- 539 Okunma
- 3 Yorum
- 5 Beğeni
MEZARLIKTA KORKU
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
MEZARLIKTA KORKU
Çocukluğumda, Mesudiye’nin Zile Köyü’ndeki birçok akranım gibi, fakir aile çocuklarıydık. Köyümüzde hemen herkes tarım ve hayvancılıkla geçinirdi. Herkesin de kendi ailelerine kıt kanaat yetecek kadar arazisi vardı. Fakat kış mevsimleri o kadar uzun sürerdi ki, yazın toplanan ot ve ekin, köylülerimizin besledikleri hayvanlara yetmeyecek kadar az olduğu yıllar olurdu. Bu yıllara, kıtlık yıllar denirdi. Kıtlık olsa da olmasa da Zile Köyü’ndeki çoğu erkekler, mevsimlik “hızar kesme”ye giderlerdi. Kış boyunca çalışırlar, ancak baharda dönerlerdi. Döndüklerinde evlerine getirdikleri, birkaç metre yorgan ve döşek yüzü, çocuklarına elbiseler, defter, kalem, bir iki demir kaşık olurdu. Demir kaşık ve çatal bulunmazdı o yıllarda. Yemekler, ağaç kaşıklarla yenirdi.
O yıl güz mevsiminde babam da hızar kesmeye gitmiş, bütün kış boyunca kazandığı beş yüz lirasını daha eve gelmeden, Çambaşı’nda öküze yatırmıştı. Çünkü öküzümüzün tekini Yavşanlı’da ayı yemiş, komşularımız Çambaşı’nda babama durumu bildirmişler, çaresiz adamcağız, kış boyunca hızar keserek kazandığı parayla diğer öküze eş almak zorunda kalmıştı.
Çoğu akranlarım gibi çocukluğum hep korkularla geçmişti. Bu korku, ecinli, cin, peri, ölüye bakma korkusuydu. Büyükannem ve annem sürekli olarak ölüye bakmamamı, gece karalıkta bir yere çıkmamamı, mezarlıktan geçmememi, gülbünnü (kuşburnu) dikeninin dibine işemememi, buraların “sahipli” olduğunu söylerlerdi hep. Bunlara dikkat etmezsem “çalınır”dım. İnsan, bir defa cin veya ecinli tarafından çalındı mı ya “huylu” olur, ya da ağzı eğilebilir, vücuduna inme inebilirdi. Nitekim Name ablam çalınmış ve “huylu” olmuştu İpek anımın deyimiyle. Ona göre ağabeyim Ahmet de ölüye baktığı için hasta olmuştu. Ne zaman köyde birisi ölse, birkaç gece uyku uyuyamazdım korkumdan. Yatağa tek yattığımda ölünün bembeyaz vücudu gözümün önüne gelir, üzerime abanacakmış gibi olurdu. Bir türlü de gitmezdi gözümün önünden. Akşam oldu mu korku başlardı bende. Tuvalete gidince bile kendi kendime ıslık çalar, o ıslıktan medet umardım. Sade ben mi? Kardeşlerim Saadet ve Osman da türkü söylerlerdi tuvalet yolunda. Mezarlıklar mı? Oralara hiç yanaşamazdım geceleri. Sanki ölüler, şimdi kalkıp üzerime gelirdi. Akşam yattığımda evde kimse yoksa, yatakta bile korku sarardı beni. Sanki üzerimde kedi yürüyormuş gibi hisseder, sıçrayarak kalktığımda bir şey olmadığını görsem bile, korkum devam ederdi. Bereket versin, evde pek yalnız kalmazdım. Yine de İpek anamın masallarını severdim. Ecinlili, cinli,perili de olsa.
Çok hikâyeler duymuştum, ecinliler hakkında. Bazen güzel bir kız şeklinde, bazen de yaşlı, çirkin görünümlü olabilirlermiş bunlar. Hatta cinlerle evli olanlar bile olurmuş. Güzel bir kız görüldüğünde ayakları ters ise mutlaka cin olduğuna işaretmiş. Bazı insanlara görünürmüş de cinler. Cinleri görenleri huy tutarmış. Ablam Name’yi huy tuttuğu gibi.
O yazın, yaylada akşam çok geç vakitler olduğu için ecinli korkusundan “mal bakmaya” bile gidememiştim. Mallar, sellim edilirdi yaylada. Hayvanlar da alışmış gibi akşamları eve gelirlerdi. Bazen aksilikleri tutar gelmedikleri de olurdu. Köylülerimiz “nefesi keskin” birine “kurt ağzı bağlatmak” için okutsalar bile, ayı veya kurt, kurt ağzını dinlemez, hayvanların canına okurdu. Bizim öküzü de o yazın ayı yemişti işte. Sade bizim mi? Köyden en az yirmi hanenin öküzü, ineği telef olmuştu ayıların pençesinde.
