- 393 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SON YILLARIN EN ŞİDDETLİ KIŞI . KONYA - 13 MART 1971
Darbelerin Muhtıraların beş on yılda bir çiçek gibi açtığı ülkemde askerler 27 Mayıs 1960’dan yaklaşık 11 yıl sonra sivil siyasete yeniden müdahale etti. 12 Mart 1971’de saat 13.00’te, Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un imzasını taşıyan muhtıra, TRT radyolarından okundu.
Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a, Başbakan Demirel’e, TBMM’ye ve Cumhuriyet Senatosu’na yazılı gönderilen 3 maddeli muhtırada, Demirel istifa etmez ve yerine askerlerin onaylayacağı bir hükümet kurulmazsa, ordunun idareyi doğrudan üzerine alacağı bildirildi. Bu muhtıra üzerine son yıllarda ülkede yaşanan anarşik olayların üstesinden gelemeyen Başbakan Demirel şapkasını bırakarak istifa etti. Bu muhtıra olayından saatler sonra Konya da son yılların en şiddetli kışını yaşadık.
Konya 13 Mart 1971
Konya Hava Üssündeki görevimin ikinci yılı. Üs Komutanı Tuğ.gen. Halil Sözer, Malzeme Komutanı Şinasi yarbay, Destek grup Komutanı Çorlu albay. Bakım Komutanı Bnb. Sırrı Damarsardı, U çak bakım subayı Yzb. Kamuran Gürle.
3. Ana jet Hava Üssü Bakım komutanlığı hidrolik atölyesinde görev yapan 21 yaşında genç bir astsubayım. 13 Mart cumartesi sabahı Konya’nın Meram yolundaki Battı- çıktı da ki bekar evimizden mesaiye gitmek üzere sabahın 04.00 de yola çıktık. 12 Mart cuma günü saat 13.00 haber ajanslarında Türkiye silahlı kuvvetlerince mevcut Demirel hükümetine verilen muhtıra nedeniyle tüm ülkede silahlı kuvvetlerce askeri teyakkuz ilan edilmişti. Yanımda ev arkadaşım Necdet ve Ahmet abi var. Ahmet abi kara kuvvetlerinde bando asb.yı, onun aracı ayrıydı. Sabahın köründe buz gibi ayazda Ordu pazarının önündeki durakta mesai arabasını beklemeye başladık. Hava oldukça soğuk. Dün akşam mesaiden çok geç döndük. Muhtıra nedeniyle uçaklarımız ve biz alarm durumunda bekledik. Dün öğle üzeri Türkiye radyolarından saat 13.00 de silahlı kuvvetleri komuta heyeti Demirel hükümetine verdiği muhtıra okundu. O anda bakım hangarı gazinosundaki radyodan dinleyenler varmış, onlardan duyduk. Daha sonra Bakım Komutanı hangarda toplantı yaparak, mesai ikinci emir evlere gidilmeyecek dendi askeri teyakkuz durumuna geçtik. Silah dağıtılacağı söylendi, ama bu darbe olmadığı için, önlemler biraz daha hafif oldu. Akşam üzeri görevli personel dışındakiler evlerine gitti. Biz de evine gidenlerdendik. Gece saat 23.00 ’e doğru eve gelebildik. Yorgun argın bir gece kulağımız radyo haberlerinde, evimizde ufak bir radyo var. Dünya ile iletişimizi onunla. Evde Bando asb. Ahmet abi ve hava Asb.yı 68 mezunu Seyhan’la birlikteyiz. Daha önceleri Ankara yolu üzerinde ki hava lojmanları misafirhanesinde kalıyordum. Geçen ay bu eve taşındım. Yorgun geçen bir gün ve yarı uykulu bir gece sonu akşamdan kurduğumuz saatin çılgınca çalan zilin sesiyle sabah erkenden uyandık. Ev buz gibiydi, salonun ortasına kurduğumuz odun sobası sönmüştü. Büyük teyzemin oğlu Ahmet dayımın bizim istemez dememize rağmen zorla getirdiği odunları iyi ki almışız. Bu soğuk günlerde şimdi ne güzel ısınıyoruz. Ev de buzdolabı yok, sadece ufak bir tüp var. Yemekleri genellikle ordu evinde yiyiyoruz. Acele mutfakta bulduğumuz zeytin peynirle yapılan kahvaltı sonucu, buz gibi resmi elbiseleri geçirdik üstümüze. Benim odam arka bahçeye bakan kısım da, güneş görme şansı hiç yok, ufak bir balkon komşu evlerin bahçesine bakıyor. Ahmet (Gündoğmuş) Dayımın getirdiği odunları buraya istifledik.
