- 281 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YOLCULUK
”Önüne gelen çayı iştahsızca bitirirken; Arif ve Hasan öğretmen aracılığı ile öğretmen olarak atandığı köyden biri ile yüz yüze gelmiş olmanın verdiği mutluluk, mavi gökyüzünü yalayarak geçen beyaz bulut gibi geçti yüzünden. Bir an yorgunluğunu unuttu. Elini ceketinin iç cebine uzattı. Sabah aldığı sarı zarf orda öylece duruyordu. Yıllardır içinde büyüttüğü öğretmen olma hayali bir beyaz kâğıda yazılıp zarf içinde bu sabah İlköğretim müdürlüğünce kendisine teslim edilmişti. Üzerinden saatler geçmiş olmasına rağmen pır pır eden kalbi bir türlü sakin olmayı beceremedi. Hayalini cebinde taşımanın verdiği bir heyecandı kalbinin tutulduğu. Bu günü, kaç yıldır, hatta çocukluğundan itibaren bekliyordu. İlkokulu okurken annesi O’nu hep oğlum öğretmen olacak diye seviyordu. Annesinin dileğinin gerçek olduğu saatleri yaşamanın verdiği mutluluğu ceketinin sol iç cebine soktuğu elinin avucunda sıkı sıkıya tutuyordu şu an. Hasan öğretmenin dikkatinden kaçmadı.” Sol yanında bir şey mi var? Geldiğinden beri elini sürekli orada tutuyorsun,” dedi.
“Yok. Yanımda bir şey yok. Zarf burada da.” Yanındaki diğer iki yıllık, üç yıllık öğretmenler bir birlerinin yüzüne baktılar.
“Biz de böyle değimliydik?” dedi biri.
Eğer elinde bir kalem bir kâğıt olsaydı. İlk yazacağı cümle şu olurdu belki de.
“Yedi yaşında bir çocuk önüm sıra koşuyor ve ben o çocuğa yetişemiyorum.” içinde bulunduğu durumu özetleyecek olsaydı o zaman da şey derdi. Bütün düşüncelerim arapsaçı gibi bir birine karışık.
Hasan öğretmene; “Ağabey, sorsaydık. Köye giden traktör ne zaman gidecekmiş. Beni unutmasınlar sizin yanınızda. Hazır içim de size ısınmışken.”
“Yok,” dedi. Bir kaç dakika önce tanıştıkları öğretmen ağabeylerinden biri.” Seni unutmak ne kelime? Hem unutsalar bile gece gelip götürürler. Köylerine öğretmen atanmış. Kolay mı o köye öğretmen atamak?” Az önce yüzüne yayılan mutluluk bir anda iz bırakmadan çekilip gitti. Söylenilen cümleden, ürktü.” Kolay mı? O köye öğretmen atamak. Demek ki…”Hemen farkına vardı Hasan öğretmen bu cümlenin zihninde yarattığı olumsuzluğun. Konuşurken dikkatli olmak lazımdı. Bir sürü söylentinin olduğu yıllardı. Böyle söyleyip çiçeği burnunda bir meslektaşı ilk günden ürkütmek olacak iş miydi?
Toparladı. “Yok, Kemal öğretmen. Dediğine bakma. Lafın gelişi. Burada her köy bir birinin aynıdır. Bir fark var. Biri yola yakın, biri uzak. Seninki de yola uzak köylerden biri. Gerisi endişe edilecek değil. Dediğim gibi. Uzak o kadar.” Dedikleri harfiyen doğruydu. Ama uzaktı.
Kahvenin kalabalığı yavaş yavaş azalmaya başladı. Anlaşılan sabah gelenler akşam dönüyorlardı. Kapıdan başını uzatan içeri sesleniyordu, birkaç kez üst üste. Traktör gidiyor. Bu cümleyi duyan üç beş kişi birden kalkıyordu.
