- 407 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SANDAL
Sabah serinliğinin köyün üzerinden kalkmadığı saatlerde, ezan sesi köyün minaresinden ovaya yayılırken, oturduğu sandalyeden geriye dönerek, kısık bir sesle kahvenin içinde ocak başındaki bardakları çay tepsisine hazırlamakta olan Mustafa’ya seslendi.
’’ Hadi Mustafa ne oldu bu çay be ya...’’
’’ Daha demlenmedi’’ dedi kahveci, dışarıdaki masada oturan yaşlı adama.
’’ Çayı millet camiden çıkınca açacağım Kamil ağa, daha çökmedi’’
Mustafa ocaktan ayrılıp biraz önce ıslattığı zemini bir güzel süpürdükten sonra, kapının önündeki geçen yıl ektiği çınarı tekrar suladı. Akşamdan bir kaba koyduğu demlikteki çay tortularını yavaşça çınarın dibine serpiştirdi. Burada yıllardır kahvenin önüne gölgelik eden asırlık çınar kurumuş, onun yerine bu çınarı ekmişti. ’’Kamil ağa kalk şuraya otur’’ dedi. ‘’Orasını da süpüreyim, bak masanın altı sigara izmariti dolu.’’ Her masada küllük olmasına rağmen, sigara izmaritlerini hala yere atıyorlardı. Her seferinde uyarıyordu ama nafile, laf anlayan çok azdı. Bir alışkanlıktı bu, sigarası biten izmaritini, iki parmağının arasında, bir parmak fiskesiyle ya köy meydanına doğru fırlatıyor, ya da ayağının dibine atarak ayakkabısıyla eziyordu.
Mustafa yılmıyor gözlerinin içine baka baka, söylene söylene süpürüyordu bu izmaritleri.
Kamil ağa pek duymazdı ama bu kez duymuştu. İki hamle de anca kıpırdayabildi, titreyen bacaklarının üzerine zorlukla dikildi, elinde baston iki hamlede ilerideki masaya oturdu.
’’ Kira’’ dedi ’’ Mustafa kira vakti geldi mi? ’’
’’ Dur be Kamil ağa daha on gün oldu kiranı vereli ’’
’’ Ha öyle mi.’’
’’ Pist len pist miskin kedi, çekil ayaklarımın altından’’
Ayaklarını şöyle bir oynattı, bastonunun iki kere yere vurup tıklattı ama kahvenin şirin sevimli kedisi pamuk hiç oralı olmamıştı.
Biraz sonra camiden çıkanlar meydanın tek kahvesindeki masalara bir iki oturmuş, kimse Kamil ağanın yanına gelmemiş, selam bile vermemişti.
Tek başına oturmuş, masanın altında gezinen kediyi gözlüyor, onunla konuşuyordu.
’’ Çayın’’ dedi kahveci.
Çay bardağını tak diye masanın üzerine bıraktı. O sırada aşağıdaki yoldan gelen köpeklerin dalaş sesleri, havlama sesleri yankılandı meydanda. Köpeklerden kahverengi, irice olanı hızla ara sokağa daldı, diğerleri de ardından, bir tanesi de onlardan ayrılıp, kahvede oturan Kamil ağanın yanına geldi. Ara sokaktan gelen kedi köpek bağrışmalarını umursamadan sağ arka ayağını kaldırıp yavaşça çişini yaptı.
’’ Hoşt len git başka yere işe’’ diyen Kamil’e dişlerini gösterip hırladı.
’’ Ah ’’dedi içinden ’’şimdi herkes bana hırlıyor ’’
Kahve sabah namazı sonu dolmuş, kapı önünü tatlı bir muhabbet gürültüsü sarmıştı. Güneş Madra dağlarının üzerinde güne merhaba deme hazırlığındaydı. Saat dokuz olmadan yaymazdı sıcaklığını köy meydanına. Eylül yorgunluğunu yaşıyordu çınar ağacından tek tek dökülen sararmış yapraklar. Hele bir de lodos vurdu mu köyü, her bir köşe sararmış yaprakla dolardı. Çayların bir geliyor biri gidiyordu. Kahvedekiler genellikle köyün yaşlılarıydı. Gençler derin bir uykudaydı bu saatlerde.
Bana müsaade dedi, Zayıf kuru, alçak boylu karayağız delikanlı, köyün yeni emeklisi Aydın, ağzındaki sigaradan bir nefes daha çektikten sonra sigarayı yavaşça kül tablasına bastırdı.
’’ Mezarlığa gideyim, ölmüşlerimi ziyaret edeyim ’’ dedi.
Aydın her cuma namazından sonra, herkes kahveye giderken o doğru köyün mezarlığına gider, hiçbir karşılık beklemeden köyün mezarlığını temizler, çiçekleri sulardı.
Kamil ağanın önünden geçerken Kamil ağa ’’ Aydın hele bizim oğlanın mezarında bir bakıver’’
Diye seslendi. ’’ Neyse bedeli öderiz ’’
Onlar zaten bir bedel be Kamil ağa, bedel ödendi Kamil ağa, bedel ödendi. Dedi Aydın ters bir sesle.
***
Yirmi iki yıl önce Midilli adasının ortasında adeta bir doğal sığınak olan Kolloni körfezinin batısında, gözlerden uzak, sessiz sakin küçük masmavi bir koyundan denize açıldılar. Yeni günün karanlığı henüz Midilli’nin yeşili tepelerinin üzerinden kalkmamıştı. Saat sabaha karşı dört civarındaydı. Midilli Ayvalık sahilleri balıkçı akınına uğramış, denizin üzeri balıkçı fenerleriyle ışıl ışıldı. Planlarına göre, bir terslik olmazsa yolculuk üç saat sürecekti. Motorlarında Yunan bayrağı çekiliydi. Arkalarında ise onlara daha ufak bir Yunan motoru eşlik ediyordu. Tam yüklü motorda beş kişiydiler. Kamil, adamı Rıza ve Midilli’den üç Rum arkadaşı. Rum arkadaşları Ağra köyünden eski komşularıydı. Kamil Ayvalık’a çok yakın bir köyde yaşıyordu. Babaları 1893 mübadillerindendi. O yıllarda Midilli’de ne varsa satıp savmışlar Ayvalık’ın doğu sırtındaki bu eski Rum köyüne yerleşmişlerdi. Eylül ayının bu güzel sakin sabahında Midilli ile Sarımsaklı sahillerindeki sabah sessizliğini balıkçı motorlarının tak tak sesleri bozuyordu. Altınova sahilleri ve Madra dağının batı yamaçlarına kadar uzanırdı bazen bu ses. Havada esinti henüz başlamamıştı. Akşamları sonbaharın tüm renklerini barındıran Midilli sahilleri karanlıklar içinde uyuyordu. Midilli sırtlarına serpişmiş olan dağ köylerinde ise sokak lambaları hala yanıyordu. Günün doğmasına daha iki saat vardı. Madra dağının üzerinde belli belirsiz bir sabah kızıllığı günün doğacağının habercisiydi. Güney batıdaki bölgenin en büyük limanı ışıl ışıldı. Anlaşılan bu şehir de hala uykudaydı. Bir tek uyumayan denizin üzerinde gezinen balıkçı sandalları idi. Asos Behramkale ve Molivos sahillerinde yoğun devriye botları olduğu için bu sahili pek kullanamıyorlardı. Gün boyu değişen rüzgar, önce kendini lodosla hissettiriyor, sonra batıdan esmeye başlıyor, öğleden sonra da kuzeyden sert poyraz çeviriyordu.