Meramdan oturan arkadaşları alan askeri araç battı çıktıdan çıkınca ışıkları durağımızı aydınlatmaya başlayınca, biz ayakta bekleyenlerin yüreği ferahladı. Soğuktan donmak üzereydik. Karanlıkta boyun atkıları ve şapkaları arasına sinmiş birbirimiz tanıyamıyorduk bile. Kıdem sırasına göre araca bindik. Araca girerken en önde oturan komutana elini şapkana götürüp asker selamı veriyorsun. Eğer dalıp unutursan uyarılıyor veya fırça yiyiyorsun. En çömez olduğum için en son araca binen benim. Yerimde aracın en arkası, araç doluysa ayakta. Tekrar mesai aracındayız. Bugün cumartesi mesai öğleye kadar. Malum muhtıra olayı, ortalık gergin. Belki cumartesi pazar mesai olabilir. Mesai aracının arkalarında bir köşede oturdum. Buz gibi cama yasladım başımı. Yol 45 dakika sürüyor. Belki biraz kestirebilirim.
Bugün uçuş olmayacağı için hepimiz bakım hangarındaki atölyelerdeyiz. Sabah gelirken hava açık günlük güneşti, ama ayaz yakıyordu insanı. Atölye şefimiz Kd. Bçvş. Mehmet Batmazoğlu, yardımcısı Yavuz Yerdenler, Bakım komutanı Bnb. Sırrı Damarsardı, Merkezi Bakım subayı Yzb. Kamuran Gürle, Atölye arkadaşlarım asb. Saim Özen, Tuncer Tekkanat, Ahmet Aydoğdu, Hayrettin Çallıalp, Mustafa Şenyılmaz, Ali İşlek, M.Emin Dursun, 70 li arkadaş Ayhan Karacak, 69 lu devre arkadaşlarım İbrahim Katuk ve Kerim Kaya Konya hava üssünde F-84F ve T-37, T-11 uçaklarının, ayrıca irtibat kıtasının T-33 ve T-11 Uçaklarının bakım ve onarımlarını yapıyoruz. Meteoroloji öğleye doğru fırtına geleceğini anons edince, Bakım komutanı uçaklarının emniyetlerinin kontrol edilmesini, gerekli emniyetlerinin alınmasını emretti. Bu görev uçak makinistlerini ilgilendirdiği için, biz gazinoda ya da atölyede oturup mesainin gidip gitmeyeceğini bekliyorduk. Gerçi askeri teyakkuz durumu, (muhtıra) devam ediyordu. Saatler 13.30 göstermeye başlayınca kar yağışı başladı. Gittikçe artan rüzgar fırtınaya dönmüştü. Kar yağışı fırtınanın etkisiyle şiddetli tipiye dönmeye başlayınca hangar kapıları kapatıldı. Dışarıda fırtınanı şiddeti gittikçe artıyordu. Günlerden cumartesi olduğu için tabldotta da öğle yemeği çıkmamıştı. Biz de kantinde tost yaptırıp yedik. Atölye arkadaşlarım, evli olanlar mesaiye gelirken genellikle evlerinden sefertası içinde ev yemeği getirirler. Tabldotta yemek tabii ki biraz pahalı oluyor. Onlar eski asker, teyakkuz ve alarm durumlarında mesainin uzayacağını bildikleri için evden gelirken çantalarındaki sefertaslarında yemek, yedek ekmek peynir bulundururlardı.
Saat 14.30 kadar mesai arabaları ortalıkta görülmeyince tamam dedik mesai gitmeyecek. Hava iyice bozmuş, şiddetli fırtına ve tipi görüş mesafesini iyice azaltmıştı. Yarım saat içinde göz gözü görmez oldu. Biraz sonra yapılan anons fırtına ve tipini daha da artacağı rüzgarın 80 knott’ı aştığı ve mesainin ikinci emir olduğuydu. Bu haber üzerine genellikle bekarlar kantine hücum etti. Yarım saat içinde kantinde ne yiyecek varsa tükendi. Bakım komutanlığı hepimizi hangara toplayarak acilen yapılması gerekenleri anlattı. Hiç kimse bulunduğu yeri yalnız başına terk etmeyecekti. Makinistler iyice giyinip, hangar önündeki uçakların takozlarını, hava alık kapaklarını kontrol etmeye gitti. Dışarıda duran parça bekler uçaklar hangarın içindeki boş yerlere çekildi ve kapılar kapatıldı. Kaloriferler son hızla yanmasına rağmen çelik hangar buz gibiydi. Atölyeler ise kısmen sıcaktı. Bu arada önlem olarak arama kurtarma ekipleri kuruldu. Saat öğle sonrası ikiyi geçmişti. Hangar önündeki uçakların yerlerdeki kancalara bağlanması emredildi. Şu ana kadar, ikmal levazım, filolarla araç iletişimi sağlanıyordu. Levazım kumanya hazırlıklarına başlamıştı. Lojmanlarda, şehirde evleri olan evli arkadaşlar evini eşlerini, çocuklarını merak ediyordu. Atölyemizde telefon olmadığı için hangarın iletişimi idari kısımdaki ve gazinodaki telefondan sağlanıyordu. Biz bekarla için sorun yoktu ama evli arkadaşlar endişe içindeydi. Evlerini aile ve çocuklarını merak ediyordu. Lojmanda oturanlarda sorun yoktu, onlarla iletişim sağlanıyordu.
