- 467 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Akademik mi, Etik Mi?
Gün geçmez ki unutulan, kaynedilen bir metaya dair haber yapılmasın. Bu haberlerin neredeyse tamamına yakınında, maduriyetler yaşana gelir. Pek az yitik sahibi ile buluşur. O halde, bulunanı, unutulanı getiren insanlarla diğerleri arasında ne gibi farklar var acaba? Bir eğitim sistemi düşünüz ki her iki türden de insanı yetiştiriyor ve hayatın içine itiyor. Bu ikilemin nasıl bir mantığı olabilir? Eğitim dediğimiz şey mi ihmâl ediliyor yoksa öğretim mi gereğinden çok öne çıkıyor?...Zihinlerde o denli soru çalkalanıyor ki mantıklı ve tutarlı bir cevap bulunsun diyoruz bu sorulara. Daha ötesini de söylüyoruz ve maduriyetler neden her sahada giderek artarken, bu insanların haklarını korumak üzere yapılandırılmış onlarca yıllık kurumlar ve onların sözüm ona değerli temsilcileri cüret ederek her defasında zorbalardan yana taraf oluyor?... Acınası, kızılası ve toplumu kökünden sarsan durumlar bunlar.
Daha bir kaç gün geçmedi, deneme sınavları neticesinde derece yapan öğrenciler alkışlandı okul bahçesinde. Bir bakıma akademik hayatta özveriyle mücadele eden öğrenciler, onlara kılavuzluk eden öğretmenleri ve her ikisine de destek veren velileri de alkışlanmış oldu. Buraya kadar her şey normal. Bu manzara yıllardır süregelirken, mezun olan ve gelecek adına her şeyi yoluna koyacaklarını ümit ettiğimiz bu gençlik halen neyi bekliyor, demekten kendimi alamıyorum. Mezun olduktan sonra iş hayatının çeşitli sektörlerinde görev alan bu akademik kafalı bireylere rağmen, hayatın neredeyse her bir sahasında nitelikçe arttığımızı neden göremiyor, tam tersine ahlaki bir çöküşü yaşıyoruz birlikte. Bir yerlerde yanlışlık yapılıyor olmalı ve çok ciddi bir yanlışlık bu.
Matematiği sevdiriyor, binlerce soru çözdürüyor, sınavlara tabi tutuyor ve ağzıyla kuş tutba kabilinden iğnenin deliğinden belki de iki üç kez geçiriyoruz öğrencilerimizi. Bu fasılların her birinde özne "akademik" olarak ön planda. Olimpiyat yarışmalarında bile derece yapan öğrencilerimiz, gençlerimiz tezahür ediyor zamanla. Ne kadar da gurur verici aslında. Ne var ki, hayatımızda bizi kuşatan hukuk, trafik, çarşı-pazar muhabbetleri,eğlence.turizm, ticaret, ulaşım ve dahasında göze çarpan; kışkırtıcı ve hizmet verilenleri zararar uğratan, prestijlerini sarsan hilekârlıklar, fiyatlardaki tutarsızlıklar, tüketiye karşı yapılan türlü kabalıklar, akıl dondurucu hukuki kararlar ve dahası nasıl hayat buluyor öyleyse. Eğitim-öğretimn nihai amacı "iyi vatandaş, iyi insan yetiştirmek" değil midir? Buradaki iyi sözcüğü felsefi anlamda niteliği de çağrıştırmaz mı? Hakkaniyetle yönetmek, insana gereken değeri göstermek, bireysel sınırlara saygı duymak, tercihlere hoşgörü göstermek, hakkı olmayana elini uzatmamak,... nitelikle ilgili değil mi? Nitelik sadece matematiğe dair bütün işlemleri, fonksiyonları üst seviyede kullanabilmem mi? O halde, matematik ahlakı olmadan ortaya konulan bu şey, sadece akademik başarıdır, dersek yanlış olmaz sanırım. Bunu fen bilimleri için de sosyal bilimler için de düşünsek, aynı yere geliriz değil mi?
İnsanlara akademik olarak en üst seviyede bilgiyi ve beceriyi aktarmak güzel elbette. Bu bilgi ve becerileri nasıl daha insaflı, yararlı ve toplumun bütününün refahı ve huzuru için kullanmalarını öğretmek ise çok daha önemlidir öyleyse. Hukuk fakültesini derece ile bitirmeseniz de bu durum sizi avukat, savcı veya sonrasında hakim olmanıza engel teşkil etmez sanırım. Üstelik, derece ile bu öğretim kurumlarını bitirenlerle aranızdaki bilgi ve beceri açığını kapatmanız da yıllar sürmez. Üstlendiğiniz bir davada madurlara yenilerini eklemek, zulmeden güruha hak ettikleri cezaları vermekten imtina etmek ile ise toplum vicdanında büyük yaralar açılır ve bu içten içe büyüyen, kanayan yara, zamanla toplumun adalete bakış açısını başka bir yöne kırar. Anarşi, kaos ortaya çıkar, güven sarsılır. Bu durum tam da bir vehamettir aslında. Sizce de öyle değil mi?