Sabahın erken saatleri kasabanın iskelesine doğru yol almak, kimseye fazla görünmemek için en uygun zaman dilimiydi. Kasabalarının sahillerine vardıklarında kendilerini güven içinde hissediyorlardı. Burada onlara fazla karışan yoktu. Uzun yıllar Midilli’nin kuzeyindeki Palios, Barbalias sahillerinden çalıştılar. Buraya mal getirip götürdüler. Burada Yunan Jandarmasının kontrolü artınca, kasabaya en yakın olan bu sahili bırakmak zorunda kaldılar, zaten bu sahiller kışın hiç uygun değildi. Şiddetli poyrazlarda oradaki ufak iskelelere yanaşmak olanaksızdı.
Sabah karanlığında Kolloni boğazından çıkarak rotalarını kuzeye çevirdiler, tam karşılarında bölgenin en büyük limanı ve sahilleri vardı. Yunan karasularında bir saat kadar, iki motor olarak yollarına devam ettiler. Mytilini limanını oldukça açıktan geçtiler. Karşıdaki kasabanın sahili karşısına geldiklerinde neredeyse, Türk kara sularına girmek üzereydiler. Deniz balıkçı sandallarının ışıklarıyla doluydu. Onlara eşlik eden Yunanlı arkadaşlarına veda ederken Yunan Bandırasını indirip Türk bayrağını çektiler. Artık Türk kara sularındaydılar. Sahildeki yazlıkların cılız ışıkları artık iyice belirlenmeye, sabahın alaca karanlığında motor sesleri de iyice artmaya başlamıştı. Kimi balıkçılar ağlarını atmış, balık tutuyor, kimisi de ağlarını toplamış, dönüşe geçmişti. Onlar da kıyıya yakın seyrederek, körfez boğazına diğer balıkçılarla birlikte girdiler. Balıkçı sandallarının arasına karışmıştılar. Kasabanın karşısındaki adada sahil güvenlik vardı. Buradaki iskeleye yanaşamazlardı. Sonra adalı balıkçılarla arası iyi değildi. Bazı sandallar bu adaya yönelirken onlar rotalarını kasabanın marinasının yanındaki balıkhaneye çevirdi.
Motor ağzına kadar uzo ve kesilmiş et doluydu. Bir kaç kasanın içinde de silah vardı.
Limana sabaha karşı balıkçı sandalları ile beraber girmişler ve balıkhanenin yanına yanaşmışlardı. Onları gören de balıktan geliyor sanacaktı. Sahilde tek tük yürüyüş yapanlar ve olta ile balık tutanlar gözüküyordu. Kendilerine göre onları kimse görmemişti. Acele ile motordaki sandıkları iskelede bekleyen kamyonetin arkasına atmaya başladılar. Birden elli metre ileride sandalın içinde ağlarını toplayan, limana girerken fark edemedikleri bir balıkçı dikkatlerini çekti, Yusuf’tu bu, köydeki hasımlarından. Acaba onları görmüş mü idi. Kurt düştü Kamil’in içine. Kendi kendine homurdanarak
’’ Mutlaka görmüştür it ’’ dedi.
Bu civarda ne kadar kirli işi, kaçak işi varsa Kamil oradaydı. Sevilmeyen mal mülk düşmanı biriydi. Tefecilik yapıyor eline düşen bir daha kendini kurtaramıyordu. Biri düşmeye görsün elinde ne varsa acımaz alırdı. Düşmanı çoktu, çok can yakmış, çok adam vurdurmuştu. Bunun içinde Kamil herkesten kuşkulanıyordu.
Ağaç kasalar sandaldan indirilip, balıkhanenin yanındaki kamyonetin kasasına boşaldıktan sonra Kamil içindeki sıkıntıyı çözmek için ilerideki balıkçı sandalının yanına gidip, ’’ Şu Yusuf’a gözükelim’’ dedi.
’’ Rıza, çocuklar malı yükleyince doğru depoya götürsün. Sen burada kal ’’
Kamil’in adamları yükleme bittikten sonra seri bir şekilde, kamyonetle hızla limandan ayrıldı. Rıza motoru bağlayarak emniyete aldı. Balıkçı ağlarının olduğu yerdeki kanepede sigara içen Rıza’ya
‘’Yürü Rıza’’ dedi ’’ Şu çulsuzla bir konuşalım’’
Kamil arkasında Rıza ağır adımlarla, sandalında balıkları ayıklayan Yusuf’un karşısına dikildi. Yusuf’un iskeleye bağladığı sandalının ipini çekerek, sahile yanaştırdı ve içine atladı. Yusuf ne olduğunu anlamadan, Sadık adamın yakasına yapıştı.
’’Ne arayan lan burada sabah sabah’’
’’ Sen bela mısın, ne gözlüyon bizi sinsice, ne gördün anlat bakalım’’.
Yusuf ayağa kalkarak, elindeki ağı kayığın üzerine bıraktı. ’’ Bir şey görmedim, hayrola ya ’’ dedi.
’’ Bu ne surat ’’
Kamil’i çok iyi tanıyor ve ne tür bir bela olduğunu iyi biliyordu.
‘’Bana martaval okuma’’ dedi. ‘’ Bal gibi de gördün’’
’’Bizi ispiyon edersen, sülaleni kazırım bu topraklardan’’
Yusuf’u bir korku sarmıştı.
’’Görmedim be sadık’’ dedi.
‘’Ulan geçenlerde de kim ispiyon etmişse etmiş, büyük oğlan hala içerde yatıyor. Ne malum senin ispiyon etmediğin’’
‘’Bak Kamil adamın tepesini attırma, ben bir şey görmedim. Bir de sizi ispiyon edecek kadar şerefsiz değilim.’’
’’Nasıl görmedin lan, bir de yalan söylüyon’’
‘’Ne mır mır mırıldanıyon’’
‘’Seni şurada öldürmem lazım. Olur olmaz yerde konuşur, yakarsın bizi yine. Sana nasıl güvenirim. Öldürsem pisipisine hapise gireceğim. Al başına belayı, ama senin içine öyle bir korku salacağım ki, beni ispiyon edemeyeceksin’’
Kamil Yusuf’un köylüsüydü, her ikisinin de rahmetli olan babaları birbirleriyle kavgalıydı. Kamil’in babası Yusuf’un amcasını kurşunlatmış, ağır yaralanan amcası ölümlerden dönmüştü. Şimdi de Yusuf’a musallat olmuş, Yusuf’un köydeki eski yıkık konağı yok pahasına almak istiyor, ama Yusuf vermiyordu. Amcası hiç evlenmemişti, o ölünce konak Yusuf ve iki kız kardeşine kalmıştı.
Kamil sandalın içinde ne yapacağım bu herifle der gibi sağa sola bakınırken, ufak bir bidon gördü, içinde benzin vardı. Bidonun ağzını açıp, benzini sandalın üzerine dökmeye başladı.
