YOLCULUK
YOLCULUK
Bindiği otobüs mola verdiğinde sordu, daha kaç saatlik yolumuz kaldı?İki gündür yollardaydı. Umduğu gibi çıkmamış, harita üzerinde kısa mesafe gibi görünen yollar, yolculuğunda çok daha uzun sürüyordu. Otobüs gündüz irili ufaklı köylerden geçip, tek katlı toprak evleri, sürüler otlatan çocukları, gece uzaklarda görünen cılız ışıkları geride bırakarak O’nu hayallerine götürüyordu.
Mevsim Sonbahardı ve gündüz gözüyle baktığında, Sonbaharın, toprak ana üstünde kendi resmini yaptığını görmek mümkündü. Ağaçlar yapraklarından arınmış, otçul bitkiler kurumuş, görülen tarlalarda anızlar yakıldığından orta yerde siyah lekeler varmış gibi görünüyordu başını dayadığı otobüsün camından.
Saatine baktı. Kolundaki saati yedi yıldır kullanıyordu.İlkokulu bitirdiği yıl aldı babası,diploma hediyesi olarak. Daha usta görmedi. Havanın kararmasına epeyce zaman vardı. Bu gece atandığı köye gidebilmek için eğer becere bilse güneşi gökyüzünde bir yere tutturacak, zamanın durmasını sağlayacaktı. Ama güneş bir yol zirveye çıkmış inişe geçmişti.
İlçede otobüsün muavin indirdi, valizini verdi,arka kapıdan otobüse binerken bağırdı.
“Usta devem et.”
Arkasından baktı. İki gündür kendince aralarında bir bağ kurduğu otobüs uzaklaşırken, içinde yalnızlık duygusu belirdi. Bu hali çok sürmedi.
O gün şanslıydı, çünkü ilçenin pazarı olduğundan köylerden insanlar traktörlere doluşarak gelmişlerdi. Ziraat bankasının çiftçiyi desteklemek için kredili olarak verdiği traktörler, çift sürmenin yanında, sahipleri tarafından, dağ köylerine yolcu taşıma işinde de kullanılmaya başladığından, haftada bir İlçeye traktörlerle geliyorlardı. Ayağı çamurlu bir sürü adam vardı, caddeye cephe dükkânlara giren çıkan.
Toprak yola cephe,ön tarafı boydan boya cam,içeride içilen sigaranın kokusunun dışarı kadar yayıldığı kahveye, elinde valizi ile girdi.Sağa sola bakındı.Çay ocağındaki garsonun yanına kadar yürüdü.
“Selam ün aleyküm.”
“Aleyküm selam.”
“Bir şey soracaktım.”
“Sor.”
“Ben, yeni atanmış öğretmenim.”Garson hiç beklemeden,”hoş geldin.”dedi.
Şeyi soracaktım. Atandığım köye nasıl gidebilirim?”Garson; sağına soluna bakındı. Gözleriyle birilerini arar gibi yaptı. Ayaklarının parmakları üzerine yükseldi.
“Orada, bak.”dedi.
Baktığı yöne doğru döndü. Kimin orada olup olmadığını anlamadığından sadece baktı.
Garson;
“Hasan Hocayı diyorum,”dedi.”Buraları en iyi o bilir. Benim de ilkokul öğretmenimdir. Kılavuz’un adını duymuşluğum var, nerede olduğunu bilmiyorum. Buraya çok uzak olduğunu biliyorum o kadar. Gel benimle.”dedi önden yürüdü.
Kalabalığın doldurduğu, oturarak değil ayakta bile durmaya yer olmadığı, kahvenin içindeki masaların arasından geçerek, çıkış kapısının yanına yakın masada oyun oynayanların yanına gitti. Oyun oynayanları ayakta seyredenlerin arasından masaya eğildi. Yabancı birinin geldiğini, içeri girdiğinde fark etmedikleri halde, garsonla birlikte gelince hemen farkına vardılar.
