- 395 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
PENCERE
Yağmur iyice hızlanmıştı. Karşı komşu evin çatısı üzerindeki eski, üzeri yosunlaşmış kiremitlere vuran damlaların çıkardığı ahenkli sesler, kulaklarına bir müzik sesi gibi geliyordu. Çatıda oluk olmadığı için kiremitler üzerindeki yağmur damlaları fazla durmadan büyük bir hızla aşağıdaki yolun kenarındaki su birikintisi üzerine, buradan da ufak bir su dereciği oluşturarak, aşağı büyük caddeye doğru akıyordu. Yağmur sesine ufacık odasındaki masanın kenarında duran Philips marka radyodan çıkan rock müziği sesi karışınca, müzikle yağmur arasında tercih yapmak zorunda kaldı. Radyonun sesini yavaşça açtı. Yağmur, gece, müzik ve o baş başaydı artık.
Karşıdaki komşu evin dış duvarlarına taşlar, taşın doğal renklerinin bir ressamın tualine işlediği resim gibi işlenmişti. Evde oturan ev sahibini hiç görmemişti. Evin hanımını da birkaç kez kapı önünü süpürken görmüştü. Bu kapı önü temizlik işini genelde abla kardeş evin yetişkin kızları yapıyordu. Annesi o okuldayken kapı önü akşam muhabbetlerinde komşular kim neydi, ne iş yapıyordu kısa zamanda öğrenmişti. Evin babası Çalışmak için Ayvalık’a gidiyormuş. Ayvalık Badavutta bulunan sarımsak taşı ocaklarında çalışıyormuş. Ayni zamanda çok iyi bir taş ustasıymış, Ayvalık’ta tadilat gören eski Rum evlerinde çok emeği varmış. Kendi evini de taş ev yapacakmış ama oradan buraya taş taşımak oldukça maliyetli olduğu için sonradan vazgeçmiş. Şu andaki taşları da tadilatını yaptığı bir yalının sahibi göndermiş. Diğer iç kısımları kerpiçten tamamlamış. Tahmini yarım asırlık tek katlı, bahçeli ev.
O akşam çift kanatlı geniş (Portalı) giriş kapısının sağ tarafındaki pencerenin perdesi bir açılıyor bir kapanıyordu. Bazen karşılıklı bakışmalar bir anda birbiriyle kucaklaşıyor, ama aniden, naz yapar edasıyla kapanan perde, pat diye ayırıyordu bu kucaklaşmaları. O da yağmurun cama vuran damlaları arasından, seyrediyordu dışarısını. Akşam karanlığı çöktükçe evin taş duvarlarını yıkayan yağmur, yan taraflarındaki sokak lambasının ışıltısını penceresine kadar yansıtıyorken mavi gözlü sarı saçlı güzel Arnavut kızı bu damlalar arasında onun bakışlarını arıyordu. İki abla kardeştiler bu eski taş evde, kardeş daha güzeldi ablaya göre. Mavi vahşi gözler, sapsarı saçların altında adeta vahşi bir panterin bakışlarını andırıyordu. Bazı sabahlar okul gidişi kapı önündeki karşılaşmalarda, o gözlere fazla bakamıyordu, o bakışlar korkutuyordu mahallenin bu genç yakışıklı çocuğunu.
Güzel komşu kızı her sabah okula giderken, kapının önüne çıkar, kapının önünü süpürürdü. Her gün gönüllü yaptığı bu kapı önü temizliğinin tek amacı karşı komşu çocuğunu görmekti. Şehir çıkışındaki ana cadde üzerindeki dizilmiş zengin evlerden gelen otobüsün durduğu durağa gelir, onu geçirmek için, otobüs gidene kadar bekler, bir el sallamadığı kalırdı. Kendi sokaklarında bakışlarını esirgemediği bu güzel Arnavut kızına, durakta pek yüz vermezdi okullu çocuk. O, zengin evlerden gelen otobüse binen zengin mahallenin kızlarınla bakışır, onlarla arkadaşlık hayalleri kurar, onlardan birini tavlamaya çalışırdı. Onlardan da ne yazık ki pek fazla yüz bulamazdı. Otobüsteki kızlar şehir Liseleri ve Kız sanat okulu duraklarında inerken, o da kendi okulu Erkek Sanat Enstitüsüne en yakın durak olan Ticaret Lisesi durağında inerdi. Bu otobüste ki gözdesi Şive ismindeki üç durak ilerdeki Lisede okuyan yeşil gözlü bir kızdı. Bazen istemeden habersiz de olsa, birbirine bakışan bakışlar, bir umut oluyordu yüreğinde. O günlerde bu yeşil buğulu bakışlar hayallerine hayaller katmaya yetiyordu ona.