’’ Bak senin canına dokunmayacağım ama senin canını öyle bir acıtacağım ki, bu gördüklerini kimseye anlatamayacaksın, bir yerden duyarsam senin soyunu kuruturum’’.
’’Pılını pırtını al, in sandaldan’’
’’Hadi çabuk.’’
Yusuf korku içinde ne yapacağını bilmiyordu.
’’Ben bir şey görmedim Kamil’’
‘’Ne yapıyorsun, deli misin ’’
Ceplerini karıştıran Kamil aradığını bulamayınca, sinirle sahilde bekleyen adamı Rıza’ya,
’’Bana bir çakmak, kibrit getir’’ dedi.
Sandalın bir köşesine sinen balıkçı Yusuf’a dönüp
’’Bana bak ne oldu derlerse, motor alev aldı diyeceksin unutma’’
’’İn sandaldan’’
’’Hadi sallanma, yoksa seni de sandalı da yakarım’’.
Balıkçı Yusuf titreyerek çöktüğü yerden yavaşça kalktı ve Rıza’nın uzattığı ele tutunarak sandaldan dışarı adımını attı. İlk kibrit hedefine ulaşmadan havada sönmüştü.
‘’Yapma Kamil, ekmek teknem o benim’’
‘’Bu işin şakası olmaz’’
Eğilerek ikinci kibriti çaktı ve yavaşça sandalın içine attı. Sandal birden alev aldı. Kamil Yusuf iterek sahildeki kanepeye oturttu, bir koluna da Rıza girdi. Kıpırdayamıyordu. ‘’Bak’’ dedi Kamil.
’’iyi seyret, ağzını açarsan, bu kez içinde sen de olursun ’’
Yusuf donup kalmış, ağzı kenetlenmişti sanki gözü gibi baktığı sandalı yanıyordu.
Balıkçı Yusuf yanan sandalını çaresiz, yaşlı gözlerle seyrederken, Sadık ve adamı Rıza, Yusuf’u orada bırakarak hızla balıkhaneye doğru yürümeye başladı. Uzaktan ’’yangın var yangın var’’ koşun motor yanıyor’’ sesleri, gözyaşları arasında çaresiz motorunu seyreden balıkçı Yusuf için hiç bir şey ifade etmiyordu. Bu saate sahilde zaten ona yardım eli uzatacak kimse yoktu. Balıkhanede de kin ve nefret dolu düşman bakışlar sessizce yanan motoru izliyordu. Oda yere çökmüş sessizce olanları seyrediyordu. Tutulmuş kalmıştı, şoktaydı adeta. Sinirden takatı tükenmiş titreyen bacaklar, akşam yorgunu bedenini zorlukla ayağa kaldırdı. Geri dönüp yanan motoruna bakmıyordu bile. Gözlerinde süzülen yaşla yavaş yavaş, kasabanın sabah sessizliğini yaşayan dar taş sokaklar arasına dalarak kaybolup gitti.
Biraz sonra yanan motorun etrafında bir kalabalık oluşsa da hiç kimse, yanan motoru söndürmeye teşebbüs edemiyordu. Hepsinin gözü balıkhaneden onları gözleyen, çevreye korku veren bakışlardaydı. Son anda sandalın çevresine gelenlerin söndürme çabaları ne yazık ki geç kalmıştı.
Ayağında terlikler kahvenin önüne geldi. Her zaman bana bir sabah çayı diye seslendiği, kahvecinin yüzüne bakmamıştı bile. Arkasından onu takip ederek peşine takılan her günkü nafakalarını bekleyen kedilerinin de bu sabah beklentileri boşa gitmişti. Kahvenin içinde sabah haberlerini dinleyenlere şöyle bir baktı, herkes pür dikkat kesilmiş haber dinliyordu. İçeri gireyim mi girmeyeyim mi karasızlığı içinde bir müddet ayakta dikildi. Bugün elleri boştu, balık sepeti yoktu elinde. Ani bir kararla başladı tekrar yürümeye. Sebze haline kadar yürüdü, meyhaneciler sokağına gidecekti vazgeçti, tekrar sahile geldi. Sahilde balıktan dönen balıkçılar ağlarını temizliyor, çıkan balıkları sepetlere yerleştiriyordu. Sandalların önündeki sabah müşterileri merakla tutulan balıkları inceliyordu. Ayakları dibinde gezinen kapkara besili kedi neredeyse düşürecekti onu.
Yavaşça ayağının ucunla okşar gibi iteledi onu.
’’ Sen bari ezdirme kendi be kedi ‘’dedi.
Sahilin sonunda hala dumanları tütmekte olan sandala doğru, bir meraklı kitlesi hızlı meraklı adımlarla yürüyordu. Yusuf hala o tarafa bakamıyordu.
’’ Ne o Yusuf bu sabah balık yok mu elin boş, balığa çıkmadın mı? Başını oynatarak hayır der gibi bir işaret yaptı. Bir şeyler söylemek istedi ama boğazından çıkan cılız ses, denizde balıkçıların attığı balıkları kapma kavgası veren martı sesleri arasında kaybolup gitmişti. Oradan ana yola yöneldi. Bütün gece denizdeydi, kolay mı bir sandalın içinde sabaha dek çıkacak balık umuduyla beklemek. Çoğu zaman benzinin parasını bile çıkaramıyordu. Ama bu akşam şansı yaver gitmiş, epey balık yakalamıştı. Balıkları olduğu gibi meyhaneciler sokağındaki İsmail’e götürüyordu. O Baba dostuydu, ona el uzatan sayılı arkadaşlarından biriydi. Aileden biri gibiydi. Tuttuğu balıkları, hiç balıkhaneye götürmez, doğru buraya getirirdi, çok olursa eşe dosta dağıtır, bir de mahallesindeki kedilerine verirdi. Yemeğini orada yiyiyor, içkisini orada içiyordu. Balıktan arda kalan zamanda hep oradaydı. Soğuk kış aylarında, balığa çıkmadığı günlerde meyhanede çalışıyordu. Tuttuğu balıkları sandalından çıkarmaya vakit kalmamıştı. Hepsi sandalın içinde canlı canlı yanmıştı.
Çocukluğu bu dar taş sokak aralarında geçmişti Yusuf’un. Köyde ilkokulu okumuş, daha sonra kasabaya Ortaokulu okumak için gelmişti. Kendinden üç ve altı yaş küçük kız kardeşleri köyde anneleriyle kalıyordu. Babası zeytin işi ve hayvancılık yapıyordu. Hafta içi çarşı içindeki teyzesinin eski Rum evinde kalıyordu. Evin kocaman kocaman kapıları, yüksek tavanı ve pencereleri vardı Eniştesinin burada ufak bir bakkal dükkanı vardı. Ev iki katlıydı, onun odası üst kattaydı, pencerenin üzerine çıkınca ara sokaktan deniz bile gözüküyordu. Teyzesinin çocuğu olmadığı için onlara yarenlik arkadaşlık ediyor, onlara gücü ve aklı yettiğince yardımcı oluyordu. Yusuf okul zamanı dışında hep sahilde balıkçıların yanındaydı. Bazı akşamlar balıkçılar onu ağ atacakları zaman yanına alır, ona balıkçılığın püf noktalarını öğretirlerdi. Bir zaman sonra eniştesi ölünce, eniştesinin hiç görmediği mirasçıları evlerinden çıkmaz oldu. Ne olduysa bakkal dükkanı ve ev satıldı. Teyzesine de bir miktar para verdiler, neyse ki evden çık demediler, ölene kadar bu evde otur dediler. Teyzesine kocasından maaş kalmamıştı, babasından bağlanan aylıkla geçinmeye çalışıyordu. Teyzesi okul tatil olduğu zaman köyde annesinin yanında kalıyordu. Okul zamanı da Yusuf’la birlikte Ayvalık’ta kalıyordu.