Oturanların başlarının üstünde sigara dumanı bir buluta dönmüş gibiydi. İçerdekilerin yüzleri seçilemeyecek kadar yoğundu duman. Kahvenin duvarları sararmış, duvara aslı manzara resimlerini parlak renkleri çoktan matlaşmıştı. Girenler çıkanlar oldu bu arada. Kahve değil arı kovanı gibi bir yerdi. İşçi arının biri gidiyor biri geliyordu.
“Hasan öğretmenim,”dedi garson.”Bu arkadaş yeni tayin olmuş öğretmenmiş. Kılavuz’a nasıl gideceğini soruyor. Bana sordu. Bende sana getirdim. Buraları en iyi siz bilirsiniz.”
Önce Hasan öğretmen, sonra diğer oturanlar başını kaldırdı yüzüne baktılar. Bütün bakışları üzerinde hissedince, sanki kötü bir şey yapmış, bunlar da ayıplayacaklarmış gibi geldi. Başını önüne eğdi. Yüzünü gözlerinden kaçırdı.
Hasan öğretmen, elindeki kâğıtları masanın üstüne koydu.”Oyun bitti arkadaşlar. Bakın misafirimiz var” dedi.
“Hoş geldin. Otur, hele bir çayımızı iç. Köye gitmek kolay. Bak şimdi gülüp eğlenenler, hepimiz senin şimdi geçeceğin yollardan geçtik. Çok sürmez yabancılığın. Çünkü sen bir öğretmensin.“
O masada bir durumun olduğunu masaya yakın olanlar fark ettiğinden konuşmalara kulak verdiler. Kılavuz köyünün adını duyunca, biri,”bu gün köyden herkes burada.”dedi.”Pazarımız var ya.Öğretmenlerden biri garsona seslendi.
“Çay. Bu masaya, kelleyi say çay ver.”
Hasan öğretmen, oturanları tanıştırdı.
Eliyle göstererek;”Bu Ahmet, bu, Ali, bu Salih, buda, Recep. Hepimiz başka illerdeniz. Hani Kırklareli diyorlar. İşte öyle. Ama bir farkla hepimiz öğretmeniz. Çaylar geldi. Tam tavşankanı dedikleri cinstendi. Günün yorgunluğunun üstüne iyi olmuştu çay söylemeleri. Bir yudum aldı. Kendini tanıştırmadığı geldi aklına. Nede olsa yol yorgunuydu.Birde heyecanlıydı. Buraya gelmesi kolay olmamıştı.(Bu öykü elli öncesinin öyküsü olarak yazılıyor)Bardağını masaya koydu. “Af edersiniz, bende Kemal, yeni atanmış Kemal öğretmen.”Beklediklerini belli edercesine başını salladılar.
Hasan öğretmen, yıllarını bu mesleğe vermiş, siyah saçları ile başladığı öğretmenliği şimdi kellenmiş, kalanları beyazlaşmış saçlarıyla sürdürüyordu. Hani derler ya “bu saçları değirmende ağartmadık.”Onun gibi saçları değirmende değil mesleğin içinde ağarmıştı. Elini havaya kaldırdı. El işaretiyle garsonu çağırdı. Havada eliyle çayları tazele işareti yaptı. Garson dolu bardaklarla geldi. Hasan öğretmen garson için özeldi. Zaten daha konuşmanın başında söylemişti. İlkokul öğretmenim diye.
Garsona, “Arif,”dedi.“Sen tanırsın. Göz gezdir. Kılavuzdan biri var mı? Olmaması mümkün değil. Bu öğretmenimizi bu akşam Kılavuz’a gönderelim. Bir an önce gitsin köylüleri ile tanışsın. Heyecanı yatışsın. Bak sana durduğu yerde duramıyor.”Gerçektende dala tünemiş kuş gibiydi.