Şu ana kadar üs içindeki anons sistemi çalışıyordu. Lojmandan ve orduevinde gelen haberler göre şehirde durum hiç içi açıcı değildi. Bugün cumartesi olduğu için şehre çıkanlar, ordu evine sinemaya gidenler vardı. Çoğu onlardan haber alamıyordu. Tabii sinemaya gidenler fırtına dinince ve döneceklerini düşünüyorlardı, oysa fırtına ve tipi Konya üzerine iyice çökmüştü. Ordu evindeki sinemada filim bittikten sonra genelde aile ve öğrencilerden oluşan izleyicilere orduevinden ayrılma yasağı getirildi. Evinde telefon olanlara duyuru yapılacağını, olmayanlara da haber iletilmeye çalışılacağı bildirildi. Korkunç tipi kendini iyice artırmış şehirde elektrik kesintileri başlamıştı. Şehirde de elektrikler kesilene kadar devamlı anonslar yapılmış, herkese güvenli bir yere sığınarak yerinden kıpırdamaması öneriliyordu. Sokağa çıkan ne yürüyebiliyor, ne de yönünü bulabiliyordu.
Bakım komutanı gelen emir üzerine nöbet kulübelerinde kalan nöbetçilerin hava kararmadan kurtarılması gerektiği emri aldığını söyledi. Her birim kendi çevresine yakın nöbet kulübelerindeki nöbetçileri kurtaracaktı. Bu arada arama kurtarma ekiplerine yardımcı gönüllü timler oluşturuldu. İkmalden, eldiven, pil, el feneri, halatlar gibi kurtarma araç ve avadanlıkları temin edildi. Ekibe üs içinde kullanılan telsizlerden verildi. Üzerlerine kat kat giysiler giydiler. İplerle birbirlerine bağlandılar. hepsinde el feneri vardı. Hangar önündeki araca binerek adeta yürüme hızında kar ve tipi yumağı içine daldılar. Hangarın karşısındaki uçaklar bile gözükmüyordu. Nöbet kulübelerindeki nöbetçi askerler her an donabilirdi. Bizim hangara yakın bir nöbetçi kulübesinin nöbetçilerini almaya giden aracın yolda kaldığı bildirilmişti. Ekip öncelikle onları kurtaracaktı. Hangarın kapısında onların tipi fırtınasının içinde yavaş yavaş kayboluşunu endişe ile izledik. Biz meraklılar biraz kapı önüne çıktığımızda bırak yürümeyi, nefes bile alamadığımızı gördük. Rüzgar öyle bir vuruyordu ki insanın ağzı burnu kar ve buzla doluyordu. Biraz sonra üssün elektrikleri kesildi her taraf karanlığa büründü, eğer elektrik olmazsa kaloriferlerde çalışmayacaktı, neyse ki endişeli bekleyişimizin sonunda üs dizel santralı devreye girince yüreğimiz ferahladı.
Saat akşam üstü beşe kadar fırtına hiç hız kesmedi. havada yavaş yavaş kararmaya başladı, bu ara yakındaki nöbetçi askerleri kurtarmaya giden ekip iki adet nöbetçi kulübesine ulaşmışlar ve donmakta olan askerleri kurtarmışlar haberi hangara ulaştı. Destek grubunda komanda eğitimi almış subay, astsubay ve erlerden oluşturulan, kurtarma timi de cephanelik ve diğer kulübelerdeki askerleri toplamak ve en yakın güvenli yere götürmek için kurtarma çalışmalarına başlamıştı.
