- 1538 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
984 - TAYYİ ZAMAN VE TAYYİ MEKÂN
Onur BİLGE
Işıl, Somuncu Baba’nın Ulu Cami’nin dört kapısından birden çıktığını, her kapıda el öptürdüğünü duyduğundan beri meraktaydı. “Keramet kiremit bilmem ben! İnanmıyorum arkadaşım, inanmıyorum! Zorla mı!” diyordu. Bugün Sadullah Bey’e, öyle bir şey olup olamayacağını sordu. Onun da hazır tarafıymış. Sohbet konusu çıktığı için sevinmiş olmalı. Anlattı da anlattı…
"Tayyi zaman zamanı, tayyi mekân mekânı yok etmek, zamansız mekânsız olmak demektir. Bu olay bedenen, ruhen, hem bedenen hem ruhen olabilir.
Hepimiz madde bedenimizle ancak bir yerde olabiliriz. Bedenlerimizle birlikte bir de ruhaniyetimiz vardır. Taklidî iman ve bilinçsizce yapılan ibadetlerle ancak nefis tatmini sağlanabilir, öteye geçilemez.
Ruhsal bedene sahip olanlar, maddi varlıklarını yok edebilen, “Mutu kable ente mutu” sırrına erenler, yani ölmeden önce ölen, Allah’ın varlığıyla varlıklanan, Ruhullah’ın emrinde hareket edenlerdir. O nedenle zaman ve mekân engellerine takılmazlar. Zuhurata bağlı hareket ederler. Oldukları yerden bir anda mesafeleri aşarak gitmek istediği yere gider, görmek istediğini görürler. Çünkü onlar, zahiri ve batını ibadet edenler, iman ve ibadetlerinde bilinçli olup, onlardan zevk alanlardır.
Vefat edenler arasında da Allah’ın izinli kulları vardır. Şehitler ölü değildirler. Bizim bilmediğimiz şekilde diridirler. Allah’ın kubbesi altında korunan veli kulları, canlarını verdikleri zaman da bir şekilde görevlendirilirler ve ödüllendirilirler. Bazıları vefat ettikleri halde ruhen özgürdürler. Velî zatlar tarafından yeryüzünde bir başka yaratılışla ibadetlerine devam ettikleri, darda kalanlara yardım ettiklerinin görüldüğü söylenir. Onlar yaşarken de öldükten sonra da istedikleri zaman, istedikleri yerde olabilirler.
Allah’ın bazı kulları, sıradan insanlardan farklı hale gelmeyi başarmış, ruhen ve bedenen özgürleşebilmişlerdir. Ruhen ve bedenen diledikleri kadar çoğalabilir, aynı anda birçok yerde birden görülebilirler. Görünüşte sıradan insanlar gibidirler. Bizim gibi yer içer, çalışır, uyur uyanırlar. Kimse farklı bir hale geldiklerini anlayamaz. Öyle olduklarına da inanamaz. Fakat birkaç yerde birden görüldükleri birçok kişi tarafından söylendiğinde sırları ortaya çıkar.
Hazreti Ali’nin aynı anda Emevi Camisi’nin yedi kapısından birden çıktığı söylenir. Veysel Karani’nin yedi tabutta birden görüldüğü iddia edilir. Hazreti Ali vefat ettiğinde: “Tabuta giren Hazreti Ali, deveyi çeken Hazreti Ali, ardından gidenler Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin, cenazeyi takip eden Hazreti Ali!” denmiş. Cebrail ve Azrail isimli meleklerin, Efendimizin sohbetlerine bazen insan şeklinde iştirak ettikleri görülmüş.
Bilmek bir zevktir, yaşamak bambaşka bir hazdır. İman ve ibadetle öyle bir yere gelinir ki kişi İlahi mutluluk deryasında yüzmeye başlar. Efendimiz ve öyle müminlerin, tam otuz üç defa ruhen miraç ettikleri, Efendimizin cismen ve bedenen yapmış olduğu da eklenerek otuz dört miracı olduğundan bahsedilir. Makam-ı Mahmut zevki yalnız ona aittir.
Belkıs’ın tahtının nasıl getirildiğine akıl erdiremediğimiz gibi Bast-ı Zaman ve Tayy-i Mekân nasıldır, onu da bilemeyiz. Bildiğimiz, Allah’ın her şeyi yapma gücüne sahip olduğudur. Allah dilerse, zamanı genişletebilir, bereketlendirebilir, kısa sürede büyük bir olay gerçekleştirebilir. Rüyada yaşananların benzerini uyanıkken de yaşatabilir.
Ruhun hızı, sesin hızından da ışığın hızından da fazladır. Hayal, ruha hizmet eder. Hayalen bir anda istenilen yere ulaşılabilir. Akıl, idrak aletidir. Kâinatta her yere uzanabilir.