“Tamam öğretmenim.”
“Bu yaramaz benim öğrencimdi. İlkokulu bitirdi. Okumam filan dedi. Boyu da diğer arkadaşlarına göre uzun olduğundan, onların arasında utanırmış. Olmaz dedim. Babası da okumasına pek taraftar değildi. Okumayanlar açlıktan mı ölüyor diyordu. Babasının uzak durmasının asıl sebebi, Allah kahretsin aslında yoksulluk. Masrafını kaldıramam hocam dedi. Kabul etmedim. Ne yapıp edeceksin Ortaokula yazdıracaksın diye direttim. Baktım oyalıyor. Bir hafta alım geldim. Kaydını yaptırdım. Bazı ihtiyaçlarını, sağa sola belli etmeden arkadaşların yardımıyla, eşden dosttan temin ettik. Zamanı gelince de okula başladı. Çok zeki. Her yıl iftihara geçti. Zaman çabuk geçiyor. Göz açıp kapanıncaya kadar ortaokul bitti. Sınavlara girdi. Güzel bir okulu kazandı. Şimdi hafta sonları gelip burada garsonluk yapıyor.”
Arif, gittikten beş dakika sonra, yanında biri ile geri geldi.
“Öğretmenim, bu amca Kılavuzdanmış.”
“ Tamam. Tamaaam.Sen şimdi işinin başına dön.Gerisini biz hallederiz.”Ceketinden çekti yanındaki boşalan sandalyeye okutturdu.Çay içip içmeyeceğini sorduktan sonra,Hasan öğretmen hikâyeyi özetledi. Senin anlayacağın, bu Kemal öğretmenimizi, bu gün sana teslim edeceğiz, sen götürüp akşam muhtarına teslim edeceksin. Muhtara da Hasan Hoca selam söyledi de. Anlaşıldı mı?”Bunu derken çevrede problem çözücü olarak tanınması kast ediyordu. Gerçektende resmi olsun özel olsun her yapılan iyi işin içinde parmağı vardı.
“Anlaşıldı.”dedi.
”Önüne gelen çayı iştahsızca bitirirken; Arif ve Hasan öğretmen aracılığı ile öğretmen olarak atandığı köyden biri ile yüz yüze gelmiş olmanın verdiği mutluluk, mavi gökyüzünü yalayarak geçen beyaz bulut gibi geçti yüzünden. Bir an yorgunluğunu unuttu. Elini ceketinin iç cebine uzattı. Sabah aldığı sarı zarf orda öylece duruyordu. Yıllardır içinde büyüttüğü öğretmen olma hayali bir beyaz kâğıda yazılıp zarf içinde bu sabah İlköğretim müdürlüğünce kendisine teslim edilmişti. Üzerinden saatler geçmiş olmasına rağmen pır pır eden kalbi bir türlü sakin olmayı beceremedi. Hayalini cebinde taşımanın verdiği bir heyecandı kalbinin tutulduğu. Bu günü, kaç yıldır, hatta çocukluğundan itibaren bekliyordu. İlkokulu okurken annesi O’nu hep oğlum öğretmen olacak diye seviyordu. Annesinin dileğinin gerçek olduğu saatleri yaşamanın verdiği mutluluğu ceketinin sol iç cebine soktuğu elinin avucunda sıkı sıkıya tutuyordu şu an. Hasan öğretmenin dikkatinden kaçmadı.”Sol yanında bir şey mi var? Geldiğinden beri elini sürekli orada tutuyorsun,”dedi.
“Yok. Yanımda bir şey yok. Zarf burada da.”Yanındaki diğer iki yıllık, üç yıllık öğretmenler bir birlerinin yüzüne baktılar.
“Biz de böyle değimliydik?”dedi biri.
Eğer elinde bir kalem bir kâğıt olsaydı. İlk yazacağı cümle şu olurdu belki de.