Bizler gazino ve atölyelerde oturarak fırtınanın dinmesini bekliyorduk. Akşam olmuş hava kararmıştı, karnımız acıkmıştı. Levazım mutfağında hazırlanan kumanyalar birliğe dağıtılacaktı ama nasıl? Bizim bulunduğumuz uçak bakım hangarı levazıma en uzak noktadaydı ve burada hatlar hariç 150 aşkın personel görev yapıyordu. Kantin devamlı çay demliyor bol bol çay içiyorduk. Konyalı kıdemli abilerimiz yıllar var böyle bir kış görmedik, kar oluyor soğuk oluyor ama böyle bir tipiyi hiç yaşamamıştık diyorlar. Allah dağda bayırda yolda kalanları korusun.
Lojmanlarda sorun yokmuş herkes endişeli bir şekilde evlerinde olmayan yakınlarından haber bekliyormuş. Konya merkeze gidenler Alaettin tepesindeki orduevine sığınmışlar, sinema da içerdeki çocukları oyalamak için filim üzerine filim oynatıyormuş. Ordu evinde bulunan askeri aileler ve çocukların isimleri alınıp, telefonla lojmana ve hava üssüne bildiriliyordu. Konya’da da kara kuvvetlerine ait askerler şehirde, yolda sokakta kalanları toplayıp ordu evine getirmiş.
Çelik hangarın tavan saçları fırtınadan çın çın ötüyordu. Hangarın sol köşesindeki parça bekler uçağın arkası üç metre boyunda kar olmuştu. Bu ara levazımdan çıkan kumanya taşıyan araç yolda kalmış haberi moralleri bozdu. Bu gece aç kalacağız anlaşılan ama güvenli bir yerdeyiz, donup ölmekten iyidir. Gece olmuş her taraf kararmıştı. İçimizdeki merak duygusunu gidermek için hangarın ufak kapısını aralayıp dışarı bakmaya kalktığımızda beyaz ölüm adeta suratımıza şamar gibi vurdu. Kar değil adeta buz yağıyordu. Kapıyı hemen kapatıp içeri geri döndük. Kendine uzanacak yer bulanlar uzanmış kestirmeye çalışıyordu ama, soğuktan uyumak elde mi ki. Gece ısı - 10 nu geçmişti. eksi 15 lafları dolaşıyordu. Hangar içine fırtınanın yığdığı kar yığınları küremeye çalışan hangarın tek askerine, komutan ’’Bırak oğlum yarın temizlenir’’ dedi. ’’Sen kalorifer dairesinden ayrılma.’’ Birde ısınma sorunu yaşamayalım.
Zekai, İbrahim, Erdal ve Emin abi yanımızdaki elektrik atölyesinin bir köşesinde karelerini kurmuşlar kağıt oynuyorlardı. Bizim atölyede pek oyun oynanmazdı. Atölye şefimiz tutucu biriydi. Bizleri dini telkinleriyle etkilemeye çalışıyordu. Tabii onun sözünü dinleyenlerin bir sürü avantajları oluyordu. Benim Hava lojman orkestrasında olmama gıcık oluyordu ama yapacak bir şeyi yoktu. Komutanın emirlerine sessiz kalıyordu. Haftanın üç günü mesaiye gelmiyor lojmanda orkestra çalışmaları yapıyor. Konya’nın değişik askeri yerlerinde müzik yapıyorduk. Bir hafta sonu Meramda yeni açılan Tavus baba adlı bir mekanın açılış gecesinde biz çalmıştık.
Gazinoda çeşitli gruplar oluşmuş, muhabbetler koyulaşmıştı. gazino kantinin buzdolabı bomboştu. Ne ekmek kalmış ne de bisküvi. Bir ara Kovboy Ömer’in kayıp haberi dolaştı ortalıkta. Kovboy Ömer abi bizden on sene kadar kıdemli bir makinistti. Çok içerdi, ayık olduğu görülmemişti. Bir uçağın kokpitinde sızıp kalması mümkündü. Kendisini lojmandan çok iyi tanırdım. Balıkesirliydi. hem şehrim yani. Başka bir kuvvette olsa bu sorumsuz ,sarhoş halinle çoktan ordudan ihraç edilirdi. İnşallah başına bir şey gelmemiştir. Bir ara yorgunluktan gözlerim kapanmaya çalışırken, sessizce arkadaşların arasından ayrılıp, kendime yatacak yer arayışına girdim. Atölyenin arkasındaki soyunma dolaplarının olduğu yere gittim. Burada uzun ve derin tahta bir sehpa vardı altıdan da da bir kişinin yatacağı kadar yer. Oraya baktım Yavuz şef uzanmış, üzerinde askeri parke kestiriyordu. Çaresiz tekrar gazinoya gittim. Burada eski bir radyo vardı çöreklendim başına, başladım müzik aramaya.