Yine bir gün yaylada mallarımız akşam gelmedi. Allah verecek babam “çalışma”dan yeni gelmiş, yayladaydı. Mal bakmaya gitsem bile, babamla birlikte gidecektim. Çünkü vakit geç oldu mu çocuk tek başına mal bakmaya gönderilmezdi. O gün de öyle oldu. Dumanlı bir akşam, “mal bakmak” için yayladan ayrıldık babamla. O tepe senin, bu tepe benim, aramadık yer bırakmadık ama, bir türlü bulamadık malları. Menteşeoluğu’na kadar gelmiştik. Çaresiz, geri dönmeye karar verdik.
-Allah kerimdir, dedi babam. Belki de hayvanlar yaylaya gitmiştir. Yolda sapışmış olabiliriz.
Yol sıra yaylaya doğru ilerlemeye başladık. Benim aklım, aslında başka şeylerdeydi. Şu karanlığın çökmesini hiç istemezdim. Karanlık çöktü mü, inler cinler ortaya çıkardı. Babamın yanında pek korkmasam bile yine de sordum:
-Baba, dedim, yollarda ecinli, cin olmaz değil mi?
Babam, bana cesaret vermek istedi. Elini omzuma atarak:
-Ne ecinlisi, cini oğlum, dedi. Selavat-ı şerifeyi çektin mi hiç birisi kalmaz. Sen sakın korkma.
Ben yine de meraklıydım:
-Ecinliler, koyun yataklarına gelmiyormuş öyle mi?
-Doğru oğlum, dedi babam, koyun, mübarek hayvandır. Koyunun olduğu yerde ecinli, cin olmaz.
“Tek, koyunlar olsaydı da yaylaya onlarla gitseydik” diye geçirdim aklımdan. Zifiri karanlıktı. Çimenlerin koyu renkleri, yolun görünmesini kolaylaştırmıştı. Yoldan ayrılmazsak, dumanda yitmeden yaylaya varabilirdik. Babamın ceketinden tutarak yürüyordum. Sanki arkadan birisi kucaklayacakmış gibi oluyor ama, buna aldırmıyordum. Ne de olsa babam vardı yanımda. Onu korkusuz birisi olarak bilirdim. “Kümbet mezarlığını bir geçsek, gerisi kolay” dedim içimden. Babama korktuğumu belli etmek istemiyordum, yine de fikrimi söyledim Mendere’ye doğru giderken:
-Baba, Yellüce’den gitsek, belki mallar Yellüce ayağında olabilir, dedim.
Babam, korktuğumu anlamıştı:
-Kümbet mezarlığından korkuyorsun değil mi? dedi. Korkma, orada bizim yakınlarımız da var. Hacı Hüsnü deden, Saadet anan orada yatıyor. Hem adam mezarlıktan korkar mı? Mezarlıklar en emin yerlerdir.
Babamın söylediklerine pek aldırmadım. “Madem mezarlıklar emin yerlerdi de neden İpek annem mezarlıklardan geçerken dua okuyor” diye geçirdim içimden. Ama ısrar da etmedim. Babam tarafından korkak olarak algılanmamı istemiyordum. Çaresiz birlikte yola devam ettik. Kümbet mezarlığı yaklaşmıştı. Babam, mezarlığa yaklaştıkça sesli sesli Selavat çekmeye başladı. O zaman daha da işkillenmiştim. Geceleri tuvalette ıslık çalmam aklıma geldi. Bal gibi biliyordum ki ıslığı korkudan çalardım tuvalet yolunda. Acaba babam da mı korktuğu için sesli Salavat çekiyordu? Babamın ceketine daha da sokuldum. Sıkıca tutuyordum ceketin kenarını. Ben de içimden bildiğim duaları okumaya başladım. Mezarlığın önüne geldiğimizde sanki her mezar taşı bana bir şey söyleyecek gibiydi. Ürpermiş ve titriyordum. Zaman geçmek bilmiyordu bir türlü. Mezarlığın ortalarına doğru ilerlediğimizde hiç duymadığım, bana çok acayip gelen, kendi kendine konuşan, hırıltıyla karışık bir ses duydum. Babama sarılarak adeta çığırdım:
-Baba! Mezarlıktan ses geliyor!
Babam, Salavat çekmeye devam ediyordu. Ben, tekrar bağırdım:
-Baba! Sesi duymuyor musun?
Babam, bana cevap vereceğine okuma sesini daha da yükseltti. “Babamın Salavatının da feri yokmuş” dedim içimden saniyeler içinde. Artık ağlıyordum, yüksek sesle ağlıyordum. Saçlarım dimdik olmuş, küçücük vücudum titriyordu zangır zangır. Ses, daha da duyulabilir hale gelmişti. Babam, koruma içgüdüsüyle olacak beni iyice koltuğunun altına almış, o da donup kalmıştı. Bu sefer de “Elham”ı okumaya başlamıştı. Ne Salavat, ne de Elham fayda etmemişti. Ses bize yaklaşıyordu. Karşımıza, üstelik yolun içine, saçı başı dağınık, kambur duran, üstü başı eski ve perişan bir koca karı dikilmişti. Yüzü zor seçiliyordu. Anlayamadığımız sesler çıkarıyordu. Babam, beni ikaz etti:
-Sakın ona bakma oğlum!