Ortaokul bitirince teyzesi onu okutmak istedi. Ama ben balıkçı olacağım deyince, fazla ısrar edemedi. Yusuf artık her gün denizdeydi. Babasının arkadaşı Erdal’ın motorunda çalışıyordu. Askerlik günü gelince askere gitti. Askerlikteki günlerinde hep Teyzesi yardım etti. Askerden gelince de onu bir sürpriz bekliyordu. Teyzesi,
‘’ Yusuf hadi beni sahile çay içmeye götür dedi. Teyzesi genellikle çay bahçelerine arkadaş ve komşularıyla giderdi.
‘’Tabi teyze dedi gir koluma’’
Sahilde tam denizin karşısında sahilinden kıpır kıpır oynaşan denizin üstünde sandalları seyrediyorlar hem de çaylarını içiyorlardı.
Yusuf’un sandallar arasında yeni boyanmış bir sandal dikkatini çekti. Mavi ve beyaz renkliydi. Sekiz metrelik bir sandal, üzerinde de pancar motoru. İskeleye bağlı duruyordu.
Daha dikkatli bakınca üzerinde Yusuf Ayvalık yazıyordu ama o yazı Yusuf’un oturduğu yerden gözükmüyordu.
‘’Bak teyze’’ dedi ‘’Ne güzel bir sandal ’’
Hep hayallerinde böyle bir sandal olsun istiyordu. Ama bir türlü paraları olmuyordu. O askerdeyken sözü kesilen kız kardeşinin düğünü vardı bu yaz. İstanbul’a gelin gidiyordu. Kız everecek olan anasına da para lazımdı. Kadıncağız gece gündüz ne iş bulursa koşturuyordu.
Teyzesi ‘’Gel bakayım yanaş biraz bana’’ dedi. Teyzesi yanına sokulan Yusuf’a bir öpücük kondurdu.
‘’Öp bakayım elimi’’
‘’Teyze bu ne ya bayram değil seyran değil bu ne el öpmesi. Ben senin elma yanaklarından öperim’’
Teyzesi Yusuf’un elini sıkıca kavradı. O anda Yusuf’un eline metal bir şey sıkıştı. ‘’ Bu senin dedi. Askerlik hediyen. Teyzesini öpmek için ona doğru yaslanınca Gözleri sandalın gövdesine ilişti. Dikkatle bakınca ‘’Yusuf Ayvalık’’ yazısını okudu.
Bu sandal artık senin dedi. Artık beni de balığa götürürsün.
Yusuf duyduklarına, gördüklerine inanamıyordu, elinde Motorun anahtarı, donup kalmıştı adeta.
‘’Nurten Teyze’’ dedi. ‘’Sen ne yaptın.’’
Her ikisi de maviş sulu gözlerle birbirlerine bakıp gözlerindeki yaşı mavi dalgalarda kıpır kıpır yerinde duramayan maviliklere bezenmiş Yusuf’a odaklamıştı.
Günler, yıllar geçip gidiyordu, önce anneyi sonrada Teyzeyi kaybetti.
Bu iki sene arayla gelen ölüm oldukça yıpratmıştı Yusuf’u. Bazen başını alır çıkardı köyün batı yamacına, sağ tarafında bulutların arasında ona bakışlarını atan Midilli’nin tepeleri, sol tarafında da Madra dağının ona gülümseyen yemyeşil yaylaları vardı. Bu bakışmalarda bir şeyler vardı sanki onlarla bir şeyler paylaşırdı. Oturur saatlerce seyrederdi bu doğal güzelliği. Çevresinin sevdiklerinin evlen ısrarları bir kulağında girip öbüründen çıkıp gidiyordu. Ne annesi ne de teyzesi mürvetini görememişti. Yusuf evlenmekten, hane sorumluluğunu almaktan korkuyordu adeta. Gönlünde yatan bir sevgili var mıydı, en yakını İsmail, Nazife bile bu konuda bir laf alamadı ağzından. Köydeki babadan kalma o taş konağın demirbaşıydı adeta.
Yusuf sahilden ayrılıp Meyhaneciler sokağında ki meyhaneye geldiğinde İsmail yoktu. Kapı önündeki masada önündeki börülceleri ayıklayan, İsmail’in hanımı Nazife’ye kısık bir sesle ’’kolay gelsin yenge’’ dedi.
O anda ocak başında olan İsmail’in oğlu Turan
’’ Ne o Yusuf abi üzgün görünüyorsun’’
Elini tersiyle yanaklarında süzülen yaşları silmeye çalışırken, kasanın karşısındaki sandalyeye attı kendini, ayakları kesik kesikti, her an yere düşebilirdi. Bir an soluklandıktan sonra ’’Sandalın motoru alev aldı ya Turan’’ dedi. ‘’Ben de anlayamadım, birden alev sardı her yanı. Kimse de yardıma gelemedi. Cayır cayır yandı sandalım’’
‘Neee’’ dedi Nazife bağırarak.’’ sandalın mı yandı.’’ ‘’Sandalın, nasıl yani’’
’’Sandal, balıklar hepsi yandı’’.
‘’Bittim ben bittim.’’ Oturduğu sandalyeden hızla kalktı sağına soluna bakındıktan sonra.
‘’Babamın haberi var mı’’ dedi Turan.
‘’Otur hele şöyle, annem bir kahve yapsın ‘’
‘’Ben şimdi babamı ararım’’
’’ Otur oturduğun yere oğlum, boş ver olan oldu.’’ Nazife ile Turan ellerindeki işi bırakmış Yusuf’un karşısında oturmuş, pür dikkat onun ağzından çıkacak lafları bekliyordu.
’’ Ay kahve yapacaktım ’’ dedi Nazife, hızla kalkarak.
’’ Ben köye gideceğim yenge, İsmail’e söyle dinlenir akşama gelirim. Sandal balık halinin yanında, artık yapacak bir şey yok. Sonra bakarız.’’
