- 888 Okunma
- 3 Yorum
- 4 Beğeni
980 - UYANMAK
Onur BİLGE
“Namaz çok zor geliyor bana dede. Sebebini bilmiyorum. Hiçbir şeye üşenmiyorum ama sıra ona gelince sallanıyorum da sallanıyorum… Kendime çok kızıyorum! Ne kadar karar aldım “Ezan okunur okunmaz namazımı kılacağım!” diye ama olmuyor. Namazlarıı son dakikada kılacağıma, birkaç dakika bekleyerek yeni giren vaktin namazını, ilk dakikalarda kılmam lazım, biliyorum ama bir türlü uygulayamıyorum. Madem ki bizim miracımız, hak ettiği önemi vermeliyiz de neden ben böyleyim acaba? Şeytan mı bağlıyor elimi ayağımı? Neden hemen kalkamıyorum? Vakit de nasıl geçiyor! Ben de namazı bitiriyorum, daha seccadeden kalkmadan bir sonraki namazın ezanı okunmaya başlıyor. Kendimden şikâyetçiyim! Nasıl olsa kılacağım namazın vaktini geçiriyor, sevabını azaltıyorum.”
“Miracımızdır. Kul, secdede miraç eder. Secde ânı, maddi ve manevi varlığın sıfırladığı, kulun hiç olduğu andır. Bir sor kendine bakalım, gerçekten sende de öyle mi değil mi?”
“Benim aceleci bir yapım var. Doğrusunu söylemek gerekirse secdelerim, tavukların yem yediği gibi… Dedim ya dede, ben namazlarımı hiç beğenmiyorum. Allah’ıma layık görmüyorum.”
“Secdede ne dediğini biliyor musun? Yani söylediğin, üç kere tekrarladığın sözlerin anlamını…”
“Hayır dede… Ne anlama geldiğini bilmediğim gibi hiç de merak etmedim. Ne yalan söyleyeyim, aklımın ucundan bile geçmedi. Şimdi sen sordun ya… Ne dediğimi düşündüm ve anlamını merak ettim. Öğreneceğim, söz!”
“Bir sen değil, bence insanların yüzde doksan dokuzu, namazın can damarı olan yerde bile ne dediğini bilmiyor. Anlamını bilmediği için secdenin önemini hissedemiyor. Yani Allah’ı gerektiği gibi kutsayamıyor diliyle ve gönlüyle... Diğer yerler ona keza… O zaman nasıl zevk alacak namazdan! Şimdi söyle bakalım, namazın ilk şartı nedir? Abdest almak, niyet etmek, tekbir getirmek, Sübhaneke olumak, Euzü Besmele çekmek falan deme bana yalnız.”
“Ya ne dememi bekliyorsun dede? Bu nasıl bir soru Allah aşkına?”
“Mesela Teheccüd namazını ya da sabah namazını düşün bakalım!”
“Düşünüyorum da… Ne diyeceğimi bilemiyorum. Sen diyeceğim her şeyi arka arkaya sıraladın, bana diyecek bir şey bırakmadın ki!”
“Teheccüd ne demekti? Hatırlamaya çalış bakalım!”
“Unuttum dede. Kafam o kadar karışık ki! Sen söyle lütfen!”
“Uyanmak, Işıl! Uyanmak! Namazın ilk şartı uyanmak! Uykuda olanlar namaz kılamaz! Allah uyandırsın onları gaflet uykusundan! Ne diyeyim!”
“Âmin! Cümlemizi uyanıklardan eylesin! Azizim, bence namazın en can alıcı yeri, Euzü’den sonra Fatihaya giriş ânı... Orada kul: "El Hamd-ü Lillah! dediği anda gerçekten hamd ediyor mu etmiyor mu? Aklında fikrinde ne var mesela? Ya da içten
içe itirazı, temyizi...” dedi Sadullah Bey.
“Secde değil mi arkadaşım?”
“Bence en heyecan verici ânı, ilk saniyeleri azizim! Ayakta, ifade verir gibi Allah’ın huzuruna çıktığı an… O an, buluşma, kavuşma ânı… Müthiş bir yüzleşme… Huzur-u Mahşerdeki gibi… Tabii ki hissedebilene… Kişiye göre değişiklik arz edebilir.”
“Galiba haklısın! O zaman dış dünyadan şöyle bir silkinip uzaklaşıyor insan. Toparlanıyor, konsantre oluyor. Ne yapacağını düşünüyor, niyetlenirken. Dile de getiriyor. Her ne kadar Hanefiler için kalben niyet yeterliyse de… Tekbir ve Sübhaneke…”
“Sübhaneke’nin anlamını kavrayamamış olan, namazdan haz alamaz. Allah’ın eksik sıfatlardan pak ve uzak olduğunu, O’nu hep böyle tenzih ederek övdüğünü, adının mübarek, varlığının her şeyden üstün olduğunu düşünüp söylemeden, O’ndan başka ilah olmadığını tekrarlamadan şeytani düşüncelerden sıyrılarak nasıl bir Zat’ın huzurunda olduğunu iliğinde kemiğinde hissedemez. O zaman da şeytandan yakasını kurtaramaz. Euzü Besmeleye geçtiğinde şeytanın ondan elini çektiğinden emin olamaz. Sonra da derki: “Tam namaza duruyorum, şeytan aklıma neler neler getiriyor!” O işini yapıyor. Sen işini hakkıyla yapmazsan, onun işini hakkıyla yapmasından şikâyetçi olamazsın! Öyle değil mi azizim?”