Bütün mesele, ruhun cesedi yenebilmesi, onu aşabilmesidir. Uçurtma misali gider, görür, anlar, öğrenir, gelir. Allah izin verirse, geçmişe de gidebilir, geleceğe de…
Hz. Ömer, Sâriye b. Züneym’e sancak vermiş ve onu İran cephesine göndermiş. Nihâvend zaferinden sonra Fesâ ve Darabcird’i fethetmeye gidince büyük bir düşman ordusuyla karşılaşmış. Tam yenilgiye uğrayacağı anda: “Yâ Sâriye, el-cebel, el-cebel!..” yani “Sâriye, dağa çekil, dağa!..” diye bir ses duyarak ordusunu vadiden dağa çıkarmış. Rivayetlere göre olay Nihâvend’de meydana gelmiş. Sâriye ve ordusu sırtlarını dağa vererek savaşıp, galip gelmişler ve yüklü bir ganimet elde etmişler.
Sâriye, ganimetlerin arasından seçtiği bir mücevher sandığını, zaferden bir ay kadar sonra, bir rivayete göre kendisi, bir rivayete göre de bir müjdeci aracılığıyla Hazreti Ömer’e ulaştırmış. Medine halkının hiçbir anlam veremediği, Hazreti Ömer’in hutbeye ara vererek yüksek sesle söylemiş olduğu sözün ne anlama geldiği ancak o zaman anlaşılabilmiş.
Savaş esnasında duyulan sesin Hz. Ömer’e ait olduğu, onun o sözü Medine’de, hutbe verirken sarf ettiği, sözüne ara verip: “Sâriye, dağa çekil dağa!..” dediği, Sâriye’nin de kilometrelerce uzaktan o gürültü ve hengâme içinde o sesi duyduğu, ona uyarak dağa çekilmek suretiyle ordusunun yenilgiden kurtulduğu ortaya çıkmış.
Demek ki Hazreti Ömer aynı anda hem hutbe veriyor hem de mânâ kanalıyla savaşı izliyormuş. Olduğu yerden savaşa müdahale etmiş. Komutanını uyararak, İslam ordusunun başarıya ulaşmasını sağlamış.
Günümüzde, dünyanın bir ucunda meydana gelen olaylar, insan eliyle icat edilen televizyon vasıtasıyla bütün dünyada izlenebiliyor, buna kimse şaşmıyor, inanmazlık etmiyorsa, Allah’ın izni ve kudretiyle gerçekleşmiş olan böyle olağanüstü olayların yaşanmış olduğu da inkâr edilemez. Allah dilediği zaman, dilediği kuluna bir icat yaptırabilir, dilediği kuluna mânâ kanalıyla yardımını ulaştırabilir.
Ebrehe’nin ordusunu Ebabillerle bozguna uğratan, dilediği kullarına gökyüzünden melekler indiren O’dur! Hazreti İsa’nın doğumu da göğe kaldırılması da, Hazreti Musa için Kızıldeniz’in akmaya ara vermesi de akıl erdirebileceğimiz olaylardan değildir. Kur’an’da, buna benzer pek çok olay nakledilir. Tamamına şeksiz şüphesiz iman ediyoruz. O zaman, ayarı kısılmış aklımızla anlayamadığımız, alışılandan farklı olduğu için reddetmeye kalktığımız, birçok kişi tarafından doğrulanan bazı olağanüstü olayları da kabul etmeliyiz.
Allah’ın o kadar akıl sır ermez işleri var ki! “Başınızı göğe çevirin, bakın!” diye dikkatimizi gökyüzündeki cisimlere çekiyor. O muazzam yapıyı O’ndan başka kim inşa edebilir, kim kusursuzca işletebilir! O ne bitip tükenmez enerjidir ki yanarlar sönmezler, dönerler düşmezler, yürürler durmazlar!
Biz dünyalıyız. Neden sonuç ilişkisine bağlı olarak meydana gelen olayları görmüş, olduğu gibi kabul etmişiz, normal saymışız. Oysa minicik tohumlardan dev ağaçların çıkması, narin köklerin kayaları yarması, toprakla suyun dallara yürüyerek meyveler haline dönmesi de hayret edilecek olaylardandır. Yağmur yağar, kar yağar şaşmayız. Rüzgârdır eser, şimşektir çakar! Güneş her gün doğar batar! Ne kadar kolaydır bunların olması! Ne de doğaldır! Akıl alır gibi midir aslında!
Allah, bunları birer birer sayar döker. Gözsüzlerin gözüne sokarcasına! Görene… Köre ne!"
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 984