Kafası allak bullaktı. Köyde babadan kalma eski bir Rum evinde kalıyordu. Ev bakımsızlıktan yıkılmak üzereydi, çatısı akmayan, su olmayan birinci kattaki merdiven altındaki odada kalıyordu. Evi iki katlı bir konaktı, alt katlarda, kiler ve zeytin yağ depoları, arka yola bakan geniş bir avlusunun sağ tarafında büyük bir dut ağacı, onun altında da kuyu vardı. Kuyuda hala su vardı ama içilecek durumu yoktu. Sol tarafta hayvanların barındığı geniş dam, içinde uzun bir yem yalağı vardı. Arkadaki geniş çift kanatlı kapı, ayakta zor duruyordu. Bu geniş bahçeyi yüksek taş duvarları koruyordu. Babası ve annesi ölmüştü, iki kız kardeşinden biri İstanbul’da biri de İzmir’de idi. Kız kardeşlerinin durumu iyi olmasına rağmen, bu eski dededen kalma konağa bir çivi bile çakılmıyordu. Yusuf’un da bir çivi çakmaya parası hiçbir zaman olmamıştı. Köye yürüyerek gitmek bir saati alıyordu. Bazı sabahlar yükü yoksa yürüyerek gidiyordu. Eski bir taş ustası olan babasının bu evde çok emeği vardı. Mübadelede köyü terk edip karşı adaya giden Rumlardan aldığı bu tarihi taş evi sil baştan kendisi onarmıştı. Renk renk taşlara gece gündüz çalışarak hayat vermiş onları ölümsüzleştirmişti. Yaptığı duvarlar adeta yağlı boya tablosu gibiydi. Otur karşısına bu taşlarla saatlerce konuş. Kasabada ve çevrede ona doktor derlerdi. Ne evlere hayat vermişti. Ayrıca kuyu ustasıydı. Köydeki Rumlardan kalan burada su yok açılmaz denilen kör kuyulara inmiş, onları su bulana kadar temizlemiş, taşlarını onarmış, bazılarını tekrar döşemişti.
Çocukken okul dışı zamanlarında babasının yanına gider babasının şekil verdiği taşlara oda elindeki çekiçle keskiyle vurur ona yardımcı olurdu.
’’ Otur Yusuf abi, İsmail neredeyse gelir.’’ Dedi Nazife.
Yusuf Nazife’nin dediklerini duymuyordu. ’’ Nazife be ’’ dedi
’’Sandal, balıklar hepsi yandı’’.
’’Bittim ben bittim ’’
Oturduğu sandalyeden hızla kalktı sağına soluna bakındıktan sonra. Meyhaneden attı kendini dışarı.
Nazife’nin arkasında bağrışını duymuyordu bile.
’’ Yusuf abi dur, bekle biraz ’’
Sahile doğru yürümeye başladı. Ana caddeye gelince yolun karşısına geçip bulduğu ilk dolmuşla köy sapağına kadar geldi. Buradan köye giden olur, beni alırlar dedi. Öyle de oldu. Hayvanlarına saman getiren bir köylüsü durup aldı onu arabasına.
‘’ Ne o Yusuf balık yok mu? ’’ ‘’Yok be Murat bugün balık yok.’’
Köy meydanında indikten sonra bakkaldan ekmek ve yumurta alıp, kahveye uğramadan evinin sokağına yöneldi. Köye daha motorunun yandığı haberi ulaşmamıştı. Sokağında yılların kahrını çeken taşları adımlarken, bir an bu sokakta kardeşleriyle ve mahalle arkadaşlarıyla oynadığı günler geldi aklına. Eski Rum evleriydi buradaki yıllara meydan okuyan taş evler. Tahta kapılarındaki o güzel oyma motifler hala özelliğini koruyordu. Ne güzel günler geçmişti bu sokakta. Okuyan arkadaşları tek tek terk etmişti köyü. Sonra evlenen kızlar bir bir gelin olup, İzmir’e, İstanbul’a gitmişlerdi. Okumayanlar ise ya Ayvalık’ta ya da sezonluk olarak sahildeki plaj ve otellerde çalışıyordu. Sezon bitti mi başlıyordu yokluk, uzun kış geceleri, bir türlü geçmek bilmiyordu. Sezon sonu başlayan zeytin hasatında köyün gençleri tayfalık, sırıkçılık yapıyordu. Gecede ya meyhanede ya da kahvelerde vakit geçiriyordu. Yusuf ise ya balıkta ya da İsmail’in meyhanedeydi. Bu eski tarihi Rum köyünün sokağında ki evlerin özelliği hep bitişik düzendi, bu düzen dışarıdan gelen tehlikelere karşı içinde yaşayanları güvence altına alıyordu. Her evin bahçesi arkadaydı, bahçeyi de yüksek taş duvarlar koruma altında tutuyordu.
Kamil’in yaptığı çok onuruna dokunmuştu, sandalını yakmış hiçbir şey yapamamıştı. Şikayet etse, şahit yoktu. Birde yakınlarını onunla muhatap etmek, onlara zarar verdirmek istemiyordu. Motor alev aldı deyip kapanacaktı olay. Kamil’in zaten bu tür olayları çoktu. Kimse Yusuf’a inanmayacaktı. İnananların eli ise çaresizdi. Kamil’le kim baş edebilirdi ki, İsmail hariç. Şikayet etse, söylese onun yakasına yapışacak olan İsmail’di. Bu kez İsmail’in başı belaya girecekti. İlk zarar vereceği İsmail’di. Bunu bildiği için sesini çıkaramıyordu. İsmail duysa çöreklenirdi Kamil’in başına.
Eve girip odasına attı kendini. Televizyonu açtı, sabah haberlerini dinlerken belki biraz uyurum dedi.
Saat on bir civarında kapı önüne gelen motorun sesiyle irkildi. Tam dalmış uyuyordu. Kapı şiddetle çalınmaya başladı.
’’ Yusuf abi… Yusuf abi ’’
Yusuf İsmail’in sesini duymuştu. Yataktan kalkarak avluya geldi. Kapının ardından sessizce,
’’ İsmail uyuyom be oğlum. Akşama uğrarım.’’
’’ Aç aç hele aç şu kapıyı’
’’ İsmail git işine akşama konuşuruz dedim ya’’
’’ Abi insanın canını sıkma, kırdırma kapıyı bana’’
Yusuf’a kapıyı açmaktan başka bir seçenek kalamamıştı, yavaşça kapının sürgüsünü çekti.
’’ Ne o sandalın hali ya’’ ne oldu. Polis sandalın başında sandal kül olmuş, Sen ortalarda yoksun. Ne oldu be abim, neler oldu. Polis seni bekliyor ifadeni alacak, atla motora hadi’’
’’ Motor alev aldı İsmail yok bir şey. Ben de anlayamadım. Sigaradan herhalde ’’
’’ İçkili miydin, gören de olmamış. Tek görgü tanıkları Kamil ve Rıza’’ ’’Onlarda biz yardıma gittik ama yetişmedik, motor alev almış yanıyordu’’ demişler.
‘’Hadi giyin, polis kapına gelmeden karakola gidelim.’’
İsmail’in motorunun arkasına bindikten sonra Yusuf,
’’ Tamam İsmail gidelim’’ dedi.
Yusuf sandalı yanarken orada ayrıldığı için olanları görmemiş. O gittikten sonra Rıza sandal yandıktan sonra,
’’ Sandal yanıyor Sandal yanıyor ’’ diye tüm sahili ayaklandırmış. Elinde ufak bir kova girmiş denize, güya sandalı söndürüyor. Kalabalık toplanmış, daha sonra polis gelmiş. Rıza
’’ Yusuf sandalın içindeydi motor birden alev aldı. Sarhoş muydu neydi. Hiç bağırmadı bile. Yanan sandalı bir müddet seyretti, biz yardıma gelene kadar bırakıp kaçtı’’
Sandalı çevresinde bir kamuoyu oluşmuş yorumlar yapılıyordu. Rıza’nın ifadesi ve çevrede oluşturduğu yalan haber zinciri, suç Yusuf’a yüklenmişti.