Her okul dönüşü komşu Arnavut kızı durakta beklerdi onu. Ne de olsa kapı komşuydu, bazen ona bakıyor gülümsüyordu, bizim genç. Bu bakışlar güzel komşu kızının umudu idi. Komşu çocuğundan beklentilerinin ipucuydu. Bir de ev sahiplerinin kızları vardı, sağ yan tarafta oturuyorlardı. Onlarında gözü bu mahallenin yeni gelen yakışıklısı, yere bakan yürek yakan delikanlısında idi. Yani sanat okulu üçe giden bu kara kuru çocukta.
Ama mahallenin bu güzel kızlarının hiç biri onun koruyucu kalkanından kurtulup ona ulaşamıyordu. Koruyucu kalkanım mı? Tabii ki o kalkan bu kara kuru çocuğun annesi.
’’Benim oğlum okuyacak, kızlarla ilgilenmeye vakti yok ’’ diyordu.
Böbürlene böbürlene, yeni mahallemizdeki kapı komşularına. Oysa oğlu ne yere bakan, yürek yakandı.
Bu günlerde odasına çekildiğinde Monta Carlo’ yu dinliyordu. Sevdiği müzik nağmeleri bu kanalda bütünleşiyordu kulaklarınla, Dünya listelerindeki son şarkılar buradan ulaşıyordu ikinci kattaki minik odasına. Cuore Matto, Tomba la Neige, Aline, Mon fils dinlediği favori şarkılardı. Akşamüstü de saat beşte batı müziği proğramı vardı, hep yabancı parça çalardı.
Bu sene Sanat Enstitüsü son sınıftaydı. İki sene yurtta kaldıktan sonra, bu sene ev tutmuştu ona ailesi. İki katlı eski ahşap evleri şehri ana garajına yakın köy garajından devlet hastanesine giden yolda, köprüyü geçtin mi, ilk karşı sokaktaydı, . Üst katta oda içinde her hareketi tahta gıcırtısı olarak alt kata yansır, bu onu rahatsız ederdi. Hele birde radyonun sesini fazla açtı mı, hemen aşağıdan annesinin sesi yükselir,
’’Kıs şu radyonun sesini komşular rahatsız olacak’’
Hemen sağ bitişiğinde bakkallık yapan ev sahibinin evi olan bu eski ahşap evin ufak bir bahçesi, bahçesinde büyük bir dut ağacı vardı. Bir gün okuldan geldiğinde, evin kapısını açıp içeri girdi, içeriden kadın sesleri geliyordu. Mahallenin kadınları, ev sahipleri bizim avludaydılar. herhalde anneme oturmaya gelmişlerdi. Sessizce yukarı çıktı. Odasına geçerken arka pencereye yaklaşınca bir de ne görsün, dut ağacın üstü bizim mahallenin kızlarıyla dolu.
Manzara müthiş, etekler fora, baldır bacak meydanda utandı kaçtı içeriye.
Odasına gitti, ama bir müddet sonra şeytan dürttü, tekrar arka pencereye, kızlar hem dut yiyor hem de sohbet ediyordu. Gizliden seyretti bir müddet, yaptığı doğru değildi, utandı kendinden ya görürlerse korkusu rahatsız etti onu, sonra nasıl bakardım yüzlerine.
’’Anne’’ diye seslenince ağaçtaki kızlar kendilerine bir çeki düzen verdiler, ama ağaçtan inmediler, dut yemeye devam ettiler..
Bahçeye girip yukarı bakarak kızlara bana da toplayın, ben de isterim dedi. Gülüştüler.
Mahalle şehrin’ fakir mahallelerinden idi. Tek tük yeni yapılmış beton evlerin dışında çoğu evler taş, kerpiç, ahşap bir veya iki katlıydı. Genelde bu mahallede balkan göçmenleri oturuyordu. Bir alt sokak ana cadde, onun bir altında Balıkesir’in içinden geçen dere vardı. Garaja giden yoldaki köprünün sağında da köy garajı vardı. Okulumuza uzak ama hiç olmazsa garaja yakındı. Bu yıl o sanat okulu üçe giderken erkek kardeşi Balıkesir Necati öğretmen okulunun yatılı bölümünü kazanmıştı. Ailesinin ev tutmalarına neden ikinci sebebin asıl nedeni buydu.