Arkadaşlar sandalye üstünde kestirmeye başlamıştı. Aç ve yorgunduk fırtına ve tipinin devam ettiği hangardaki çelik saçların çınlamasından belliydi. Çatı ve kapı aralıklarında içeri giren kar hangarın değişik yerlerinde yığınlar oluşturuyordu. Atölye şefi ara sıra komutanların odasına gidiyor oradan bize son duyumları iletiyordu. Lojman ve ordu evinde ve de diğer birliklerden gelen haberlere göre Konya şehir merkezinde donup ölenler varmış. Üs içinde biz bile ne olduğunu bilemiyoruz. Hatları ve filoları aradığımızda onlardan da bilgi alamıyorduk. Onlarda içlerine kapanmışlar dışarda ne olup bittiğini bilemiyorlardı. İstikamın üssün çevre yolunun kapanmaması için yaptığı çalışmalar sonuç vermiş ilk erzak yardımı fırtına dindikten sonra pazar sabahı saat 11.00 de çelik hangara ulaşmıştı. Erzak arabası bin bir güçlükle filolar ve karargaha ulaştıktan sonra çelik hangara gelmiş dağıtılması için kumanya bırakmıştı. 7 adet bisküvi, 50 gram peynir, 50 gram helva. Bisküviler özel olduğu için 5 tanesi bir kişiyi doyurabiliyordu. Öğleden sonra saat 15.00 de de tabldot çıktı. Üs içindeki yollar açmak için istikam devamlı çalışıyordu. İlk ring seferi yemekhaneye yapıldı.
Sıcak bir çaya, sıcak bir kahveye hasret kalmıştık. bütün gece ayağımızda ağır postallar sırtımızda yakıt ve yağ kokan iş elbiseleri ve parkelerle oraya buraya dolaşmış sabahı güçlükle yapmıştık. Gün ışığına hasret bakışlar hangar kapısının önünde birikmiş hafiften devam eden tipiyi seyrediyorlardı. Ben de onlar arasına karıştığımda dışarıda görüş mesafesini arttığını, hangarın karşısındaki uçakların buzdan heykelleşmiş hayalet gibi görüntüsüyle karşılaştım. her taraf bembeyazdı, hangar önünde cihazlar, uçak merdivenleri, çöp bidonları sağa sola savrulmuş, kuytu bir köşeye sıvışmıştı. Hangarın çevresindeki ağaçların dalları kırılmış, kuytu köşelerde yüksek kar yığınları oluşmuştu. Hangar önündeki beton alan adeta buz pistine dönmüştü. Her taraf takır takır buzdu. Saat sabahın yedisine doğru hava normale dönmeye başladı. Normal dediğimiz tipinin şiddeti azaldı. Görüş mesafesi arttı. Herkesin endişesi bugün ne olacaktı. Yollar açılmadan araçlar gelemezdi. Konya da durum neydi tüm bunlar bizim için bilinmeyendi. Hepimizin hayalinde sıcak bir karavana çorbası ve sıcacık asker tayını vardı. Akşamdan beri bastıramadığımız açlığımız nedeniyle suratlar asıktı. İstikam fırtına azalır azalmaz araçlarıyla yola çıkmış yolları açma çalışmaları yapıyormuş. Bizde sıcak çorbanın yolda olduğu balonu enerjisiyle hangarın çevresini dolaşıp, çevre güvenliğini ve hangar önündeki cihaz ve uçakları kontrol ettik. hangar kapıları açıldı. Rüzgar artık dinmiş, üssün kar beyazı sessizliğini yolları açmaya çalışan greyderler ve yollara tuz atan kamyonların sesi bozuyordu. Bugün pazardı tatil günü hepimizin özlemi eve gidip sıcacık sobanın dibinde çay içmekti. Herkese işyerinin emniyetini almasını ve çevre güvenliğini sağlaması duyurulduktan sonra de mesainin gideceği haberleri havada uçuşmaya başladı. Hava üssü Konya yolu o saate kadar açılacakmış.