Karakola gidince Yusuf’u Hastaneye alkol kontroluna gönderdiler. Yusuf bereket o gece ağzına içki koymamıştı. Onu ifadesi de motor birden alev aldı oldu. Şikayetçi olan da olmayınca polis olayı kapatmıştı.
Günler gelip geçiyordu. Kışın köyde hayat çok zordu. Hayvanlar yem ister, evde hanımlar aş ister, odun kömür isterdi. Yusuf sık sık komşunun eşeğini alır, yukarı eski üzüm bağlarının olduğu tepeye, çamlık alana çıkar, buradan kuru odun toplayıp eşeğin sırtına yükler eve getirir, bunları avludaki dama koyardı. Genellikle akşamları geç vakitlere kadar meyhanede olurdu. Bazen buranın mutfağındaki divana kıvrılır, burada uyur kalırdı. İsmail ona eski ikinci el bir motor bulmuştu, köye gitmek istedi mi geçte olsa atlayıp motoruna evine giderdi.
Bahar geldi mi köye bir hareket bir canlılık gelirdi. Sahildeki plajların, gazinoların hazırlığı başlar, köyün gençlerini iş sahası açılırdı. Buradaki kullanılmayan eski evler genelde depo olarak kullanılırdı. Zeytinler budanır, ilaçlanır, yaza, yeni sezona onlarda hazır olurdu.
Sıcakların sahilin pırıl pırıl ince kumlarının üzerine indiği gündü. Plajda iğne atsan yere düşmez derler ya işte öyle bir gün, elinde bir bira kumsalda gezinenleri, deniz kenarında kumlarla oynayan çocukları seyretti bir müddet. Ah dedi içinden
’’benim de böyle torunlarım olsaydı’’
’’Ben de onlarla kumdan kaleler yapsaydım’’
Birası bitince bir ağırlık çöktü, uzandı şezlonga, kendince kurduğu hayalleriyle baş başaydı. Uyandığında güneş sahilin batısındaki tepenin üzerindeki çamların üzerine yaslanmış güne veda etmek üzereydi. Sahilin batı yönünden gelen günlük tur motorunun üzerinde, çalan oynak disko müziğiyle kıpır kıpır oynayan gençler artık iyice belirgenleşmeye başlamıştı. Bu güzel sahil kasabasının batısına serpilen adaları gezen motor artık günlük turunu bitirmiş. Sahildeki iskeleye doğru dönüşe başlamış, yavaş yavaş iskeleye yanaşırken plaj açıklarında son turunu atıyordu. Bu motor Kamil’in motoruydu. Yaz sezonu boyunca her gün günlük turlara çıkardı. Kamil’in bunun dışında birkaç motoru daha vardı, en büyüğü Midilli’ye çalışırdı.
’’Hadi kalk’’ dedi kendi kendine. Bir dal şu serin suya da kendine gel. İsmail meyhanede yolunu gözlemeye başlamıştır. Yusuf yaşına rağmen iyi yüzüyordu, yavaş yavaş iskeleye doğru yüzmeye başladı. Kamil’in motorunun yanına kadar gelmişti. Etrafında bir tur attıktan sonra, tekrar sahile yöneldi. Şezlongun üzerindeki havlusunu alıp kurulandıktan sonra, yavaş adımlarla motoruna doğru yürümeye başladı. Benzin istasyonunun önünden geçerken, birden aklına arkadaki benzin bidonu geldi. Motoru için evde daima yedek benzin bulunduruyordu. Benzincideki pompacı genç
’’Yusuf abi köye mi’’ dedi.
’’ Evet Murat köye’’
’’ Beni de atıver ya’’ Benzin parasını öderken
’’ Tamam Murat atla arkama’’
Motorun patlak ekzosundan çıkan ses sol taraflarında kalan masmavi denizin üzerinde çınlayarak, karşı tepelerde gün batımı sefası yapanlara doğru havada adeta uçup gidiyordu, az ilerideki sapaktan köye yöneldiler.
Soldaki çeşmenin yalağında hayvanlarını sulayan komşu oğluna uzaktan selam vererek hızla köye yöneldi. Köyün meydan girişindeki sol taraftaki iki katlı taş binanın birinci katı muhtarın yeriydi. Burasını köylü el birliği ile yapmış, duvar ustalığını da Yusuf’un babası yapmıştı. Onun yanında çalışanların çoğu taş duvar ustalığını ondan öğrenmişti. Köyün kuzey çıkışında yolu solunda, eski kilisenin karşısında 1800 lü yıllardan kalma, hale kullanılan taştan yapılmış köyün ilkokulu vardı. Yusuf’un okuduğu okul bu eski tarihi okuldu. Evlerinin arka avlusundan çıktımı beş dakikada okulda oluyordu.
Aradan bir ay geçmişti. Yusuf her gün İsmail’in meyhaneye gidiyor, onun günlük işlerine yardımcı oluyordu. Sezonun en hızlı günleriydi, sahil yerli yabancı turistle doluydu. Sıcak bu güzel sayfiye şehrinin üzerine iyice çökmüştü. Geceleri bile insanlar denizdeydi. Sahildeki barlar sabaha kadar açıktı. Pansiyonlarda yer bulamayan gençler kumsalda sabahlıyordu. Yusuf işlerin yoğun olduğu zaman İsmail’in meyhaneye erken gidiyor, eğer o gün alış veriş yoksa bazen akşam gidiyordu. O günlerde genelde akşam gidip gece mutfağa yardımcı oluyordu.
Meyhaneden yorgun argın döndüğünde sabah olmak üzereydi. Yusuf o gece benzin bidonundaki benzininin bir kısmını iki kola şişesine koydu. On gündür kesmediği sakalını elleriyle sıvazladıktan sonra, aynaya bakarak
’’Epey entel oldum be’’ dedi kendi kendine.
’’ Bu kılıkta beni kimse tanıyamaz ’’
‘
Yatağına uzanıp biraz dinleneyim dedi. Uyandığında akşam olmuştu. Bit pazarından aldığı giysileri, şapkayı, sırt çantasını gözden geçirdi. Her şey tamamdı. Bu giysileri naylon torbaya bir güzel yerleştirdi.
Kalan benzini de motorun deposuna döktükten sonra, motoruna atlayıp sahile doğru yola çıktı. Boş bidonu da şehir merkezindeki çöp bidonuna attı. . Motorunu kimsenin dikkatini çekmeyeceği bir yere bıraktıktan sonra. Naylon torbasını alıp, yavaşça henüz yeni hareketlenmeye başlayan plajdaki bir soyunma kabinine girdi. Yeni aldığı giysilerini üzerine geçirdiğinde, onu artık kimse bu kılıkta tanıyamazdı. Kafasında hasır şapka, kara güneş gözlükleri, kısa şort, ayağında terlikler, sırtında da sırt çantası. Tam bir turist görünümündeydi. Torbaya üzerinden çıkardığı giysileri koyduktan sonra, motorunun yanına gidip, torbayı motorunun kenarına sıkıştırdı. Üzerinde sadece naylon torba içinde para vardı.