Gözlerimi kapamış, başımı babamın ceketinin altına saklamıştım. “Acaba yaşayacak mıyız?” dedim içinden. Ağlamaya devam ediyordum. Kaç dakika geçti bilemiyorum. Koca karı karşımızda, yolun ortasında donup kalmıştık. Babam, duaları öyle yüksek sesli okuyordu ki, uzaktan bile duyulmuş olmalıydı. Çok uzaklardan bir ses daha duyduk:
-Kardeşim! Her kimseniz korkmayın! Orada yaşlı bir kadın var mı? Allah’ınızı severseniz tutun! Dumanda onu kaybettik!
Bu ses, insan sesiydi. Babam, birdenbire sanki yeni bir kişiliğe bürünmüştü. Biraz önceki dua okuyan tedirgin adamın yerini, korkusuz ve saldırgan bir adam almıştı. Elindeki değneği bütün gücüyle koca karıya indirdi. Bir yandan da:
-Avradını s……. karısı, çocuğumun yüreğini mi yaracaktın? dedi.
Kadını ayaklarının altına almış, çiğniyordu. Ben de kendime gelmiştim. İçimi büyük bir sevinç kaplamıştı. Gizemli, garip bir sevinç. Karşımızdaki insandı. Bir ara babamın gaddarlığına da kızdım. Acıdım kadına.
-Vurma baba! dedim, ağlayarak. Vurma! O insanmış!
Babam, bir yandan kadını tutuyor, bir yandan da beni öpüyordu. Sıkı sıkı sarıldım babama. Nefesi iyice sıklaşmış olan babama, kadını daha fazla dövdürmedim. Biraz sonra Eriçoğ tarafından iki kişi geldiler. Babam, yine saldırganlaşmıştı. Gelenlere küfretti:
-Ulan namussuz deyyuslar!, dedi, bir koca karı yüzünden çocuğumun ödü kopuyordu! Bir karıya sahip çıkamadınız mı?
Ben bunları duymuyordum bile. Bütün korkularım yok olmuştu. Fakat babam için kaygılıydım. Adamlara olmadık lafları söylüyordu. Şimdi de babam elin adamlarıyla dövüş mü edecekti acaba? Bereket versin adamların konuşmaları beni rahatlattı. Babamı tanıyorlardı. İçlerinden biri:
-Halit dayı, dedi, bunu huy tutuyordu. Eriçoğ’a okutmaya götürmüştük. Sonra kaçtı. Dumanda daha da bulamadık. Allah senden razı olsun, sabahlara kadar arardık biz bunu.
Adamlar Aşağıköy’denmiş. Şifa bulsun diye Eriçoğ’daki evliyaya götürmüşler. Babamdan o kadar küfrü işittikleri halde hiç tepki göstermediler. Üstelik, teşekkür ettiler.
Babam, damağımı çekti. Yüzüme hafif bir şamar attı. Anlaşılan bütün bunları, kendime gelmem için yapıyordu.
-Korkmadın değil mi oğlum? dedi, moral vermek için.
Ben bütün korkuları unutmuştum. Babama cevap verdim:
-İlk önce korktum ama, şimdi daha korkmuyorum.
Sonra tekrar yola koyulduk. Yedi mezarları geçip uzun oba deresini atlayınca aklımda hiç korku kalmamıştı. Biliyordum ki ecinli ve cinler, sudan geçemezlerdi.
Eve geldiğimizde sevindik. Mallarımız gelmişti. Doğru dürüst yemek bile yiyememiştim. Yatağa yattığımda gözlerim dalmak üzereyken sanki kocaman bir at geliyor, ısırmak istiyordu beni. Hemen irkiliyor, derin uykuya dalamıyordum bir türlü. Ne zaman ki İpek anam beni koynuna aldı, o zaman rahatça uyudum. O gece, ondan sonraki geceler.
O korkuyu yenmem için, yılların geçmesi gerekiyordu.
YORUMLAR
Mithat Baş
Nefis bir öykü olmuş keyifle okudum :) köyler yaylalar her biri birbirinden özel isimleriyle ve doğallığıyla okuru hemen içine çekiyor… Siz babanızın bir tarafından ceketine sığınırken okurda diğer tarafına sığınmıştır, yaşadık o heyecanı :) çok başarılı , huylu kambur koca kadının, dayak yemesine üzülürken sizin çocuk korkularınızı atlatıp merhamet dilemenize sevindik babanızın küfürle gelen cesaretine güldük, çok başarılı tebrikler
Lütfen devamı gelsin, sevgi ve selamlarımla
Mithat Baş
Okuyunca kendimi buldum yazının ve çalışmanın derinliklerinde hem beldede görev yapmam ve o çoğrafyanın bir çocuğu olarak aynı şeyleri bizlerde yaşadık, çalışmanızı ve sizi kutluyorum hocam