Hafta sonları Susurluk Şeker fabrikasında çalışan babası geliyordu yanlarına, iki gün kalıp dönüyordu. Bir gün bayram mıydı, arife miydi, yoksa ramazan ayı mıydı neydi. Annesi her bayram yaptığı gibi onları erkenden uyandırdı. Hadi abdest alında bayram namazına gidin. Bu uyarı ayni zamanda babaya da idi. Sabah erkenden hadi camiye gidiyoruz dedi. Sanırım bayram namazına. Annenin en büyük kıvancı, baba oğulun camiden beraber gelmeleriydi. Baba oğul köprünün sol tarafındaki camiye gitti. O zaman saçları yeni uzatmaya başlamıştı. Cami kalabalık, hoca başladı konuşmaya, konuştukça konuştu. Sıra gençlere geldi, ne uzun saçları kaldı, ne İspanyol paça pantolonları. Hoca konuştukça o yerin dibine giriyordu, sanki herkes ona bakıyordu, verdikçe veriştirdi camideki gençlere. Anaları, babaları suçladı. Sanırım babası da utandı ondan. O gün nefret etti, bu tür hocalardan, camiden soğudu. Artık caminin uzağından geçiyor, cami avlusundan bakışlarıyla onu taciz eden bakışlara hedef olmamaya çalışıyordu. Daha 17 yaşında bir gençti. Çok sinirlenmişti. Eve gelince babası da ’’kes şu saçlarını’’ deyince, daha da sinirlendi. Artık odasının kapısını yatarken kilitlemeye başladı. Her gece yastığa başını koyduğun da, belli olmaz bakarsın saçlarını uyurken keserler kuşkusu yaşamaya başladı.
Annesi daha tutucuydu, gece gündüz babasının başını etini yerdi.
’’Şu çocukları camiye, teraviye, cumaya götür, gavur mu olacaklar başımıza’’ diye.
Onlar ne kadar üstelerse üstelesinler, bu evdeki dört kardeşi de etkileyemedi. Hepsi sol görüşlü bir düşünce içinde geleceğe doğru onlara inatla yürüyüşlerine devam ettiler. Tabi ki Bu düşüncelerin oluşmasında, Balıkesir lisesi ve Necati öğretmen okulundaki arkadaşlarının çok büyük etkisi vardı. Onlar onun dünyaya açılan penceresi olmuştu. Diğer kardeşleri de abilerinin çizgilerinden şaşmadı. Oysa babası, amcası ailece Menderesçi idi. O yıllar çevrenin mahallenin en çok onları etkilediği yıllardı. Ramazan geldi mi, teravi namazı baskısı vardı. Evin babası çocuklarını alır benim çocuklarım teraviye gidiyor der, ana baba konu komşuya karşı kasım kasım kasılırdı. Onlar içinse bu bir zulümdü. Bayram sabahı ise ayrı bir zulüm, anneleri hepsini erkenden uyandırır, babalarıyla bayram namazına gitmesini isterdi. Hep beraber abdest alınır ve ya öyle alındı gibi yapılır babayla zoraki de olsa bayram namazına gidilirdi. Bu gibi durumlarda ailede küçükler babalarını değil de büyük abilerini örnek alıyordu. O büyük abi olduğu için kardeşleri ana baba yolunda değil de onun yolunda gidiyorlardı. Camilerde gençler nedense caminin balkonunda namaz kılardı. Yahut da o ara camiden sıvışır, kahveye kaçar, orada teravi bitişini gözlerdi.
O günlerin mahalle baskısının sonuçlarıydı bu yaşananlar, kılık kıyafetimiz mahalleli tarafından sorgulanırdı. Bu sokaklarda yaşayan her gencin ahlak ve değer ölçüleri mahallede yaşayanların değer yargılarının etkisi altındaydı. Ama o bu değer yargılarına direnen mahallenin sayılı çocuklarından biriydi. Daha Ortaokul yıllarında seçtiği arkadaş gurupları, kasabanın ileri gelen eğitim öğrenim görmüş kişilerinin çocuklarıydı. Yaşadığın şehrin varoşlarında yaşayan gençlerin ortak sorunuydu bu, okullarda ki kılık kıyafet, moda giyim tarzları. Tabii ki güncel giyim önce gençleri etkilerdi, okuduğumuz gazete, kentimize dışarıdan gelen sanatçı kıyafetleri. Gençlik dergilerini, moda dergilerini, gazetelerini önce bu gençler okurdu. Sonra bunları anne babaya kabul ettirip, satın almak girerdi sıraya. Bir ara şeker çuvalından pantolonlar moda oldu. Şeker çuvalları bulunur, terziye verilir, üstlerine dar İspanyol paça pantolon dikilirdi.
