- 470 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AĞLAYAN BİR AT GÖRDÜM
Yeni bir gün, sabahın seher vakti… Yeni günle beraber yeni çocuklar, yeni kuzular doğacak, yeni çiçekler açacak. Her şey yeniden başlamış olacak. Bir düğün, bir doğum ya da bir cenaze o evin değil, bütün köye aittir. Acılar da öyle, köyündür.
Köyün daracık sokaklarında yeri göğü inleten bir atın kişnemesi yankılandı. Acıklı. Ağlamaklı, yürek yakan. Bir anda çöken toprak dam evlerin arasında bir uçtan diğer uca koşuyor; kaba, kızgın, imdat bekler bir bağırışla kişniyordu. Bu bir meydan okuma narası değil, imdat kişnemesi. Göz açıp kapayana kadar köy toz bulutu içinde kalmıştı. Ortalık toz dumandan geçilmiyor, duvarlardan halen düşen taşlar var. Güçlükle ayakta durmaya çalışan bir toprak dam fazla dayanamıyor. Sahipleri ilk sallantıyla evi boşaltmışlar. Kolay değil, zelzele…
Adı, Varto depremi olarak hatıralarda kaldı.
Toprak damlı bir evin bitişik yanı, üst üste düzenli şekilde sıralanmış arı kovanlarına ayrılmıştı. Söğüt dallarından bir de gölgelik yapılmıştı. Köy yerinde kovanlar çamurdan yapılır, kırılması kolaydır. İlk sallantıda duvardan taşlar yuvarlandı, toprak dam fazla dayanamadı, arı kovanların üzerine yıkıldı. Bal arıları tozu dumanı, sıcağı sevmezler, işlerine karışanlardan haz duymazlar. Kırılan kovanlardan arılar uçuştu, delicesine saldıracakları bir yer aradıkları sinirli hallerinden belliydi. Bir top bulutu oldular, o tarafa bu tarafa döndüler, uğultusu köyü aldı. Kovanlar boşanmıştı. Arılar oğul vermiş gibi konacakları bir dal arıyorlardı. Havada çok toz, duman vardı. Kuzu ağılı çeperlerine bağlanmış ata saldırdılar. Bir anda başı petek gibi sıvandı. At huysuzlandı, yüksek sesle kişnedi, bağlandığı yerden sağa sola atıldı, kurtulamadı. Sıkı bağlanmıştı, kendini kurtaramıyordu. Binlerce arı gözüne çokuşmuşlar, burun deliklerinden, kulaklarının içine kadar her yer bal arısı. Çok arı vardı, atın başı arılardan görünmüyordu. Huylanmıştı. Yularını kopardı, deliler gibi döndü. Durmadan koşuyor, etrafında dönüyor, sağa sola çifteler savuruyordu. Duvardan düşen taşın biri yuvarlanarak tam atın önünde durdu. At üzerinden atladı. Çığlık gibi, acı, uzun uzun kişnedi. Köy kendi derdine düşmüştü, ata bakan olmadı.
Beyaz donlu at ağlıyordu.
Öğlen sıcağı altında köyün üzerine çöken toz duman bulutu, insanların anlaşılmayan bağırıp çağırmaları arsında beyaz donlu at neye uğradığını şaşırmış, etrafında dönüp dolanıyor, üst üste çifteler savuruyordu. Bir türlü sakinleşmeyi bilmeyen atı yularından tutmak bir yana, korkudan yanaşan olmadı. Kimse bir şey yapamıyordu. Atın sahibi birkaç delikanlıyla yaklaşmaya çalıştılar, rasgele savrulan çiftelerden koktular. Başı, renkli yemeni ile sarılı yaşlı bir kadın, elinde alıç dalından bastonu atın döndüğü yere uzattı:
“Ocağı batasıcalar!.. Şu hayvanın yularını yakalayacak bir yiğit yok mu?” İnce sesiyle bağırdı, duyan olmadı. Birden dikleşti, kendinden umulmadık bir sesle:
“Kadın kılıklılar sizi… Size diyorum.” Elindeki alıç ağacı bastonuyla atı gösterdi.
Kara gözlü, karakaşlı, yüzü güneş yanığı gözü kara bir delikanlı düşünmeden ileri atıldı, tam yularını yakalayacaktı, at yana sıçradı, çifteler savurdu. Birkaç kez daha etrafında deliler gibi döndükten sonra, harmanlar düzlüğüne doğru aldı başını gitti. Gözlerden kayboluncaya kadar arkasından baka kaldılar.
Şehitlik tepesinden bir bulut kümesi geçti. Köyün içine koyu gölgeler girdi, çok beklemeden kayıp gitti. Beyaz donlu at da öyle, yitti, gitti.
...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.