- 895 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
981 - ZATİ TEFEKKÜR
Onur BİLGE
Salonu mis gibi yeni kavrulmuş kahve kokusu sardı. Duygu’nun elindense, bol köpüklü olacak tabii ki! Prıl pırıl bir bakır cezveyle getirdi, masada doldurdu fincanlara. İçmek istemeyenlerin de canları istedi. Kıza iki iş oldu. Tekrar pişirmeye gitti.
Herkes kahve içer de bu iki ihtiyar gibi tadını çıkaramaz! Fincanları tutarken de yudumlarlarken de bir başkalar. Eskilerin her halleri farklı…
“Kahve, höpürdetilerek içilir azizim! Kahve bu! Başka bir şey değil!” dedi vurgulayarak Sadullah Bey.
“Höpürtüsü beş kuruş!" dedi gülerek dede de.
“Anlatmıştın o fıkrayı. Garibim, ucuza getirmek için yemek borusunu yakmış!”
Onları seyretmek, kahve içmekten da keyiflidir. Üç yudumluk fincandaki kahvenin hakkını gerçekten de fazlasıyla veriyorlar. Birlikte içmenin doyulmaz hazzıyla gülümseyerek bakışıyorlar.
“İstemeyerek sohbet deresinin ortasına koca bir kaya koyduk. Buyur! Söz senin arkadaşım…” dedi dede.
“Rica ederim azizim. Olur öyle şeyler. Ne diyordum? Fatiha’dan bahsediyorduk, değil mi? Allah, Kur’an’ı açar açmaz bize ilk önce Fatiha’yı okutuyor. Namazda da öyle… İlkin “Hamd olsun!” dedirtiyor. Demek istiyor ki: "Sen muhtaçsın, acizsin. Sende ne varsa varlıktan yana, hepsini Bana borçlusun. Senin tüm ihtiyaçlarını Ben gidermekteyim. Benden yakın kimsen, benden büyük yardımcın yok! Benimle varsın, sayemde yaşamaktasın. Önce bir teşekkür et!"
Kul ayakta... Sübhaneke ile tekmil verir gibi hazırolda, nasıl bir Zâtın karşısında olduğunun bilincinde Euzü ile şeytanı savuşturup, kimilerinin İsm-i Azam dedikleri Besmele ile de şöyle bir kendisine gelip, verilen nimetlerin karşısında en önemli görevini yerine getiriyor. Hamd ediyor.
Allah’ın arzusu, bahşettiği nimetlerin fark edilmesi, insanın kulluğunu yani haddini bilmesi ve ona göre davranmasıdır. Zatını, “Âlemlerin Rabbi!” olarak tanıtıyor.
En önemli yeri burası bence... Birinci bölümün ilk kısmı… Kul, yalnız dünyayı ve dünyadakileri değil, kâinatı yaratan Allah’ın huzurunda olduğunu tekrarlıyor, düşünüyor ve hissediyor. Öyle bir hissetmeli ki ürpermeli bence.
Besmele ikinci sıraya düşüyor. Allah, çok önemli iki sıfatıyla, esirgeyen ve bağışlayan olduğunu bildirerek kuluna güven ve rahatlık sağlıyor.”
“Her rekâtta Fatiha şart değil mi?”
“Evet Işıl! Tadil-i erkana riayet de öyle… Allah kuluna acıyor. Dakikalarca huzurunda ayakta tutmuyor. Her iki rekâtta bir oturtarak dinlendiriyor. Hastası var, yaşlısı var…”
“Oturarak da namaz kılınabiliyor. Yerine göre yatarak da… Namazı emretmiş ama kolaylıklar da sağlamış.”
“Öyle kızım! Müsamaha göstermiş. İki rekatta bir dinlendiriyor. Her rekâtta başını iki defa yere koyduruyor. O açıdan bakılırsa, o da bir başka dinlenme şekli… Birkaç saniyeliğine de olsa başımızı bir yere dayamak bazen ne kadar da gerekli oluyor! Secde… Dünyadan kopma anı... Bakışların iç dünyaya çevrildiği, gözlerin devreden çıktığı saniyeler...”