1967 sonbaharında Balıkesir sanat enstitüsünde okul orkestrası kurulmuş çalışmalar başlamıştı, o da gruba katılmıştı. Çok istediği halde bir müzik aleti, gitarı, mandolini olmamış, herhangi bir müzik aleti çalamadığı için okul orkestrasına solist olmuştu. Her sabah çiğ yumurta yutuyor, böylelikle sesinin daha güç çıkacağını umuyordu. Bir gün okuldan eve geldiğinde, evde ’’sana bir paket geldi’’ dedi annesi. Paketi açtığında içinden iki adet LP çıktı, yani longplay. Birisi ’’Sony and Cher’’ grubunun ’’Little man’’ albümü diğeri de Perge Slade adlı zenci bir şarkıcının ’’When a man loves a woman’’ albümü. Akşamları dinlediği Amerika’nın sesi radyosundaki bir müzik proğramının yarışmasına mektup göndermişti, kazanmış demek ki. Ama bunu çalacak pikabı yoktu. Artık mahalleye hem lise üç öğrencisi, hem de sanat okulu orkestrasının solisti olarak geliyordu. Hele bir de bir yerde konser verseler, havası iyice artacaktı. O günlerin müzik dergileri, Modern çağ, Diskotek gibi dergilerdi. Bir de Milliyet gazetesinin hafta sonu müzik sayfası ilavesi vardı. Dünya müzik listelerindeki yabancı şarkıları ve sözlerini oradan takip ediyordu. Okulda mekanik dersime giren motor hocası Naim Eryöner ile müzik ortak noktalarıydı. Ders saatlerinde ara sıra esnediğin de Hocası ona espriyle karışık ’’ Gece yine Monto Carlo’yu mu dinledin ’’ diye takılırdı.
O gece yine üst katta odasında ders çalışıyor, müzik dinliyordu. Karşı pencere yine kıpırdamaya başlamıştı, komşu kızını uyku tutmuyordu. Gözü onun penceresindeydi. Bir ara pencerede bir bacak gördü, ’’Allah Allah yanılıyorum herhalde ’’ dedi, belki kolu falandır. Sokağın sağ tarafımdaki sokak lambasının ışığı onu yanıltmış da olabilirdi. Ama bayağı bacaktı bu gördüğü. O da odasının penceresini aralamış, ışığı söndürmüştü, bakışıp duruyorlardı.
Komşu kızına işaretle ’’Kapıya gel dedi’’ demez olaydı. Pencere kapandı, biraz sonra kapı sessizce aralandı. Ev ahşap olduğu için yukarıdaki tıkırtılar aşağıya olduğu gibi gidiyordu, annesi aşağıda idi, uyudu mu uyamadı mı bilemiyordu. Tuvalet aşağıda olduğu için tuvalete gitmesi, onun dikkatini fazla çekmezdi. Yavaşça tahta merdivenlerden gıcırtılar eşliğinde, olduğunca sessizce inip, tuvalete gitti. Annesinin odasından ses gelmiyordu, belli ki uyumuştu.
Mayıs ayının bahar kokusu tüm mahalleye sinmiş, gece yıldızlar pırıl pırıl ışıldıyordu. Dut ağacının altındaki tahta sandalyede biraz oturdu. Komşu kızı kapısını aralamış, sıra ondaydı, ama korkuyordu. Bir rezalet çıkar diye yavaşça daracık kapı girişindeki ufak salonda yürüyerek dış kapının kapı koluna uzandı eli, önce kilit mandalını indir. Annesinin odası hemen sağında ki kapıydı, oradan bir tıkırtı sesi geldi mi diye tekrar dinledi odayı. Ses yoktu. Uyuyordu. Kapının koluna yavaşça basıp, kapıyı açtı. Biraz bekledi, korkusu kapı açılırken kapının gıcırdamasıydı. Yavaş yavaş kapıyı kendine çekmeye başladı. Gecenin sessizliğinde tek duyduğu şey, nefes alışı ve kalbinin küt küt atmasıydı. Acaba karşı kapıdaki komşu kızının heyecanı nasıldı, ayni duyguları o da yaşıyor muydu? Muhtemelen ablası ile ikisi ayni odada yatıyorlardı. Evin ikinci odasında babası ve annesi yatıyordu. Odaların önünde bir salon vardı, yöresel tabirle ’’sundurma’’ sundurmanın önü de ufak bir bahçeydi.
O akşam ablası köyde kalmıştı, Babası da zaten Ayvalık’tan çok nadir geliyordu. Evde annesi ile yalnızdı. Komşularının kara kuru oğluna tutulmuştu bu maviş Arnavut kızı. Her gün okul dönüşü onun yolunu gözlüyordu. Babasının taş ustalığı dışında, bu şehirde kendine göre yapacağı bir iş yoktu. Ama gözü Ayvalık’taydı. Orada ne iş bulursa yapıyordu, genellikle de taş duvar ve inşaat işçiliği yapıyordu. Annesi de günü birlik işlere gidiyordu. Onun için ilkokuldan sonra okuma şansları olmamıştı.
Ablası ondan iki yaş büyüktü. Ama onun güzelliğinden hiç nasiplenmemişti. Ablasının yanında gerek fiziğiyle, gerekse de hal ve tavırlarıyla hem o öne çıkıyordu. O gece yatmaya hazırlanırken soyunmuş, alev alev yanan çıplak bedeni bomboş yatakta bir o yana bir bir bu yana kıvrılmış, uyuyamamıştı. Karşı penceredeki ışık yandığı müddetçe gözüne uyku girmiyordu. Girmeyecekti de. Annesi yan oda da çoktan uyumuş, gün boyu çalışmanın verdiği yorgunluk onun hemen uykuya dalmasına neden olmuştu. Bu gece kızınla oturup konuşmaya bile hali kalmamıştı.