“Ben de bunu hiç aklıma getirmemiştim. Her zaman sen haklısın. Bunu, geçiştirmek için söylemiyorum. Samimiyim. Doğru söylüyorsun.”
“Kuran Fatihayla açılıyor. "Biz sana yediliyi verdik!" diyor ya Allah… O yedili Fatiha’dır. Yedi ayetten meydana gelmiştir. İki defa inzal olmuştur. İlk nazil oluşu Merkke’de, ikincisi Medine’dedir. Ona onun için de iki yedili deniyor olabilir. İki yedilinin biri Ayet el Kürsü de olabilir. O da tek ayet olmasına rağmen yedi cümleden meydana gelmiştir.
Kur’an’da bütün kısa sureler sonda yer alırken Fatiha başa konmuş. Bu diziliş de olması emredildiği gibidir. İniş sıralamasının başka olduğunu biliyorsunuz. Neden bu sure başa geçmiş? Neden namazda da ilk olunan, hem de ayakta okunan, mutlaka okunması gereken suredir?”
“Kula Allah’ı ve kulluğunu bildiren sure olduğu için galiba. Yanılıyor muyum?”
“Doğrudur! Kuran da namaz da hamdla başlar. Kul, Yaratan ve nimetlendireni bilip de gerektiği gibi olamasa da idrak edebildiği kadar, iyi veya kötü, hayır ya da şer, başına ne geldiyse razı olarak içtenlikle hamd ederse, bir nebze de olsa kulluğunun hakkını yerine getirmiş olur.”
“Ya! Namazda hamd ediyor, namaz bitince yine başlıyor: "Başım dişim..." diye… Yokluk, sıkıntı, hayal kırıklıkları falan…”
“Demek ki hamd ederken şuurlu ya da samimi değil! Gönülle değil, dille demiş geçmiş! Hamd, anlamı bilinerek ve önemi hissedilerek edilmemiş. Öğrenilen hareketleri yaparak, ezberlenenleri okuyarak bilinçsizce değil de elinden geldiği kadar hakkını vere vere namaz kılan kişinin, bela ve musibetler dâhil olmak üzere hiçbir şeyden şikâyet etmemesi lazım. En azından diğer namaz vaktine kadar…”
“Fatiha’nın da Kuran’ın da kulluğun da püf noktası, o ilk kelime değil mi arkadaşım? Fatiha, belki de onun için dizilimde en başa geçmiş, namazda da olmazsa olmaz ve mutlaka ayakta okunur! Aslında namazda, surelerin hepsi ayakta okunur.”
“Sureler, Allah’ın sözleri azizim! Tabii ki ayakta okunacak! Ayakta okunuyor olması da ehemmiyetinin işareti değil mi! Okunurlarken anlamlarının da hafıza şeridinden geçirilmesi gerekiyor ki kıraatın da tadı alınsın! Namazda ve duada biz konuşuyoruz, Allah dinliyor. Kul, ne dediğini bilmeden mi konuşacak Allah’la! “Ezberledim geldim! Ne dediğimi merak bile etmedim doğrusu.” mu diyecek!”
“Gördün mü Işıl! Bak, bu kadar namaz kıldım, bu kadar namaz hakkında konuştum, böyle bir şey düşünmedim hiç! Ne büyük bir saygısızlık olur, değil mi? Bir de namaz kılmaya üşendiğinden bahsediyorsun. Onu da bu dile çevirmek gerekirse: “Allah’ım, hiç içimden gelmiyor ama madem ki emrettin, kılayım bari!” anlamına geliyor. Aman Allah’ım!.. Ne yapıyoruz biz!..”
“İyi ki sana söyledim, dede! Bak, neler öğrendim! Sadullah Bey ayna tutu bana! Allah razı olsun!”
“Bir sana mı Işıl, bana da ayna tutu! Bana beni gösterdi. Namazım ne kadar eksikmiş meğer! Allah razı olsun arkadaşım!”
“Sizlerden de… Müsaadenizle devam edebilir miyim?”
“Müsaade senin… Kusura bakma arkadaşım, bir anda heyecanlandık da… Kendimizi tutamadık.”
O zaman buraya kadar dile getirdiklerimizi bir hazmedelim. Aynada kendimizi doya doya seyredelim. Bu arada birer kahve içelim. Sonra devam ederiz.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 980
YORUMLAR
Zikir ve ibadetler her insanın yüreğinde başka başka feyz kapılarını açabilir veya Hakka ait olan gönül dergahında seyri-sülüğe vesile olabilir;Bu durum kişinin ne kadar insan olabildiği veya ne kadar insan kalabildiği ile alakalı olsa gerek.
Din insana inmiştir hayvanın dini olmaz ki,ibadetler bu vesile ile insanı Hakkın huzurunda insan olarak yaşatmak içindir.
Hani paralı askerlik vardır birde gönüllüsü,gönül ile yapılanın kıymeti kadri çok olsa gerek .Bu sebeple yazının özünden anladığım şu oldu .
İnsan insan olur sonra Müslüman olur
Gönül ile Hakkı yaşayan her daim bahtiyar olur.
Kaleminize sağlık
Hayırlı çalışmalar dilerim.
Onur BİLGE
Kalbinin üstünde yürüyeceksin
Bir bilsen neler var yolun sonunda
Kalırsan kabrinde çürüyeceksin
Onur BİLGE