Hava üssünde sadece nöbetçiler ve alarm ekibi kaldı ve mesai saat 17.00 de üsten hareket etti. Bugün ben nöbetçi olduğum için üste kaldım. Gece misafirhanedeki yatağımda yattım ama sadece sabah 04.00’e kadar. Devriye görevim vardı. Devriyede nöbetçi askerleri kontrol ediyor ve de nöbet kulübelerine götürüp getiriyorduk. Pazartesi mesai tekrar erken geldi. Muhtıra nedeniyle alarm durumu devam ediyordu. Nöbet istirahati olmadığı için mesaiye devam ettim. Pazartesi günü öğleden sonra mesai normale döndü. Mesai araçlarımız üsten yavaş yavaş ayrılmaya başladı. Araçlarımızın tekerlerinde zincir olduğu için çok yavaş gidiyorduk. Yol boyu yollarda kalan araçlar ve kar yığınları arasında zorlukla yol aldık. Şehir yollarının belirli yerlerinde kar kümeleri vardı, ana yollar açılmış ara yollar kapalıydı. Akşam üzeri saat 18.00 e doğru mahallemizdeki durağa zor geldik. Yarın izinliydik. ondan sonrası Allah kerim. Konya kara teslim olmuştu. Evimize gelip sobamızı yakınca ilk işimiz üzerinde çay demleyip, bakkaldan aldığımız sıcak ekmekle kahvaltı yapmak oldu. Ve sonunda derin bir uyku. Yaşadığımız o en uzun beyaz gecenin korkunçluğunu birkaç gün sonra gazete köşelerinde okuduk, radyo haberlerinde dinledik. Kar ve tipide donarak ölen onlarca insan ve binlerce hayvan varmış.
13 Mart 2018 tarihli yazar sayın Muharrem Balatekinin o günlerin yaşanmış anısı ve o günleri yaşayanlar ve büyüklerinden duyanların anıları.
Muharrem Balatekin
13 Mart 1971 Cumartesi ÖLÜMLE YAŞAM ARASINDA
Bundan tam 47 yıl önce… 13 Mart Cumartesi. O yıllarda Cumartesi günleri yarım gün yani saat 13.00’a kadar okul ve mesai var. Sonra okul ve kamu kurum ve kuruluşları bir buçuk günlük hafta sonu tatiline giriyorlar.
Tarih biraz daha anlaşılsın diye 12 Mart 1971 Cuma’dan da bahsedeyim. Askeri bir muhtıra veriliyor siyasilere. Ülkede terör kol geziyor diye. Neyse konumuz bu değil.
13 Mart 1971 Cumartesi okuduğum Meram Ortaokulundan Zindankale’de ki şimdilerde Kızılay’a bağışlanmış 3 katlı apartmanın ikinci katındaki evimize geliyorum. Babam istasyonda çalışıyor. O gelince para alıp sinemaya gideceğim. Şahin Sineması planım arasında. Bu sinema şimdiki öğretmen evine (çarşıdaki) yakın. Neyse babamdan para istiyorum. Babam parayı verirken
’’Oğlum hava patlayacak gibi gitmesen iyi olur.’’
Hava kapalı ve durgun, bende babama
’’Baba ne olur ki alt tarafı kar-yağmur yağar’’ diyorum.
Ve parayı alıp sinemaya gidiyorum. Sinemada rahmetli akrabam Metin TORAN’da var. Dışarıdan haberimiz yok. Dışarıda inanılmaz bir tipi başlamış. Sinemadan çıkanlar tekrar içeri dönüyormuş. Elektrikler kesilince olayın farkına vardık. Sinema yetkilileri de, elektriğin gelmeyeceğini söyleyince, üzülerek sinemadan çıkıyoruz. Bu arada okul arkadaşım diş hekimi Kemal ŞAHİN havanın kötü olduğunu, beraber kendi evlerine gidebileceğimizi, evlerinin çok yakın olduğunu söylüyor. Kabul etmiyorum. Rahmetli Metin’le beraber sinemadan çıkıyoruz. Çıkar çıkmaz tipi bizi savuruyor. Görüş mesafesi sıfır. Metinle evlerimizin arası 100 metre. Ve Metin’le irtibatımız kesiliyor, herkes kendi başının çaresine bakıyor. Tipiden nefes alamıyorum, araçlar yollarda terk edilmiş. Zafer Pasajına ulaşıyorum. Orada biraz dinlenip evin yolunu tutuyorum. Nefes almak için paltomun yakasını kulağıma çekip boşluk yaratıyorum. Kulağımın paltoya yapıştığını sonradan fark ediyorum. İşte o anlar benim ölümle yaşam arasındaki anlarım. İçimden rabbime beni koruması için dua ediyorum. Kurtulursam şükür namazı kılacağım diyorum. Dizlerimin bağı çözülüyor. Metinlerin evine kendimi zor atıyorum. Metin’de eve henüz gelmiş. Onu da el ele tutuşup insan kurtaran 5-6 kişilik bir ekip getirmiş. Beni rahmetli Sıdıka hanım teyze (nene) ve Metin’in annesi Fatma teyze soğuk bir odaya alıp zıplattılar. Kulağım paltodan kurtuldu, kendime geldim. Annem ve babamın beni merak edeceğini bildiğim için, eve gitmek istediğimi söyledim. Bütün kal ısrarlarına rağmen, iki kez eve gitmeyi denedim. Tipi beni yerden yere vurdu, başarılı olamadım.