Bu hafta sonu Kamil’in dayıoğlu Muzafferin düğünü vardı. Cuma günü köyde kına gecesi yapıldı. Cumartesi gecesi de kasabadaki deniz kenarındaki düğün salonunda düğün vardı.
Cumartesi akşam üstü Kamil’in motor adalar turundan dönmüş. Tekne de gece yapılacak olan mehtap turu hazırlıkları vardı. Bu motor yaz sezonu boyunca her gün günlük turlara çıkardı. Kamil’in bunun dışında birkaç motoru daha vardı, en büyüğü Midilli’ye çalışırdı.
Herkes evine gidip düğün hazırlıklarına başlamıştı. Bu gece mehtap turunun kaptanlığını Vedat’ın arkadaşı Selçuk yapacaktı. Kamil’in oğlu Vedat ve ailesi düğününün onur konuğuydu. Masaya oturur oturmaz rakılar açılmıştı. Düğün geç vakitlere kadar devam etti.
Kamil yaşının icabı gençlere ayak uyduramayacağını anlayınca düğün salonunda içki muhabbetine pek katılmadı, bir iki kadeh kesmişti onu. Düğünün bitmesini beklemeden eşiyle birlikte köye döndü.
Sahil gece ana baba günüydü. Gün boyu denize girenler yemeklerini yemişler sahil turuna çıkmıştı. Sahildeki cafelerden bangır bangır müzik sesi geliyordu. Akşam pazarı açılmış, satıcılar tezgahlarını yol boyuna dizmişti. Yusuf sahilde gece mehtap turu bileti satan satış yerinden, kara gözlük ve şapkasının arkasına yüzünü gizleyerek bir bilet alıp, doğru iskeleye gitti. İçkili olduğu hallerinden belli olan gençlerden oluşan bir grubun arasına karışarak motora bindi. Yarım saat içinde motor dolmuştu. Genellikle gençler yukarıya çıkmış, yüksek volümlü müzik eşliğinde oynamaya başlamıştı bile. Alt katta aile grupları vardı. Herkes birasını açmış, çalan müziğe eşlik ediyordu. Motor müzik eşliğinde yavaş yavaş iskeleden demir alarak batı sahillerine doğru yol almaya başladı. Yusuf gemide çalışan gençleri tanımıyordu. Bu akşam düğün olduğu için Kamil’in çocukları ve yeğenleri de yoktu. Mehtap turu için motor sahile paralel olarak gidiyor, sahilden fazla uzaklaşmıyordu. Üst katta oynayan gençler çığlıklar atarak sahildeki elle sallayanlara el sallıyorlar, çalan müziğe eşlik ediyorlardı. Motor plajların sonuna vardığında gençler kendinden geçmeye başlamıştı bile.
Yusuf sessizce alt katta bulunan tuvalete indi. Daha önce bu motora bindiği için bu motoru tanıyordu. Alt kattaki mutfakta günlük turlarda yemek hazırlandığı için genellikle burada devamlı çalışan olurdu. Burası pek boş kalmazdı. Şu anda bütün garsonlar yukarıda içki servisiyle meşgul, kaptan da oynayanlara müzik çalmakla meşguldü. Motor tekrar yavaş yavaş otellerin olduğu sahille döndü. Yusuf sessizce motorun makine dairesine girdi. İçeride motor sesinden başka ses gelmiyordu. Kimse var mı diye seslendi ses çıkmayınca, fazla karanlık olmayan içerisini şöyle bir kolaçan etti. Motor tıkır tıkır çalışıyordu. Motorun sol tarafında yağ tenekeleri ve bidonlar vardı. Mazot olabilirdi. Bir tanesinin kapağını açıp yan yatırdı. Zaten mazot kokan makine dairesini daha keskin bir mazot kokusu kaplamıştı. Sırt çantasından çıkardığı iki kola petinin içindeki benzini de kapının ağzına gelerek buradan zemine döktü. Elindeki peçeteyi çakmağıyla yakarak kapının eşiğine bıraktı. Ve hızla makine dairesinin kapısını kapattı. Hızlı adımlarla mutfaktan tuvalete geçti. Ve oradan yavaş sakin bir şekilde üst kata çıktı. Yavaşça gençlerin arasına katıldı.
Yukarıda vur patlasın, disko müziği eşliğinde gençler çılgınca dans ediyordu. Bu görselliği sahille paylaşmak isteyen kaptan sahile neredeyse sıfır gidiyordu.
Bir anda alt kattan gelen patlamayla birlikte motorun tüm ışıkları söndü ve müzik sesi kesildi. Motorun sesi de susmuştu, mutfaktan duman ve alev üst kata doğru hızla yayılıyordu. Kimse ne olduğunu anlayamamış, motor yanıyor çığlıkları, feryatları sahile yayılmıştı. Gemi personeli tam bir panik içindeydi, Kaptan köşkten, yangın söndürücüler diye feryat ediyordu. Motorun bu akşamki tecrübesiz ekibi ise tam bir panik içindeydi. Motorun makine dairesinden çıkan alevler üst taraftaki Kaptan köşkünü yalamaya başlamıştı. Alt tarafta oturanlar motorun ön tarafına sıkışmışlardı. Motorun üst tarafında hoplayıp zıplayanlar şimdi yanıyoruz diye çığlık atıyordu.
Bu arada kendine güvenenler denizin karanlığına atlamaya başlamıştı bile, sahilde bulunan birkaç motor yardıma koştu. Sahil yeri curcunaydı. Bereket motor sahile çok yakın olduğu için atlayanlar kısa bir yüzmeden sonra kumsala ulaşabiliyordu. Motorun ön tarafına yığılan yaşlı yolculara can yeleği verildi. Motorun kıç tarafı yandığı için oraya kimse sokulamıyordu. Yardıma gelen motora ip atıldı. Ve motor yanan motoru kıyıya çekmeye başladı.
Ağlayanlar feryat edenlerin çığlığı sahili inletiyordu. Alevler yukarı doğru çıktıkça motorun üstünde denize atlamalar çoğaldı. Gençlerin çoğu denizdeydi. Diğer motorda iple yanan motoru sahile çekmeye çalışıyordu. İtfaiye siren sesleri duyulmaya başladığında, motor karaya oturmuş ve yan yatmıştı.
Motor hızla su alıyordu. İtfaiye personeli su hortumlarını hazırlarken, motordaki kalan personelde tahliye edilmeye başlandı. Motorun kaptan köşkü de cayır cayır yanıyordu. Gece karanlığında yanan motorun aydınlattığı kumsal ıslak giysili insanlarla doluydu. Biraz sonra ambülansta gelmişti. Yusuf gençlerle birlikte denize atlamış, onlarla yüzerek sahile gelmişti. Onlar kumsal uzanmış bağrışırken, o sessizce kalabalığın arasına karışarak, motorunun olduğu yere gelmişti. Motorunda bulunan poşeti alarak soyunma kabinine girdi ve elbiselerini değiştirdi.
Sahil boyunda bulunan çay bahçesine gidip bir çay içeyim dedi. Saçları hala ıslaktı, saçlarını elleriyle şöyle bir havalandırdıktan sonra. Çay bahçesine oturdu. Motor hala yanıyordu.
Çayı getiren garsona ’’ hayrola ne olmuş’’ Dedi.
