- 447 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Hakikatin serüveni
Bazen düşünürüm…
Gecenin ardı nereye uzanır, gün durmadan ve hiç bıkmadan bir ip yumağına sarılır ama, nerede biter bu ipin ucu?
Vaktin, bir kıymetin ötesinde yüklendiği anlamları niye layıkıyla anlayamam?
Kısır bir zamanın dilimine sıkışmışken ve günden güne bu beden elbisesinin içinde sönmeye maruz bırakılırken, hele hele hayatın tüm lezzetleri hızla benden uzaklaşırken, günah cenderesine neden böyle lakayd olmakta ısrar eder bedenim?
Her sözün bir manaya susamışlığı yok mudur oysa?
Ve her kelime bir anahtar hükmünde değil midir?
Düşünen bir varlık olarak nedendir bu düşünmemeye meylim?
Oysa, ne muhteşem bir varlıktır ki insan, tüm yeryüzü ayaklarının altına serildiği gibi, üşenmeden de ona hizmet eder. Kendisine verilen bu ayrıcalıklı konumun farkına dahi varamadığında insan, diğer yaratılmışlardan bir farkı kalmadığı gibi, belki de daha da aşağı bir mertebeye iner. Lakin yine de bu ömrün şifrelerine dair kafa yormayı aklından çok ama çok az kişi geçirir de, onlara da iyi gözle bakılmaz. Nihayetinde düşünce sapmalarına maruz bırakılan yeryüzündeki tek varlıktır insan. Ve düşüncesini hakikate yönlendirmemesi için önüne koca bir dünya serilir, yeter ki gerçeğe yelken açmasın. Halbuki insanlık, varoluşun nedenine dair, yeryüzüne indiğinden bu yana her daim kafa yormuş ve karanlık dehlizlerde kendince bir hikmetin peşinden yol almaya çalışmıştır. Kimi vakit hakikatin içte hasıl ettiği hissiyatlara kulak vererek hakikate yakın çıkarsamalar yapsa da, nihayetinde hep bir kısırdöngünün içinde debelenirken bulmuştur kendini insan.
İşte, hakikatin dahi, öncelikle tanınmaya, ayırd edilmeye çalışılması bu aşamada çok önem arzeder ki, hakikat zannedilen nice fikriyatın içinde insan yitip kaybolmasın…
Öyleyse hakikatin ayırdını nasıl yapabiliriz diye düşünmek zorunda hissediyorum bazen kendimi. Hakikati tanımlayan öyle çok, öyle çok olgu var ki, insanın bu olguların içinde bırakın hakikate varma arzusunu canlı tutabilmeyi, bir müddet geçtikten sonra nefsin ve kuruntuların içinde hedefinden saptığının, uzaklaştığının bile farkına varması imkansız bir hale gelmektedir. Ki böyle bir halde yeniden gayrete gelebilmek dahi başlıbaşına nefse ağır gelen bir ameliye olacaktır, ve nefis hakikati düşünmemek için ya da sadece hoşa giden şeylere yönelmek için boş durmayacaktır.
Hakikatin ayırdını yapabilmenin, bilgiye ulaşma ve bilginin neticesinde fikir sahibi olmayla olacağı muhakkaktır. Ancak, bilginin doğru ya da yanlış olduğuna dair insanda bir kanaatin oluşması, sancılı ve yıllara karşılık gelebilen bir sürece tahammül etmeyi gerektirir. Bilginin edinme sürecinde zannın oluşması her ne kadar başlamış olursa da, aslında zannın oluşma sürecinin belki edinilen bilgi nispetinde sürekli olarak değişeceğini de unutmamalıyız. Bir konuya ait edindiğimiz bilginin yeterliliği nispetinde zihnimizdeki hakim zanna ulaşabiliriz. Aksi halde yetersiz ve kısır bir bilgi ile edinilen zan, hakikatin yerini tutar ki, lakin o hakikat zannedilen, aslında hala zan olarak kalmaya devam eder ve siz hakikatten hala çok uzakta olmanıza rağmen, bulunduğunuz hali bile idrak edememişsiniz demektir. Düşüncenin ve hakikatin serüvenine muhakkak ki iştirak eder her insan, tüm mesele farkındalık değil midir?
Selam ve dua ile…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.