Akşam yemeğinde yoğurtlu yaprak sarması var. En sevdiğim yemek, oturduk tam yemek yiyeceğimizde, baca bastı ve kurumlar yoğurdun üstüne düştü. Rahmetli Sıdıka hanım teyze kaşıkla soba kurumlarını temizledi. Afiyetle yemeğimizi yedik. Tabi sene 1971, Konya’da televizyon yok, sadece radyo var. Telefon ise nadir evlerde var. Telefonlarında çalışmadığını öğreniyoruz. Saat 22.00’da evime gitmek için bir deneme daha yaptım. Başarılı oldum, eve geldim. Ama kar kürtük yapmış, kapı falan gözükmüyor. Giriş katta oturan rahmetlik Konya Turizm Müdürü Nadir Ayvacı’nın camını kardan sıyırıp çaldım. Uzun uğraştan sonra kapıyı açtılar. Ağlayarak eve girdim. Evdeki sevinci tahmin edersiniz… Ev kalabalık. Amcam ve yengem bize sığınmışlar. Babam beni aramak için çıktığında 3 tane çocuğu bulmuş eve getirmiş. Sabaha doğru her şey normale bindi, fırtına ve tipi dindi. Şehir içinde 70’e yakın ölü var. Dedim ya televizyon yok diye, Türkiye’min haberi bile olmamıştır. Hayatımda yaşadığım birkaç kaza ve silah kazası dışında ölümle burun buruna geldiğim an 13 Mart 1971’deki bu hadisedir. Hala tazeliğini korur, anlatılmaz yaşanır denir ya. Görüş mesafesi sıfır, tipinin şiddetinden nefes alıyorsunuz, anormal soğuk var. Sığındığınız yerde ısınma imkanınız yoksa donuyorsunuz. Rabbime şükürler olsun bugün yaşıyor ve bu satırları yaşıyorum. 47 yıl önceki hadiseyle o tarihte Konya’da olup orta yaşın üzerindekilerinin anılarını tazelemek istedim. Allah ömür verirse bu tarihi her yıl gündeme getirmek isterim. Hepinize sağlıklı mutlu günler dilerim.
Kalın sağlıcakla.
****
Bu karakışı yaşayanların ve büyüklerinden dinleyenlerin diğer anıları
Bu felaketi yaşayanlar arasında 16 yaşında biri olarak ben de tam içinden yaşadım. Muharrem bey’in anlattıkları şehrin içinden yaşanan olaylar olarak çok güzel bir şekilde anlatılmış. Ben o günkü kar yağışının güzelliğini daha güzel yaşayabilmek amacı ile bir arkadaşımla Meram’a gitmiştik. Henüz öğle saatleriydi ve inanılmaz güzellikte ve rüzgarsız bir havada kar taneleri görebileceğiniz en büyük irilikte gökten yere seyrine doyulmaz bir şekilde iniyordu. Bir anda şiddetli bir rüzgar sert bir kar tipisini başlattı. Felaketi hissederek Meram tepelerinden otobüs durağına zar zor ulaştık. Arkadaşım Meram’da oturduğu için evine ulaştı. Ben bekleyen otobüse bindim. Otobüste çoğu kadınlardan oluşan yaklaşık on kişi vardı. Oldukça yavaş bir hızla ilerleyerek, o günkü Eğitim Enstitüsü civarına kadar gelebildik. Ancak daha ileri gidemiyorduk. Otobüste ki en küçük kişi bendim ve otobüs şoförü ve diğer bir kaç orta yaşlı bey beni az ilerde telefon kulübesi var, şu jetonu al itfaiyeyi ara ve yardım iste diyerek görevlendirdiler. Boyumu aşan karlar içinde ve nefes almaya imkan olmayan bir ortamda ilerlemeye çalıştım ama başarısız olacağımı hissederek zor bela geri dönmeyi becerebildim. Otobüsün içine beni adeta sürükleyerek alabildiler. Kendimi bir koltukta yüzüme tokat atan ve ellerimi oğuşturan hanımlar arasında buldum. O hanımlara büyük bir teşekkür borçluyum, benim donma sürecine girdiğimi fark edip kurtarma çabasına girmişler. Beni telefon kulübesine yollayan erkekler ise tam bir umursamazlık içinde benim durumumla adeta dalga geçtiler. Sonrasında ise o yıllarda o civarda konuşlanmış durumda olan İkinci Orduya bağlı 487. Ulaştırma Taburuna bağlı bir grup asker başlarında nöbetçi subayları olduğu halde ve kol kola girmiş pozisyonda olarak bizleri askerlerden oluşan halkanın içine alarak tabur içinde bir büyük hangar içine aldılar ve ısınmamızı sağlayarak ve tayın dağıtarak tümümüzün kurtulmasını sağladılar. O gün orada görev yapan subay, astsubay ve askerlere can borçlu olduğumuzdan eminim. Bu önemli günü derlediği bilgilerle doküman haline getiren genç gazeteci kardeşimize en içten dileklerimle teşekkür ediyorum.