’’Motor yanıyor amca’’ dedi Garson.
’’Her sene böyle için motor yanar bizim buralarda.’’ Ama bu sene pek erken oldu.
’’Allah Allah ’’ dedi Yusuf.
Haber telefonla önce Kamil’e ulaştı, telaşe kapılan Kamil o an evindeydi, düğünden yeni dönmüş, uzanmış haber dinliyordu. Hemen telefona sarılarak düğün salonundaki oğlu Vedat’ı aradı. O anda Vedat düğünden ayrılmış, arkadaşlarıyla birlikte meyhaneye gitmiş, orada içiyordu.
’’ Vedat, Vedat bizim gece gezisine çıkan motorda yangın çıkmış, Motor yanıyormuş, çabuk motorun başına gel ’’
Telaşeden ne yapacağını bilemeyen Kamil’in ağzından köpükler saçılıyordu. Hanımı
’’ Ne oldu Kamil ne bağırıyon’’
’’ Motor ’’ dedi ’’motor yanıyor, Sigortasını da yaptırmamıştık,
yandık yandık’’
Bir an önce motorun yanına gitmek için aceleyle giyinmeye başladı.
Babasından gelen telefon üzerine içki masasında şok olan Vedat yanına arkadaşını da alarak hızla meyhaneden ayrıldı. Aceleyle arabasına atlayıp, son hızla artık seyrelmeye başlayan trafiğin içinde plaja doğru gitmeye başladı. Epey sarhoştu, yolda ne var ne yok görmüyordu bile. Yanındaki arkadaşı Ömer daha sarhoştu.’’ Ne motoru ya Vedat ’’ deyip sağa sola sallanarak, Vedat’a abuk subuk söyleniyordu. Kasabanın sahildeki balık pazarına gelirken burada iyice boş olan yolu görünce, yoldaki hafif viraja Vedat tam gazla hızlı girdi. Önüne çıkan köpeği görmemişti. Önden tak diye bir ses, sonra karşıdan gelen arabanın ışıkları, önce soldaki bankete arkasından da sağ taraftaki banketin üstünden oradaki sandalların arasına uçtu. Emniyet kemeri bağlı olmayan Vedat o anda açılan kapıdan fırlayarak, kıyıda bağlı yarısı batık, yarısı yanık olan sandalın gövdesine hızla kafasını vurdu ve oradan denizin karanlığına uçtu ve karanlık sulara gömüldü. Onların tam karşısından gelen araba kendini güçlükle kurtararak, arkasına bakmadan yoluna devam etti.
Vedat’ın arabası sandalların arasında ters dönmüş vaziyette bir müddet durdu. O an kimse onları görmemişti. Biraz sonra sahilde yürüyen bir çift olayı uzaktan görmüş olacak ki, hızla oraya vardıklarında denizi içinde ters yatan bir araba ve suyun üstünde yatan hareketsiz yatan biri vardı.
Hızla yoldan gelen arabalara işaret ederek yardım istediler.
Yusuf yanan motorun söndürme çalışmalarını izlerken keyifle çayını içti, sonra motoruna atlayarak şehir merkezine doğru yola çıktı. Balıkhane tarafına geldiğinde sahilde bir kalabalık gördü. Kamil’in sandalını yaktığı yerdi. İçi cız etti, ’’kaza olmuş herhalde’’ dedi. Durmadı bile.
İsmail’in meyhaneye geldiğinde
’’Hayrola Yusuf hani bugün gelmeyecektin?’’
’’Aman İsmail bu saatte uyuyacak halimiz yok ya’’
’’Bu akşam müşterinizim. Hadi al bir 35 likte gel yanıma’’
’’Nazife bırak şimdi mutfağı, gel kız sen de otur yanıma.’’
’’ Şu masaları toparlayayım’’ Yusuf abi.
’’Geliyorum ’’
Salonda iki masa kalmıştı dolu, Bir genç bir çift, diğeri de iki iş adamıydı. İsmail oğlu Turan seslenerek.
’’ Masaları bir kontrol et oğlum, var mı istekleri’’ Yusuf
’’ İsmail balık istemem meze yeter’’ dedi. Rakısından bir yudum çekti. İsmail tam karşısındaki sandalyeye, Nazife de yanına oturdu.
Yusuf tam karşısındaki resimle göz göze gelmesi gözlerinin buğulanmasına neden oldu. Askerde geldiği yıldı. Rahmetli teyzesi ile onun ona hediye ettiği sandalda berber çekildikleri bir resimdi. Şimdi ne teyzesi, ne anası ne de sandalı vardı.
’’ Melek teyzem’’ dedi, ’’ Cennette huzur içinde yat ’’
Rakısından bir yudum daha çekti.
’’ Sağlığınıza Nazife, mutluluğunuza İsmail’’
Aradan geçen yıllar Kamil ağaya kötü bir miras bırakmıştı. Yalnızlık ve sevgisizlik. İyice yaşlanan Kamil ağanın gözleri de artık iyi görmüyordu. Her sabah titreyen ayaklarını sürüyerek kahveye gelir. Bastonunu yanındaki sandalyeye dayar. Sabah çayını burada yudumlarken kendi kendine konuşup dururdu
’’ Nerede yanlış yaptım, nerede yanlış yaptım? ’’
Vedat’ın ölümü onu yıkmıştı. Büyük oğlu da hapisten çıkınca, işlerin başına geçmiş ama babasıyla geçinemeyip. Bir müddet sonra ne var ne yok satıp Bodrum’a gitmişti. Bir sene sonra da karısı ölmüştü. Büyük oğlu bir bakıcı tutmuş onunla yaşıyordu. Eski gücünü kaybeden Kamil ağanın çevresindeki çıkar zinciri bir bir kopmuştu ondan.
’’ Kamil ağa çayını soğutma ’’ dedi kahveci. Sandalye de uyuklayan Kamil’e. Kamil ağa hala sayıklıyordu.
Tam arkasındaki masada da Yusuf oturuyordu.
Kamil ağa bir an kendine gelip, şimdiye kadar kahveciye demediği laf çıktı ağzından
’’ Mustafa benim hesap ne? ’’
Arka masadaki Yusuf Kamil ağaya ters ters bakarak
’’ Senin hesap kapandı Kamil ağa. Senin hesap kapandı ’’
Yıllar yılları kovalamış yıllar önce ekilen bu çınarın gövdesi artık tüm bahçeyi kucaklamış, sahilin bunaltıcı sıcağından kaçanların sığınak yeri olmuştu. Devran dönmüş Yusuf’un o eski konak şimdi güzel bir otel olmuştu. Dünyanın dört bir yanından gelen misafirler, turistler bu otelde kalıyor, bu güzel köyün huzur veren tarih kokan taş sokaklarında mis gibi havanın tadını çıkarıyorlardı. Oteli Nazife ile oğlu işletiyordu. Yusuf’un kardeşleri baba evini satmak isteyince, eve İsmail talip olmuş, Yusuf’la ortak olmuşlar, biraz borçlanarak burayı satın alarak güzel bir otel yapmışlardı. İsmail ile Yusuf otelin restorantını işletmeye başlamışlar, ismini de Yusuf’un isteği üzerine Sandal restorant koymuşlardı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.