Kılavuz köyünden olduğunu söyleyen biri girdi içeri.” Doğruca öğretmenlerin oturduğu masaya yöneldi. “Bizim öğretmen varmış burada” dedi.” Mehmet emmi gönderdi. Traktör gidiyor. Öğretmeni bekliyoruz. Hemen yerinden fırladı.“ Valizini aldı. Teşekkür etti. Gelen adam önde, öğretmen arkada çamurlu sokaktan yürüdüler. Traktörün yanına geldiğinde şoför, traktörü çalıştırmış, gelenleri bekliyordu.
Valizini gençlerden biri aldı. Yukarı koydu. Kendisi de römorkun üstüne çıktı. Valizinin yanında şeker çuvalının üstüne oturdu. Yolculardan biri bağırdı.” Tamamız. Sür.”
Meşe ağaçlarının meydana getirdiği ormanlığın batısından güneş kaybolurken burnuna keskin mazot kokusu geldi. Egzozdan çıkan dumanı esen rüzgar, yolcuların üzerine çevirdiğinden öylece burnuna doldu.
Bindiği traktör sallanarak geçti yol kenarındaki mezarlığın önünden. Mezarlıklardaki çalı çırpı temizlenmiş yol kenarına atılmıştı. Bir kaç ihtiyar mezarlıktan yana döndü. İçlerinden dua okudular. Duaları bitince ellerini yüzüne sürdüler. İhtiyarlar duasını okurken gençler kendi aralarında şakalaşıyorlardı.
Römork tıka basa eşya doluydu. Herkes, yağmurlar yağmadan, kar kış gelmeden, yollar çamur olmadan, kışlıklarını almıştı. Anlaşılan kış fenaydı buralarda. Şeker çuvalları çoğunluktaydı. Römork havaya zıpladıkça kaydı yanındaki ihtiyarın sol yanına yapıştı. Kendini toparladı.
“Aldırma,” dedi.” Yaşlı adam. Bu yolculuk bundan başka yapılmaz. Bundan birkaç yıl öncesinde bu yollarda eşeklerle, katırlarla, atlarla gider gelirdik. Ev geldiğimize üç gün kalkamazdık yerimizden.” Traktör hareket etmeden önce. Öğretmeni bekliyoruz dediklerinden, yanındaki bu genç delikanlının köylerine gelen öğretmen olduğunu bildiğinden konuşmalarını daha düzgün yapamaya çalışıyordu yaşlı adam. “sizin köyle böyle mi? Yoksa daha kötü. İyide ola bilir.”
Gürültünün içinde sesini duyara bilmek için yüksek sesle; “Aşağı yukarı böyle. Atla eşek varda, katırla traktör yok. Bizde tıpkı sizler gibi sanki eşyaymışız gibi kamyonlarla taşınıyoruz. Köyden pazara. Traktör bayırın ortasındaki dönemeci dönerken herkes sustu. Şoförün usta manevralarına bakıyordu. Dönemeci döndü, yokuşu homurdanarak çıktı. Önünde düz tarlalar vardı. Tarlaların arasından geçen yol, ormanlığın içine doğru döndü. Anızlar yakılmıştı. Geride yangının izleri duruyordu. Yolun sağında solunda belli aralıklarla dizili ağaçların yaprakları, sarının tonlarındaydı. Gittiği yönün tersine bir dere akıyordu. Suyu boldu. Dere kenarlarında çocuklar, akşam karanlığının yaklaştığı bu saatlerde oyunlarını oynuyordu.
Derenin öbür yakasında, eşekler otluyordu. “yanındaki ihtiyar eşekleri göstererek,” Traktörler gelince bunların yükü azaldı.” dedi. Geçtiği her yer, her şey gerilerinde kaldı. Bir çift gözle gördüğü coğrafyayı, annesinin kanaviçe üzerine işlediği danteller gibi beynine işliyordu. Yol uzadıkça sürekli inenler oluyordu. Bir ara daha çok yolumuz var mı diyecekti vaz geçti. Nasıl olsa binmiş gidiyordu. Bir saat erken veya geç. Ne fark ederdi.
