- 537 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
UZAKLARA VEDA
Bir yol ayrımı kaplıyor geceyi,
Belirsizlik çökmüş, kimse sormuyor artık o mahzun kimseyi.
Yalnızlık kapatırken bir devri,
Geçmişe koşacak gelecek günlerin her biri.
Kapılar kapalı, üzerinde bilinmezlik asılı, endişeler biriktirmiş duvarların boyası ve giremeyeceğine dair yeminler sıraladığı evin sokağı.
Atölyeden uzak, yürüyordu bilmediği yolları. Durdu birden yokladı paltosunun sağ tarafını. Oysa cebinde sanmıştı fildişi rengi anahtarlığını, baktığındaysa eline gelen yalnızca kurumuş bir gülün yapraklarıydı. Esiyordu içinde bilinmezliğin rüzgarı ve dalgalanıyordu sahipsizliğin bayrağı. Özlemde çırpınırken bedeni, gönlünden akan kelimeleri beyaz bir sayfada toplayan kalemi mektuplar zincirinin son ilmeğini bu gece atacaktı...Hazır mıydı dehlizlerin ıssız davetine, saatlerin durgun akışına ve yalnızlığın ansızın yakalayışına?
Gecenin dostluğundan şüphesi yoktu ancak mektubundaki cümleleri her zaman ki gibi insanların iptidai bakışlarından son defa saklamalıydı. Bu yüzden dünyadan kaçarak ,sığınağına, atölyesine giderek; cümlelerini son kez damıtacaktı özlemin kemikleşen kabında. Güneşe veda eder gibi, salıncaktan iner gibi..
Yürüyordu acele etmenin anlamını yitirdiği dakikalarda, uzakların ismini heceliyordu sayıklar gibi bir rüyada. Cam kapıyı açar açmaz ahşabın büyüleyici kokusu misafirperver tavrıyla karşıladı. Henüz hazır değildi ancak hüznün rengine boyayacaktı tablolarını. Ve dinledikçe tablolar bir daha okuyacaktı. Koca bir vazgeçiş yakaladı ve fırlatarak atölyeden dışarı attı. Hatıralar izin vermedi kelimeleri haykırmasına, tablolar ayaklandı durdu karşısında, sessizliğin haykırışı bir tokat salladı suratının ortasına…İzin vermediler bu sessiz vedaya…
Sabah atölyeye uğramadan; umudunu martılara emanet ettiği sahil kenarında biraz yürüdükten sonra günlerdir sahibine ulaşamayan buruşmuş mektubu bırakacaktı. Belki mavi dalgaların koynuna belki simit kırıntılarının arasına belki de ona en yakın mekana...Gece boyu mahkeme salonlarında yargılandı, yargıladı. Sanık oldu tanık oldu ancak son sözü bekletmeden gel oldu. Oysa dönebilmek için aşmalıydı maverayı...
Gecenin kara duvağı hala incilerle parıldarken mezarlığın kuytusundan bir haykırış yükseldi;
Her demde özlemle yoğrulan uzuvlarım bekliyor kıpırtısız
Güneşi saklayan gönlüm alınan nefeslerin yalnızlığında ıssız...
Ölümün kokusu dağıldı etrafa, ve toprak olmuş bedenlerin dağınıklığına karıştı mektupların son halkası. Avuçlarında sıktığı toprak heceliyordu şimdi kelimeleri, gözyaşları yıkıyordu mavi mürekkebi. Karışıyordu çığlıklar son mektubun ezeli sessizliğine
ve sayıklıyordu yine ismini...
Ebediyete emanet ettiği sevgilisini.
Her adımında kaybedişin çığlığı, dönüp baktıkça ardına sıralanıyor cümleleri...
Yıldızların saçlarından kopardım umudun katresini
Doladım çaputlara hükmü olmayan yalanların hepsini
Kurdum çalar saatleri tuttum hayalimdeki ellerini
Bu diyarda özleyenler var bekletmeden gel haydi…
ZEYNEP SENA DOĞANTEKİN