- 978 Okunma
- 2 Yorum
- 5 Beğeni
982 – SECDE
Onur BİLGE
Sadullah Bey Fatiha’dan bahsediyordu. Işıl sık sık araya girerek konuyu dağıttı heyecanından. Namazın can alıcı yeri olan secde üzerinde fazla durulamadı. O, bir konuyu anlatmaya başladı mı ille de ille imini cimini anlatmadan rahat edemez. Huyu öyle… Yine bir yerlerden konuya girmeyi başardı. Sanırım pekiştirmek istediği secde bahsinin üzerimden bir kere daha geçmeden edemedi.
“Allah âşığı olan herkes son nefesini secdede vermek ister. Ya Kâbe yolunda ya Kâbe’de... Peygamberine âşık olanlar Ravza-yı Mutahhara’da… Kuluna âşık olanlar da yar sinesinde…
Müminler son nefeslerini, nerede kılarlarsa kılsınlar, namazda, namazın en değerli yeri olan secdede vermek isterler. O kadar hazırdırlar, o kadar arzu ederler ki seccadelerin, bir insan bedeninin taşınabileceği kadar genişlikte ve dayanıklılıkta olmasına dikkat ederler. Namazda can verirlerse, rahatça taşınabilmeleri için…
Allah’a en yakın olunan yer, secde yeridir. Secde ânı, hayatın en anlamlı anlarındandır. Onun için en samimi dualar secdede edilenlerdir. Namaz bittikten sonra hamd secdesi yapılır ya… O anda ben, bahşedilen her nimet için ama ilkin o vaktin namazını da kılabildiğim için sevinç içinde hamd ederim.
Namazı kılabilmek, şeytanı alt ederek onu gasp etmesine mani olabilmek demektir. Hayatı boyunca hiçbir namazını kazaya bırakmamış olabilmek her insanın harcı değildir. Bu en önemli farzı yerine getirebilmek gibi bir güzellik, sonucunda sevinç, mutluluk ve huzur veren başka bir iş olamaz.
Bir hadis-i kutsiye göre Allah: “Namazı kulumla aramda ikiye ayırdım. Yarısı benim, yarısı kulumundur. Kuluma istediği verilecektir!” demiş. “Elhamdülillâhi Rabbil âlemîn!” denince “Kulum bana hamd etti, senada bulundu.” “Errahmânirrahîm” denince “Kulum beni övdü.” “Mâliki yevmi’d-dîn” denince “Kulum beni yüceltti.” “İyyâkena’büdü ve iyyâke nesteîn” denince “Bu benimle kulum arasındadır, artık o ne isterse verilecektir!” ’İhdine’s sırada’l-müstekîme sırata’llezîne enamte aleyhim ğayri’l mağdûbi aleyhim ve leddâllin!’ denince de “İşte bu, yalnızca kulum içindir! Kulumun isteği yerine gelecektir!’ dermiş.
Kur’ân’ın hülasası Fatiha’dır. Onda ve havf ve recâ vardır. Okuyan birinden diğerine geçer. “Rabb’ül âlemîn” dedikten sonra Rahmân ve Rahîm sıfatlarını söyleyerek Allah’a sığındığında kendisini emniyette, ümit dolu, huzurlu ve mutlu hisseder. “Mâliki yevmiddin!..” dediğinde haşyetle irkilir!.. İçini korku ve kuşku kaplar! “İyyâke na’büdü ve iyyâke neste’în!” deyince kalbinde havf ve reca bir aradadır. “İhdinessırâtel müstakîm!” diyerek doğru yola iletilmek istediğinde kendini birden ümit ve mutluluk içinde hissetmeye başlar. Sırâtellezine en’amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn!” diyerek duasını tamamlayıp “Âmin!” dediğinde de aklına mağdup ve dallîn olanlar geldiği için onlardan olma ihtimaliyle ruhunu, gözden düşme, rızaya ulaşamama, huzurdan kovulma ve cehennem korkusu sarar.
Her şey zıddıyla bilinir. Cennetin cehennemle çok daha iyi anlaşılabildiği gibi… Onun için cennetten önce cehennemi göreceğimiz söylenir. Geceyi bilmeseydik, gündüzü hakkıyla bilemezdik. Allah bizi Kâbıd sıfatıyla sıkmasaydı, Bâsıt sıfatıyla tecelli etmesinin ne muhteşem bir nimet olduğunu idrak edemeyecektik. Kâbıd sıfatıyla tecelli ettiğinde aczimizi, fakrımızı idrak ederek kulluğumuzun gereklerini yerine getirmekte çok daha dikkatli oluruz. Yana yakıla dua ettikçe, Allah’a biraz daha yaklaşırız. Ardından dualarımız kabul olduğunda, yani Bâsıt sıfatıyla tecelli ettiğinde de refaha erer, sevinç ve mutlulukla hamd ederiz.
Fatiha’da da hayattaki gibi hüzün ve sevinç, keder ve mutluluk birbirini takip eder. Öldüğümüz zaman da kabrimizde, dünyadaki halimize göre Allah ya Bâsıt ya da Kâbıd adlarının tecellisiyle karşılaşırız. Kabrimiz bizim için ya genişler ya da daralır. Ya cennet bahçelerinden bir bahçeye ya da cehennem çukurlarından bir çukura döner. Ya mutlu oluruz ya da azapta… Fatiha, dünyanın da ukbanın da hallerini özetler, Kur’an’ın yanı sıra.
Fatiha, her kapıyı açan anahtardır. Kur’an’dır, şifadır, duadır. Her dilek için okunur. Hamd, kulun Allah’a borcudur. Sıkıntı, belâ ve hastalığı kılıç gibi keser.
Çok az şükrediyoruz. Allah’ın bahşettiği nimetleri fark etmeden alıp tüketiyoruz. Hangi nimetini inkâr edebiliriz! Halbuki şükredersek nimetlerini arttıracak!
Efendimizin adı göklerde Ahmet, yerde Muhammed... Yani ziyadesiyle hamd edendir!"
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 982