Evlerinden ayrılışının bu akşam, ikinci günün sonuydu. İki gün önce ayrılırken babası sıkı sıkıya tembih etti. ”Sakın, memlekette olan olaylara karışma. Sen ekmeğini eline almış, devlete sırtını dayamışsın artık. Devlet ekmeği yiyip devlete kılıç çekmek olmaz. Göreyim seni. Senin işin sana verilen çocukları okutmak. Gittiğin yerin yabancısın. Dikkatli ol. Her köyün bir delisi mutlaka olur. Çocuk değilsin koru kendini. Sen doğru ol. Eğri belasını bulur unutma. Başına her şey gele bilir. Neler duyuyoruz. Neler. Göreyim seni. Bunca yılın emeğini zayetme. Devletin yedirdiği ekmeğin karşılığını devlete vermek için elinden geleni yap.” Sarıldı gözlerinden öptü. Annesi, bilmediği bir yere gönderdiğinden dolayı endişeliydi. O’nun da derdi memlekette olan olaylardı. Korkuyordu.
“Baban kadar aklım ermez oğul,” dedi. Babana kulak ver. Sen okumuş adamsın. Ama baban boşa laf söylemez. Kaç yıl bu köyde muhtarlık yaptı. O bilir gelen giden öğretmenin, nasıl davrandığını, neler yaptığını, köylünün hangi öğretmeni niye sevdiğini veya niye sevmediğini. Göreyim seni.” Traktörün motor gürültüsünün arasından sıyrılarak geliyordu, anne babasının söyledikleri. Önüne eğdiği başını kaldırdığında yalnız kendi vardı römorkun üstünde. Köyün alt başından üst başındaki meydana çıkıncaya kadar herkes inmişti. İki kişiydiler, bir şoför, bir kendi.
Babası,” bir yıl kal. Seni buraya aldırırım. Çok hatırlı adamlarım var. Bakanla kaç kez görüştüm Ankara’da. O kadar torpil yapıyor. Benim için mi yapmayacak. dediği geldi aklına. “Torpilde neymiş. Ben böyle bir ders görmedim okulda. Başkalarının hakkına el uzatmak en büyük ahlaksızlıktır. Hatta kaç kez söz verdik. Bu bayrağın dalgalandığı her yerde görev yapmak için ne gerekliyse onu yapacağız diye.
Şoför;
“Adım Musa, öğretmen bey. Geldik say. Senin ki?”
Etrafına baktı kimse yoktu.
“Bana mı sordun?”
“Sana sordum. Farkındaysan, kimse kalmadı römorkta. Bir sen birde ben.”
“ Af edersin. Dalgınlık. Yorgunluk. Yabancılık. Ne sayarsan say. Bu arada adım; Kemal.”
“Bu köye öğretmen olarak geliyorsun değil mi?
“Evet, köyünüze öğretmen olarak geliyorum.”
“Geldik. Bu gece bende mi kalırsın? Muhtara mı gidersin? Benim için fark etmez.”
Düşündü.” Galiba muhtara gitsem iyi olur.”
Konuşmaya şoför ara verdi. Ezan okunuyordu. Akşam Ezanı okunurken köy meydanında, geniş bir halka çizdi. Durdu. Farları karanlığı aydınlattı. Başını çevirdi.
Kısık sesiyle, okunan ezanı bölmek istemediğinden,“ son durak.” dedi.
Bacakları uyuşmuştu. Ayağa kalktı. Karıncalanmanın bitmesi için bacaklarına elleriyle vurdu. Bir müddet bekledi. Sonra bir iki adım attı. Aşağı inecek kadar düzeldi bacakları. Siyah valizini uzattı yerdeki çocuğa.
“Al” dedi şoför.” Sizin yeni öğretmeniniz.”
Çocuk öğrenci değil kocaman adamdı. Sesini çıkarmadı. Atladı römorktan aşağı. Yapa yalnız kaldı bir anda.
“Sen öğrenci misin” dedi?
“He.”
“Büyük görünüyorsun?”
“Geç başlamışım okula.”
“Neden?”
“Babam yokta.”
“Sen, beni muhtarın evine götürebilir misin?”
“Amcam olur.”
“Öyleyse gidelim.”
DEVAM EDECEK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.