Genç kızlığının en ateşli yaşındaki bu taze beden, birden yataktan fırlayıp yatağın üzerinde zıplamaya başladı, tabii sessiz bir zıplayış idi bu, kendince spor yapıyordu. Bacakları bir ara pencerenin önünde inip kalkmaya başladı. Sonra pencerenin açık olduğunu fark etti. Pencereyi kapatırken, karşı penceredeki bakışlarla yüz yüze geldi. Karşı pencereden aşkı ona bakıyordu.
Utanmıştı, ’’acaba beni gördü mü’’ dedi kıpır kıpır titreyen dudağı, bunu öyle bir çığlık nidasıyla söylemişti ki, Bir an annesinin uyanacağını hissetti. Alev alev yana çıplak bedenini sarıp sarmaladı yorganın içine. Bir müddet yatağın içinde kendi sıcaklığıyla sarmaş dolaş oldu hayalleriyle. Pek güvenemiyordu bu kara oğlan’a, mahallenin tüm kızlarıyla haşır neşir oluyordu. Ona da bakmıyor değil hani. Her sabah bakışıyorlardı. Mahallenin en güzel kızlarından biriydi, daha ne olsun. Ama o anası yok mu o anası, kıskanıyordu oğlunu. Yattığı yerden eli perdeye gitti, sıyırdı attı üzerinden yorganı, kendi bedeni ile onun istekleriyle baş edemiyordu. Araladı perdeyi, oradaydı aşkı, çıplak olduğunun farkında bile değildi. Gülerek ’’ne bakıyon len’’ gibi bir işaret yaptı. Karşı pencerede işarete karşılık verdi ’’ Kapıya gel’’ der gibi işaretti bu. Onu sokak kapısına çağırıyordu. Acaba ne konuşacaklardı. Tamam der gibi el salladı. Sokak bir arabanın zor geçeceği kadar dar olduğu için, pencereler birbirine çok yakındı. Sokak lambasının ışığı onun odasını aydınlatıyor onun yüzü, hatları gözüküyor, karşı pencere biraz karanlıkta kalıyor, tam olarak gözükmüyordu. Pencereyi tekrar aralayıp, üst kattaki pencereye, sonra onun altındaki birinci kattaki pencereye baktı, aşkının annesinin odasıydı.
Perde sımsıkı kapalı ve ışık yoktu. Annesi içeride uyuyordu, şimdi ne yapacaktı. Vücudu tir tir titriyordu. Komşu oğlu, aşkı eve gelince ya gören olursa, ya annem uyanırsa, bu düşünceler yalnız bırakmıyordu yatağın içinde onu. Kapıya gidecekti, tüm bedeninin istediği buydu açacaktı kapıyı, onunla baş başa olacaktı. Ne konuşacaklarsa konuşacaklardı. Sessizce yanda sandalyenin üzerinde duran geceliğine uzandı eli. Heyecandan tir tir titriyordu. Yatarken rahat uyuyamadığı için çıkardığı sütyenini bile giyme gereksinimini duymadı. İncecik geceliği geçirdi sırtına. Sessizce lavaboya gidip kendine bir çeki düzen verdi, saçlarını taradı. O çok sevdiği parfümünü sıktı bedenine. Sundurmada bir divan vardı, orada oturamazlardı, annesi yan odada duyardı onları, odasına da alamazdı. En iyisi kapı aralığındaki koridordu. Hem annesinin odasına uzak, hem de kapıya yakın. Sundurmada yerde duran iki adet minderi kucaklayıp, kapı girişine taş duvar tarafına koydu. Misafirini ağırlayacağı en uygun yer burasıydı. Sokak kapısını hafifçe araladı, şöyle bir başını çıkarıp sokağı kontrol etti herkes uyuyordu. Kapıyı aralık bıraktı.