Mehmet Selim Güven
Cumartesi mesai olurdu, öğleden önce okuldan geldik, Alaaddin İlkokulunda okuyorduk. Evimiz Dedeman ın şehir tarafında şimdiki Maliye Lojmanlarının arka tarafına düşüyordu. Rahmetli annem bizi içeri aldı dışarı falan salmadı, havayı beğenmiyorum bu hava oynanmaz demişti. Rahmetliler babamla ikisi sabaha kadar sobayı tazelediler. Hadiseden bir kaç gün sonra demiryolu kenarında, yıkılan Zümrüt Apartmanının arka tarafında, bir evin bahçe duvarının kenarına dizlerinin üzerine çökmüş, elleri ile yüzünü kapatmış, yüzü duvara dönük, sanayiden gelen bir çırak bulmuşlar, üzeri kar kaplı, yalnız nefes aldığı yer üst tarafa kadar baca gibi açık, o vaziyette donmuş, kilimi battaniyemi bir şeye sarıp götürdüler.
Yaşar Say
Hatırlıyorum Konya ince minare sokağındaydı evimiz ve ben 9 yaşındaydım. Annem o fırtınada abimi aramaya gitmişti ve fırtınaya yakalanmış yönümü kaybetmiş ve donmak üzereyken tanımadığı bir genç çocuk atkısını çıkarıp ona vermiş ve kolundan tutup korkma teyze ben seni evine götüreceğim demiş, tipinden ölmek üzereymiş, bir adım öte görünmüyormuş. Annemin anlattığına göre ’’dünyanın altı üstüne gelmişti sanki’’ diye anlatır annem. Yıllarca hayatını kurtaran o centilmen gencin siyah atkısını hep sakladı ve ne zaman eline geçse bu acı hikayesi anlatıp durur, ona dua ederdi.
Esin Savoca
Şahsen de tanışma imkanım olan Emekli Hava Pilot Albay Zübeyir Batur’un "Bir Jet Pilotunun Anıları" isimli kitabında bu olay anlatılır. O gün mesai bitiminde başlayan kar fırtınası ve tipi hali ile 3. Ana Jet Üs Komutanlığı’nı da etkiler. Kitabın yazarı olan Batur Albay, o dönemde 131. filoda yüzbaşı rütbesinde öğretmen pilot olarak görev yapmaktadır. Tipi başlar başlamaz , telsizlerle kimsenin kapalı alanlardan dışarı çıkmaması istenir. Fakat Batur’un aklı pist başına yakın noktada alarm nöbeti tutmakta olan pilot arkadaşlarındadır, bu yüzden, iki arkadaşı ile beraber yaklaşık iki-üç km tutacak yolu kat etmek için hazırlanırlar. Kışlık uçuş elbiseleri giyilir, başlara kasklar takılır, iple birbirine bağlanan üç pilot ellerindeki pusula ve lambalar eşliğinde pist başına üç-dört saatte ancak varırlar. Batur Albay yağan karı bakır renginde diye de tarif eder. Arkadaşlarına termosla sıcak çay vb. götüren ekip , fırtınanın dinmesi ile filoya karlara bata çıka tekrar gelirler. Üs harekat komutanı ve kurmay subaylar fırtınaya, üs içerisinde kendilerini nakleden otobüsün içinde yakalanırlar. Sabaha kadar otobüsün içinde hareket ederek , hoplayıp zıplayarak donmaktan kurtulurlar. Allah daha fenasından esirgesin..
Orhan İlyas
Dedem rahmetli de köyden gelirken tam genel evin önünde yakalanmışlar, üç arkadaş sabaha kadar genel evde kalmışlar hep anlatırdı :)
Ferhat Karagül
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.