“Yedi yaşında bir çocuk önüm sıra koşuyor ve ben o çocuğa yetişemiyorum.”içinde bulunduğu durumu özetleyecek olsaydı o zaman da şey derdi. Bütün düşüncelerim arap saçı gibi bir birine karışık.
Hasan öğretmene; “Ağabey, sorsaydık. Köye giden traktör ne zaman gidecekmiş. Beni unutmasınlar sizin yanınızda. Hazır içim de size ısınmışken.”
“Yok,”dedi. Bir kaç dakika önce tanıştıkları öğretmen ağabeylerinden biri.”Seni unutmak ne kelime? Hem unutsalar bile gece gelip götürürler. Köylerine öğretmen atanmış. Kolay mı o köye öğretmen atamak?”Az önce yüzüne yayılan mutluluk bir anda iz bırakmadan çekilip gitti. Söylenilen cümleden, ürktü.”Kolay mı? O köye öğretmen atamak. Demek ki…”Hemen farkına vardı Hasan öğretmen bu cümlenin zihninde yarattığı olumsuzluğun. Konuşurken dikkatli olmak lazımdı. Bir sürü söylentinin olduğu yıllardı. Böyle söyleyip çiçeği burnunda bir meslektaşı ilk günden ürkütmek olacak iş miydi?
Toparladı. “Yok, Kemal öğretmen. Dediğine bakma. Lafın gelişi. Burada her köy bir birinin aynıdır. Bir fark var. Biri yola yakın, biri uzak. Seninki de yola uzak köylerden biri. Gerisi endişe edilecek değil. Dediğim gibi. Uzak o kadar.”Dedikleri harfiyen doğruydu. Ama uzaktı.
Kahvenin kalabalığı yavaş yavaş azalmaya başladı. Anlaşılan sabah gelenler akşam dönüyorlardı. Kapıdan başını uzatan içeri sesleniyordu, birkaç kez üst üste. Traktör gidiyor. Bu cümleyi duyan üç beş kişi birden kalkıyordu.
Kılavuz köyünden olduğunu söyleyen biri girdi içeri.”Doğruca öğretmenlerin oturduğu masaya yöneldi. “Bizim öğretmen varmış burada” dedi.”Mehmet emmi gönderdi. Traktör gidiyor. Öğretmeni bekliyoruz. Hemen yerinden fırladı.“Valizini aldı. Teşekkür etti. Gelen adam önde, öğretmen arkada çamurlu sokaktan yürüdüler. Traktörün yanına geldiğinde şoför, traktörü çalıştırmış, gelenleri bekliyordu.
Valizini gençlerden biri aldı. Yukarı koydu. Kendisi de römorkun üstüne çıktı. Valizinin yanında şeker çuvalının üstüne oturdu. Yolculardan biri bağırdı.”Tamamız. Sür.”
Meşe ağaçlarının meydana getirdiği ormanlığın batısından güneş kaybolurken burnuna keskin mazot kokusu geldi. Eksozdan çıkan dumanı esen rüzgar, yolcuların üzerine çevirdiğinden öylece burnuna doldu.
Bindiği traktör sallanarak geçti yol kenarındaki mezarlığın önünden. Mezarlıklardaki çalı çırpı temizlenmiş yol kenarına atılmıştı. Bir kaç ihtiyar mezarlıktan yana döndü. İçlerinden dua okudular. Duaları bitince ellerini yüzüne sürdüler. İhtiyarlar duasını okurken gençler kendi aralarında şakalaşıyorlardı.
Römork tıka basa eşya doluydu. Herkes, yağmurlar yağmadan, kar kış gelmeden, yollar çamur olmadan, kışlıklarını almıştı. Anlaşılan kış fenaydı buralarda. Şeker çuvalları çoğunluktaydı. Römork havaya zıpladıkça kaydı yanındaki ihtiyarın sol yanına yapıştı. Kendini toparladı.
EDECEK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.