Karaoğlan evlerinin kapısını çekerken, kapının ağzında kapının kolunu yavaşça bastırdı, yağsız kapı kilidi ses yapabilirdi, kapının kilidinin dilini hafifçe yukarı kaldırıp kilidi yavaşça bıraktı. Sadece tık diye bir ses geldi kulağına gecenin sessizliği derin uykudayken. Annesi hep aklındaydı, oysa düşman uyur o uyumazdı. Acaba uyandı mı dedi içinden, bir müddet bekledi. Uyuyordu kesin, yoksa çıkardı dışarı. Kapıyı yavaşça aralamaya devam etti. Sokağa hafifçe başını uzatıp bir sağa bir sola baktı, sokak derin bir uykudaydı. Ayağında pijaması üzerinde de kısa kollu bir tişort vardı. Ayakları çıplaktı. Ses yapar endişesiyle terlikleri ayağına geçirmemişti. Heyecanla soluyordu. Hala içerisinde bir korku onu dizginliyor, ’’deli misin ne yapıyorsun sen’’ diyordu. Önünde üç metrelik bir yol vardı, sırat köprüsünden daha tehlikeli. Kendini içeri çekip soluklandı. Tekrar kapıdan dışarı baktı. Sol tarafındaki komşularının tahta kapısında hafif bir tıkırtı geldi, ama sonra tekrar sessizliğe büründü sokak. Kedi olabilir dedi. Artık bedeninin çoğu sokaktaydı. Karşı kapı da biraz açıldı. Bir anda olacaklara karşı, bedeni, ayakları yenik düştü. Kendi evinin kapısını hafif aralık bırakarak hızlı adımlarla adeta uçar gibi, karşı evin açık kapısından içeri daldı. Kalpleri güp güp atan iki ateş parçasının karşılaşmaları, bu atışları iyice artırdı. Üzerinde kısa bir gecelik olan komşu kızı heyecandan tir tir titriyordu. Bir an giriş holünde ne yapacağız diye şaşkın şaşkın dikildiler. Heyecanımı yenip önce ben kendini toparladı.
’’Merhaba bak geldim.’’ elini uzatarak kendisine uzana elin tuttu. Komşu kızı zangır zangır titriyordu.
Onların sokak kapısının dilini kaldırarak hafifçe ittim. Tık diye bir sesle kapı kapanmış, baş başa kalmıştılar. Kapının iç tarafındaki eşiğin önündeki boşlukta dikilip duruyordular Işıklar yanmadığı için sadece dışarıdaki direğin tepesindeki sokak lambasının bahçeye yansıyan ışığıyla birbirlerini görebiliyorlardı. Elleri birbirini bırakmıyordu, alev alev yana bedeni biraz daha kendine çektim. Kız konuşamıyor titriyordu. Fısıldayarak,’’Nerede oturacağız’’ dedi. ’’İstersen odana gidelim.’’ O da kulağıma yaklaşarak fısıltı şeklinde’’ Annem yan odada ya duyarsa’’ dedi. O anda gecenin yarı alaca karanlığında bembeyaz omuzların üzerine sinen parfüm kokusu aklını başından almıştı. Ellerine çekerek o sıcak bedenini kendine çekti. Titreyen bedenlerimizi sıcaklığı daha da artmış, endişe ve korku yüklü heyecan doruk noktasına erişmişti. ’’Lütfen güzelim’’ dedi ’’burada ayakta konuşamayız ki’’ Anlaşılan onu odasına kabul etmeyecekti. Kollarından kendini kurtararak ’’ Bekle ’’dedi. Hafifçe adeta bir kedi sessizliğiyle sundurmanın önündeki odasına doğru yürüdü. İçeride ne kadar minder varsa yüklenip gelmişti. Daha önce hazırladığı minderlerin yanına koyarken,
’’Burada oturacağız ’’ dedi.
Minderleri sokak kapısının iç tarafındaki daha önce hazırladığı minderlerin arasına yerleştirdi. Onun üzerimde pijamalar komşu kızının üzerinde gecelik oturdular mindere yan yana. Karanlıkta suskun suskun bakışıyordular. Gece karanlığında ara sıra bakışlarını gözlerine çevirdiği zaman maviş gözleri bir kedigözü gibi parlıyordu. Birbirlerine yaslanmış konuşmak istiyordular ama, kelimeler fısıltı şeklinde oluyor ne o, ne de kız bir şey anlayabiliyordu. Belki ikisinin de düşünceleri, bu yanan koru nasıl söndürecekleriydi. 17 yaşında bir çocuk ve 15 yaşında bir kız. Ateşle barut gecenin karanlığında yan yana. Omuzlarına kadar inen sarı saçlarını okşadıkça bu güzel küçük komşu Arnavut kızı tir tir titremeye başladı. Sevgi eylem gerektirir diye bir şey okumuştum bir yerde. Eğer eylem yoksa sevgi uçar gider başka bir dala konar, sen de açar ağzını bakarsın. Özünde kale içeriden fethedilmişti. Zaten komşu kızı ona vurgundu. Naz yapan ona fazla yüz vermeyen oydu. Ama bu akşam yaptığı pencere gösterileriyle onu yanına çekmeye becermişti. Zaman gece yarısı, iki evde uyuyan iki ana ve evlerde bir kız ve bir oğlan. Ne cesaret bu, birbirine hasret gençlik ateşiyle yanan bedenlerin çılgınlığı.
Artık birbirlerine sarılmış konuşmadan bedenlerin o taze kokusunu içlerine sindiriyorlardı.
