6
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
1124
Okunma
Cevahir, otuzlu yaşlarının sonuna doğru ilerlerken hiç duraksamayan bir yalnızlık halini yükleniyor, geçen günlerin ayrımını mesai günleriyle veyahut listesine son anda eklendiği davetiyelerle ayırt ediyordu.
Fazla mesai sonrası bir akşamda ev dediği barınağa vardığında karşılaştığı manzara şöyleydi; otuzbeş metrekare bir salondan ibaret olan yüksek tavanlı bu evde mutfak yoktu.
Mutfak niyetine odanın bir köşesini, köşegen bir vaziyette meşgul eden üç sıra rafta, üç tabak, üç kase, üç bardak vb kap kaçak ile bir alan oluşturmuştu; rafların üstündeki duvara alelade iliştirilmiş bir borudan, halkalı kornişle sarkıtılmış muşamba bir örtü sarkıyordu… Sarkan örtü muhtemelen tozluk görevi görüyor başka da bir anlam taşımıyordu. Mutfak denilen köşenin bir tezgahı bulunmuyordu. Cevahir, bulaşıklarını antika denebilecek seviyede eski ve zevkli bir tasarımı olan boyu dört buçuk metreyi bulan bordo renkli kadife perdelerle kapalı, yüksek pencerenin hemen önünde yer alan küvet taşında yıkıyordu sonra küveti sonra mecali kalmışsa kendini… Hafta sonlarında mutlaka meşhur ama ziyaretçisi bir hayli azalmış olan tarihi hamama giderek temizlenme duygusunu tatmin ediyordu.
Kapısını çalacak komşusu yoktu zira komşularının durumu buna pek müsait değildi. Yan komşusu Alzheimer hastası Şefika Aysel, ömrünün son demlerini akşama kadar tekerlekli sandalyesinde pencere önünde geçirir; kuzeyli bakıcısı gelene kadarda ne yemek saatini ne de diğer ihtiyaçlarını bilemez ya da gideremezdi. Doğrusu bu acziyette komşu kapısı, onun için uzak iklim bir hududu zorlayacak bir lüks olurdu. Alt daire boştu orayı bazen bağımlı gençler bazen mülteciler işgal ederdi.
Gençler dönem dönem parmaklık ardına mülteciler ise lastik botları batmamışsa varabildikleri en batı uca kadar gerilirlerdi. Geride bıraktıkları bu depodan bozma yeri bir kaç hafta içinde yine aynı döngülerle başkaları doldururdu. Bu dairenin sakinleri kim olursa olsun hepsinin bildiği bir gerçek vardı, kapı çalınmaz ! Kapı, baskında kırılmayan, yıkılmayan ardına geceleri ranza çekilen, ağır eşyalar istiflenen bir olguydu ve bu yerde her kapının ardı muhtemelen böyleydi o yüzden kapı denilen şey çalınmaz, o sımsıkı kapatırdı...
Cevahir’in üst komşuları ise çatı katında kalan harita kadastro öğrencisi iki gençti. Onlarda fakültenin son döneminde sürekli arazide yer alıyor gün aşırı şehir şehir talimlerde bulunduklarından pek eve uğramıyorlardı. Anlayacağınız bu binada çok şey vardı; çok insan çok hayat ama hiç ses yoktu… Seslerin olmadığı bu yerlerde duvarların dili konuşurdu. Bu konuşmalar mevsimine göre çok sevecen ya da çok acımasız olabiliyordu. Misal kış gecelerinde evin sahibi kesilen bu duvarlar öyle hiddetlenirdi ki karardıkça kararır sizi şöminede ki cılız ateşe doğru kovalar bu küçücük ışığa sığınmak zorunda bırakırdı kimi zaman rüzgarı sırtından sektirir zangırdayan ahşap pencerelere çarptırır bir başla korku oyunu sahnelerdi tiyatro perdesi misali o kalın kadife bordo perdeler arkasında bir gulyabani gizlerdi de siz perdeyi ayıracak cesareti bulamaz sadece rüzgardır diye avuntular beslerdiniz… Duvarlar kimi zaman savcı olur sorguya çeker sizi hiç acıması olmaz mutlaka vicdani bir kusurunuzu bulur çıkartırdı mesela geçen gün ekmek arabası altında ezilen kediyi ekmek arabası ezmiştir ama öldüren siz olmuşsunuzdur… Savcı kesilen duvar, gözlüklerini çıkarıp tüm heybetiyle gözlerinin içine bakar dün akşam yemekte ne yedin ve kimleydin? diye sorduğu an hovarda bir geceyi, gecenin sonunda bakkalın çoktan kapandığını kaşarı ve sütü kapıya koymadığını anladığında ekmek arabasının da günahı olmadığını alnınıza çakardı !
Mahkumiyetiniz, müebbet bir acıma duygusu ve bitmeyen bir nedamet ile ilmek olur boynunuza takılırdı.
Duvarlar kesmişse hükmünüzü bu kesinlikle adildi