“Diyorlar ki: “Namazda başka şeyler düşünülmemeli.” “Ne düşünülmeli?” diyorum. “Yalnız Allah…” diyorlar. Allah nasıl düşünülebilir? Zâti sıfatlarını tefekkür etmek haram… Kurguyla bir şey elde edilemez. Maddeden meydana getirilen fani, mânâ âlemindeki Baki’yi o sıfatlarıyla hayal edebilir mi! Hiçbir şey düşünmemek de elde değil. Beyin bir saniye boş durmaz ki! Ona ya görüntü gelecek, ya ses ya hayal, ya ağrı sızı… Trafiği vızır vızır işliyor!” dedi Işıl.
“Allah’ın zatını tefekkür etmek şirktir evladım. Akıl yaratıktır. Düşünülen, hayal edilen her şey yaratıktır. Allah, yaratılan değildir. Akılla değil, Kur’an’la, idrak seviyesinde anlaşılabilir. Allah’ın sıfatları kemali sonsuzdur. O’nun kutsi mahiyeti, yaratılanlar tarafından idrak edilemez. Namazda ancak okunanların anlamları düşünülmeli."
“Sahip olduğumuz duyu organlarıyla, yaratılanları bile ancak bir yere kadar algılayabiliyoruz. Hepsinin ayarı kısık… Yaratılanlar, görüş sınırlarından küçük ya da büyük olunca görülemiyor. Sesler, duyuş sınırlarında değilse, alçak ya da yüksekse duyulamıyor, anlaşılamıyor.”
“Hakkında tam bilgi verilmemiş olan ruhun mahiyeti ve kıyametin kopma zamanı gibi konularda akıl yürütmek, bizi hakikate ulaştırmaz. Yaratılışlarındaki sırlar çözülemeyen, yapımlarına ve işleyişlerine akıl erdirilemeyen o kadar çok yaratılan var ki! Aklın ve hafızanın dahi mahiyeti anlaşılamıyor. Bunlar hakkında düşünmek, boşa vakit harcamaktır. Akıl kendisini akledemezken, ruhtan habersizken nasıl olur da Allah’ı idrak edebilir! O hayale de kainata da sığmaz! İnsanın, aczini ve haddini bilmesi gerekir. Mukaddes zatının mahiyetini ancak Allah bilir.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 981
YORUMLAR
'' Akıl kendisini akledemezken, ruhtan habersizken nasıl olur da Allah’ı idrak edebilir! O hayale de kainata da sığmaz! İnsanın, aczini ve haddini bilmesi gerekir. Mukaddes zatının mahiyetini ancak Allah bilir.”
Bu yola Akıl ile çıkılır daha sonra Akıldan çıkılır demiş devrin Arifi.
Hem Kuran-ı Kerim de bir çok Ayet ''Ey Akıl sahipleri ''diye başlamaz mı !!!
Aklın idrak etmediğini İnsan nereden bilsin .
Akıl anlar Kalp Mütmain olur
İbrahim Alehisselam sordu ''Ya Rabbim nasıl yaratıyorsun''?
Ya İbrahim yoksa inanmıyormusun?
Haşa!!!
Gözüm görsün kalbim Mütmain olsun
Buradaki göz Aklı işaret ediyor
Gözün gördüğünü Akıl idrak eder Aklı besleyen Ruh bu defa Akıldan beslenir Çift yönlü akıntı misali.
Akıl ile tefekkür Kalp ile Tefekkürün kapısını açar
Nasıl ki Kuranın anahtarı Fatiha,Fatihanın anahtarı Besmele ise Kalbin anahtarı da Akıl ile açılır.
Yer yüzünde Aklı olmayan deliler Din gününde hesap vermekten muaf edilirler.
Artık zamlı surelere geçebiliriz.