü yaşlı torununa.
Küçük kız teselli olduğunu belli edercesine başını sallayıp sımsıkı dedesine sarılmıştı. İhtiyar adam sevgiyle kucakladığı torununu yavaşça yere bıraktı. Ağır adımlarla kızının başucuna vardı. Kızının sevgi dolu bakışlarına yüreği dayanamayan ihtiyar adam, hasta kızının sessizce başını okşamaya başladı. Zavallı adam, yanındayken tüm ızdırabına karşın, sessizce ve sevgiyle yüzüne bakan kızına gözyaşlarını göstermemek için başını çevirdi.
Yavaşça doğrulup, ağır adımlarla dışarıya bıraktığı çuvalı almaya çıktı. Minik torunu ağlamayı kesmiş, meraklı gözlerle dedesini izlemeye koyulmuştu. İhtiyar adam çuvalın içinden bir kaç kırık dal parçası ve biraz da kartonu avuçlayıp çıkardı. Kapının hemen yanına bir çiviye astığı küçük baltasını alarak dalları sobaya sığacak şekilde kırmaya başladı, nihayet dalları kırınca yavaşça doğrulup küçük baltayı yerine astı. Yeniden zoraki yere doğru çömelip, kırdığı dalları ve kartonları da alıp eve girdi. Sobanın içine önce kalın dalları dikkatlice yerleştirdi ve kartonları da yırtarak, dalları çabuk tutuştursun diye aralarına sıkıştırdı.
Meraklı bakışlarla dedesini seyreden küçük kız sıra kibrit yakmaya gelince sevinçle gözleri ışıldadı.
"Dede, ne olur kibriti ben çakayım, ne olur?" diye heyecanla dedesinin kollarına yapışmıştı ki, dedesi, yorgun yüzünde belli belirsiz bir tebessümle, torununun o güzel yüzüne bakıp kibriti ona uzattı.
Sevinçle kibriti alan küçük kız hemen kibriti çakmaya çalışmıştı ama, ilk denemesinde kibriti tutuşturamayınca şaşkın bir bakışla birlikte aceleyle kibriti ikinci defa çaktı. Kibrit tutuşunca sevinçten ağzı kulaklarına varan küçük kız, yanan kibriti sobadaki kartonların olduğu yere dikkatlice bıraktı. Kartonlar yavaş yavaş tutuşunca ihtiyar adam sobanın kapağını kapatıp torununun elinden kibriti aldı ve cebine koydu. Evdekilere çorba pişirmek için, ağır adımlarla naylonla kapladığı pencerenin önündeki küçük tüpü alırken, pencereyi hafifçe araladı ihtiyar adam. Birden gözü, gayriihtiyari kararan gökyüzünde yavaştan sessizce düşen kar tanelerine ilişti. Öyle sessiz ve güzel düşüyorlardı ki karlar yere, bir müddet öylece takılı kaldı gözleri.
Torunu, aralanan pencereden kar tanelerini görmüş, sevinçle;
"Dede, dede kar yağıyor dede" diye sevinçle kapıyı açıp dışarı çıkmıştı.
İhtiyar adam sevgiyle ve buruk bir tebessümle torununun ardından bakakaldı. Yağan kara hüzünle eşlik eden ezanlar tüm şehri kuşatırken, kar kasvetli gecenin içini ferahlatmak istercesine adamakıllı hızlanmıştı. Bir tarafta göklerden yükselen rahmet nidaları, diğer tarafta bu nidalara umursamayı çoktan unutmuş koca şehir... Sanki betonlara gömülmüş kirli merhametleri tüm hıncıyla örtmek istiyordu karlar, gecenin tüm karalığına inat.
İhtiyar adam sessizce duasını etti ezanın ardından. Küçük kız, koca şehrin tüm zalimliğine rağmen sevinçle karları tutmaya çalışıyor, zıplayıp duruyordu bir oraya bir buraya koşarak. İhtiyar adam, sessizce kapıyı kapattı, gaz lambasını cebinden çıkarttığı kibritle yaktı ve hasta kızına bir tas çorba yapmaya koyuldu.
Gece uzundu...
Ve...
Ayazın bağrında hiç oralı değildi nedense!
Merhamete, insanlığa...
Hem de hiç oralı değildi şehir!
Zalim şehir...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.