- 803 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
987 – SAYFA SAYFA
Onur BİLGE
“Bir zamanlar kırk yaşına girmekten korkuyorduk adeta. Kırkın kuyruğu kalabalıktı. Herkes “Otuz sekiz…” “Otuz dokuz…” diyordu da “Kırk!” demiyordu. Kırkta epey bir duruluyordu. Şimdi yaşlarımız kemale erdi. Köşeye fena sıkıştık azizim! Kaçacak yer kalmadı.!”
“Kaçacak yer kalmasa da yapacak şey var arkadaşım. Henüz canlarımızı teslim etmedik ya! En değerli şey vakit şimdilerde… Azaldıkça değerlenen her şey gibi… Ne yapacaksak, hemen şimdi!”
“Ne gibi? Bu yaştan sonra… Hele ele geçen fırsatları kaçırmışken… Nasıl yani? Anlayamadım.”
“Tövbe, ibadet, hayır hasenata dair…”
“Onlar mı? Her zaman yapmakta olduğumuz şeyler… Allah gafletten korusun! Fakat sen merak etme! Bu kadar Viraneci var arkandan Fatiha gönderecek!”
“Herkes ne yapacaksa kendisi yapacak! Arkadan gelen ışığın faydası olur mu! Önden göndereceksin ne yapabilirsen! Sağlığında, kendin… Başkalarının arkandan göndermesini beklemeyeceksin! Ne yapacaksak, şimdi... Yarın ya var, ya da yok!”
“Mezara kadar ilim yapmalıyız bence. Öncelikle Kur’an’ı aheste aheste, anlamlarıyla birlikte okumalı ve her ayet üzerinde düşünmeyi âdet haline getirmeliyiz. Öğrenmenin yaşı da sınırı da yok. Ölürken bile ölümün nasıl olduğunu öğreneceğiz. Ölüme, son nefese kadar öğrenerek hazırlanmalıyız. Bilinçli bir şekilde yapılan az iyi amel, bilinçsizce yapılanın çoğundan hayırlıdır. Allah’ın huzurunda okunacak bir kitap yazıyoruz. Orada önümüze açılacak sayfa sayfa…”
“Ölüm, burnumuzun dibine kadar geldi. Neyse ki bizim için bitiş değil, o âleme doğuştur. Hayatın devamı olarak düşünüyorum. Ölümden değil, vereceğim hesaptan korkuyorum!”
“Ne yaparsak kendimize... Artık ne yapabilirsek, elimizden ne gelirse… Hardal tanesi kadar sevap karşılıksız kalmayacak. Her güzel âmel mizanımıza konacak. İyiliklerimizi büyük, kötülüklerimizi küçük görmeyelim yeter! Sürekli kendimizi denetim altında tutalım!”
“Kendimizi ne kadar kontrol edersek edelim, tam anlamıyla frenleyemiyoruz. Allah’ın bize emaneten bahşetmiş olduğu sıfatlarının arasında sırf Cemil, Cemal, Afüv falan yok ki! Ne kadar sıfatı varsa, hepsinden bizde de birazcık var. O birazcık da bizi günaha sokmaya yetiyor! Müntakim, Cebbar, Kahhar gibi… Daha neler var kim bilir! Kur’an’da olan olmayan, bildiğimiz bilmediğimiz...
Biz insanız. Zavallı yaratıklarız. Mükemmel miyiz! Bizde de tesiri var o sıfatların. Zaman zaman kükrüyor, tahammüllerimizin kapılarını zorluyor içimizdeki canavarlar! Ya teskin edeceğiz ya da salıvereceğiz... İkisinden biri… O şekilde puan alacak ya da kaybedeceğiz.
Cebbar sıfatından bir nebze yok mu bizde mesela! Cebir kullanmaz mıyız gerektiğinde! Hakkımızı söke söke almaya kalkmaz mıyız!
Müntakim değil miyiz birazcık da olsa biz de! Yapılan haksızlıklar karşısında öfkeyle dolu bir vaziyette intikam alma arzusuyla yanmaz mıyız! İstenen, kin ve nefret gibi sevimsiz duygulardan arınmaya, nefsi güzelleştirmeye, ruhu sultan haline getirmeye çalışmaktır. Bunun için Gaffar ve Afüv gibi sıfatların etkilerini kullanarak affetmektir. Affetmek gerekir ki af dilemeye yüzümüz olsun! Çünkü hiçbirimiz masum değiliz. Fakat her zaman başarabiliyor muyuz!”
”Şimdilerde “Self control” diyorlar. Bizim çocuklardan duydum. İradeyi elden bırakmamamız lazım ama o sıfatları da yerli yerinde kullanmayı bilmeliyiz. Mesela Kahhar sıfatının tesirini taşımıyor olsaydık; kendimizi, ırzımızı namusumuzu, ailemizi, ulusumuzu koruyamaz, zalimlerin zulmüne maruz kalır, başımızı yerden kaldıramazdık.
İnsan, karmaşık bir varlık. Tam anlamıyla melek gibi değil. Şeytana taş çıkartan duygularımız vardır bizim! O duyguları bastırırken direncimiz kadar puan toplarız.”
“Allah âşıklarına korku yokmuş, duyduğuma göre… Şayet öyleyse, İnşallah kurtulanlardan oluruz! Allah aşkına kadar her aşk yıllanmış, yer etmiş bende. Hüsranı bir tek yerde kabul ediyorum, yaşamak varken yaşayamamış olmakta... Her zaman sustum, susmayı bildim ben. Yine susuyor, selameti susmada arıyorum. “Sus Necmettin!” diyorum kendime. “Sen susarsan, Allah konuşur!”
“Susmasaydın, hayatın başkalaşacaktı belki de… Belki Kerem’le Aslı da sustu. Birbirlerine kavuşamadan öldüler. Her ne kadar onları yan yana gömseler de mezarlarının üstündeki çiçekler bile birbirlerine sarılamadılar. Değil sarmaş dolaş olmak, dokunamadılar bile. Mesafeli kaldılar. Aralarına gömülen bir keşişin kabrinde boy atan nar dikeni, kabirlerini süsleyen o iki güzelim çiçeğin bile yakınlaşmalarına fırsat vermiyordu. Birbirlerini öylesine derin ve kutsal bir aşkla sevenler, İnşallah ahirette kavuşurlar!”
“Gerçekleşmelerini çok istediğim arzularım vardı bir zamanlar ama baktım ki olmadı, olmuyor, olamayacak, kapattım o konuları, bir daha açmamacasına! Öylece kapanıp gitti o safha. Açılan, yazdıklarım olacak artık sayfa sayfa…”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 987