Elleri titreyen bedende gezinirken omuzlarına öpücükler konduruyordu. On dakika ya oldu ya olmadı. Sokağın derinlerinde gelen bir erkek sesi yavaş yavaş sokağa doğru yaklaşıyordu. Sarhoş konuşmalarıydı. İçlerini bir endişe sardı. Sarılan bedenler birbirine daha çok yaklaştı. İkisi de çok korkmuştu. Karşı komşu çocuğunun, büyük aşkının kulağına doğru eğilerek
’’Eyvah Sadık abi’’ dedi,
’’ Yine sarhoş, Aynur’un babası. O geldi. Şimdi kırar kapıyı’’
Birbirine kenetlenmiş ayrılmak istemeyen alev alev yanan elleri birbirinden kurtarıp, İkisi de de ayağa kalktı. Hemen minderleri kucaklayıp oturdukları yeri boşaltıp onun odasına yöneldiler. Ya kızın annesi, ya onun annesi uyanıp kalkarsa ne olacaktı. Onun yatağına oturup, hafifçe araladığı perdeden sokağı gözlemeye başladılar. Demek ona cilveler yaptığı yatağı burasıydı. Karanlıkta fark edebildiğim kadarıyla, an taraftaki divanda da ablası yatıyordu dedi içinden. Açık bir pencereden odaya giren ve çıkmak için oraya buraya uçan bir serçenin telaşı içindeydiler. Küçücük odayı bir oraya bir buraya adımlıyorlardı. Sonra nereden aklına geldiyse ev sahibi oda kapısına yönelip kapıyı arkadan sürgüledi. Ne olacaksa bundan sonra olacaktı.
Gecenin ortasında dışardaki elektrik direğindeki lambanın tül perde aralığında içeri sızan ışık süzmeleri, genç kızın narin bedenini daha çekici hale getiriyordu. Kızın ablasının divanına oturmuş bir yandan onu seyrediyor, bir yandan da sokaktaki sesleri dinliyordu. Dışarı bakmak için tül perdeye yanaşınca, o da yanına gitti. Ellerini omuzuna atıp, ona hafifçe sarıldı. Geceliğinin altındaki alev alev yanan bedeni ve tir tir titriyordu.
’’Açın lan kapıyı, kırdırmayın bu kapıyı bana’’
’’Hepinizin sülalesini…
‘’Orospu aç kapıyı, ana kız orospusunuz. ’’
Bu tür ağıza alınmayacak küfürler yankılanıyordu boş sokakta. Tahta kapıları pek sağlam değildi. Omuzlasan yıkılırdı da ufak tefek sarhoş komşunun onu yapacak gücü yoktu. Ayakta zor duruyordu. Yan taraftaki oturan komşu kadın ve kızı sarhoş babalarını eve almıyorlardı. Yoksul bir aileydiler, kadın temizliğe gidiyor, ortaokula giden bir oğlu, genç yaşta dul kalan kızı ve torunuyla oturuyor, onlara bakıyordu. Kara oğlanın oturduğu eski evle ortadan ikiye bölünen avlunun yarısı onlara aitti. Arkada dam gibi iki göz bir evde kalıyorlardı. Ev sahipler ayniydi. Giriş kapılarımızda yan yanaydı.
Komşu kızı kollarından kurtulup oda kapısına yöneldi. Bir müddet kulağını kapıya dayayıp, dışarısını dinledi.
’’Oh annem uyuyor, hem de horul horul’’ dedi.
Tekrar sokuldu yanına, beden bedene tekrar tül perdenin yanındaydılar. Sadık abi karşı kapının dibinde dikiliyordu. Allah muhafaza yanlışlıkla onların kapıya yüklense, kapı aralık güp içeride. Annesinin uykusu da tilki uykusu, duymuştur da o da korkudan kalkmamıştır.
Sarhoş Sadık abi veryansın ediyor ama tınlayan yok. Ne kapı açılıyor, ne de ışık yanıyor. Onlardan başka onu dinleyende yok. Olan bu iki aşık komşu çocuklarına oldu, geceleri zehir oldu. Belki bu gürültüyü duyan bir bekçi falan gelir, alır götürür bunu diye beklediler.. Ama ne gelen var ne giden. Kaldı mı karşı pencereden izlediği gizem dolu oda da iki gece aşığı baş başa. Kor gibi yanan bedenleri bir korku kapladı. Gelip geleceğime bin pişmandı mahallenin yakışıklısı. Komşu kızı ondan cesur çıktı, kendini çabuk toparladı, yanında soluk soluğaydı. Ne olacak şimdi diye fısıldayınca kulağına
’’Otur bekle dedi.’’ O bağırır bağırır sonra çeker gider. Ellerini bir türlü bırakmıyordu. Mahallenin çapkın delikanlısı tırsmıştı. ortalık sakinleşsin, bu işin cılkı çıkmadan kendimi eve atayım diyordu. Olur ya anası kalkar yakalar bizi, ondan sonra bu mahalle haram olur. Yaklaşık on beş dakika onun yatağının üzerinde birbirlerine sarılmış vaziyette beklediler.