Devletin âli makamlarına getirilen insanlarımız, bu makam ve mevkilerin gereği olan ahlaki duruşu gösteremezler ise, devlet acziyete uğratır duruma da girerler. Zira, hangi kurumda görev yapıyor olurlarsa olsunlar, insanların her biri devletin o sahadaki hakkaniyetini, ağırlığını, tararfsızlığını yansıtmak zorundadır. Buradaki ölçü sanıldığının aksine keyfiyet değil, kemiyettir. Kişisel tercihlerle devlet işleri yürütülmemelidir zaten. O makamlar devlet aklıyla icra eden makamlar olmalıdır. Zira, devlette de keyfiyet değil, ciddiyettir ilkeli olmak.
Öteden beri çokça kafama takılan akademik mi, etik mi ikilemi bende bir cevap buldu. Şunu söylemeliyim ki, bu ikilem gibi görülen şeyler aslında madde ve onun gölgesi gibi ayrılmaz bütünler. Madde nasıl şekillenirse, gölgesi de o şekilde yankı bulur. Çocukalarımızın eğitim-öğretiminde sadece aldıkları notlara endekslenme hastalığımız, kişilikçe çarpık, onu henüz istenen kıvama getirememiş bireyleri olmamaları gereken yerlere tevci ediyor ne yazık. İnsanlara tepeden bakan gurur abidesi idareciler, iki kuruş parayı elde ettiğinde caka satan esnaflar, makamıyla insanlara kelimenin tam da anlamıyla eza eden bürokratlar ve dahası ne çekilmez, ne katlanılmaz bir dert.
Kişisel gelişimlerini ıskaladığımız insanların ;dürüst tüccar, turizm işletmecisi, bankacı, bürokrat, avukat, müteahhit, mühendis,... hele ki eğitimci olmalarını nasıl bekleriz? Kaldı ki caddenin bir köşesinde bank üzerinde unutulan bir eşyayı veya değerli bir metayı sahibine teslim edecek nitelikli bir vatandaş hayat bulsun. Nitelikten taviz vererek, nicelikçe artamayacağımız ortadadır.
Yaşamakta olduğumuz ve daha öncelerinde de sıklıkla yaşadığımız ve artık neredeyse kanıksadığımız ekonomik bunalımlar, kadın cinayetlerindeki zanlıların aldıkları komik cezalar, parlementer çocuklarının çıkardıkları yangınlarının örtbas edilmesi, sadece kuralları uyguladığı için hakaret duyan trafik polislerimiz, emaneti sahibine ulaştırdığı halde kuru bir teşekkürü veya minneti gösteremeyen kof insanlar ve dahası... Alın size toplumumuzun gerçek yüzü. Ben mi böyle görüyoruz sizce, yoksa gerçeğin tam da kensi mi bunlar.
Yaşadıklarımdan sadece bir tanesini tüm detaylarıyla ve edebiyata da başvurmadan, yorum yapmadan anlatsam, sanki yer yerinden oynar gibi geliyor bana. Açık alanda ve eksi on derece soğukta çocukları tam bir saati aşkın süre bekleten bir sözüm ona kaymakam, ne derece saygındır, bu görevi ne derece layıkıyla yapabilmiştir sizce? Değerler eğitimi için onlarca öğretmeni ve idareyici davet eden bir akademisyenin hiç utanıp sıkılmadan masanın üzerine ayaklarını atarak oturmasına ne dersiniz?... Bunlar sadece benim pencereme teams edenlerdi. Eminim bu metni okuyup çok daha farklı şeylerden hayıflananlar olmuştur. Bu gidişata bir dur demenin vakti çoktan geçmiştir.
Eğitim öznesini ıskalamak demek; hayatın her sahasında niteliksiz insan yetiştirmek, aklaki doyumdan bihaber bireylerle dolu toplum oluşturmak, liyakatı ile değil,egosu ile iş yapan meslek insanlarını çoğaltmak demek değil midir? Yunus Emre ne güzel demişti bu hususta. "İlim, ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Kişi kendin bilmezse, bu nice okumaktır." İnsanlar uygun koşullarda gereken mücadeleyi vererek her şey olabilirler. Avukat ,savcı, vali, sanatkar, zengin bir iş insanı, futbolcu,...vb Ne var ki insan olabilmek ahlaki doyumla, etikle mümkün olabiliyor. "Ben ne elbiseler gördüm, içinde insan yok. Ben ne insanlar gördüm, üzerinde elbise yok." mısraları da adeta bu gerçeği haykırıyor. Güzel insanlara, duyarlı insanlara, etik davranabilen insanlara, hakkaniyetli insanlara, hoşgörülü insanlara, vicdanını yitirmemiş insanlara,... eskisinden daha fazla ihtiyacımız var.
Bugün hayıflandığımız durumları bize yaşatanlar da bir zamanlar çocuktular. Bu durum, bizi insan kılan değerin nerede öğretilmesi gerektiğini de ifade diyor sanırım. Ben, çocuklarımızın asıl değerlerinin okuldan getirdikleri notlarda değil, okulda gösterdikleri duruşta olduğunu savunuyorum. Bu duruşun zeminde yeşerdiği bir hayat, akademik başarıyı da en ideal şekilde yükseltecek bir hayattır. Kalın sağlıcakla.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.