Sadık abi almış başını söylene söylene gitmeye başlayınca, sokağımız yine o sessiz sakin haline büründü. Sevdiği gencin kollarından ayrılıp sessizce oda kapısına yöneldi. Kapı sürgüsünü sessizce çekip, kapıyı aralayıp, dışarısını bir müddet dinledi. Sevgilisine dönerek,’’ hadi gel’’ dedi. Kapının yanına oturalım’’
Ay ışığı bahçelerindeki dut ağacının yaprakları arasından kurtulmuş, o gizemli ışığı komşu kızın omuzlarına ve kısa geceliğini altındaki bembeyaz bacaklarına vuruyordu. Biraz hareket ettiğinde vücudunun tüm hatları belirginleşti, tüm güzelliği, birde sürdüğü parfümün etkisi başını döndürdü. Elleri nazik belindeydi. Bedeniyse mis gibi kokan bedeninde.
Zaman gece yarısını geçmiş tahmini saat 03.00 geliyordu. Birbirlerinden ayrılmak istemiyordular. Hele o iyice yapışmıştı ona. Bir öpücük daha kondurup ’’ Ben artık gideyim’’ dedi. Bak ortalık sakinleşti. Sımsıkı sarıldı alev alev yanıyordu.’’ Sonra yine görüşürüz.’’ dedi. Ayrılık hüznü o maviş gözlerine yansımış, ama bu mutluluk dolu saatler yüreğinde yeni bir umut kapısı açmıştı. Mahalledeki kızların hayran olduğu bu çocuk artık ona göre, onun sevgilisiydi. Birbirimize son defa sarılarak iyi geceler dediler.
Onların sokak kapısını aralayıp sessizce karşıya geçip, hafif aralık kapıdan içeri süzüldü. Sokakta gezinen birkaç kediden başka kimse yoktu. Çıplak ayaklarla tahta merdivenleri hiç gıcırdatmadan ikinci kattaki odasına çıkarak kapıyı kapattı. Odasına vardığımda derin bir oh çekti.’’ Aman Allah ne yaptım ben Ya annem gürültüye kalkıp sokak kapısının aralık olduğunu görüp kilitleseydi ne olacaktı halim. Bunları düşündükçe bu çılgınlığıma şaşıp kalıyordu. Işıkları yakmadan pencereye yöneldi, karşı pencereye baktığımda, karanlık odanın tül perdesi açıldı ve oradan, o maviş gözlerden, o kırmızı dudaklardan uçarak ona sevgi dolu sıcacık öpücükler yağmur sağanağı oldu.
Sabah kalktığında nelere gebe olacaktı yeni gün bilemiyordu. Annesi kahvaltısını hazırlamış, ekmeğine salça bile sürmüştü. Kitaplarını alıp otobüs durağına giderken, Komşu kızı erkenden kalkmış kapı önünü süpürüyordu. Kanımca onun evden çıkmamı beklemek için kim bilir ne zamandır kapı önünde oyalanıyordu. Bakışları çatıştığı zaman maviş gözleri ışıl ışıldı. Onunsa geçen gecenin pişmanlık yüklü yüreği huzursuzdu. Ona ümit vermişti. Onu sevmiyordu, sadece cinselliğine, cazibesine kapılmıştı. Oysa komşu kızı çok mutluydu, o durağa giderken arkasından gelip onu yolcu etti. Belediye otobüsü kalkarken ona el salladı. Oysa o otobüsteki diğer kızların yanında ona el sallayamadı. Kaçırdı, bakışlarımı ondan.
Akşam okul dönüşü mahalleye girdiği zaman, o, Arnavut kızı ev sahibinin kızlarıyla kapı önünde konuşuyordu. Kim bilir onlara neler anlattı veya anlatmadı. Ama o eve girerken tüm kızlar, o hariç hepsi başını çevirmişti bu kara kuru çocuktan.
Balıkesir Sanat enstitüsü son sınıfındaydı. Bu sene mezun olup Balıkesir’e veda edecekti. Ve öyle de oldu.
O pencerede ki maviş bakışlar her gece bir bakış aradı karşı evin ikinci katındaki pencerenin ardında. Ne yazık ki karşı pencere tül perdesi bundan sonra hiç açılmadı. O da köye gitmişti bir müddet. Köyden dönünce bir de baktı ki pencerede perde bile kalmamıştı. Okullar kapanınca evden taşınmıştı karşı komşuları. Taşınırken bir bakış arayan o sevdalı bakışları, ne karşı penceredeki aradığı bakışları, ne de o kara kuru komşu çocuğu bir daha görmüştü.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.